İstiğase yardım İstemeği Kabul Edenler ile Etmeyenlerin Delilleri

İSTİĞASEYİ KABUL ETMEYENLERİN GÖRÜŞLERİ Âlimler yalnızca Allah’ın güç yetirebileceği bir şeyde, kal*ben ya da dille başkasına seslenip duâ edenin veya O’ndan başkasından yardım dileyenin “Lâ ilâhe illallâh Muhammedun Rasûlullah Allah’tan ...


Ağaç Şeklinde Aç1Beğeni
  • 1 gönderen mucahid_tr

  1. Alt 06-04-2009, 12:36 #1
    mucahid_tr Mesajlar: 17
    İSTİĞASEYİ KABUL ETMEYENLERİN GÖRÜŞLERİ
    Âlimler yalnızca Allah’ın güç yetirebileceği bir şeyde, kal*ben ya da dille başkasına seslenip duâ edenin veya O’ndan başkasından yardım dileyenin “Lâ ilâhe illallâh Muhammedun Rasûlullah Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah’ın rasûlüdür” dese yahut namaz kılıp oruç tutsa ve hacca gitse bile, müşrik olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Zira İslâm, kelime-i şehâdeti telaffuz edip Allah’tan başkasına ibadet eden, gerçekte kelime-i şehâdeti yerine getirmemiş olur. Çünkü Allah’tan başka*sına duâ etmek, tevhidin aslına aykırıdır ve tümüyle tev*hide ters düşer.
    Sadece Allah’ın güç yetirebileceği bir konuda başka*sına duâ etmek, seslenmek ve başkasından yardım tale*binde bulunmak, başkasına yapılan bir ibadettir. Bu ister şefaât talebinde bulunmak veya fayda ummak, isterse zararı önlemek gibi hususlarda olsun durum aynıdır.
    Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:
    Kendileri yaratılmış olan ve hiçbir şeyi yaratama*yan şeyleri Allah’a ortak mı koşuyorlar? Hâlbuki bunlar ne onlara bir yardım edebilirler; ne de kendilerine yardım edebilirler. (A’râf, 7/191-192)
    ............................................İSTİ ĞA SEYİ KABUL EDENLERİN GÖRÜŞLERİ
    İstiğâseyi kabul etmeyen Selefîler ve Vahhâbîler diyor*lar ki: Allah’ın (Celle Celalühü) güç yetirebileceği bir şeyde kalben ya da dille başkalarına seslenip duâ edenin veya O’ndan başkasın*dan yardım dileyen “Lâ ilâhe illal*lâh Muhammedün Rasulüllah” dese yahut namaz kılıp oruç tutsa ve hacca gitse bile müşrik olur diyorsunuz.
    Ölü ya da diri herhangi birine seslenip yardıma çağı*ran kimse, yardım istenilen kişiyi Allah’tan ayrı, tek ba*şına zarar ve fayda vermeye güç yetirebildiğine inanı*yorsa, Allah’a şirk koşmuş demektir. Sahâbe-i kiram, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)den şefaât diler, hastalık, belâ, borç gibi, aciz olduk*ları her hangi bir durumda ona hallerini anlatır, sıkıntılar için ona müracaat eder, ondan yardım isterlerdi. Böyle yaparken şunu gâyet iyi biliyorlardı ki; Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) menfaate nail olmak ve zarar*dan emin olabilmek için bir vasıta ve sebep olup hakikatta her şeyi yapan Allah (Celle Celalühü)’dür.
    Katâde, iyileşmek için Peygamberimizden yar*dım isti*yor:
    Rivâyet olunmuştur ki: Katade bin Numan harpte gözün*den isabet almış ve gözü akmıştı. Yanındakiler gö*zünü çıkarıp almayı önerdiler ama o: “Allah Rasulünden izin isteyeceğim” diyerek bunu reddetmişti. Kendisinden bunun için izin istenince Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Hayır öyle yapmayın” buyurarak elini gözünün üstüne koymuş, biraz sıvazladıktan sonra gözünün eskisin*den daha iyi bir hale geldiği görülmüştü. [3]
    Muaz, Peygamberimizden kolunun iyileşmesini isti*yor:
    İkrime İbn Ebû Cehil bir savaş esnasında Muaz bin Amr’ın omzuna bir kılıç darbesi vurmuştu. Hz. Muaz hadi*seyi şöyle anlatır:
    “Kolumu sadece bir deri parçası tutuyordu. Savaş yü*zünden onunla ilgilenmeye vakit bulamamış, onu ar*kama bağlayarak tüm gün savaşmak zorunda kalmıştım. Bana sıkıntı ve acı vermeye başlayınca ayağımla kolumun üs*tüne basarak çekip kopardım.”
    “Mevâhib” in aktardığına göre devamında, Muaz İbn Amr (r.anh) İkrime’nin darbesi yüzünden kopan ko*lunu yanına alarak Allah Rasulünün yanına gelir. Kadı İyaz’ın İbn Vehb’ten naklettiğine göre “Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tükürüğü ile kopan kolu yerine yapıştır*mış*tır.” [4]
    Hz. Ebû Hureyre (Radiyallahu Anh), unutkanlığını Pey*gamberimize şikâyet edi*yor:
    Buhârî ve diğer kaynaklarda zikredilen bir rivâyete göre Ebû Hureyre (r.anh) Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e duyduğu hadisi şerifleri unuttuğuna dair şikâyette bulunarak, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e şöyle der: “Ya Rasulallah! Ben senden birçok hadis duyuyor ve unutuyorum. Duyduklarımı unutmak istemiyorum.” Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunun üzerine Ebû Hureyre’ye:
    “Ridânı yere ser” buyurdular. Ebû Hureyre ridâsını yere serince mübarek eliyle havada bir şeyi avuçlar gibi yaparak ridâsını atar gibi yapmış. Sonra: “Ridanı giy” buyur*muşlardır.
    Ebû Hureyre diyor ki: “Ondan sonra hiçbir şey unutma*dım.”[5]
    Allah indinde değeri olan bir zattan bir şey istendi*ğinde onu yaratmasının istenmiş olmadığını herkes bilmekte*dir. Bir insandan bir şey istenmesi, Allah’ın ona verdiği duâ imkanını kullanarak, istenilen şey için sebep ve aracı olması anlamına gelmektedir. Üstelik bu rivâyette Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), duâ etmeye ihtiyaç duymadan Ebû Hureyre’nin isteğine hemen karşı*lık vermiştir.
    Dikkat edilirse Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) hiçbir şeyi unutmamak için Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e müracaat etmiştir. Bu Allah’tan başka hiç kimse*nin veremeyeceği bir şey değil midir? Peygamberi*miz onu şirkle itham etmemiştir.
    Hz. Süleyman (Aleyhisselâm) yanındaki insan ve cin*lerden oluşan topluluğa: “Aylarca uzaktaki Belkıs’*ın sarayın*daki tahtını bana kim getirir?”(Neml/38)diye istedi*ğinde İfrit (Cin): “Sen yerinden kalkma*dan ben onu sana getiririm. Ve gerçekten bunu yapmaya hem gücüm hem de güvenim var.” dedi.”(Neml/39).
    Yanında kitaptan bir ilim bulunan zat ise “Ben onu sana, gözünü kırpmadan önce getiririm.” dedi. Der*ken onu yanında durur görünce “Bu Rabbimin bir lut*fudur.” dedi. (40)
    Üç aylık mesafede sarayın içindeki tahtı göz açıp kapa*yana kadar duvarlardan geçirip getirmeye Allah (Celle Celalühü) gücü yeter hiçbir insan bunu yapamaz.
    Süleyman (aleyhi’s-selâm’) bunu Allah’tan değil cin ve in*sanlar*dan istiyor. Allah (Celle Celalühü) buna kızmıyor birde Kur’ân’a yazıyor. Sizin mantığınıza göre Süleyman (aleyhi’s-selâm’) şirk mi işledi? Ne kadar yanlış düşünü-yorsunuz.
    Süleyman (aleyhi’s-selâm’)’ın yanındaki cin diyor ki; “Bunu yap*maya gücüm ve güvenim var, diyor, Cin’e. Hızır aleyhi’s-selâm’a bu gücü veren Allah (Celle Celalühü) bir Allah dostuna neden vermesin. Vermeyeceğine dair elinizde bir delil var mı? Yok ama vereceğine dair bizim elimizde çok deliller var.
    Kudsî hadiste Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur ki: Allah Teala şöyle buyurmaktadır.
    عن ابى هريرة رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "من عادى لى وليا فقد آذنته بالحرب وما تقرب الىّ عبدى بشئ احب الىّ مما افترضته عليه، وما يزال عبدى يتقرب الىّ بالنوافل حتى احبه فاذا احببته كنت سمعه الذى يسمع به، وبصره الذى يبصر به، ويده التى يبطش بها، وجله التى يمشى بها، وان سألنى لاعطينه ولئن استعاذنى لاعيذنه"
    “Her kim benim kullarımdan birine düşman*lık ederse muhakkak ben ona harp açarım. Bir ku*lum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana nafile ibadet*leriyle de durmadan yakalaşır, nihâyet onu se*verim. Kulumu sevince de onun gören gözü, iş*ten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Ben*den bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa kendi*sini korur himayeme alırım.”[6]
    “Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, ona nezdimizden bir rahmet vermiş, yine ona tarafı*mızdan bir ilim (Ledünnî ilmi) öğretmiştik.” (Kehf; 65)
    Görüldüğü gibi Allah isterse istediğine olağanüstü güç*ler verebilir. Bunlar; Peygamberlerde olabilir, insan*larda. Numuneleri gerek sahâbede, gerekse daha sonra da var*dır.
    Şevkânî(ö.1250/1834) şöyle diyor: Kendisine bu yüce bağışların ve güzel sıfatların ihsan edildiği bir kimse*den Şeriata zıt düşmeyecek kerâmetlerin görünmesi uzak bir ihtimal değil*dir. Çünkü veli, Allah (Celle Celalühü) duâ ettiğinde onun duâsını kabul eder istediğini kendisine ve*rir. Velile*rin çoğunda gözüken uzak mesafeleri kısa za*manda kat etme, isabetli keşifler yapma ve beşeri kuvvetle*rin ekseri*sinin aciz kaldığı işleri başarma gibi fevka*lade halleri şeytani işler ve iblisî tasarruflar olarak kabul edenler isa*betli davranmamışlardır.
    Zira bu iddia çok açık bir yanılmadır. Çünkü duâsı ka*bul olunan bir velinin Allah (Celle Celalühü)’tan kendisini ulaşılması aylar süren en uzak mesafelere bir anda ulaştırma*sını isteyebilir, bunun gerçekleşmesi imkansız değildir. Hak Teala dilediği olan dilemediği olmayan, her şeye kadîr, kuvvet sahibi iken velilerden kendisine bu gibi isteklerde bulunanın duâsına icabet etmemesine ne sebep olabilir.[7]
    Allah’ın, “işiten kulağı olurum” demesiyle veli kulla*rın çok uzak mesafelerdeki şeyleri işitmesi, Allah’ın(Celle Celalühü) “yürüyen ayağı olurum” demesiyle bir anda çok uzak mesafe*lere gidip gelme gücüne sahip olamasını her iki taraf ta kabul eder. Çünkü kudsî hadiste böyle buyurulduğunu kendi âlimleri de söylemektedirler. Geriye, tartışılmakta olan; Allah dostunun uzak mesafeden bir insana yardım edip edemeyeceği meselesi kalıyor.
    Her Peygamber’in, yaptığı gibi bir Allah (Celle Celalühü) dostuda insanları korumak ve zor anlarında yar*dım etmek için Allah’dan “Ya Rabbi! Müslümanların zor anlarında, bana onlara yardım etme gücü ver” derse Allah (Celle Celalühü) bu duâyı ister kabul eder, isterse kabul et*mez. Ama Allah (Celle Celalühü) Kudsi bir hadiste “benden bir şey isterse” duâ ederse duâsını kabul ederim, diyor.
    Nitekim Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’e de binlerce kilo*metre uzaklıkta ki yenilmek üzere olan ordusunu ve ordudaki komutanı gö*rüp onlara “Cebel, Cebel!” diyerek seslenip uzaktan or*duya komuta etmiştir.[8] Alâ b. Hadram’ın sahâbeye “besmele çekip atlarınızla denizde yürüyün” deyip atlarıyla denizin üstünden gitmeleri gibi. Bu delillere dayanarak geçmişte ve günümüzde yaşantısı Kur’ân ve sünnete uyan Allah (Celle Celalühü) dostlarının bu gibi kerâmetlerini gören, okuyan bir Müslüman niye*tinde de “ilaç hastalığımı iyi etti” aslında iyi edenin Allah olduğunu bi*lerek bu sözü söylerken hakiki faili kastetme*diği gibi, Allah (celle celâluhu)’ın izni ile harikulade işleri yapan Allah dostlarından, insanların normalde yapamaya*cağı bir şeyi isteyebilir.
    Süleyman (Aleyhisselâm) olayında olduğu gibi ve Ha*fız İbn Kesîr’in naklettiğine göre Yemâme vak’asında Müslü*manların şiârı “Ey Muhammed!” sözleriydi. [9]
    Abdullah İbn Sa’d şöyle anlatıyor: “Bir kere Abdullah İbn Ömer (Radiyallahu Anh)’ın ayağı uyuştu. O zaman bir adam ona en sevdiğin insanı an, dedi. O da “Ya Mu*hammed!” deyince bağlarından kurtulmuş gibi rahatladı. [10]
    Sahâbelerin ve Tâbiin’in yaptıkları ortada iken, meded ya Rasulüllah, meded ya mürşidim! diyen bir in*sana nasıl kâfir dersiniz? Onları Müşriklerle ve putları ile eş tutmanız ne kadar doğru olur?
    Allah dostlarının yaptıkları kerâmeti şeytan*dan sayanla*rın büyük âlimlerinden İbn Teymiyye şöyle diyor:
    Allah dostu zannedilen bazı kişiler kendilerinden mukaşefe sadır olur veya çoğunun yapmadığı hariku*ladelik*ler gösterirler. Mesela: işâretle bir şahsı öldürü*ver*mesi, vasıtasız bir şekilde havalarda uçması, olduğu yerde görülmesine rağmen aynı zamanda Mekke’de ve benzeri yerlerde görülmesi, su üstünde yürü*mesi, tasını boşlukta tutarak içine su doldurması, bilinme*yen yerlerden gıda alması, zaman, zaman insanların gözleri*nin önünden yok olması, uzaklardan kendisini yardıma çağıranın yardı*mına bulunduğu yerden yardım etmesi, çalınan bir malın nereye saklandığını hiç ara*madan haber vermesi gibi hârikulâde şeyler.
    Bütün bu saydığımız şeyleri yapmakta olmaları veli ol*duğunu göstermez, ispatlamaz. Gerçek evliyanın kanaati odur ki; bir kimse havada uçsa su, üstünde yürüse gene de aldatıcı olabilir. Ve arkasından kayıtsız şart*sız gidil*mez.
    Fakat bu fevkaladelikleri göstermenin yanında Allah (Celle Celalühü) Resülüne itaat ettiği de açıkça görünüyorsa, onun yasak ve emirlerini olduğu gibi yerine getiriyorsa böylesinin bir veli olduğuna inanılabilir ve sözleri yerine getirmeye değer bulunabilir. Gerçekte velinin kerâmet*leri yukarıda saydıklarımızdan daha büyük*tür. (Ha*vada uçması, bir anda başka yerde gözükmesi, su üstünde yürümesi, yardım isteyenlerin yardımına, uzaktanda olsa yetiş*mesi gibi).
    Yaptıkları ve söyledikleri Kur’ân ve sünnete uygun düşü*yorsa ne kadar güzel. Zira veliler imânlarının nuruyla ba*tini gerçeklerin yüze vurmasıyla İslâm şeriatına sımsıkı sa*rılmalarıyla bilinir ve tanınırlar.[11]
    Demek ki; Allah (Celle Celalühü), istediğine bu güçleri ve*re*bilir. Vermiştir de.
    Allahu Teâla şöyle buyuruyor:
    “Onlar, O’nun velileri değildir. Onun velileri sa*dece müttakilerdir. Çokları bilmezler.”(Enfal 8/34)
    İbn Teymiyye: Bazı kimselerin Peygamber Efendimiz*den(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya ümmetine mensup salih bir şahsiyetten bir şey dilemeleri ve bu dilekleri*nin yerine getirilmesidir. Bu da çok görülen bir olaydır.[12]
    İbn Teymiyye; böyle bir dileğin yerine gelmesi yanı ba*şında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâ*meti ola*rak sayılabilir.[13]
    İbn Teymiyye böyle bir dilekte bulunmayı doğru bul*mamakla beraber, böyle dileklerin, Allah’ın (Celle Celalühü) izniyle kabul olunduğunu itiraf etmiştir.
    Bazı âlimler de tevessül ile istiğâsenin ayrı oldu*ğunu, salihlerin kabirlerini ziyaret esnasında bazı kimsele*rin “Ey fülan beni evlendir”, “Ey fülan bana şifa ver” gibi sözlerle doğrudan istekte bulunanları görüyoruz ki, bu istiğasedir. Şüpesiz bu tür nidalar için bir takım tevil yolları varsada en azından bazı kimseler hakkında bu bir şirk kapısı*dır. Sufilerin kullandıkları “meded” lafzı salihlerin isimleri an*makla meydana gelen teberruk babındandır “salihler anıldı*ğında rahmet iner”. Zehavi (bkz. el-Fecru’s-Sadık s.62). “nidâ esnasında istiğase edilen zat orada bizzat ha*zır olmaz. Allah’ın yaratmasıyla orada onun bereketi olur” der. Bir tür manevi iklimin feyiz ve bereket ortamı*nın oluş*ması diye ifâde edilebilecek teberrük lafzı birçok âlim tarafın*dan kullanılır. Böyle nida ve istiğâseyi yapan kişile*rin şirk dairesine girmemeleri için doğru şeklini anlat*mak lazım.
    Bunu bildikten sonra vefat etmiş kimselerde yaşayan*lar gibi bizim için Allah (Celle Celalühü)'a duâ ede*rek yar*dım olunmamıza sebep olabilirler. Bilindiği gibi vefat et*miş ruhlar akrabalarına duâ ederler.
    Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd (ö.204/819) et-Tayâlisinin Müsned’inde Câbir’den rivâyet ettiğine göre Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
    “Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıkla*rına gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi! İyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle, der*ler.”[14]
    عن بكر بن عبد الله رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "حياتى خير لكم تحدثون ويحدث لكم، فاذا انا مت كانت وفاتى خيرا لكم، تعرض على اعمالكم فاذا رأيت خيرا حمدت الله وان رأيت شرا استغفرت الله لكم."
    Bekr İbn Abdillah (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edi*len bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
    “Benim hayatım, sizin için hayırlıdır (benim sağlı*ğımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hüküm*ler) bildirilir. Ben öldüğümde ise vefatım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem, Allah’a hamdederim, şer görürsem Allah’tan sizin için af dilerim.” [15]
    Bu hadis-i şerif Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in âlem-i berzah’da ümmeti için istiğfar ettiğini açıkça ifâde etmektedir, istiğfar da bir nevi duâ olduğu için ümmet bundan faydalanmaktadır.
    Mâlik ed-Dâr anlatıyor: Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) za*manında halk ku*raklık çekerken bir adam Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kabrine gelerek: “Ya Rasulallah! Ümmetin için yağmur yağmasını iste. Zira on*lar helak oldu.” diye yardım istemiştir. Hadis böyle devam ediyor. (Gerideki tahriç ve değerlendirmesi yapılan 5. Ha*dis.) [16]
    İstiğâse konusunda Subki (ö.771/1369)’nin işâret et*tiği te’vil yolu, belâğat ilminde “mecazı akli” diye bilinmekte*dir. Mecazı akli, fiilin hakiki faili ve müessirine (ma hiye leh) değil de o failin mekan, zaman sebep gibi alakası bulunduğu bir şeye isnad edilmesi demektir. Bu edebi san’ata göre “Yer*yüzü ağırlıklarını dışarı çıkardığı zaman…” âyetinde, ağırlık*ları dışarı çıkaran Allah olduğu halde, fiil hakiki faile de*ğil, fiilin mekanına isnad edilmiş ancak Allah murad edilmiştir. İşte özellikle sufiler de, kendi*siyle istiğase edilen zatın hakiki fail değil, hakikatte yardım edenin Allah oldu*ğuna inandıklarını ve O’ndan istediklerini (ki aksi halde onlar da bunun açık bir şirk oldu*ğunu kabul ederler) söyle*mektedirler.[17]
    Aynı fiilin hem Allah’a hem de kullarına nispet edilme*sinden ne anlamalıyız?
    Anlattıklarımızdan açığa çıkmaktadır ki, bir şeye güç yeti*rebiliyor olmak o şeyi yaratmak anlamına gelmez. Nite*kim insanlar da Allah (Celle Celalühü) gibi bir şeylere güç ve kuvvet yetirebilirler. Ama buna “yaratmak” değil “kesbetmek” denir. Bir şeyi sadece Allah yaratabilir. Bir şeye gerçek anlamda güç yetirip olmasını murad ettiğinde sadece odur.[18]
    İmâm Nevevî (ö.676/1277)’nin açıklamalarından anlaşıl*mıştır ki: Bir kimse, bir fiili, yaratan ve kâinatı kont*rol edebilen bir varlık olmadığını bilerek ve inanarak, o fiili, ortaya çıkma*sına sebep olan vasıtalardan birine nispet ederek o yaptı diyorsa, o vasıtayı sadece Allah’ın irade*sine uygun hare*ket eden bir vesile ve sonra olacakların bir alameti olarak görüyor demektir ki, böyle bir kimse âlimle*rin ittifakıyla kâfir olarak nitelenemez.
    Netice olarak gerek insan gerek Peygam*ber olsun her*hangi bir kişiyi Allah (Celle Celalühü)’e ortak koşarsa müşrik olur. Eğer gerçek fail ve yaratıcının Allah (Celle Celalühü) olduğunun farkında olarak, fiili o vasıtaya nispet ediyorsa kâfir ol*maz.
    İbn Teymiyye, El-Kelimu’t Tayyib adlı eserinde s. 109’da bize nerelerde sünnete uygun, nasıl duâ edeceği*mizi göstermek için yazdığı eserde Abdullâh b. Mes’ud’dan rivâyet edilen şu hadis-i şerifi zikretmektedir:
    “Sizden birinizin hayvanı çölde ipinden boşalıp, kaybo*lursa, Ey Allâh’ın kulları hapsedin. Ey Allâh’ın kul*ları hapsedin, diye iki defa seslensin. Zira Allâh’ın yeryü*zünde onu hapsedecek olan hâzır kulu vardır.”
    Tevessül ve istiğâseyi kabul etmeyenlerin zayıf de*diği bu hadisi, itibar ettikleri âlimlerinden İbn Teymiyye bu hadisteki gibi duâ edilmesini sünnete uygun görmüş ki, el-Kelimu’t Tayyib “Sünnete Uygun Duâ” adlı eserine almıştır. İtiraz da etmemiştir. Burada hem zayıf hadisle amel var, hem de Allâh’tan değilde bir başkasından yar*dım isteme var. İbn Teymiyye insanlardan yardım iste*meyi (istigâse) kabul etmezken bu hadisteki gibi “Ey Al*lâh’ın kulları!” diye seslene*rek yardım istemeyi sünnete uygun görmüştür.
    Utbe İbn Gazvân (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
    عن عتبة بن غزوان رضى الله عنه عن النبى صلى الله عليه وسلم قال: "اذا اضل احدكم شيئا او اراد احدكم عونا وهو بارض ليس بها انيس فليقل: يا عباد الله اغيثونى، يا عباد الله اغيثونى فان لله عبادا لا نراهم.
    “Sizin biriniz bir şey kaybederse, yahut yanında arka*daşı bulunmadığı bir yerde yardım dilerse “Ey Allah’ın kulları bana yardım edin! Ey Allah’ın kulları bana imdat edin!” desin. Çünkü, Allah’ın bizim görmediğimiz kulları vardır.” [19]
    Bunu Taberânî rivâyet eder. Ve râvîleri güvenilir ka*bul edilmiştir. Ancak bazılarında bir zayıflık vardır. Şu ka*dar vardır ki Yezid Utbeye yetişmemiştir. (Yani râvîler sîka kabul edil*mekle beraber içlerindeki birinde biraz zayıflık görülmüş, dolayısıyla bu râvî Hasen-ül hadisdir. Diğer yandan munkatıdır. Bu Hanefî usulcülerine göre zarar vermez.
    Ancak benzer hadisi sahih kabul etmişlerdir ki o da şu hadistir:
    عن ابن عباس رضى الله عنهما ان النبى صلى الله عليه وسلم قال: ان لله ملائكة فى الارض سوى الحفظة، يكتبون ما يسقط من ورق الشجر، فاذا اصاب احدكم عرجة بارض فلاة فليناد: يا عباد الله! اغيثوا"
    İbn Abbas (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edilen bir ha*dis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
    “Şüphesiz ki Allah(-u Teâlâ)nın, hafaza meleklerinin dı*şında yeryüzünde melekleri vardır ki, ağaç yaprakla-rından düşenleri yazarlar. Sizin birinize çöl arazisinde bir aksaklık isabet ederse, “Ey Allah’ın kulları! (Bana) yardım edin” diye seslensin.” [20]
    İmâm Nevevî şöyle demiştir. Benim de aralarında bu*lun*duğum bir cematte hayvan kaçmaya başladı. Yar*dım isteme lafzını söyledim. Benim bu sözümden sonra hayvanlar, o anda durdu.[21]
    Allah(Celle Celalühü) müşriklerin putlarını Allah(Celle Celalühü)’ın dostu olarak gördü mü, putların gören gözü, işten kulağı, yürüyen ayağı, olurum benden bir şeyler is*terse onu kabul ederim dedi mi? Putlardan bir sürü kerâmet*ler görüldü mü? Siz kâfirler hakkında inen âyetleri ve hükümleri Müslümanlara yorumluyorsunuz. İşte sizin baştan beri Müslümanlara kâfir damgasını vurmak için izlediğiniz yol ve getirdiğiniz deliler böyle.
    Müslümanların ölçüsü Kur’ân, sünnet, sahabiler ve dört mezhep âlimleridir.
    Hiç biri de bu delilleri getiren naslara dayanan Müslü*manları tekfir etmemiştir.
    Doğru olan davranış ümmetin birliği için her iki tara*fın da birbirlerinin görüşüne saygı gösterip orta yolda birleşmeleridir.

    .......................................KAYNAK..... .. SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ ..

    [3] Begavi Ebû Ya’lâ, Dârakutnî, İbn Şahin rivâyet nakletmiştir. Beyhakî 'Delail' de Hafız ibn Hacer. İsabe 3/225 de Hafız Heytem 'Mecmau'z Zevaid' 4/297 de Suyuti Hasaisu'l-Kubrâ’da zikretmiştir.

    [4] Zerkânî bu kıssayı zikretmiş ve İbn İshak'a isnat etmiştir.

    [5] Buhârî, İlim kitabı, İlmi Muhafaza Etme bâbı.

    [6] Buhârî, Rikak 38: İbn Mâce, fiten 16

    [7] Allah dostları tevhid yayınları sayfa 28

    [8] Beyhakî Le’lekaide Şerhus-Sünnette İbn Merde Veyh el-İsabe 2/3 İbn Kesîr Tefsir Bidâye c.7 s. 131

    [9] El-Bidâye ve’n-Nihâye, 6/324.

    [10] Buhârî, Edebü’l Müfred, 448, No: 993. sh: 262.

    [11] El-Furkan Beyne Evliyâi’r-Rahmâni ve Evliyâi’ş-Şeytâni, s. 61-62, el-Mektebu’l İslâmî, 4.Baskı, Beyrût, 1397. Trc. Allah (c.c.)’ın velileriyle şeytanın velileri arasındaki fark. S: 73. Pınar Yayınları. 2003.

    [12] Sırat-ı Müstakim İbn Teymiyye Kabir Ziyaretleri bölümü tercüme Pınar Yay. s.493 bsk 2004

    [13]İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Sırat-ı Müstakim İbn Teymiyye Kabir Ziyaretleri bölümü tercüme Pınar Yay. s.494 bsk 2004

    [14] Minha 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik-i 10/532 ez-Zeyn hadis sahihdir diyor aynı yer.

    [15] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ: 2/194, İbn Hacer Askalânî, Metâlibu’l-Âliye, no: 3853, 4/22, Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, no: 14250, 8/594.

    [16] İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII, 482,483; İbn Abdilberr, İstiâb, II, 464.

    [17] Zekeriyya Güler, İlâm Araştırma dergisin*den alınmıştır.

    [18] Ebû Ya’lâ, Müsned, no: 5269, 9/177; İbn Hacer, el-Metâlibu’l, Âliye, no: 3375, 3/239; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, no: 10518, 10/217.

    [19] Taberânî, Mu’cem-i Kebîr, No: 290, 17/117, Mecmau’z-Zevâid, No: 17103, 10/188.

    [20] İbn Hacer el-Askalânî, Muhtasar-u Zevâidi’l-Bezzâr, No: 2128, 2/420.

    [21] İbn Allan, el-Fütuhâtü’r-Rabbâniyye s/150-151 ......................

    M AL? RUM? bunu beğendi.
  2. Alt 08-28-2009, 12:40 #2
    M ALİ RUMİ Mesajlar: 193
    Çok doyurucu ve ayrıştırıcı bir yazı olmuş, Allah razı olsun inş.

  3. Alt 09-01-2009, 00:10 #3
    salihdogan Mesajlar: 5
    neyse

    Konu salihdogan tarafından (09-03-2009 Saat 00:23 ) değiştirilmiştir.
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.