İnsan-peygamber ilişkisini, ipek böceği-koza ilişkisine benzetebiliriz. İpek böceği kendi etrafında koza örer. Bu örme fiili öyle bir noktaya gelir ki, ördüğü koza onu dış dünyadan koparır ve böcek ölüm noktasına gelir.
Tam bu safhada eğer dışarıdan biri kozayı yararsa böceğe yardım etmiş olur, böcek özgürleşir, kendi hapishanesinden gerçekliğin dünyasına çıkar.

İpek ticaretini yapanlar böceği öldürüp ipeğe sahip olmak ister, onlar ne böceği özgürleştirir ne dışarıdan bir müdahaleye izin verirler. Eflatun'un mağara istiaresi, bize 'dışarıdan biri'nin fiili yardımını ilham edici mahiyettedir. Yüzleri mağaranın iç duvarına dönük bir biçimde zincire vurulmuş insanları kim kurtaracak? Kendileri mi, yoksa dışarıdan birileri mi? Eğer insan salt kendi başına kurtulabilir diyorsanız, siz kusursuz bir deistsiniz, dışarıdan yardım almaya muhtaçtır derseniz, oturup uzun uzadıya düşünmeniz lazım. Dışarıdan insana yardıma gelenler veya başka bir deyişle insanı kurtarmak üzere özgürlükler mücadelesinin sürdüğü sahneye çıkanlar, sonunda insanı kendilerinden kurtulma mücadelesini vermeye mecbur etmişlerdir. Faşizm ve komünizm, bilimsel sosyalizm bu türden kurtarıcılardı. 20. yüzyılda beşeriyete kan kusturan bu siyasal rejimlerin felsefi ilham kaynaklarını, bütün Batı felsefesinin kendisine bir dipnot olarak düşüldüğü söylenen Eflatun'a dayandırmaları boşuna olmasa gerek.

Bir yönüyle insan da ipek böceği gibidir. Kendi bilgisi, tecrübesi ve zaman içinde sahip olduğu birikimi üreterek, üst üste koyarak "irfan" veya "kültür" üretir. Bu "öğrenilen bilgi"dir. İrfan, müteal/aşkınla, vahy ve hikmetle ilişkisi dolayısıyla özgürleştiricidir. Onu üreten insanı kendi hapishanesine kapatması dolayısıyla kültürün kaderi, bir süre sonra kapalı bir sisteme dönüşmektir. Eğer insanın bilgi stokunda her aşamada yaptığı şeyleri test etmesine yarayacak doğru kriterleri yoksa, nerede duracağını ve hangi sınırları çiğneme hakkına sahip olmadığını bilmiyorsa, bir süre sonra ipek böceği gibi kendi kültürüyle etrafına koza örer ve giderek ördüğü şey onu gerçekliğin dünyasından koparan hapishanesi olur. Onu kaynar kazanlara atıp ipeğinden ticari metaa çevirecek olanlar hazır beklemektedirler.

Aydınlanma, insanın dışarıdan hiçbir yardım almadan kendi akli çabasıyla bulunduğu koza durumundan çıkıp özgürleşebileceğini iddia etti. Kant, açıkça Aydınlanma'yı "içine düştüğü bu erginsizlik durumundan sadece aklı aracılığıyla kurtulması" olarak tanımlıyordu. Fakat bunun mümkün olmadığını deneysel olarak hem müşahede ediyor hem yaşıyoruz. En azından bizi Zeus'un elindeki "bilgi meş'alesi"ne sahip kılmak isteyen Promete'nin -bu liberal felsefenin bireyi, Nietzsche'nin süpermeni de olabilir- sonunda bir tiran olup karşımıza çıktığını ve Zeus'un yaptıklarının kat kat fazlasını hemcinslerine reva gördüğünü söyleyebiliyoruz. Bunun sorumlusu, Allah'ın insana en büyük bağışı olan "akıl" değildir, sorumlu, aklı ilahi menşeinden, Nefha-i ruhun mahiyetinden koparan ve onu nefsin bencil tutkuları, heva ve hevesinin saldırılarına karşı korumasız bırakan zihniyettir.

Tarihte kozanın kalınlaştığı, insanın kendini "kültür hapishanesi"ne tıktığı her kritik zamanda Allah bir peygamber gönderir. Peygamber kozayı yırtıp insanı bulunduğu yerden elinin içine alıp mı kurtarır? Hayır, öyle olsaydı Eflatun'un istiaresine ve ondan türeyen faşizme ve komünizme çıkardık. Peygamber, insana doğru bir yol haritası verir, onu hidayete yöneltir. Başka bir ifadeyle "enfusundaki hakikat meşalesi"ni tutuşturur, afaktaki "hakikat güneşi"yle bağını kurmasına yardım eder. Ancak geçerli kural şudur: Kendini kurtaran, insandır. Varlık ağacının olgun meyvesi, yeryüzünde Allah'ın halifesi ve bu özellikleri dolayısıyla Eşref-i mahlukat olan insan Allah'ın lütuf ve ihsanı, peygamberin (nubuvvet ve risalet) yol gösterici eşliğinde bunun başarır. Bu ilk peygamberden son Peygamber (sas)'e kadar hep böyle olmuştur.


26 Nisan 2008, Cumartesi

Ali Bulaç