İliğime kadar işlemiş ne kadar yaşanmışlık varsa
Sinemin efkarlı sayfalarında duruyor, burukluk yaşatan ve lal olmuş elim bir sızıyla
Muhtaçtık, lakin asla ve kimseye el açmadık, gözlerine bakmadık
Bahçeden çıkan patatesleri haşlardık, haftalık pişen ekmeği sanki bir elmas misali saklardık


Gocunmazdık, başkalarının varlığına bel bağlamazdık
Kıtkanaat geçinirdik, bir zeytini dört lokmaya katık edip, olanla yetinip günleri devirirdik
Babam alı teri için, gece gündüz demez çalışırdı, bir lokma ekmek için varlığını unuturdu
Eve gelinde, gözleri fersiz bir şekilde, suya hasret kalmış bir biçimde seslenmeden uyurdu


Annem, onca eziyetini çektiği analığının esaretindeydi
Bizleri hiç konuşturmazdı, aman ha oğlum bela başımıza kalır derdi, çaresiz içini çekerdi
Çünki onların kullanmadığı ve kıymet bulmadığı bir odayı paylaşıyor ve öyle yaşıyorduk
O zamanlar yokluk hat safhada, gazacoğı ağaların sofalarında, tüpgaz rüyalardaydı


Birgün annemin içli içli ağladığını fark etmiştim
Boynumu büktüm ve anne ne oldu diyerek merakımı girdermesini acilen istemiştim
Annem mahzunluk içinde ve medet uman bir niyetle gözlerimin içine baktı, yüreğime aktı
Anlamıştım çaresizdi, yine bir laf duyacağım diye çok çekinirdi, büyük babam şefkatsizdi


Birgün çok susamış ve acıkmıştım, evimize vardım
İki ablam vardı, biri iki yaş, bir diğeri beş yaş büyüktü, lakin suskunlardı, kız olmak zordu
Ne hevesleri bir lüzümu ayardı, ne umutları sinelerinden kanatlanarak çıkan efkarlardı
Nereye baksalar, bir çare adına heveslenip ferahlasalar, analıktan azar ve ihtar ortaklarıydı


Henüz ilk okula yeni başlamıştım, bir kalem ve bir defterim vardı
Okuldan süt tozu dağıtırlardı, sahipsizlik mütemadiyen yanımdaydı, kim sahip çıkacaktı
Yaşamak umuduyla nefes almak hevessiz ve şevksiz bir şekilde hayatı anlamak halime azaptı
Şimdi onca yıldan geriye ne kaldı, ne annem ve dahi babam, onlardan arta kalan hicran ardı



Mustafa CİLASUN