Tiz bir çığlığın şaşkınlığında aranıyordum
Nereye baksam, gözlerimle haşyetin esaretinde aransam olmuyordu
Ses yüreğimi dağlıyor, kulaklarımın çeperlerini hırpalayıp yaralıyor, parçalıyordu
Nasıl bir hissiyatın figanıydı ki, nasıl bir ıstırabın zanlısıydı ki sinemi pençeliyordu


Bir çırpıda ayağa kalkarak etrafa koştum
Uzaklarda koşuşanlar, telaş içinde bakışan ve sessiz uğultular duydum
O an ve içinde garipliğin her haline duçar bırakan zamanı kalbimde yoklayıp andım
Ne olmuştu nasıl bir bahane sebep olmuştu ve bahtın o sayfaları konuşulup kalmıştı


Nefesim kesik kesik, çıkarken sızım vardı
Merakın perdelerini aralamaya başlarken, yürümeye devam ediyordum
Yol kenarlarında bekleşenler çocuklar, garipçe bakan köpekler, miyavlayan kediler
Bir şeyler anlatmak istiyorlardı nazarlarıyla ve mazileşen o anın kalan sancılarıyla


Nihayet kalabalığın mahşerine ulaşmıştım
Acı ve kederde, elem ve dertte, zülüm ve esenlikte, düğün ve kabirlerde
Paydası bir olan, kalbinin sahibiyle anlamlaşan, hüzün ve hicranın sesine ram olan
Mahzun ve masum gönüller seferber olarak ellerinden gelen ne varsa koşturuyorlardı


Duyulan seslerden yükselen bir şey vardı
Ve bin hüzünlü gözler yolların her haline muhtaç olarak bakınıyorlardı
Firkatin deminden, firakın kadrinden, keş kelerin çeşitliliğinden salınımlar ordaydı
Acıyla öten siren sesi uğultunun yayılan perdesini yırtarak geldiğini haber veriyordu


Bahtın ve hikmetiyle inşiraha aç aşkın
Sevdaların hülyasında yalnızlaşan makûs yazgının, izdüşümleri vardı
Ne yazılsa, mum ışığında sabahlara denk sancıyla yığılıp kalınsa, hakikat vuslatsa
Nedametin ve içinden çıkılamayan derdin bahanesi yoktu, ihmal nefesin katlini andı



Mustafa CİLASUN