Sus sus artık vakit çok geç gün karardı
Ne bir hevesim ve ne de bir içimi sürurla kuşatan umudum kaldı
Vakit daraldı, can-ı hülyada takat kalmadı, gözler afalladı, sinem kan ağladı
Kurşunileşen düşler ağlattı, ruhumu kuşatan hicran sancıların kadrine bırakıp yaktı


Artık ne çıkacak, kalp hüzne kalacak
Dağlanan yüreğim, yıllara sâri sabrı celilim, kanaati bereketim
Alıp götürüyor açık denizlerin halime aşina olan ahengindeki suhuletli ülfete
Elem kadrinde, hazan sine-i sahnesindeki asudeliğinde, boynum çaresiz bükülür işte


Ne çektiysem, bahtın dilinde acizsem
Nefesin firakında, firkatin ruhu ihya eden senasında demdeydim
Hem öksüz ve hem de yetim bir çocuk gibiydim, yıllara taş çıkartan abideydim
Nasılsa yıkılmadım, duvar üstlerinde ve güneşin zevalinde suskunluğu yudumladım


Saatlerce uyuyup kaldım ve yalnızdım
Acıyan gözlerin serencamında, yargılayan halin ocağında kaldım
Bir lokma ekmeğin, bir yudum suyun hasretiyle çaresiz bekledim ve kekeledim
Sual edenler için boynumu bükerdim, ne babamın halinden nede annemin derdinden


Fırsat vermeye çekinir, çeker giderdim
Çünkü onlarda mağdurdu, geçim derdiyle ahvalini unutan kederdi
Hukukun ikamesinden, akaidi muhakemeden, içtimai halden, habersiz nefesti
Hamiyetin zerresine, himmetin ülfetine, hanifliğin kadrine muhtaç canı asudelerdi


Yıllarca kabuk tutmuş yaramı fark etme
Sancıların dilinden, çilenin seferberliğinden, sabrın her halinden
Sahnelerde rolünü oynayan, bahtın yelpazesinde umutla sükûta sığınan erdim
Hülasa, artık dert etme sessizce ve kimsesizce göçme zamanı zuhur etti, halleştim



Mustafa CİLASUN