Mekke, mü'minleri sinesinde barındırmaz hâle geldiği zaman, Hz. Ebu Bekir de barınamayanlar arasında bulunuyordu. Tıpkı kendisinden evvel giden arkadaşları gibi o da Habeşistan'a hicret etmeyi düşünmüştü.

Yolda İbnü'd-Dağinne isimli bir müşrikle karşılaştı. İbnü'd-Dağinne sordu:

- Nereye ey Ebû Kuhafe'nin oğlu?

- Kavmim beni kovdu. Artık beni aralarında barındırmak istemiyorlar.

- Senin gibisi Mekke'den nasıl çıkarılır? Sen, fakirlerin imdadına koşar, dul kadınlara el uzatır, yetimlerin elinden tutarsın. Evet, senin gibi bir insanı Mekke'den çıkarmak, Mekke'yi senin gibi bir kıymetten mahrum etmektir. Gel benim himayeme gir, seni koruyayım.

Hz. Ebu Bekir, döner gelir, o da himayesine aldığını ilân eder. Ama Mekkeli müşrik, Hz. Ebû Bekir'e etrafıyla, havasıyla, Kur'ân'ıyla ne kadar dayanacak, bunu zaman gösterecekti.

Hz. Ebu Bekir o müşriğin şartlarına uyarak evine çekilir. Orada kendi kendine Kur'ân okumaya başlar. Fakat bir müddet sonra bu ona az gelir. Zira Kur'ân'ın kokusunu burcu burcu etrafa duyurmak lâzımdır.

Onun için pencerenin önüne cumba gibi bir şey yaptırır, çıkar orada namaz kılar, Kur'ân okur.

Hz. Ebû Bekir gözü yaşlı bir insandı. 'ALLAH' dediği an ağlamaya başlar, hıçkırıklarını tutamaz ve namaz kılarken de içinde boyunduruklar dönüyor gibi namaz kılardı.

O cumbasında ibadet ededursun; kadın erkek, çoluk çocuk ne kadar gözü dönmüş insan varsa halkalar halinde Hz. Ebû Bekir'in cumbasının etrafını sararlar ve o, Kur'ân okuyup kendinden geçerken müşrikler de onu dinleyip şirâzeden çıkarlar.

O güzel hâl, burcu burcu etrafa koku saçarken Hz. Muhammed'in (sav) halkası genişlemektedir. Zaten müşrikleri de şirâzeden çıkaran budur. İbnü'd-Dağinne'ye müracaat ederler ve:

'Bunu himâyenden at. Yoksa senin himâyende bulunan bir kimse hakkındaki himâyeni bozacak davranışta bulunacağız. Sonra halk senin için dedikodu etmesin.' derler.

O, Hz. Ebû Bekir'e Kur'ân okumaktan vazgeçmesini söyler. Hz. Ebû Bekir cevaben: 'Ben nasıl olur da Kur'ân okumaktan vazgeçerim. Bu ALLAH'ın kelâmıdır. Bu kelâm insanlara duyurulsun diye indirilmiştir. VALLAHi sen beni himâyenden atsan da ben ALLAH'ın himâyesinde bu işe devam edeceğim.' der.

Kur'ân turunç gibi tatlıdır. Bu tadı tadan ona âşık olur. Kur'ân'ın bir de kokusu vardır... Kim o kokuyu duysa meczûb Mevlevî gibi Kur'ân'ın etrafında pervaz etmeye başlar. İşte bu, gerçek mü'minin hâlidir. Kur'ân, onun ruhunda, kalbinde ve ağzında böyle en güzel mânâsını bulmuş olur.

Kur'ân okumayan mümine gelince: 'Kur'ân okumayan mü'min de hurma gibidir. O'nun kokusu yoktur fakat tadı vardır, tatlıdır.' Böyle bir mümin imanın tadını tatmasına ve Kur'ân'ın halâvetine ermesine rağmen, Kur'ân'ı okumadığından dolayı etrafa tesir edemez ve çevresi Kur'ân'ın o güzel kokusundan müstefîd olamaz.

Bu sebeple Kur'ân mahsûr kalır. O, mümindir, fakat Kur'ân'ı Mu'cizü'l-Beyân'ın kokusunu, etrafa neşredeceği envârı sınırlandırmış ve had altına almıştır. İşte bu da Kur'ân okumayan, onun hakâik ve dekâikine bağlanmayan ve Kur'ân'ı neşretmeyen, anlayışı kısır mü'minin misâlidir. ALLAH Resûlü devam ediyor:

'Kur'ân okuyan münafığa gelince o, kokusu güzel ama tadı acı olan fesleğen gibidir. Kokusu güzeldir ama tadı can yakıcı acılıktadır.'

'Kur'ân okumayan münafık ve iki yüzlünün misaline gelince o da Ebu Cehil karpuzu gibidir. Hiçbir kokusu yoktur. Tadı da çok acıdır.'


Size hükümdardan bir mektup gelse, o mektubu öpüp başınıza koyup, hiç okumadan bir tarafta mı saklarsınız, yoksa hükümdar ne istiyor deyip mektubu hassasiyetle açıp gayet dikkatle okur musunuz?

İşte hükümdarlar hükümdarı, Mâlikü'l-Mülk olan Hazreti ALLAH, size, bir nâme göndermiş, öyle bir nâme ki sizin için hayâtî ehemmiyeti hâizdir ve onun içinde, sizin hem dünyanızla hem de ahiretinizle alâkalı meseleler vardır. Siz bunu alsanız ta'zîm ile öpüp başınıza koysanız, sonra da kaldırıp rafa yerleştirseniz, acaba o Hükümdar'ı memnun etmiş olur musunuz?