AVUSTRALYA



Yüzölçümü : 7.686.420 km²



Nüfus : 16.090.000



Başkent : Canberra



Önemli Şehirler : Canberra, Sydney, Melbourne, Brisbane, Adelaine, Perth.



Yeri : Hint okyanusunda anakara sayılabilecek büyüklükte bir adadır.



Dil : İngilizce



Din : Protestan, Katolik



Para birimi : Avustralya doları



SYDNEY OPERA BİNASI (1973 Avustralya)



1959'da Sydney'e bir opera binası yapmak için düzenlenen tasarım yarışmasına 32 ülkeden 222 kişi katıldı. Kazanan neredeyse hiç tanınmayan, 40'lı yaşlarında Hollandalı bir mimar, Joern Utzon oldu. Diğer yarışmacıların çoğu gibi binanın yapılacağı yeri hiç görmeden, fotoğraflara bakarak çalışmıştı. Tasarımı, kısmen Sydney'in eşsiz güzellikteki limanında duran yatların yelkenlerinden, kısmen de Meksika'da gördüğü Maya ve Aztek tapınaklarından ilham almıştı.

Utzon'un tasarımı diğerlerine göre çok daha sıra dışı ve heyecan verici olmasının yanı sıra, hayata geçirilmesi en zor projeydi. Önerilen binanın hem görüntüsü hem de yapım masrafı büyük tartışmalara yol açtı. Sydney sokaklarındaki taksi şoförleri bina üzerine, yumrukların konuştuğu tartışmalara girdiler. Binanın 1963'te açılması ve yedi milyon dolara mal olması bekleniyordu. Ancak 10 yıl sonra açılabildi ve tutarı 100 milyon doları geçti. Paranın çoğu düzenlenen piyangolarla toplandı. Aralıksız tartışmalar ve şiddet olayları arasında proje yine de ilerledi. Utzon 1966'da hoşnutsuzluk içinde istifa etti. Yapının güzel beton iskeletinin ya da 'yelkenlerinin' (elips paraboloitler), orijinalindekine uygun yapılmasının imkansız olduğu anlaşıldı ve tasarımda değişiklik yapıldı. Sorunu çözmek için binlerce saat süren bilgisayar çalışmaları yapıldı. Sonuçta ortaya çıkan yapı Utzon'un tasarımının olduğu kadar, Ove Arup'un mühendisliğinin de bir zaferidir.

Opera Binası resmen 20 Ekim 1973'te, Kraliçe II. Elizabeth tarafından açıldı. Bina, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana inşa edilmiş en güzel yapılarından biri olma iddiasını taşır. En iyi limanın suları üzerinden görüntü veren bina, havalanmaya hazır dev bir kuğuyu andırır.

Geceleri projektörle aydınlatıldığında ise olağanüstü bir güzelliktedir.

Bina, limanın yanında, adını koloninin ilk valisinin Aborijin bir arkadaşından alan Bennelong Noktası'nda kurulmuştur. Bina 1.8 hektarlık bir alanı kaplar. Çatı iskeleti 161 bin ton ağırlığındadır ve 350 km lik kablolarla desteklenir. Yelkenlerde bir milyondan fazla temizlik gerektirmeyen ve güneşte parlayan anti bakteriyel, seramik İsveç kiremidi bulunur. Bina, dünyadaki en büyük tiyatro perdelerine sahiptir. Yün perdelerin her biri yaklaşık 93 metrekare alanı kaplar ve altı kişi tarafından çekilir. Konser salonundaki org dünyanın en büyük mekanik orgudur ve 10 bin 500 boruya sahiptir. Binada beş farklı gösteri salonu, bir sinema ve iki restoran bulunur. Opera salonu 1550, konser salonu ise 2700 kişilik oturma kapasitesine sahiptir. Sydney Senfoni Orkestrası, Sydney Filarmoni Korosu ve Sydney Tiyatrosu, isabetli bir şekilde "siyah kuğuların ülkesindeki beyaz kuğu" olarak anılan bu binada gösterilerini sergiler.



PASKALYA ADASI (11. ve 16. Yüzyıl Arası)



Galapagos Adaları'ndan 3220 km ve 1888'de dahil olduğu Şili'nin Valparasio bölgesinin batısına 4200 km uzaklıkta.



Paskalya Adası, gerçeğin kurgudan daha garip olabileceğinin bir kanındır. 16 - 18 - 24 km ölçülerinde, kabaca üçgen şeklinde bir volkanik ada, Pasifik Okyanusu'ndaki diğer yerleşimlerden kilometrelerce uzakta yer alır. İlk Avrupalılar 1722 yılında Paskalya Günü'ne denk gelen bir pazar gününde adaya yaklaştıklarında, adanın tuhaf bir şekilde okyanusa bakan heykellerle çevrili olduğunu gördüler. Yine de yerliler misafirperver görünüyordu ve ziyaretçileri adaya çıkmakta cesaretlendirmek için kıyıda ateşler yaktılar. Kaptan Roggeveen ve Hollandalı tayfaları yerlilerin üç ayrı ırktan olduğunu fark etmişti. Bazıları esmer, bazıları kırmızı derili ve bazıları soluk benizli ve kızıl saçlıydı. Kimilerinin ortalarına diskler geçirilmiş şaşırtıcı genişlikte kulak boşlukları vardı ve bunlar heykellere özel bir saygı gösteriyordu. Ellerini koydukları her şeyi çalmak bir kenara, bu insanlar oldukça dost canlısıydı. Ancak ortalıkta çok az kadın vardı ve nüfusun çoğu muhtemelen yer altındaki mağaralara saklanmıştı.

1770'te Peru'dan yola çıkan İspanyol kaşifler de benzer gözlemlerde bulundu. Yerliler hala dost canlısıydı ve toprakları iyi işlenmişti, ancak sadece dört yıl sonra adaya ulaşan Kaptan Cook, çok farklı bir manzarayla karşılaştı. Topraklar çıplak ve bakımsız, yerliler kayıtsız ve neşesizdi. Daha önce silah ya da savaş eğiliminin izi yokken, şimdi tahta sopalar ve mızraklar taşıyorlardı. Dev heykeller zarar görmüştü ve artık kimse onlara tapmıyordu. 19'uncu yüzyılda ada, köle tacirlerinin hedefi haline geldi ve 1862'de Peruluların büyük köle avı son derece yıkıcı oldu.

Paskalya Adası yerlilerini ortadan kaldırmaya çok yaklaşmışken, batı dünyası sonunda adanın halkını ve kültürünü incelemeye başladı. Hıristiyan misyonerler geriye kalan ve Make -Make adını verdikleri bir tanrıya tapan nüfusa din değiştirtmeye çalışırken, yerlilerin evlerinde minyatür putlar sakladıkları ancak kimsenin artık bunlara tapmadığı ortaya çıktı. Üzerlerine hiyeroglif işaretleri kazınmış tahta tabletler keşfedildiğinde, yazı yazmayı bilen bir topluluk oldukları anlaşıldı. Tabletlerin bazıları paganizme ait olmaları sebebiyle yok edildi ama birkaçı kurtuldu. Rongo - rongo tabletleri olarak bilinen tabletler, bir soldan sağa, bir sağdan sola birbirini takip eden satırlar halinde yazılmıştı ama işaretlerin anlamları o sırada adada yaşayanların da çözemediği bir sır olarak kaldı.

Yine de Paskalya Adası'nın en etkileyici özelliği, adalıların "moai" dedikleri ve binlercesi bulunan dev heykellerdir. Birçoğunun boyu 3.7 ile 4.6 metre arasında, ağırlıkları ise 20.3 ton civarındadır.

Bazılarının uzunluğu 9.8 metreye kadar yükselir ve ağırlıkları 91.5 tonu bulur. Heykeller, büyük kafalar, çıkık çeneler ve uzatılmış kulaklarla abartılı bir görünüme sahiptir. Bazılarının kafalarının üzerinde kırmızı kayalardan şapkalar vardır. Bir taş ocağında, tamamlanmamış heykeller de bulunmuştur.

Adalıların bu ağır taşlan nasıl taşıdığına dair birçok söylenti var. (Yerel efsaneler heykellerin yürüdüğünü bile iddia ediyor) Araştırmalar, heykellerin ağırlık merkezinin hafif olduğunu ve 15 kişinin halatlar kullanarak bir heykeli şaşırtıcı bir hızla taşıyabileceğini gösteriyor. Heykellerin ayakları yoktur ve ilginçtir ki Paskalya Adası dilinde bacakları kullanmadan yürümek anlamına gelen bir kelime bulunuyor. Heykellerin nasıl yapıldığı ve yerlerine nasıl taşındığı artık bir sır değil. Ama hala cevaplanmamış sorular var. Neden? Ne için? Tanrıları mı, atalarını mı temsil ediyorlar? Neden denize bakıyorlar? Heykeller sessizliğini koruyor...



NAN MADOL (12. Yüzyıl Caroline Adaları)



Micronesia'nın Caroline Adaları'ndadır.



Kısa bir zamana kadar Ponape olarak bilinen Pohnpei, Caroline Adaları içinde son derece güzel bir volkanik adadır. Pasifik Okyanusu'nda Ekvator ve Yengeç dönencesi arasında dağılmış 2000'in üzerinde micronesia adasından biri olan Pohnpei, ortalama 337 kilometrekarelik bir alana sahiptir ve yaklaşık 25 bin kişinin evidir. Volkanik manzarası ve yılda 838 santimetreyi bulan yağmurların yağdığı iklimiyle beslenmiş bitki örtüsünün haricinde birçok doğal güzelliği bulunan ada, sıra dışı bir yerleşim yeri olan Nan Madol'un bulunduğu yer olarak ünlüdür. Kanallarla birleşen yüzlerce küçük, yapay adalardan oluşan Nan Madol'a Pasifik'in Venedik'i denir. Uzak geçmişte, büyük olasılıkla 12'nci yüzyılda Saudeleurlar adı verilen bir hanedanlık, bu adalar üzerinde binalar inşa etmeye başlamış. Yapılarda Pohnpei'de tuhaf altıgen sütunlar halinde doğal olarak bulunan siyah bazalt taşı kullanılmış. Nan Madol'u inşa edenler bu taşları sadece kırmadan ve büyük miktarlarda taşımakta değil, ustaca kullanmakta da yetenekliymişler. Yapay adaların, bazalt sütunların dış katmanlarından yapılan 9.1 metre yüksekliğinde duvarları bulunmaktadır. Bu duvarlar yine siyah bazalttan yapılan binaları koruyordu. Kalıntılar gösteriyor ki, bu topluluk için dini törenler hayata önemli bir parçasıydı. Kazılarda, ev hayatıyla ilgili kanıtlar yetersiz olsa da, tapınak, mezar ve yönetim merkezi olduğu sanılan tüm yapılar ortaya çıkarıldı.

Burada bir fırtına tanrısına tapılırdı (şiddetli yağmurların yağdığı düşünülürse şaşırtıcı değil) ve kutsal havuzlarda çeşitli deniz canlıları beslenirdi. Bir törende kutsal yılanbalığı kullanıldığı ve pişirilmiş kaplumbağa ile beslendiği söylenir. Nan Dovvas bölgesinde özenle hazırlanmış mezarlar bulunurdu. Burada yüksek duvarlarla korunan dört mozole vardı ve bu bölge görülebilecek en büyük ayakta kalan yapıdır. Birçok bina asıl yüksekliklerine dair bilgi veremeyecek kadar yıpranmış durumdadır. Nan Madol'un yapımının 300 yıl aldığı sanılıyor. Ağır bazalt sütunlar Pohnpei'deki bir ocaktan, sahilin güneydoğu kıyısındaki bölgeye taşınırdı (su taşımacılığından mümkün olduğunca yararlandıkları sanılıyor). Micronesia adalarında hiç metal kaynağı bulunmadığı için, kayaların kesilip şekillendirilmesi, metal aletlerin yardımı olmadan gerçekleştirilmiş. Bir dönemde Saudeleurlar saf dışı edilmiş. Tam olarak ne olduğu bilinmiyor ama efsane bunda fırtına tanrısının parmağı olduğunu söylüyor ve Nan Madol'un güneydoğudaki başka bir adada yaşayan Kosraeliler tarafından işgal edildiğine dair bir söylenti var. Avrupalılar ve Amerikalılar 19'uncu yüzyılda bölgeyi keşfe çıktığı sırada Nan Madol terk edilmişti. Bugün ayakta kalan binaları gezmek için bir bot turu düzenlemek hiç de zor olmasa bile, ada sakinlerinin bir kısmı buranın hayaletli olduğuna inanıyor.