Sazendenin figanıyla derdest oldum
Mızrabın dokunuşla hicranın akışıyla, yüreğin çığlındaydım
Nağmenin hüzzam oluşu, efkârı yavaş yavaş sunuşu ruhuma teselli oluyordu
Kalbimin suskun yanıyla, elemin hüzün sayfasında nefesleniyor ve sendeliyordum


Halimin fakirliğinde yol alıyordum
Nice nefeslerin, dile getirilen dertlerin, bakir çilelerin ahıydı
Ne kadar esrarını şehredemesemde, zerk olunan keder hal diliyle hayli ayandı
Her badede, ram olunmuş elemde hüzün bir başkaydı, lisanı hal odaklıydı, farklıydı


“Mazi kalbimde yaradır” derken
“Söyleyemem derdimi kimseye” güftesini söylerken götürüyordu
Her çekilen, hevesleri tehir ettiren, düşünceleri kederleştiren hissiyatı sevdaydı
Aşk ne kadar haki kattı, iradeyi zafiyet için maslahat mıydı, duygusallık sancıydı


İçtiğim kahvenin hazzıyla baktım
Saçlarımı okşayan yaprakların hicranıyla bir başkalık yaşamıştım
Rüzgârın hüznünde, efkârın büyüsünde bir cazibe vardı, seni sana bırakmıyordu
Anlayan için neleri aralıyor, tefekkür için hesabı güncelliyor ati için ibret saklıyordu


Bir zamanlar Ortadoğu nasıldı
Sermayenin sultasında, zevklerin payesinde fevkalade ayrıcalıktı
O zamanda mazlum yine mazlumdu, sadece ses çıkarmayan ve itaate zorlanandı
Gasp için eşiklik yapanlardı, ruhunu unutanlar olarak bizarlardı, kalp yürekte hardı


Tuğyan edenler için fark kulluktu
Azimetin idrakiyle vecde ram olan gönüller, her şeyin farkındaydı
“La şerike leh” derken, ruhun aidiyetin şuuruyla nefeslenirken, kalbin sesi aşkken
Yeisin sağanağında sabahlamak, şafakların çığlığında ayılmak, niye kar etmiyordu



Mustafa CİLASUN