1. Alt 10-30-2008, 21:17 #1
    el_feta Mesajlar: 1.168
    Ben dogma bırakmadım’ diyenin ‘dogma’laştırılması..



    Bazı saftirikler zaman zaman aynı lafı, ‘Yahu, ne uğraşıyorsunuz, filanla’ lafını tekrar ederler.. Halbuki, mes’ele, hayattan çekilip gitmiş bir kişiyle, bir hayaletle uğraşılması değil, bir zihniyetle uğraşma mes’elesidir.. Evet, bu, başlı başına ve çok önemli bir mes’eledir..

    Çünkü, resmî idelojinin dayatmasıyla ve bir ‘taife-i laicus’un, ‘mütegallibe zümresi’nin toplumu ‘sürüleştirme / köleleştirme operasyonu’na karşı çıkmaktar, asıl mes’ele..

    Bu konuda, bir ‘tek adam’ figürü adına, ‘lider tapıcısı, şahısperest zümre’nin sergilediği komik, traji-komik ve hattâ dramatik sosyal tablolar karşısında, nasıl susulabilir?

    Binlerce yıl önce dünyadan çekilip gitmiş Fir’avunlar, Nemrud’lar, Ebû Leheb ve Ebû Cehl’ler ve tarihin diğer nice zorbalarına karşı çıkmayı öğreten bir inanç sisteminin mensubu olan hür insanlar, kitleleri tahakkümleri altında tutmak isteyenlere bugün de,karşı çıkmakla, o zihniyetle uğraşmakla mükelleftir.. Evet, mes’ele kişi değil, zihniyet karşıtlığıdır..

    Dün, bir taraftan, medyada yazılıp çizilenlere bakıyorum, diğer taraftan da, 29 Ekim dolayısiyle, TRT/ İnt.’den yayınlanan ‘Cumhûriyet’ isimli bir filmi hüzünle izliyorum..

    ‘Hılafet’ tartışmaları sürüyor, Meclis’te.. Karşı çıkanlar oluyor.. M. Kemal, ‘Bu iş behemehal tatbik olunacak.. Ama, ihtimaldir ki, bazı kelleler koparılacaktır!’ diyor. Hemen arkasından, ‘ulemâ’dan bir sarıklı’nın cevabı halk’a, nasıl davranacağının telkınini yapıyor:

    -‘Affedersiniz, biz mes’eleyi başka türlü mütalaa ediyorduk, şimdi aydınlandık..’

    Bir yerinizde bir sızı hissetmez misiniz? Sonra da, ‘saltanat bitmiştir, hiç kimse artık halkı esir edemez..’ lafları.. Ve sonra, ‘Yaşasın Cumhûriyet!.’ nidâları.. Hurraaaa!..

    Tek doğru vardı, o da, ‘tek adam’ın sözleriydi..

    Böylesine saptırıcı resmî yalanlarla dolu bir filmi yayınlatan TRT Gen. Müdürü, sorumludur.

    Gazetelere gelince.. ‘Ulusalcı-türkçü’ bir gazete manşet üstünden, başı kalpaklı ve bir gözü kapalı bir M. Kemal resmi yayınlamıştı, zemini kaplayan bayrak üzerinde, ‘tek adam’ figürünün versiyonu bir resim.. Bir köşede de, ‘Bu memleket, tarihte türktü, bugün de türktür ve ebediyyen de türk olarak yaşacaktır.. Türkiye Türklerindir..’ cümlesi..

    Ama, işler sarpa sarınca, ‘türk bir ırk, bir kavim değil, bir kültürel kavramdır..’ diyeceksiniz. Halbuki, bizzat M. Kemal bile, Ankara’da Meclis’te, 1 Mayıs 1920 günü başka sözler söylüyor ve, ‘Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız türk değildir, yalnız çerkez değildir, yalnız kürd değildir, yalnız laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anâsır-ı İslamiye’dir, samimî bir mecmuadır. Bu mecmuayı teşkil eden herbir unsûr-u İslam.. Yekdiğerinin her türlü ırkî, içtimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr..’ diyordu..

    Sözkonusu ‘ulusalcı/ türkçü’ gazete ise, bunları yok sayıp, M. Kemal’in resminin yanına kocaman harflerle, ‘Seni sevmeyen ölsün..’ yazısını da kondurmuştu; arabesk şarkı sözü gibi..

    Öyleyse, milyonlarca insan ölsün! Mantık bu kadar sefil olunca.. İnsan söz bulamıyor.. Sevginin kalblere zorla sokulamıyacağını anlamayan donmuş kafalar bunlar..



    *SAHİ, BUNLARI BİR BAŞKA ÜLKE LİDERİ YAPSAYDI, NE DERDİNİZ?

    Dün, Vatan’da, birinci sahifeden verilen ilginç yazılar dikkati çekiyordu.. Bunlar, M. Kemal’i anlatan ve resmî belgelere dayanarak ve resmî himaye ile çevrilen ‘Mustafa’ filmindendi.. O, ‘kendi heykelini diktiren nadir kişilerden birisi’ olarak gösteriliyordu.. Çünkü, 1926’dan itibaren, İtalyan heykeltraş Pietro Canonica’ya heykellerini diktirmeye başlamıştı, en yakın silah arkadaşlarının çoğunu safdışı ettikten sonra...

    M. Kemal, ‘Çanakkale Savaşları’ sırasında, 2 Temmuz 1915’de, ‘sevgilisi’ ‘Madam Corinne’e şunları da yazmış: ‘Askerlerimin hususî inançları, çok defa ölüme sevkeden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Filhakika, onlara göre iki semavî netice mümkün, ya gazi, yeya şehid gitmek.. Orada Allah’ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyyen onların arzularına tâbi olacaklar. Yüce saadet..’

    (Org. Koşaner de, KKK.lığı’nı devralırken, ‘Din bize lâzım..’ dememiş miydi? Askerin ölmeye/ öldürmeye sevkedilebilmesi için, böyle bir pragmatizm, ne kadar gerekli değil mi? )

    Filme göre, Mustafa Kemâl, 16 Ocak 1923’de, İzmit Kasrı’na davet ettiği ünlü 9 gazeteciye yazılmaması kaydıyla Kürd Mes’elesi’ni açmış: ‘Başlı başına bir kürdlük düşünmektense, bizim Teşkilat-i Esasiye Kanunu (Anayasa) gereğince zaten bir tür mahallî özellikler oluşacaktır. O halde hangi liva’nın, (sancağın / vilayetin) halkı kürd ise, onlar kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz..’

    Şimdi bu lafları söylemek ‘hıyanet-i vataniye’den sayılıyor neredeyse..

    Filmin tartışmalı, resmî ezberler dışına çıkan yanları da göze çarpıyor.. M. Kemal’in son yıllarını ‘yalnız ve mutsuz’ geçirdiğine ilişkin bölüm bu cümleden.. Onun, rakı içmeyi çok sevdiği, geç saatlere kadar bir büyük rakıyı bitirdiği bölüm de.. Bu kadar çok içmesinin sebebini soranlara, ‘Gövdem bu kafayı kaldıramıyor. Çok yoğun düşüncelerle dolu. İçince rahatlıyorum..’ diyormuş.. Ayrıca, günde 3 paket de sigara..

    Kezâ, M. Kemal’in içki sofrasındaki isimlerin birer birer azaldığı, yakın arkadaşlarından koptuğu ve yalnızlaştığı; ‘devrimin önce evlatlarını yediği’ yorumu yapılıp, Dolmabahçe Sarayı ve Savanora Yatı’nda ‘büyük dram yaşadığı’ da kaydediliyor.

    M. Kemal’in, öğrencilik yıllarına aid günlük notlarından da alıntılar varmış, filmde.. ‘Elime kudret geçerse, bir günde darbeyle sosyal hayatı değiştiririm. Neden ben bu kadar yıllık bir yükseköğrenim gördükten (...) sonra cahillerin seviyesine ineyim. Onları kendi seviyeme çıkarırım. Ben onlara değil, onlar bana benzesin..’

    Filmin çarpıcı bölümlerinden biri de, M. Kemal’in halkla temasını dalkavukların önlediğine dair iddia.. 1930’da halkın arasına karıştığında, herkesi mutsuz ve karnını doyuramaz durumda görmüş.. Elinde dilekçelerle, kendisine koşuşanların görüntüsü ekrana geliyor ve şu yorum ekleniyormuş: ‘Çevresindeki dalkavuklar halkın ızdırablarını gizleyip iyi göstermeye çalıştılar. Gerçekle yüzleşince çok üzüldü.. Sabaha kadar uyuyamadı.’

    M. Kemal’in trajedisini yansıtan bir fotoğrafı; Hürr. gazetesi yayınlamıştı birkaç yıl önce...

    Bir kumsalda yapayalnızdı.. Ortalıkta halktan tek kişi bile yoktu, herkes buharlaşmıştı.. Ama, resimaltı yazı ‘enfes’ti: ‘O daima halkı ile beraberdi..’ Evet, cumhûr’la böyle bir birliktelik..

    Dün, bir gazetede de kocaman bir ‘tek adam’ resmiyle birlikte ilginç bir cümle, M. Kemal’in, ‘Ben ...hiç bir dogma, hiç bir kalıplaşmış kural bırakmıyorum.’ sözü göze çarpıyordu..

    ‘Dogmatizm’.. Bir şeyin muhakemesiz kabulü, elbette çağdışılıktır; ama, mübtela olduğumuz bu ‘dogmatizm’ ve 80 yıldır tekrarlanan bu ‘resmî ideoloji kalıpları’ neydi?


    selahaddin çakırgil

  2. Alt 02-16-2010, 13:01 #2
    Ziyaretci
    Kayıtsız Üye Mesajlar: n/a
    şeriat gibi gerileşmiş bir sistemi savunanalrin atatürkün idolojisini anlayaçağini sanmiyorum............


    Atatürkün ilim bilime okumaya araştirmaya cok önem vermesine rağmen onu savunnalarin bunlara ne kadar önem verdiği ortadayken onlarin üzerinde atatürküde yargilamak hatadir......

  3. Alt 02-16-2010, 19:41 #3
    mus'ab Mesajlar: 331
    Şeriatı gerilemiş bir sistem olarak düşünen beyinsizler eğer bunun ne anlama geldiğini biliyorsanız dininiz güme gitti. Yok eğer bilmeden bu ifadeyi kullanıyorsanız cehaletin lağım çukurundan çıkmak için Şeriat nedir araştırın ve tevbe edin.

    Vedeeee yok eğer müslüman değilseniz kimi översen öv ama benim dinime sakın hakaret etme.

  4. Alt 02-16-2010, 21:26 #4
    Ziyaretci
    Kayıtsız Üye Mesajlar: n/a
    neden herkesin müslüman oolma zorunluğu varmıs gıbı davranıyosunuz???????????????hani özgürlüğünüz hani hoşgörünüz hani düşüncelere saygınız???????????islama hakaret değil eleştiri getirdim şeriatın ne olduğunu savunanlardan ve uygulayanlardan görüyoruz.......


    Şeriat, Arapça kökenli bir sözcük olup; "yol; mezhep; metod; âdet; insanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol" anlamına gelir. İslam dinindeki terimsel anlamı ise "ilâhî emir ve yasaklar toplamı", "İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'ın âyetleri, İslam dininin peygamberi olan Muhammed'in söz ve fiilleri (sünnet/hadis) ve İslâm bilginlerinin görüş birliği içinde bulundukları hususlara dayanan ilâhî kanun"dur. Bu açıdan anlam olarak din terimine benzeyen şeriat teriminin din teriminden farklılığı kullanım şeklindedir. Zira şeriat, "dinin insan eylemlerine (amel) ilişkin hükümlerinin bütünü", "dinin dışa yansıyan görüntüsü ve dünya ile ilgili hükümlerinin tamamı", "İslam Hukuku" gibi anlamlar için kullanılmaktadır. Kısaca dini hükümlerin bütünü ve dinin dünyevi ve maddi yönü olarak tanımlanabilir.

    Şeriat sözcüğü şerea' (الشر ع) sözcüğü ile aynı kökten gelmektedir. Bu sözcük beyan etmek anlamında olup, şeriat koymak manasında da kullanılır. Şeriat koyana "Şâri'"denir. İslam dininine göre tek şâri' yani şeriat koyucu (yani kural/hukuk koyucu) Allah'dır. Allah'a bundan dolayı "Şâri-i Hâkim" veya "Şâri-i Mübîn" denildiği de olur. Ayrıca, İslam dininde peygamberler Allah'ın hükümlerini yani şeriatını ortaya koydukları ve insanlara haber verdikleri nedeniyle şari olarak anılabilirler. Şeriat sözcüğünün çoğulu "şerâyi"dir.

    Şerîat kelimesi diğer kanunlar için de kullanılabilir. "Musa'nın şerîatı", "Zerdüşt şerîatı" gibi. Kelimenin terim anlamı Mekke'de inen şu âyette görülür: "Sonra seni bu işte apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy. Hakkı bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma" (el-Câsiye, 45/18). İslam inancına göre son peygamber olarak kabul edilen Muhammed'den önce de birçok peygamber gelmiştir, bu peygamberlerin çoğunun Allah tarafından yeni bir şeriat yani kanun bütünü ile gönderildiğine inanılır, Muhammed'in getirdiği şeriat ta önceki şeriatların bir devamı ve tamamlayıcısı niteliğindedir. Bu İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'ın şu ayetinde görülebilir: "Allah dini doğru tutmanız ve onda ayrılığa düşmemeniz hususunda Nuh'a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiyede bulunduğumuz dinle ilgili hususları size şerîat olarak koydu” (eş-Şûrâ, 42/13). .

    Şeriatın Üç Ana Bölümü

    Klasik İslam hukuku (fıkıh) alimleri, şeriatı üç ana bölümde incelemiştir: İbadetler, muâmeleler ve ceza hukuku.

    İbadetler: İbadet İslam'da, genel olarak Allah'ın hoşnut ve razı olduğu her çeşit eylemi kapsamına alır. Özel anlamda ise, âyet ve hadislerde özel şekil ve şartları belirlenen ibadetlerin uygulanması kastedilir. Namaz, oruç, hac, zekât ve kurban İslam'daki ibadete örnek olarak verilebilir.
    Muameleler: İnsanlar arasında medenî, ticarî, ekonomik ve sosyal bütün ilişkileri, insanların devletle ve devletlerin de birbirleriyle münasebetleri bu bölümde yer alır. İslam dini doğumdan ölüme kadar evlenme, boşanma, nafaka, velâyet, vekâlet, vesâyet, miras, alış-veriş gibi toplum hayatının gereği olan tüm medenî muâmelelere ve hatta devletler hukukuna ait hükümler getirmiştir.
    Ceza hukuku: İslam şeriatının kullanımda olduğu bir İslam ülkesinde, İslam dininin emir ve yasaklarına uymayan ve/veya toplumsal düzeni bozmaya çalışan kimselere karşı verilecek bedeni, mali veya caydırıcı bazı cezai hükümleri kapsar.

    İslam Şeriatının Kaynakları

    İslam şeriatı klasik olarak temelde dört delile dayanır. Bunlar Şer'i deliller olarak da anılan: Kitap Kur'an, Sünnet, İcmâ' ve Kıyas'tır.

    Kur'an, içerdiği hükümler)
    Sünnet, (İslam'ın son peygamberi Muhammed'in söz ve fiilleri)
    İcmâ' (İslam bilginlerinin görüş birliği içinde bulundukları konular)
    Kıyas, (birbirine benzeyen meselelerin hükümlerinde de benzerlik bulunması)
    Fakat azınlıktaki bazı İslam hukuku bilginleri bu dört temel delilden İcmâ' ve Kıyas'ı kabul etmemişlerdir; Zahiri mezhebi gibi.

    Bir hükmün İslami nitelik taşıması bu kaynaklardan birisine dayanmasına bağlıdır.

    Şerîat hükümleri Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyastan başka fer'î deliller adı verilen maslahat (toplum yararı), örf ve adet, İslam'dan önceki şeriatlar (Şer'ü men kablena), Sahabe görüşleri (Sahabi kavli) gibi delillere dayanılarak müctehitlerce bir sistem halinde açıklanmıştır.

    İslam dininin en önemli İslam hukuku bilginlerinden olan; Cafer-i Sadık (ö 765), Ebû Hanîfe (ö. 767), Şâfiî (ö. 819), Mâlik b. Enes (ö.795) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 855)'in temsil ettiği İslam hukuku (fıkıh) ekolleri şer'î hükümleri bir bütünlük içinde sistemleştirmişlerdir.


    BURDANDA ANLASILÇAĞI ÜZERE ŞERİAT İSLAMIN KANUNUDUR VE İSLAMDAKİ KANUNLARIN NE KADAR İNSANCIL OLDUĞU TARTIŞILMALI.......AYNEN MUSTAFA KEMAL ATATÜRKÜN KOYDUĞU KANUNLAR GİBİ.......AYRICA BU DİNDARLARDA HASTALIK MI KENDİ DIŞINDA HERKESİ CAHİL SANMAK...

  5. Alt 02-16-2010, 21:27 #5
    Ziyaretci
    Kayıtsız Üye Mesajlar: n/a
    Tevbe edin değil tövbe edin o bari cahilliğinizi bu kadar belli etmeyin.....

  6. Alt 02-16-2010, 22:29 #6
    mus'ab Mesajlar: 331
    inanmadığın bir yazıyı kopyalayıp ta buraya atınca bilmişmi oldun. cahil odurki rabbini bilmez. hayvanlar bile sahibini bilir tanır ve itaat eder.
    eğer yukardaki yazıyı inanarak kopyaladıysan gereğini yap. yoksa bizler bunları ezberledik sen kendi inndığını okumaya devam et.

    Konu mus'ab tarafından (02-16-2010 Saat 22:32 ) değiştirilmiştir.
  7. Alt 02-16-2010, 22:30 #7
    Ziyaretci
    Kayıtsız Üye Mesajlar: n/a
    Kopyalamadim tezimden söledim.....SİYASET BİLİM ÖĞRENCİSİYİM

  8. Alt 05-19-2010, 22:55 #8
    Ziyaretci
    caner Mesajlar: n/a
    Toplum olarak en onemli eksigimizin tartisma kulturunden yoksun olusumuz oldugunu dusunuyorum. Yukarida guzel argumanlar sunan bir yazi var. Altindaki yorumlar "anlayabileceginizi sanmiyorum""tevbe edin". Dogma birakmadim diyen bir onderin herseyinin dogmalastirilmasi bir celiskidir. Belki de beyinlerimiz bu dogmalarla igdis edildiginden argumanlara karsi argumanlarla cevap vermek yerine "sen zaten ataturku anlamazsin" gibi sacma cevaplar veriyoruz

  9. Alt 07-06-2010, 12:51 #9
    Ziyaretci
    Misafir Mesajlar: n/a
    Şeriatı gerilemiş bir sistem olarak düşünen beyinsizler eğer bunun ne anlama geldiğini biliyorsanız dininiz güme gitti. Yok eğer bilmeden bu ifadeyi kullanıyorsanız cehaletin lağım çukurundan çıkmak için Şeriat nedir araştırın ve tevbe edin.

    Vedeeee yok eğer müslüman değilseniz kimi översen öv ama benim dinime sakın hakaret etme
    ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    1-Musab arkadaş yazdığın satırlar arasında kullandığın "beyinsizler, cehaletin lağım çukuru" gibi saygısız, hoşgörüsüz kelimeler senin dinine göre sevapmıdır,günahmıdır.
    2-Senin dinin böyle olmayımı emretmektedir.
    3-Eleştiri kabul edemeyen, sindirimi olmayanlar mı cahildir, yoksa eleştirebilen ve aklını kullanabilen, düşünebilen, yorum yapabilenlermi(senin cahil dediklerin) cahildir.
    4-Şimdi burada senin gibi inanan bir insan hakaretler edebiliyorsa, senin inandığına inanmayanda edebilir değilmi.Ama etmemiş.(Demekki iş dinde değil insanda)
    5-Atatürkün dogmalaşması meselesine gelince:Atatürk bir gerçektir, yaşamış ve üretmiştir.Yanlışları vardır veya yoktur.Fakat bu memleket Atatürke minnettardır.MUSAB arkadaşın bu topraklarda inancını rahat şekilde yaşamasına ya da o inandığını bilmesi veya bulmasına fırsat tanıyanda muhakkakki kurtuluş mücadelesini yapanlar ve onların önderi Atatürktür.

    KEŞKE YAZIDA BAHSİ GEÇEN DOGMALAŞTIRMA, BİZE AKLI VE BİLMİ İŞARET EDENLERE OLSA SADECE...

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.