Cebelitarık Postası
Alpaslan SANCILI

1768-1848 yılları arasında yaşamış olan Fransız edebiyatçı François-René de Chateaubriand yukarıdaki hikâyeyle başlıyor “Son İbni Sirac’ın Maceraları”* isimli kitabına. Kuzey Afrika ve İspanya’ya yaptığı gezilerden topladığı malzemeyle yazdığı bu kitabın ana mevzuu, Endülüs’ten ayrılmak zorunda kalan İbni Sirac Kabilesi’nin son umudu olan İbni Hamid’in başından geçenlerdir.

İbni Hamid için soyağacına ulaşmak, nereden geldiğini bilmek, bir tutku hâlini almıştır. Her türlü tehlikeyi göze alır; kimliğini gizler ve ilâçlık ot toplayan bir hekim kılığında atalarının izini sürmek için karşı kıyıya, karşı kıtaya geçer. Yeşil bir ormanın üzerinde yıldızlar gibi parlayan Elhamra’nın kuleleri, Cennetülârif Sarayı ve Elbeyza görününce uzaktan uzağa, yüreği parçalanacak gibi olur. Gece vakti kaldığı Arap Hanı’nda uyku tutmaz ve dışarı çıkar. Şehri dolaşırken, yenenlerin yenilenlerin yataklarında yattığını görmek ona çok ağır gelir. İbni Hamid’in bu yolculuğu aynı zamanda bir hakikat yolculuğudur. Bu yolun diken ve engellerle dolu olduğunu söylemek abestir. Nefret, acı, ümit ve yeis hislerinin sarmalında sıkışıp kalmış bu asil gencin kaderinde, o atmosferden çıkıp bambaşka bir imtihanın ortasına düşmek vardır. Hayatının en büyük imtihanı olacaktır bu; bir varoluş imtihanı. Bütün gece dolaşan İbni Hamid, sabah olunca, kiliseye gitmek üzere evinden çıkan Donna Blanca’yı görür. Gönlünde artık vatan sevgisinden başka bir şey de vardır. Kısa sürede birbirlerine iyice bağlanan bu iki insan, zamanla bir dönüm noktasına gelirler. Ya evlenecek veya sonsuza kadar ayrı kalıp birbirlerinin yasını tutacaklardır. Evlenmek için iki tarafın da şartı aynıdır: Benim dinimi kabul et! İkisi için de din değiştirmek kabul edilemez bir durumdur.

Hikâyenin kalan kısmında sıkı bir Hristiyan olan yazarın tarafgirliğine şahit oluruz. Şeref, cesaret, asalet gibi kavramlara farklı bir mânâ yükleyen yazar, bir yerde İbni Hamid’e şunları söyletir: “Cesareti ile meşhur olan bu muharip genç (Fransız bir şövalye), burada (camiden bozma bir kilisede), Yaradan’ın önünde en zavallı, en silik bir insan gibi içini döküyor. Öyleyse ben de zaferin ve şövalyelerin Tanrısına ibadet edeyim.” İbni Hamid tam mermerin üzerine diz çökeceği sırada bir lâmbanın ışığında, yarı dökük alçıların altında Kur’ân’dan bir âyet fark eder ve kendisine sadakatsizlik etmesine ramak kala, bu kiliseden dışarı fırlar. Dışarıda Donna Blanca ile karşılaşır. İbadet için kiliseye gelen genç kız şu sözleriyle vurucu darbeyi indirir ona: “Sıhhatimin bozulduğunu fark etmiyor musun? Şu ölüler diyarına bak, ne güzel! Hristiyanların mihrabı önünde benim dinimi kabul etmekte gecikirsen biraz sonra ben de onların arasına karışacağım. Kendi kendimle yaptığım mücadeleler yavaş yavaş ömrümü kemiriyor. Sana karşı duyduğum sevgi, tehlikede olan hayatıma dâima destek olmaz. Senin ifadenle söylüyorum: Düşün ki, ey Mağribî, mumu yakan ateş, onu tüketen ateştir.”

Artık olan olmuş, Mağribî (İbni Hamid )yenilmiştir. Blanca’nın ölümünü düşünmek Hamid’in kalbindeki diğer hisleri silmiştir. Kendi kendine şöyle düşünür: “Belki de hakiki ilâh, Hristiyanların tanrısıdır. Bu Tanrı, mademki Blanca’nın, Don Carlos’un (kızın savaşçı ağabeyi) ve Lautrec’in (Fransız şövalye) Tanrı’sıdır, demek ki bütün asil ruhların tanrısıdır.”

İbni Hamid teslimiyetini ifade etmek üzere kızın, ağabeyinin ve şövalyenin hazır bulunduğu meclise gelir. Koyu bir sohbet başlamıştır. İbni Hamid, herkesin içten konuşmalar yaptığı esnada, Don Carlos ve kız kardeşinin Siracoğullarını yurtlarından kovan, atalarının mezarını korumak isteyen ihtiyar bir Siracoğlu’nu öldüren Bivarlar soyundan geldiğini anlar. Aşk bütün cazibesiyle gönlünü sarsa da, işkenceyi yapanlar ile işkenceye mârûz kalanların torunlarının bir araya gelmesi fikri onu ürpertir. Ataları mezardan çıkarak, mukaddesatı çiğneyen bu birleşmeyi onun yüzüne lânetle vuracaklarmış gibi hisseder. Kimliğini açıklar, son İbni Sirac olduğunu söyler. Ve Blanca’nın kederinden bayılmadan önceki tavsiyesine uyarak çöle döner; Mekke’ye giden bir kervan bulur ve hacılar arasına karışır.

Aşk ne kadar güçlü bir duygu olursa olsun, Hamid’in, dinini bu ‘az bir bedele’ karşılık satma noktasına gelmesi bir mü’mine muhakkak ki ağır gelir. Hikâyede koyu bir Hristiyan olan Chateaubriand kendi anlayışını ortaya dökmüştür. Nihayet, kalem onun elindedir. Kaleme karşı mücadele yine kalemle olur diyerek, İbni Hamid’e şöyle bir akıbet daha uygun olurdu:

CEBELİTARIK POSTASI

Dedenin mektubu
Adını hafife alma e mi torunum!
Son gülüsün sen Siracoğlu’nun.
Sen kadar soylu baba yadigârı şu tay,
Uçar, geçersin dereleri hendekleri!
Gayrı dert etme nasıl yetişirim diye,
Kır, kırabildiğin kadar zinciri, paslı kilidi!
Sarığın kaç yüzyıldır sancağı bu obanın,
Çamurdur, kardır, kirlenebilir.
Başını ver, onu verme torunum, yoksa
Bütün kemiklerimiz sızlayabilir.
Torunun cevabı
Adımı, mümkün mü hafife almam!
Bir sabah vakti ezanla kulağıma okunan;
Hamîd, Hamîd... Sirac’ın oğlu,
Şimdi gel gör ki torununu,
Bol geliyor biçtiğiniz elbise!
Ne sarığa geliyor daracık alnı,
Ne de üzengiye varıyor ayacıkları.

Dede
Kılıcın, güzel torunum, tarife gelmez kılıcın!
Rivâyet edilir ki, dünyaya küsende ol Zülfikâr.
Çift dilli cennet yılanı Şah-ı Merdân Ali’nin,
Almış yerini kınında Siracoğlu Ali’nin,
Çalarken ataşı son gemiye Tarık’la.
Uyuşursa parmakların, karıncalanırsa beynin,
Kapa gözlerini, okşa kılıcını.
Budur azığı Mağribli yiğitlerin!

Torun
Uğruna yola düştüğüm mâbedi buldum
Ne çok kapısı vardı.
Hayal ettim orda her gün yıkanan insanları,
Her kapısında paslı birer kilide rastladım.
Tek hamleyle açacak usta olaydım,
Ama biraz et, biraz kemiksem
Çok çok da zaafım.
Allah’ım bu kilit kırılmazsa,
Kılıcımı ya kıracağım ya kalbime saplayacağım!

Dede
Her göçmen gül varmak ister ata yurduna.
Gırnata, ah Gırnata!
Orda her güle yanmak vardır bir kere,
Belki Rosa o ateş, belki Donna Blanca…
Ne denli paslı da olsa kilit kilittir,
Çifte su verilmiş bilek onu bükecektir!
Siz var ya siz fanus çocukları,
Kasem ederim açacaksınız bir gün,
Güneşler saklayan mâbedin kapılarını!

Torun
Rüyamda babamı gördüm, umut iyidir diyordu,
Ufacık karıncaydım, Hac yoluna revandım,
Çölün ortasındayken, ramak kalmıştı, yanmaya,
Dilim başladı adını sayıklamaya,
Kırıldı kilitler, kapılar açıldı,
Mâbedin orta yerinde Zehra.**

* Son İbni Sirac’ın Maceraları, François-René de Chateaubriand, MEB Yayınları.
** Hazreti Fâtıma (r.anha) için kullanılan bir sıfat. Endülüs’te aynı isimle anılan bir de cami mevcuttur.

[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/346/3892.mp3[/SES]