Ne kadar bedbin ve bizar bir halin sahibiydim
Ne hakkıyla umut etmeyi bilirdim ve ne de ufkun ne demek olduğunu farkeden nefestim
Sanki bir karanlığın içinde ve esaretin ruhuma zerkettiği hicranın derdinde gitmekteydim
Lakin nereye ve hangi istikıamet olacağını sadece “denenler” mesafesinde hisseden nefestim



Ne vakit geçerdi, ne umut kalbime sürur bahşeden bir asudeydi
Şu ömür demen kumaş eskise, gülmeyen yüzüm bu minval üzre gülecekse razıyım derdim
Ne kadar hal-i perişanlık var sanki ta içinde can çekişen bir ahval olarak acziyet içindeydim
Hasreti derinliğin aksisedasından hissedilen bir har bilirdim, ne çektiysem boyun bükerdim



Gün doğarken ne anlatırdı habersizdim, geceyi hiç merak etmezdim
Ne kadar yorgunluğum ve yılgınlığım varsa o an onlardan kurtulmayı murat ederdim
Uyumayı ve aynı çehreyle kalkmayı hiç istemezdim, düşlere meyletmeyen bir azadeydim
Ne uçmayı ne kanatlanmayı ve hatta merak ederek biren o hülya da yaşamayı bilmezdim



Kim zulmetse, mazlum figan ederek gözyaşını dökse çilesi derdim
Ve fakat kalbin ve aklın ve en müstesna tanzim edilen bir ruhun lahzasına bigane idim
Güle bakınca, kokusunu hissetmek için ne lazımsa neden aşikar olan farkından habersizdim
Hangi vaktin muhtaçlığında an ve beklenen o zaman için feda edilmeye namzet bir nefestim



Düşünmek için ne lazım, akıl hangi vakit için aşkın esinine talim
Kalbi olmayan her düşünce ne kadar hakikate eriştiren bir vadinin ilhamında ki vecdin
Aşk, ruhun didarından meşk eden, gönlü sahibine hasrettiren bir furkandır, nar-ı adaptır
Bizzat kendini merak etmeyen ve esrarını çözemeyen bir nefes ne kadar sevda yaşayacaktır



Mustafa CİLASUN