HAZRETİ ŞAHI NAKŞBEND Kuddise Sirruh -3-

Ben onun söylediği şekilde sahraya girdim. Üç gün müddetle yola devam ettim. Döndüncü gün dağın kenarında bir atlı karşıma geldi. Selam verip geçtim. Bana ekmek vermek istedi, ben dönüp bakmadım. ...


Ağaç Şeklinde Aç2Beğeni
  • 1 gönderen beyza
  • 1 gönderen Seyfullah Putkıran

  1. Alt 02-22-2008, 19:31 #1
    beyza Mesajlar: 2.053
    Ben onun söylediği şekilde sahraya girdim. Üç gün müddetle yola devam ettim. Döndüncü gün dağın kenarında bir atlı karşıma geldi. Selam verip geçtim. Bana ekmek vermek istedi, ben dönüp bakmadım.
    O aziz, bana bundan sonra gönül yapmamı, kimsesiz fakirlere, gönlü kırıklara, halktan hiç kimsenin dönüp bakmadığı düşkünlere hizmetle meşgul olmamı, düşkünlüğün ve kalbi kırıklığın ne olduğunu gö2:ümle görmemi emretmişti. Dediği şekilde ve söylediği müddet kadar bununla meşgul oldum.
    O aziz bana bir müddet de hayvanların hizmetinde bulunmamı, bunu da meskenet ve ihlas ile yapmamı, onların da aynı sekide Allah'ın mahlukatı olduklarını, onlara da Cenab-ı Hakk'ın, rububiyyet nazarıyla baktığını, herhangi birinin sırtında veya bir yerinde yara varsa sarmamı emretmişti.

    Emrettiği şekilde ve söylediği müddet kada, r hayvanların hizmetiyle meşgul oldum. Yolda bana bir hayvan rastladığı zaman o geçinceye kadar durup o geçmeden geçmezdim. Uzun bir müddet buna riayet ettim.

    Sonra bana, kedi ve köpekleriyle meşgul olup onlara hizmet etmemi emretmişti. İhlas ve mahviyetle onlardan meded umarak hizmette bulundum.
    O aziz sonra bana, "Sen o köpeklerden birine rastlayacaksın. Onun sebebiyle büyük bir seadete nail olacaksın" demişti. Bunu ganimet bilerek işareti üzere bu hizmetle meşgul oldum.

    Bir gece bir köpeğe rastladım. Bana başka bir hal geldi. Bu köpeğin yanında onunla beraber tazarruda bulundum. Bana öylesine bir ağlamak geldi ki anlatamam. Ben bu hal içindeyken bu köpek sırtını yere koymuş, yüzünü semalara çevirmiş, dört elini semaya açmış, büyük bir hüzün içinde ah ederek tazarru ile dua ediyordu. Ben de tazarru ve mahviyetle ellerimi kaldırıp onun dediklerine "âmin" dedim.

    İşte bu hayvan uzunca dua ve tazarru ettikten sonra sükûnet bulup eski haline geldi.
    Bu vakitlerde sıcak bastığı zaman evimden yine dışarıya çıktım. Yolda, güneşin cemalini seyre dalmış bir güneş keleri gördüm. Onun bu halinden o kadar zevk aldım ki, gönlüme, ondan şefaat rica etmek geldi. Huzurunda hürmet ve mahviyetle durdum. Ellerimi kaldırdım. Bu hayvan istiğrak halinden geçti, sırtını yere koydu, yüzünü semaya çevirdi, bir müddet dua etti. Ben de "âmin" dedim.

    O aziz sonra bana yollarda hizmet etmemi söylemişti. Onun emrine göre yolda insanlara tiksinti verecek bir şeyi görsem onu hemen temizleyip oradan uzaklaştıracaktım. Her tarafın toz toprak içinde kalmadığı vakit olmazdı. O azizin bana emrettiği her işi sadâkatle yerine getirdim. Her birinin faydasını gördüm. Terakki etmemde bunların büyük faydası oldu."



    İşte bak ey kardeşim, bu sülûkü iyi düşün, anlamaya çalış. Bu yolda ilerlemek ne riya ile, ne çok namaz kılmakla, ne çok oruç tutmakladır. Tam fenaya erip Cenâb-ı Hakk'ın rızası olan hiçbir hizmeti küçük görmeden çalışmaktadır.

    Abdüılkadir Geylânî hazretleri buyururlar ki: "Ey kardeşlerim! Ben Allah'a sadece gece namaz kılmakla, gündüz oruç tutmakla, ilim okutmakla değil, cömeırdlik, tevazu ve sadr selâmeti ile vâsıl oldum."
    Hâce Nakşbend hazretleri ihtiyarlık zamanlarında şunu anlatmıştı:
    "Sülûkümün ilk zamanlarında idi. Bir menzilde ihvanımızla beraber kalıyorduk.

    O gece gusletme ihtiyacı hasıl oldu. Dışarıya çıktım, nereye var-dımsa buz tutmuş. Altından su almak için buzu k'ıracak bir şey de bulamadım. Kendi ihtiyacım için ihvanımı rahatsız edecek bir ses çıkarmayı da istemedim.

    İçlerinden kimseyi de tanımıyordum. Çünkü hepsiyle de yeni görüşüyordum. Yanımda eski bir kürk vardı. Bu soğukta Zivertun'dan Kasr-ı Ârifan'a yürüdüm. Evimize vardım. Onları da halimden haberdar edip rahatsız etmek istemedim. Evin etrafından gusletmek için müsaid bir imkân aradım.

    Mescidin havuzunun kenarında deriden bir kova buldum. İyice bir meşakkat çektikten sonra buzu kırabildim. Bu sebeble elim de yaralandı. Kovaya suyu doldurup guslettim. Eski kürkü giydim. Aynı geldiğim gibi gece Kasr-ı Ârifan'dan Ziver-tun'a gittim.

    Düşün ey kardeş! Bak, tarikatımızın imamı zahirini düzeltmek için çalışıp şeriatın incelikleriyle nasıl amel ediyor! Bir gecesini bile o haliyle geçirmiyor.

    Teyyemmüme ruhsat varken azimetle emrolunduğu için bütün meşakkatlere katlanıyor, ihvanından hiçbirini rahatsız etmeden, halini onlardan gizleyerek, kendi evine bile duyurmadan ihlasla amel ediyor.

    Bu hadisede, sana birçok dersler vardır. Şeriatın incelikleriyle amel etmen için, Allah yolunda nefislerine olan muamelelerini, mâsivâdan nasıl sıyrıldıklarını, Allah yolunda hizmetten başka endişeleri olmadığını düşün, anla!

    Hâce Bahâeddin Nakşbend anlatır:
    "Yine aynı cezbe halinde idi. Uzun zaman yürüdüğüm için ayağım dikenden yaralanmıştı. Omuzumda eski bir kürk vardı. Kış mevsimiydi. Hava çok soğuktu.

    O gece muhakkak seyyid Emir Külâl hazretlerinin sohbetinde bulunmak istiyordum. Menzile vardığımda Emir Külâl hazretleri ve dervişleri oturmuşlar, o da sohbet ediyordu.

    Beni görünce "O kimdir?" diye sordu.

    Beni tanıyınca, "Derhal onu bu menzilden çıkarın!" dedi.

    O anda nefsim baş kaldırıp isyan edecek oldu. Beni teslim almak istedi. Allah'ın yardımı imdadıma yetişti ve, "Bu züll ü inkisara Hak nzası için tahammül edeceğim.

    Kapı bu kapıdır, bundan başka gidecek kapı var mı?" dedim.

    Başımı, tevazu ve mahviyetle sahibimin eşiğine koydum.

    "Ne olursa olsun, başımı bu eşikten kaldırmayacağım" dedim.

    Kar, ağır ağır yüzüme vuruyordu. Hava daha da soğumuştu. Sabah yaklaşınca Seyyid Emir Külâl hazretleri menzilden çıkarken ayağını eşikteki başım üzerine bastı. Sonra beni alıp içeriye girdi.

    Bana: "Oğulcuğum, artık seadet libası üzerindedir", dedi.

    Mübarek eliyle ayağımdaki dikenleri çıkardı. Yaraları temizledi. Bana birçok lûtuflarda bulundu.
    Ey sâdık mürid! Tarikatımızın imamının çektiği meşakkatlere bak. Kapıdan kovulmasına rağmen başını eşiğe koyup sadakat göstermesine bak.
    Bahâeddin kapıya geldiği vakit, Emir Külâl hazretlerinin onu tanımadığını zannetme. Emir Külâl, o altının ne kadar halis olduğunu, haddinden fazla mücahede ve meşakkate ihtiyacı bulunmadığını biliyordu.

    Fakat halis altın, taşlara sikke olarak nakşedilmesi ve geçerliliğini uzun zaman devam ettirebilmesi için daha birtakım muamele görmesi lâzımdır. Biraz daha temizlenmeğe ihtiyacı vardır. Bunun için sülük erbabının hizmet ve mücahede ateşiyle terbiye edilmesi onlar için zaruridir. Bu sebeble sen de müridlik altınını temizle.
    Bu gibi Allah adamlarıyla karşılaştığın zaman sadâkat ve edebini muhafaza et. Emirlerine ve yasaklarına dikkat et. Senin mayana karışan bazı kötü hasletler böyle temizlenir. Onları sevenleri sev. Sevmediklerini sevme. Tükenmeyen hazineye böyle nail olursun.
    Bundan sonra Hâce Alaeddin Attar, Hâce Bahâeddin Nakşbend hazretlerinin kendi riyazat ve mücahedelerini anlattığını, bir de müridlerin daha işin başında iken gevşeklik gösterdiklerini anlatıp şöyle buyurduğunu nakletti:

    "Her sabah, başını kapının eşiğine koymuş birine rastgelir miyim? diye bakıyorum, bir tane göremiyorum. Gördüğüm şu ki, hepsi şeyh olmuşlar, içlerinde mürid yok."
    Hâce Nakşbend hazretleri müridliğin şartından bahsederek: "Mürid, şeyhin elinde, gassal elindeki meyyit gibi olacak. Ona karşı irade ve ihtiyarı bulunmayacak. Şeyhine tamamen teslim olacak ki onu zahirî ve bâtınî pisliklerden temizlesin," buyurdu.

    Bir müridin bunu anlaması, bütün devalara sahib olması demektir. Bu anlaşılmadığı için netice alınmıyor. Bu Allah'ın bir lûtfudur, dilediğine verir. Fakat, maalesef müridlerin pek çoğu birtakım hayallere tutulmuşlar, yanlış şeylere bağlanmışlar.

    Şeyhleri onların hayallerine uymayan bir hakikat söylediği zaman hemen baş kaldırıyorlar. Anlaşılıyor ki onlar yanlış itikadlarının müridi olmuşlar. Şeyhlerine talebe, Mevlâ'ya mürid olan yok. Bunun için hepsi şeyh olmuş, mürid yok, buyurulması bundandır.


    Hâce Nakşbend hazretleri anlatıyor:


    Bir vakit ben Buhârâ'da, Seyyid Emir Külâl de Nesef'de idiler. Beni onun mübarek sohbetinde bulunma arzusu sardı. Nesef taraflarına yöneldim.

    Hizmetine ulaştığım zaman bana:

    "Oğlum mübarek bir vakitte geldin. Yemeği hazırladık fakat pişirmek için odun lâzım" dedi.

    Hizmete kabul edildiğimden o kadar mesrur oldum ki, Cenab-ı Hakk'a şükrederek odun toplamağa gittim.

    Dikenli odunları sırtıma yüklenerek menzile geldim dilimden, "Maksud Kabe'sinin cemali bizi öylesine cezbetti ki, o neş'e ile dolaşırken sırtımızda çektiğimiz dikenli odunlar bize ipek gibi yumuşak ve tatlı gelirdi" mısraları döküldü.


    Hâce Hazretleri, bağlandığı kapının dikenlerini ipekten yumuşak ve tatlı bulduğu için vuslat semasına yükselmiş, bu sayede terakkî etmiştir.

    Sen böyle yapamasan bile onların huzurunda ve gıyabında tazarru ve mahviyet göster. Onlara karşı gelme necasetinden, istiğfar ve teslimiyet suyuyla temizlen. Özür beyan ederek zînetlen ve şunu bil ki, hepsi elde edilemeyen şeyin hepsi terkedilmez.

    Naklolunur ki, Hâce Bahâeddin Nakşbend hazretleri Kasr-ı Ârifan'da bir mescidin inşasında başı üstünde taş taşırdı ve: "Senin işini can u gönülden yaparım. Nasıl olur da yapmam ki! Senin yükünü başım üstünde taşırım. Nasıl olur da taşımam ki!" beytini terennüm ediyordu.


    Hâce Hazretleri burada Rasûl-i Ekrem Efendimizin Hendek savaşındaki hareketlerine ve ashab-ı kiramının izlerine tâbi olmuşlardır. Bilindiği gibi onun yolu Rasûlullah'ın ve ashabının yoludur. Onun yolunda hizmet en büyük seadettir.


    Reşehât'da naklolunur ki: "Zamanın büyüklererinden olan Şeyh Nureddin Buhârâ'da vefat edince Hâce Nakşbend hazretleri şeyhin yakınlarına taziyede bulunmaya gitti. Onlar yüksek sesle ağlıyorlardı.

    Oraya gelenler bundan rahatsız olmuşlardı. Onları yüksek sesle feryad etmekten nemetmelerine rağmen herbirisi bir şey söyledi, Hâce Hazretlerinin sözünü tutmadılar.

    Hâce Hazretleri de:

    "Benim ecelim geldiği zaman size ölümün yolunu öğretirim" dedi.

    Mevlânâ Muhammed der ki: "Bunu iyice merak ettim. Hâce Hazretleri son hastalığında iken evinden çıkıp ribata gitti. Halvette oturdu. Yakın ihvanı da yanında idiler. Hâce hazretleri etrafındakilerin yüzlerine fazla bakmadan onlara şefkatli olmalarını tavsiye ediyordu. Son nefesinde ellerini uzun bir müddet kaldırdı, dua etti. Duasını tamamlayıp ellerini yüzüne sürdü. Sonra âhiret yurduna intikal ettiler."


    Hâce Ubeydullah Ahrar, Hâce Alâeddin Attar'dan nakleder; Hâce Alâeddin diyor ki:

    "Hâce Bahâeddin Nakşbend hazretleri son nefeslerinde iken yanında bulunuyordum. Bakışları bana ilişti. "Ya Alâeddin! Yemek sofrasını koy, yemek ye!" buyurdular. Emirlerini tutmuş olmak için ya bir lokma yedim, ya iki lokma. Gözlerini kapattı.

    Sonra açıp dört defa: "Yemek ye!" buyurdular.

    Oradakiler, "Acaba Hâce hazretleri müridleri terbiye için yerine kimi bırakacak?" diye gönüllerinden geçiriyorlardı. Hâce hazretleri firaset buyurup:


    - Şu vaktimde gönlümü karıştırmayınız! Bu iş benim elimde değildir. Allah Teâlâ kimi tayin ederse sizin terbiyenizle o meşgul olur!" buyurdular.


    Hâce Ali der ki: "Hâce Nakşbend hazretleri bana kabrini kazmamı emir buyurdular, işimi bitirip huzurlarına geldim. Acaba Hâce hazretleri yerine kimi bırakacak? diye meşgul oluyordum.

    Firasetle: "Hicaza yolculuk yaparken dediğimi derim: Bana kavuşmak isteyen Hâce Muhammed Pârisa'ya kavuşsun! dedi ve âhirete intikal eyledi. Rahatsızlığının ikinci günüydü.


    Hâce Alâeddin Attar anlatır: "Hâce Hazretleri son nefeslerinde iken Yasin suresini okumaya başladım. Surenin yarısına gelince öyle nurlar zuhur etti ki tahammül edemeyip okumayı bıraktım.

    Kelime-i tevhidle meşgul olmaya başladım. Biraz sonra son nefeslerini verdiler.


    Yediyüz doksan bir senesi Rebiulevvel ayının onüçüncü günü ve pazartesi gecesi idi. Allah Teâlâ hazretleri bütün din kardeşlerimizi feyzinden ve şefaatlerinden mahrum etmesin, amin.


    - Bu yazı Muhammed b. Abdullah el-Hânî'nin ADABisimli kitabından derlenmiştir. Yayınevi: Erkam


    Seyfullah Putk?ran bunu beğendi.
  2. Alt 02-22-2008, 21:06 #2
    Seyfullah Putkıran Mesajlar: 13
    Allah C.C. razı olsun...

    beyza bunu beğendi.
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.