Şehre demediğim duyuların ilzamındayım
Kâh fakirliğime yanarım, kâh bahtıma boyun büker ağlarım
Halim için zehredilen ne varsa sadakatimle tavım, bilmem ki niye yanarım
Sükût eğlediğim, efkârımla demlendiğim, sine-i melalimle kederlenip ve çile çektiğim


Kime sunayım, derdi figanımla yanayım
Suskunluğun pervazında bir ah çekerek hıçkırığa boğulayım
Bakışlarımı kör akşamların sultasında, halin hicran çığlığında avunayım
Bir tebessümün perdesinde soluk alıp ferahlayım, yine vicdanımla baş başa kalanım


Ne yanlılığın şarkısı, nede aşkın bahanesi
Ummanın esrarında vücut bulan hüznün fulyası ve gözyaşı
Düşülen çukurlar, set çekilen bentler, anlamsız gerekçeler kimlerin arkadaşı
Vehimler toprağında sabahlamak, naralar atarak şakımak ve ön yargılarla ayılmak


Ne dil gelen her hecenin meali, ne edebi hali
Tavaf edilen, talan içinde zikredilen, aşktan habersiz nefeslenilen
Hareket ve kuvvetin, evdi edilmiş takatin, her haliyle kaydedilen sahifenin
Mizan sahnesinde, hicranın perdesinde, dil gelen meramın asliyesi neyse edebi halde


Ne çilenin sevdasında harlaşan kutlu nefesin
Ne arifin gönlünde sudur eden inşirahın sahnesinin, ecir kim için
İnayet boyun büktürmez, kalp onsuz aşkın ülfetine erişemez, suhulet gelmez
Firakına ram olduğun, bin hüzün içinde acı varlığın, idraki savsakladığın kar etmez


Bilmem ki ne vakit erişecek sana meramım
Ne yazılmış namelerin hicranındayım, ne üflenen ney’i anlarım
Dile gelen mızrap ne söylüyorsa, açık denizlerin sabrından inkişaf eden arsa
Çaresiz susmalıyım, kalbin hüznüyle ayılıp, hülyaların latifliğinde sabahlamalıyım


Kimseye söz etmeden, yüreğin burukluğu demken
Muhtacın sancısını, yetimin nidasını, garibin umudunu anlamalıyım
Hissiyatın perdesini aralayarak, kalbi inşirah için sahibime el açarak ağlamalıyım
Ne tutkuların, ne zevki hazların, gözlerimin önünde parçalanan zehabı yaşamalıyım


Mustafa CİLASUN