Artık çok geç, sancılar şafakların esaretinde muştu bekliyor
Ne kadar meylettim ve gönlümün sesiyle vefaya yol verdim de üzülen ben oldum
Kime nasıl ve hangi hakla sormalıydım
Akıl onun, irade onun, gönül onun ve lakin kul olmak takvanın aşk çilesindedir
Sevda onun imbiğinden nefeslenilir, fakru zarurete lafazanlık denir


Yılmamalıydım, ruhumun bizarlığını yeniden hakikate bırakmalıydım
Ne kadar kırgınlığım varsa, nefesin müddeti hesaba tabi olan tanımsa ayılmalıydım
Ne miskinliğin yatağında, ne yeisin kucağında umudumu soldurmamalıydım
Rahmet hala devam ettiğine göre, kul tercihlerinde yanılsa bile mağfirete kanmalıydım
Bağışlamak bir erdem olsa bile, dönüp bakmalıydım, aşkı hak saymalıydım


Kaybolan yıllar halimin yılgınlığına elbette şahit olmuştur
Yıkılan ümitlerin vurgun yemiş halinden geriye ne kaldıysa aldırmadan yol almalıydım
Bir kalbin naifliğini bu şekilde yad ederek ruhuma ibretle sormalıydım
Hiç usanmadan gönlümün hicrani sayfalarında oyalanmadan yaşamaya başlamalıydım
Her doğan günde ve her açan çiçekte umudumu koruyup kalbibin sahibine sunmalıydım


Gecenin en alımlı harında efkar günlerce kalbimi sızlatıyordu
Ne kadar yüreğimde yaram varsa durmadan kanayan bir haya misali sinemi dağlıyordu
Edep iyi ki vardı, aşk onsuz bir hazandı, sevda halin ikliminden mukadder olan zamandı
Sualler peşpeşe diziliyordu zihnimin duvarlarına vurarak, elemi anlatıyordu
Bahanelerin gerekçesi ne kadar kalbi olurdu ve keşkelerle avunurdu diyordu


Susmuştum, rüzgarın sesine, kuşların cilvesine, yaprakların ülfetine kendimi bırakmıştım
Hüznün sayfalarını aralayıp, mizanın haşyetiyle hali fakirliğimi anmıştım
Niye bu kadar betbinlik içinde acziyet yaşanıyor ve irade harap olarak gönül ağlıyor
Bilmediğim esrarı hikmetin lütfunu nasıl yok sayar ve halime yanar ve ağlarım
Bahtım için heveslerimi mutlak mı sayarım, nefsimi kınamadan nasıl kulluk yaparım




Mustafa CİLASUN