İslâm'a göre kadın-erkek, bir bütünün birbirlerini tamamlayan parçalarıdır. Biri olmadan, diğeri eksik ve yarımdır. Her bakımdan iki cins de birbirine muhtaçtır. Bu yüzden kadın erkek iki cins birlikte dünyaya gelmişler, hayatı birlikte paylaşmışlar, Yüce Yaratıcı’nın emirlerine birlikte muhatap olmuşlar, sonunda kendilerine yasaklanan meyveyi beraber yemiş ve birlikte Allah'a tevbe etmişlerdir. Bu birliktelik bu dünyada devam ettiği gibi âhirette de sürecektir. Nitekim kadın ve erkeği, bir bütünün iki parçası olarak tanımlayan Peygamberimiz, “Kadınlar da erkeklerin parçalarıdır, onlar gibidir”1 buyurarak kadınların, yaratılış ve tabiatta erkekler gibi olduğuna dikkat çeker.2 Tabiîdir ki kadın erkek, bir bütünün iki parçalarıdır, ancak bu, her iki parçanın birbiriyle her bakımdan aynîliğini gerektirmez. Her iki cins arasında fizikî ve ruhî birtakım farkların olduğu ortadadır ki bu farklılıklar, iki cinsten birinin diğerine üstünlüğü anlamına gelmez, belki bu farklılıklar her iki cinsin görev ve sorumlulukları bakımından büyük anlam taşırlar. Buna göre ne erkek kadının biyolojik olarak gelişmiş şeklidir ve ne de kadın erkeğin az gelişmiş şeklidir. Cinsiyet farkı, tamamen İlâhî irade ile belirlendiği ve bu konuda beşerin herhangi bir müdahalesi söz konusu olmadığından, tek başına bir üstünlük sebebi olamaz.

Kur’ân-ı Kerîm, insanı muhatap alır ve tüm insanları eşit görür. İslâm’ın isteklerine muhatap olma bakımından kadın bir insandır ve erkekle eşittir. Kur’ân, Allah katında üstünlüğün ancak takva ile olacağına dikkat çeker.3 Takva ise, Yüce Allah’ı hesaba katarak yaşamaktır. Nerede ve hangi şartta olursa olsun, insanın Allah bilinci içerisinde olması onu takvalı olmaya götürür. Bu üstünlük yarışında, kadın da aynı konumdadır.

Kur’ân’ın hedef gösterdiği bu yarışta başarılı olmak ise öncelikle Kur’ân’ı doğru anlama ve onun gereklerini yerine getirmeye bağlıdır. İlk dönemden itibaren kadınlar kendilerini Kur’ân’ın muhatabı olarak kabul etmişler, onu anlamak ve gereklerini yerine getirmek için gayret etmişlerdir.

Kur’ân, Arap dilinin kuralları gereği, genel olarak söylemini müzekker zamirler üzerine kurmuştur. Şöyle ki onun bütün insanlara yönelik genel çağrılarında erkeklere hitap eden kalıplar kullanılmıştır. Örneğin yüze yakın âyette geçen “Ey iman edenler” kalıbı, erildir ve “Ey iman eden erkekler” anlamınadır. Ama bu kullanım, tağlib sanatıyla4 erkekler gibi kadın cinsini de içerisine alır. Sözgelimi Hz. Meryem’den övgüyle bahseden ayet “O, gönülden itaat eden (erkek)lerle beraberdi”5 ifadesiyle sona erer. Bu anlatım, Arap dilinin özellikleri ile ilgili bir durumdur. Bu kullanım ilk dönem Müslüman hanımlarının da dikkatini çekmiş olacak ki, Peygamberimiz’den bu konuda açıklama istemişlerdir.

Peygamberimiz’in eşlerinden Ümmü Seleme annemiz, Peygam-berimiz’e yönelttiği şu sorusu ile konuyu dile getirmiştir: “Ey Allah’ın Peygamberi! Yüce Allah’ın hicret konusunda kadınları zikrettiğini duymuyoruz. Neden bu konuda hep erkek kalıplar kullanılmıştır?”
Onun bu sorusu üzerine Yüce Allah şu âyeti indirmiştir:6 “Sizden erkek olsun kadın olsun, hiç birinizin amelini boşa çıkarmayacağım. Zaten siz birbirinizdensiniz.”7

Yine Ümmü Seleme, evinde bir gün saçlarını taratırken Hz. Peygamber’in (s.a.s.) mescidden “Ey İnsanlar” diye seslendiğini duymuş ve saçını taramakta olan kadına “Bırak sonra tararsın.” demişti. Kadın, “O erkekleri çağırıyor, kadınları değil” deyince de ona “Ben de insanım, biz insan değil miyiz?” diyerek Peygamber’i dinlemeye çıkmıştır.8 Görüldüğü üzere Ümmü Seleme annemiz, Peygamberimiz’in ey insanlar çağrısını duyunca, kadın olarak kendisinin de bu hitaba dâhil olduğunu düşünmüş ve ona icabet etmiştir.

Ensar hanımlarından Ümmü Umare yahut Esmâ binti Umeys yahut Ümmü Seleme Peygamberimiz’e gelip şöyle demiştir: “Bakıyorum da her şey erkeklere, kadınlar hiçbir konuda anılmıyorlar? Niye Kur’ân’da bizler de erkeklerin anıldığı gibi anılmıyoruz?”
Onun bu sorusu üzerine şu âyet inmiştir:9

“Müslüman erkekler ve Müslüman hanımlar.. imanlı erkekler ve imanlı hanımlar.. itaatkâr erkekler ve itaatkâr hanımlar.. doğru, dürüst erkekler ve doğru, dürüst hanımlar.. Allah, onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”10

Esmâ binti Yezid, Hz. Peygamber’e gelerek şunları söylemiştir: “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın peygamberi! Ben, sana kadınlar adına geldim. Allah, seni kadın erkek herkese peygamber olarak gönderdi. Biz kadınlar da sana ve Rabbine iman ettik. Bizler, evlerimizin temeli olup erkeklerin şehvetlerini tatmin ederiz, çocuklarını taşırız. Bizler evlerde kapalı kaldık. Siz erkekler ise cemaate çıkar, Cuma kılar, hasta ziyaret eder, cenazeye katılır, tekrar tekrar hac yapar, cihad edersiniz. Bu yüzden siz bizden faziletlisiniz. Biz ise, siz bu işleri yaparken mallarınızı korur, elbiselerinizi diker, çocuklarınızı terbiye ederiz. Ecir ve hayırda biz de size ortak mıyız?” Kadının bu sözleri üzerine Peygamberimiz arkadaşlarına dönüp “Dini konusunda bundan daha güzel problemini ortaya koyan bir kadın gördünüz mü?” dedikten sonra kadına şöyle dedi: "Esmâ, git kadınlara bildir: Sizden birinizin kocasına iyi davranması, onun hoşnutluğunu kazanmaya çalışması erkekler için saydığın şeylerin hepsine denktir."11

Aynı çerçevedeki bu rivayetler, ilk dönem kadınlarının Kur’ân âyetleri ile her türlü soruyu Peygamber’e rahatlıkla sorabildiklerini ortaya koymaktadır. Adı geçen hanımların sorusu üzerine, bu âyetlerin inmiş olması ise, Yüce Allah’ın onlara verdiği değeri net bir biçimde göstermektedir.

Kur’ân’ı okuma, onu doğru anlama ve gereklerini yerine getirme konusunda ilk dönemden itibaren kadınlar da erkekler gibi üzerlerine düşeni yapmışlardır. Şu birkaç örnek bile bu söylediklerimizi anlatmaya yeterlidir:

Amre binti Abdirrahman, minberden Cuma günü hutbe okurken Kâf sûresini Hz. Peygamber’in ağzından öğrendiğini söyler.12

Eşleri, Peygamberimiz’in yanında rahatlıkla fikirlerini söyleyebilir, onunla istişare eder ve müzakere ederlerdi. Hudeybiyye anlaşmasının yapıldığı sene, ağaç altında Rıdvan Biati yapılınca Hz. Peygamber, “Ağacın altında bana biat edenler, İnşâallah cehenneme girmez.” buyurmuştu. Orada bulunan Hafsa Annemiz, “İyi ama ey Allah’ın Rasülü! Yüce Allah, ‘Sizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir sözdür.’13 buyurmuyor mu?” diye sormuştu. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), bir sonraki âyeti okuyarak ona cevap vermiştir: “Sonra Biz, Allah’tan sakınanları kurtarırız, zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.”14 Bu olay15 hem eşi Hz. Hafsa’nın geniş Kur’ân kültürüne ve hem de dinî bir konuda fikirlerini rahatlıkla Peygambere söyleyip onunla tartışabildiğine tanıklık etmektedir.

İfk hâdisesinde Hz. Âişe, Peygamberimiz’e şöyle cevap verir: Ben yaşı küçük bir kadındım, Kur’ân’ın büyük bir kısmını ezbere okuyamıyordum. Bu sebeple şöyle dedim: Vallahi ben size nasıl bir örnek getireceğimi bilemiyorum. Sadece Yusuf peygamberin babasını örnek alıyor ve tıpkı onun gibi diyorum: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak tek merci Yüce Allah’tır.”16 Bu rivayet de Hz. Âişe’nin, zor zamanlarında Kur’ân kıssalarını kendi hayatına uyarlayarak başına gelenlere sabredip Kur’ân’daki peygamber dualarıyla dua ettiğini göstermektedir. Gerçekten de onlar, yaşadıklarını öncelikle Kur’ân aydınlığında yorumlamaya çalışıyorlardı.

Hz. Âişe, Peygamberimiz’e bir âyet indiğinde, onun ifade ettiği helâl haram, emir ve yasağı iyice öğrenmeye çalıştıklarını söyler.17 Nitekim Hz. Âişe, “Yerin başka bir yer, göklerin başka göklerle değiştirileceği gün”18 âyetiyle ilgili olarak “Bu sırada insanlar nerede olacak?” diye sormuş, Peygamberimiz de şöyle cevap vermiştir: “Bunu senden önce bana hiç soran olmadı, o gün insanlar sırat üzerindedirler.”19
Yine Hz. Âişe, ölü, ailesinin arkasından ağlaması sebebiyle azap görür, şeklindeki rivayeti, Kur’ân âyetleriyle reddediyor ve şöyle diyordu: Size bu hususta Kur’ân yetmiyor mu? Kur’ân’da şöyle buyurulur: Hiç bir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez!20

Peygamberimiz’den (sallallahü aleyhi ve sellem) 2.210 hadîs rivayet ederek en çok hadîs rivayet edenlerin arasında yer alan, kendisine iftira edildiğinde aklanması için hakkında on altı âyet inen21
Peygamberimiz’in sevgili eşi Hz. Âişe ve diğer eşi Hz. Hafsa, bütünüyle Kur’ân’ı ezberleyen hanımlardandı.22 Zeyneb binti Kays isimli hanımın, azatlısının oğlu büyük müfessir es-Süddi’nin yetişmesine büyük katkısı olmuştur.23 Sahabi hanımlar arasında yirmi kadar kadın hukukçunun ismi geçmektedir.24

Bu girişten sonra, İslâm’da kadının yerini ve önemini gösteren İslâm tarihindeki şu örnek tablolara bakalım:

Hakkını Arayan, Sesini Allah’a Duyuran Kadın
Tartışma anlamına gelen Mücadele Sûresi’nin ilk âyetlerinin inişi ile ilgili kaynaklarımızda anlatılan şu rivayetler, Müslüman kadının İslâm anlayışı, meselelerinin çözümünü öğrenme kararlılığı hakkında çok net bilgiler vermektedir: Havle (yahut Huveyle) adlı bir kadına kocası zıhar yapar. Yani kocası, cahiliye gelenekleri doğrultusunda kızdığı hanımına “Sen bana artık anam gibisin!” der. Bu cümle gelenekte, bir çeşit kadını boşama demekti.25 Kadın, kocasına “Git durumu Peygamber’e sor der, adam ben utanırım deyince, izin ver ben gidip sorayım der ve Hz. Peygamberimiz’e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek şöyle der: “Ey Allah’ın Peygamberi! Yıllarca kocamla birlikte yaşadık, ben onun yıllarca kahrını çektim, ona çocuklar doğurdum. Şimdi âhir ömrümde o, bana zıhar yaptı!” Peygamberimiz, geleneğe uygun olarak şöyle cevap verir: “Artık sen ona haramsın!” Kadın, ben hâlimi Allah’a arz ediyorum, diyerek ısrarla ilk cümlelerini tekrarlar durur. Derken vahiy gelir ve sûrenin “Kocası hakkında hâlini arz edip hakkını savunan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir.”26 diye başlayan âyetler iner.27

Bu tarihî olaydan çıkan sonuçları şöyle özetleyebiliriz:
1. Kadın, karşılaştığı bir problemin çözümünü dinin içerisinde arıyor ve kocasına Peygamber’e gidip durumu sormasını istiyor.

2. Kocasının utanıp sormaktan çekindiği dinî bir meseleyi sorup araştırmaktan çekinmiyor. Nitekim Hz. Âişe annemiz, “Allah, Ensar hanımlarına rahmet etsin, onların utanma duyguları, dinlerini öğrenmelerine engel olmadı”28 diyerek bu gerçeği belirtmiştir.

3. Kendisini mağdur eden bir geleneği sorgulayan, inandığı ve tanıdığı dinin, akla ve maslahata aykırı olan bir geleneği onaylamayacağını düşünen bir kadın çaresizlik içinde, yürekten yalvararak bir çıkış yolu arıyor.

4. Gönlünü yatıştıracak bir çözüm ve bilgiye ulaşıncaya dek mücadele ve duayı sürdürüyor.

Hz. Ömer’e İtiraz Eden Kadın
Hz. Ömer, bir gün hutbe okurken şunları söyler:
“Kadınlara mehir verirken aşırı gitmeyin. Eğer onlara çok mehir vermek dünyada hayır ve Allah katında takva göstergesi olsaydı, bunu sizin en üstününüz olan Hz. Peygamber yapardı. O ise, ne kadınlarına ve ne de kızlarına on iki ukiyyeden (bir okka, 1282 gramlık bir ölçü birimi) fazla mehir takdir etmedi..” O sırada bir kadın kalkıp şunları söyledi: “Ey Ömer, Allah bize veriyor, sen ise bize haram kılıyorsun?! Yüce Allah kitabında şöyle buyurmuyor mu: ‘O kadınlardan birine kantar kantar mehir vermiş de olsanız, (boşama durumunda) ondan hiçbir şey almayın.’29” Kadının bu sözleri üzerine başını öne eğerek Vakkaf indel hak ile serfiraz olan şunları söyledi: “Kadın doğru söyledi, Ömer yanıldı. Ey Ömer, tüm insanlar senden daha anlayışlı!”30

Bu olayda şunlar dikkatimizi çekmektedir:
1. Halife Ömer hutbe okurken mescitte kadınlar da bulunmaktaydı.

2. Kadınlar, meclisteki konuşmalara müdahil olup görüşlerini anlatabiliyorlardı.

3. Kadın, görüşünü âyete dayandırıyor.

4. Hz. Ömer, kadını dinliyor ve onun görüşünün daha doğru olduğunu kabul ediyor

5. Hz. Ömer’in görüşünün gerekçesi Hz. Peygamber dönemi uygulamaları, o zamanki şartlara göredir. Bu uygulamalar, geniş imkânlara sahip olanlar için herhangi bir sınırlamanın gerekçesi olamaz. Zîrâ konu hakkında açık âyet vardır. Kadının âyetle Hz. Ömer’e itiraz etmesi, Hz. Ömer’in de âyeti hatırlayıp fikrinden vazgeçmesi, ilk dönem insanlarındaki saf Kur’ân kültürünün ne kadar diri olduğunu gösterir.

Soran ve Sorgulayan Kadın
Abdullah b. Mesud’a Esedoğullarından Ümmü Yakub adlı bir kadın gelir ve aralarında şu konuşma geçer: “Senin dövme yaptırmaktan, saç/peruk taktırmaktan, kaş kirpik aldırmaktan kadınları men ettiğini duydum. Senin bu konuda, Allah’ın kitabından bir dayanağın var mı?” “Evet, bu konuda hem Kur’ân’a hem de Sünnet’e dayanıyorum.” “Vallahi ben, mushafın her yerini okuyup inceledim, ama onda senin dediğin yasağı görmedim!” “Peki, sen şu âyeti görmedin mi: “Peygamber size ne getirdiyse onu alın, o sizi neden sakındırdıysa ondan sakının?”31 “Evet, onu gördüm.” “Ben, Hz. Peygamber’in bu sayılanları yasakladığını bizzat kendisinden işittim.” “İyi ama, senin ailenden de bunları yapanlar var!?” “O zaman buyur evime gir, bak bakalım böyle bir şey var mı?” Kadın eve girip baktı ve “hayır böyle bir şey görmedim” dedi.

Bunun üzerine Abdullah şöyle dedi: “Sen, Allah’ın seçkin kulu Hz. Şuayb’in şu sözünü bilmez misin? ‘Ben size yasakladığım şeyi, kendim işleyerek sizinle ters düşmem.’ 32”33

Bu diyalogdan şu sonuçları çıkarabiliriz:
1. Kadının, kadın oluşu, dinini öğrenmekten ve bir din otoritesiyle tartışmaktan alıkoymamıştır. Kadın, İbn Mesud’a doğrudan sorusunu sorup konuyu onunla müzakere edebilmiştir.

2. İbn Mesud gibi seçkin bir sahabî, bir kadına sorusunu sorma ve görüşlerini rahatlıkla söyleme imkânı tanıyor ve onu ikna edinceye kadar meseleye açıklık getiriyor.

3. Kadın, Kur’ân’ı baştan sona okuyup incelemiş ve bu konuda kendisine güvenen bir kimsedir. Kadın, kendisine verilen fetvanın dinî dayanaklarını soruyor ve sorguluyor. İbn Mesud dediyse, tamamdır demiyor.
İbn Mesud’un verdiği fetva ile kendi ailesinin amel edip etmemesini sorguluyor. Neticede İbn Mesud’un, söylediğini yapan ve yakınlarının da yapmasını sağlayan bir ilim adamı olduğunu görüyor.

4. İbn Mesud, ganimet/fey’ taksimi ile alâkalı olarak inmiş olan bir âyeti genelleştirerek anlıyor.

Kur’ân Kültürüyle Donanmış Bir Hizmetçi Kız
Ömer b. Abdülaziz’in Rakka valisi olan, ilim ve zühdü ile tanınan Meymun b. Mihran’ın (Ö:117/735) hizmetçisi olan kadın, bir gün sofraya sıcak bir çorba getirir. Misafirlerin de hazır olduğu sofrada ayağı kayar ve çorba Meymun’un üzerine dökülür. Kızgınlık içerisindeki efendisine kadın şöyle der: “Efendim, lütfen Yüce Allah’ın şu âyetini uygula: “O takva sahipleri, öfkelerini yutanlardır..”34 Adam, tamam öfkemi yuttum, der. Kadın, efendim devamındaki “insanların kusurlarını affederler” kısmı ile de amel et, der. Adam, tamam seni affettim, der. Kadın, iyi ama Yüce Allah, âyetin sonunda “Allah, iyilik ihsan sahiplerini sever” buyuruyor, deyince Meymun şöyle cevap verir: “Tamam, sana ihsan ediyorum ve Allah için sen özgürsün!”35

Bu olaydan çıkan dersleri şöyle özetleyebiliriz:
1. Olayda hizmetçi bir kızın Kur’ân âyetlerine vukufu ilk dikkatimizi çeken şeylerdendir. Kadın, karşılaştığı olaya âyetler ışığında bakıp onu değerlendirebiliyor.

2. Efendisi ve misafirlerinin yanında suçlu durumda olan bir hizmetçi çok rahat bir şekilde derdini anlatabiliyor. Öte yandan üzerine kaynar çorba dökülen efendi, hizmetçisine özgürce kendini ifade edebilme imkânı tanıyor.

3. Efendi, kendisine okunan âyetlerin gereğini hemen yerine getiriyor. Hem de hizmetçisinin hatırlatmasıyla.
Huzurlu bir toplum için, âmirinden memuruna, erkeğinden kadınına Kur’ân’ı bilen ve hayatı Kur’ân olan insanlara ne kadar da muhtacız!

Kur’ân’a Bütüncül Yaklaşan Kadın
Amr-ı Leysî ordusuyla Nişabur’a girmişti. Askerleri yaşlı bir kadına ait beş evi birden işgal etmişlerdi. Kadın, durumu Amr’a şikâyet etti. Kumandan kadına, “Sen Allah’ın şu âyetini duymadın mı diye sordu: “Hükümdarlar bir ülkeye girdiler mi, orayı bozarlar, halkının şereflilerini alçaltırlar, evet böyle yaparlar.”36 Kadın Amr’a şöyle cevap verir: “Evet okumasına okudum, ama gariptir ki emir, Allah’ın şu âyetini okumamış görünüyor: “İşte şunlar, onların zulümleri yüzünden çökmüş, ıssız kalmış evleridir. Şüphesiz bunda bilen bir kavim için ibret vardır.”37 Emir, kadının bu uyarısından etkilendi, ondan özür dileyip evleri boşalttı ve ordu kış boyunca çadırlarda kaldı.38

Bu olaydan çıkan dersleri şöyle özetleyebiliriz:
1. Haksızlığa uğrayan kadın, cesaretle durumu en yetkili kişiye arz ediyor.

2. İşgalci kumandan, kadına hâlini anlatma fırsatı tanıyor.

3. Kumandan yapılan yanlışı güya âyetle temellendirmeye çalışıyor.

4. Fakat kadın hemen konuyla ilgili ve emiri etkileyecek bir başka âyetle cevap veriyor.

5. Emirin kadına okuduğu âyet Neml Sûresi’ndedir. Kadın da aynı sûrenin bir başka âyetiyle emire cevap veriyor. Bu şekilde o, Kur’ân’a parçacı yaklaşımın doğru olmadığını, ona bütüncül yaklaşmanın gerekli olduğunu ortaya koyuyor.

6. Hem emir, hem de kadın geçmiş kavimlerle ilgili âyet cümlelerini kendi hayatlarına uyarlayarak Kur’ân’ın evrenselliğini izhar ediyorlar.

Kur’ân’a Hayran Bir Kız
Şiir üstadı ve büyük dilci Abdülmelik b. Kurayb el-Esmaî (ö:216/831), bir gün giderken bir cariyenin yüksek sesle şiir okuduğunu duydu, duyduklarından çok etkilenip cariyeye şunları söyledi: Canı çıkasıca, ne kadar da güzel şeyler söylüyorsun! Cariye şöyle cevap verdi: Asıl sana yazıklar olsun, sen Yüce Allah’ın şu âyeti yanında buna fasîh, güzel mi diyorsun? “Biz Musa’nın anasına şöyle bildirdik: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü Biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız.”39 Kısalığına rağmen bu âyet, iki emir, iki nehiy, iki haber ve iki müjdeyi bağrında barındırıyor.40 Esmaî şöyle der: Ben onun bu anlayış ve yorumuna şaştım kaldım. Onun yaşı küçük bedevî bir kız olmasına rağmen ilim ve irfanına hayran oldum.41

Âyetteki iki emir “emzir ve denize atıver”, iki nehiy “korkma ve kaygılanma”, iki haber “bildirdik/vahyettik ve korkarsan”, iki müjde ise “ onu sana geri vereceğiz ve onu peygamber yapacağız” cümleleri idi.42

Kâbe’de Asılı Şiiri İndirten Kadın
İslâm öncesi, Araplar şiire son derece düşkündüler. Panayırlarda meşhur şairlerle şiir günleri ve yarışmaları yaparlardı. İslâm geldiğinde, Kâbe’nin duvarlarında yedi seçkin şairin şiiri asılı idi (Muallaka-i Seb’a). Bunlardan biri de İmriü’l-Kays’ın şiiriydi.
“Ey yer suyunu yut ve ey gök suyunu tut, denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî dağının üzerine yerleşti. Ve, o zalimler topluluğunun canı cehenneme, denildi”43 âyeti, meşhur şair İmriü’l-Kays’ın kız kardeşine Muallaka-i Seb’a’yı Kâbe’nin duvarından indirtmiştir.44 Gerçekten de Arap ve Acem dili incelense nazım güzelliği, belâgat sağlamlığı/eşsizliği ve mânâ kapsamlılığı bakımından bu âyetten daha güzeli bulunamaz.45

Söz konusu edilen kadın, hem şiiri iyi biliyor hem de Kur’ân’ı iyi biliyordu. O, Kur’ân’ın, ne kadar güzel olursa olsun şiirle mukayese edilemeyeceğini anlamış, Kur’ân âyetleri varken şiirlerin Kâbe duvarlarına asılmasına/gündemi tayin etmesine gönlü razı olmamıştı.

Sonuç
Kur’ân’a muhatap olma, onu anlama ve gereklerini yerine getirme konusunda kadın erkek eşittir. Kulluk yarışında cinsler arasında bir fark yoktur. Hikmetin gereği olarak kadın olsun erkek olsun kişilere, farklı imtihan soruları sorulabilir. Ama neticede, her iki cinsin asıl hedefi de Allah’ın hoşnutluğunu kazanıp Cennet’ine girebilmek olmalıdır. Bu yarışta kadın erkek herkes yarışmalı, çalışıp gayret etmelidir.

Kadın olsun erkek olsun her insanın kazandığı sevaplar da, işledikleri günahlar da kendilerinedir. Âhirette kadın da erkek de, dünyada yapıp ettiklerinden ferdî olarak sorgulanacaklardır. Hiç kimse, bir başkasının günahını yüklenmeyecektir.

Yazımızda gündeme getirdiğimiz şu birkaç örnekten de anlaşılacağı üzere İslâm’ın ilk döneminden itibaren bu kutlu yarışta erkekler kadar kadınlar da yerlerini almışlardır. Tarihin görünen sayfalarına kadın kahramanların isimleri çok fazla yazılmamış olsa bile, elde edilen başarı ve başarısızlıklarda erkekler kadar kadınların da katkısı ve sorumluluğu vardır. O hâlde bu yarışta her iki cins de üzerine düşeni yerine getirmeli ve birbirine yardımcı olmalıdır. Zîrâ şu imtihan dünyasına kadın erkek birlikte gelmişler, hayatı birlikte yaşamışlardır. Öyleyse, insan olma ve hayat tarzı olan dine muhatap olma bakımından eşit olan kadın-erkek dini öğrenme, anlama ve gereklerini yerine getirme konusunda da birbirlerine destek olmalıdırlar.
Kur’ân’da bahisleri geçen ilk anne ve ilk eş Hz. Havva, tevekkül ehli Hz. İbrahim’in ailesi Hz. Hacer, meleklerin müjdesine tanık olan Hz. Sâre, kadın başına kirli toplumda tertemiz kalmasını bilen iffet âbidesi Hz. Meryem, yine iffet örneği Hz. Şuayb’in kızları, Firavun kocaya rağmen iman eden Hz. Âsiye, yetkin yönetici kadın Hz. Belkıs gibi pek çok hanım (radıyallâhu anhünne) yalnızca kadınlara değil, bütün insanlığa örnek olmaya devam etmektedirler.

Yüce Rabbimiz ne güzel buyurur: “Sizden erkek olsun kadın olsun, hiç birinizin çalışmasını boşa çıkarmayacağım. Zaten siz birbirinizdensiniz.”46

* Cumhuriyet Üniv. İlâhiyat Fak. Öğrtm Üyesi
aakipnar@yeniumit.com.tr

Dipnotlar
1. Ebû Davûd, Tahara 94.
2. Ebu Davud, Sünen, I,162.
3. 49 Hucurat 13.
4. Tağlib, bir şeyi öne çıkarıp/başkalarına galip sayıp çoğul kalıbıyla anarak diğerlerini de kast etmektir. Anne baba için, ebeveyn (iki baba), Hasan-Hüseyin için Haseneyn (iki Hasen), güneş-ay için kamerayn (iki ay) demek gibi.
5. 66 Tahrim 12.
6. Taberî Tefsir, IV, 143; İbn Kesir, Tefsîr, I, 441.
7. 3 Al-i Imran 195.
8. Ahmed, VI, 297; Müslim, Fedail 9/29.
9. Taberî, Tefsir, XXII, 9-10; İbn Kesir, Tefsîr, III, 487.
10. 33 Ahzab 35.
11. Şennâvî, Hanım Sahâbîler, (Çeviren: Taceddin Uzun), Konya, s, 447-448.
12. Ahmed, VI, 436; Müslim, Cuma 13/50-52.
13. 19 Meryem 71.
14. 19 Meryem 72.
15. Taberî, Tefsir, XVI, 112; İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 458; Aişe A. Bint Şâtî, Rasulullahın Annesi ve Hanımları, (Çeviren: İsmail Kaya), Konya, 1987, II, 115–116.
16. 12 Yusuf 18.
17. İbn Abdi Rabbih, Ikdu’l-Ferid, II, 89; Ahmed, VI, 218; Taberi, Tefsir, V, 295; Kurtubi, Tefsir, V, 398.
18. 14 İbrahim 48.
19. Ahmed, VI, 101, 218; Müslim, Fedail, 1/8.
20. 53 Necm 38. Buharî, Cenâiz 33; Müslim, Cenâiz 23.
21. Bkz. 24 Nur 11-26.
22. Zerkeşî, Burhân, I, 242; Suyuti, İtkân, I, 124.
23. İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğabe, VII, 133.
24. Bkz. Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 773.
25. Cahiliye döneminde yaygın olan zıhar ile adam artık karısına yaklaşmaz, ancak onu tamamen boşamış da sayılmazdı. Kadın, evli iken, kocasız duruma düşerdi. İslâm, bu cahiliye âdetini sadece kefareti gerektiren kusurlu bir âdet olarak görmüş ve onu ıslah etmiştir.
26. 58 Mücadele 1.
27. Taberi, Tefsir, XXVIII, 1-6
28. Ahmed, VI, 148.
29. 4 Nisa 20.
30. Kurtubî, Tefsir, V, 99.
31. 59 Haşr 7.
32. 11 Hud 88.
33. İbn Kesir, Tefsir, IV, 336; Buhari, Tefsir, Haşr 4..
34. 3 Âl-i İmrân 134.
35. Kurtubi, Tefsir, IV, 207.
36. 27 Neml 34.
37. 27 Neml 52.
38. Ali Cehrûmî, Kur’ân’la Yaşamak, İstanbul, 2004, s, 71-72.
39. 28 Kasas 7.
40. Kurtubî, Tefsir, XIII, 252.
41. M.Ali es-Sâbûnî, et-Tibyân fî Ulumi’l-Kur’ân, s, 112.
42. Sabûnî, et-Tibyân, s, 112.
43. 11 Hûd 43.
44. Celal Yıldırım, İslam-Türk Tarihinin Altın Sayfaları, s, 62.
45. Kurtubî, Tefsir, IX, 40.
46. 3 Alu Imran 195.