Solmayan bir gül-i nihal misali
Umut açmalı sinemde, vecdimi cezp edecek kuvvet ve önemle
Yeis ve nedamet zaten etrafımda ziyadesiyle, hevesler nizam edilmedikçe
Akıl kemale ermedikçe, lisan-ı hal edebe bürünmedikçe, kalbim farkı fark etmedikçe



Rahmetin sahibi ruhuna aşikâr
Nasıl bir mefkûre olmalı ki hakikate yabancı olsun, neden şikâr
Vakti gelince, toprak hasretini çekince, nevi şahsına münhasır o an gelince yağar kar
Aşkın firkatine nail olmayan, mukallit halinden kurtulamayan can, şaşıp etrafına bakar



Beyni kan besler, yürek pompalar
Kan yerine su ikame edilince, o nefes nasıl bir suskunluk yaşar
İnsan ne kadar yabancıysa ölüme bir taaccüp içinde bakar, daha sonra üzülür ağlar
Hangi vaktin eşiğindedir anlamaktan korkar, haline değil, giden için kahrından yanar



Bir boşluğun sarhoşluğunda acınır
O an ve akan zamanda ne umut kalır ne tefekkür etmek yaklaşır
Nasıl bir idrakin meylinde nefeslendiği amel ve ifadeleriyle yakından anlaşılır
Etrafına bakınır, aczi yeti bariz bir şekilde sırtarır, akıl ve izan lal olmak adına hızlanır



Taziye için gelenler tuhaflaşırlar
Bir birinden farksız suallerle mahzunlaşan o nefesin acısını tazelerler
Vah, tüh demeyi asla esirgemezler, biraz zaman geçince de işgaliyelerini serde terler
Nasıl bir iman ve itikat üzere bulunduklarını pek önemsemezler, nasılsa vakit var derler



Her nedense asabiyet içindedirler
Kalp kırmayı sanki marifetmiş gibi zikrederler, gönlün naifliğini bilmezler
Sahip oldukları ne varsa, hırs ve tamahkârlık ruhunu boğunca, tekebbür hasrederler
Kabir ziyareti hiç cazip gelmez, mevtayı defnetmek işlerinden alıkoyar hiç ilgilenmez



Oysa insan ibret zarifliğinde candır
Aklı ve aşkı söz konusu olunca iradesinden vazgeçecek nispette adaydır
Yoksa İsmailler, Hasanlar ve Hüseyinler niye iman vecdinde sevdadır, şehit tacıdır
Feda olmak, hakikat adına ruhunu ve kalbini ortaya koymak insan için ne büyük aşktır




Mustafa CİLASUN