Susmak geliyor içimden...
Temaşa ettiğim her sahnenin afakımı yoran cenderesinden, işte benim dedirten
Halin vecdinden anlamayan gayesinden, nefsanilik akın ediyor her saikten
Kaçıyorum, korkuyorum ve utanıyorum medeniyet diye addedilen zilletin nefeslerinden




Sanki beynime kurşunlar sıkılıyor...
Her canın feryadında bir ölü toprağı bulunuyor, ne kadar aşkın sessizliğini anlatıyor
Mahkumiyetin akseden hicranı ruhumu kuşatıyor, esaret işte budur dedirtiyor
Dört duvar arasında kalmak mahkumiyet değildir, köleleşmek adına nasıl bir felakettir




Hani nerde kabenin ruhundan işitilmeyen o nida
Ne kadar ahu figan etsem de bitmeyen emellerim ne kadar tuhaf olan bir hülya
Ey arkadaş duy sesimin figanını, sana sesleniyorum derinlerde hissedilen aşkla merhaba
Ne yar ve ne de gönlümün havzasına mütemadiyen yağan kar sesleniyor hasretin firakına




Hergün yeni düzenler ihdas ediliyor...
Ruhumun esareti kat be kat artarak devam ediyor, aşk nefesleri bir bir bırakıyor
Vecdime neler oldu, maslahatlar neden kalbin enginliğinde ve vefanın ecrinde bulunmadı
Niçin ağlayan analar, mahsunlaşan nisalar şefkatin, hamiyetin, sürurun ahında buluşmadı




Yoksa aklım mı karıştı veya ahdim mi sarhoşlaştı
Haince kurulan pusular, esrarın desilelerinde kimleri gömmek için bekliyor bu kuyular
Ah uyuşturulan muratlar ve solgunlatırılan umutlar, sahibine ulaş, hani dökülen onca yaş
Ey aşka inanan, halini aşkın demiyle besleyen ve ruhunu esarete vermeyen kalk yavaş yavaş



Mustafa CİLASUN