Su Bogaz harbi nedir? Var mi ki dünyâda esi?
En kesif ordularin yükleniyor dördü besi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarilmis ufacik bir karaya.
Ne hayâsizca tehassüd ki ufuklar kapali!
Nerde-gösterdigi vahsetle 'bu: bir Avrupali'
Dedirir-Yirtici, his yoksulu, sirtlan kümesi,
Varsa gelmis, açilip mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-i beser,
Kayniyor kum gibi, mahser mi, hakikat mahser.
Yedi iklimi cihânin duruyor karsinda,
Avusturalya'yla beraber bakiyorsun: Kanada!
Çehreler baska, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahsetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asir yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkiyle, sefil,
Kustu Mehmedcigin aylarca durup karsisina;
Döktü karnindaki esrâri hayâsizcasina.
Maske yirtilmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhis ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçaliyor âfâki;
Beriden zelzeleler kaldiriyor a'mâki;
Bomba simsekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor gögsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altinda cehennem gibi binlerce lagam,
Atilan her lagamin yaktigi: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhis tipidir: Savrulur enkaaz-i beser...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Bosanir sirtlara vâdilere, sagnak sagnak.
Saçiyor zirha bürünmüs de o nâmerd eller,
Yildirim yaylimi tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangini, durmus da açik sinelere,
Sürü halinde gezerken sayisiz teyyâre.
Top tüfekten daha sik, gülle yagan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmindan;
Alinir kal'â mi gögsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâsâ, edecek kahrina râm?
Çünkü te'sis-i Ilahi o metin istihkâm.

Sarilir, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beserin azmini tevkif edemez sun'-i beser;
Bu gögüslerse Hudâ'nin ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çignetme' dedi.
Asim'in nesli...diyordum ya...nesilmis gerçek:
Iste çignetmedi nâmusunu, çignetmiyecek.
Sühedâ gövdesi, bir baksana, daglar, taslar...
O, rükû olmasa, dünyâda egilmez baslar,
Vurulup tertemiz alnindan, uzanmis yatiyor,
Bir hilâl ugruna, yâ Rab, ne günesler batiyor!
Ey, bu topraklar için topraga düsmüs asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alni deger.
Ne büyüksün ki kanin kurtariyor tevhidi...
Bedr'in arslanlari ancak, bu kadar sanli idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsin?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sigmazsin.
Herc ü merc ettigin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, tasindir' diyerek Kâ'be'yi diksem basina;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem tasina;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namiyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle;
Mor bulutlarla açik türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yi uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altinda, bürünmüs kanina,
Uzanirken, gece mehtâbi getirsem yanina,
Türbedârin gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen magribi, aksamlari sarsam yarana...
Yine bir sey yapabildim diyemem hâtirana.
Sen ki, son ehl-i salibin kirarak savletini,
Sarkin en sevgili sultâni Salâhaddin'i,
Kiliç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, Islam'i kusatmis, boguyorken hüsran,
O demir çenberi gögsünde kirip parçaladin;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmi adin;
Sen ki, a'sâra gömülsen tasacaksin...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey sehid oglu sehid, isteme benden makber,
Sana âgûsunu açmis duruyor Peygamber.
.
Mehmet Akif Ersoy