Bilmezdim hissiyatın nevi şahsına hasredilen o naif ve özel halini
Yılların yitikliği, yüreğimin ezikliğini nefesinim firkat sessizliğini
Kimseye söyleyemezdim ve çekilir bir köşeye ibretle temaşa ederdim
Nerden bilirdim, kimden öğrenecektim hale zuhur etmeyince, dedim



Ne ruhuma süruru bahşeden ve suhuletin didarından olan gözleri
Ne içimi acıtan gönlümün sedasını usulca ummana bırakan sözleri
Düşüncelerime hucum eden keyfiyeti ve edebe isyan eden o heceleri
Hiç dilemedim, sabrın yumağında kanaatle serinledim, hep bekledim



Bazen hüzzam, bazen rast ve bazan de saba makamıyla iktifa ettim
Yaylı tanburun sesi, kanunun muvazenesini, neyin muştu ülfetini
Aşkın vazgeçiren nimetini, nefsanilikte ki sefilliği idrakle demledim
Güle olan hasretimi, çiçeği koklarken içtenliğimi o an kime söyledim



Hattatın sabrında, her sanatın aşka ram eğleyen lahzasında ararım
Ne kadar yüreğim ağlasa, içim sızlayarak namaza dursa da yanarım
Neden hakikat perdeelerinden, kalbime inşirah saadetinden sorarım
Gün karardımı, dağın yamaçları ruhuma sancılar bıraktımı anlarım



Gecenin cezbeden melalinden, kalbime aşina olan vecdine kanarım
Lal olan dilim, fersizleşen gözüm, hesabın didarında ki son sözüm
Ne kadar hüzünlensem ve ruhumu hicranın esintisiyle serinletsem
Her bayramın kalbimde açtığı yaraları sarıp coşkuyla ağlamak isterim



Mustafa CİLASUN