Bilimin Zorlandığı Sorular   Konuyu açan: kipchak   İlk Mesaj: 07-30-2009 (00:40)   Son Mesaj: 07-30-2009 (00:40)    Cevap: 0    Gösterim: 1328  

    07-30-2009

    Bilimin Zorlandığı Sorular

    Bilimin Zorlandığı Sorular
    Olgun ATLI
    Bilimin Zorlandığı Sorular
    [SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/358/4525.mp3[/SES]
    Kâinatın, içinde gömülü bulunduğu metafizik hakikati idrak etmede yaşadığımız en büyük zorluk, yaradılışa içeriden bakıyor olmamızdır. Bizler zaman, uzay ve maddeyle kayıt altına alınamayan metafizik gerçekleri idrak etmeye çalışıyoruz; çünkü bütün düşüncelerimiz fizikî tecrübelerimize dayanıyor. Ömrünü kutuplarda geçirmiş, suyu hep buz olarak algılayıp mânâlandırmış bir insana, yıllar sonra buharı gösterseniz ve ‘Bu da sudur!’ deseniz, onu ikna etmekte elbette zorlanırsınız.

    Önceleri kâinatın -klâsik fiziğin bakış açısıyla- tamamen deterministik kurallara göre yapılandırıldığı ve işletildiği kabul ediliyordu. Determinizm prensipleri, insanlara aynı sebeplerin aynı neticelere yol açacağını öğretmişti. Daha sonraları ortaya çıkan kuantum fiziği ve izafiyet gibi sahalarda yapılan çalışmalar, maddenin en küçük ölçeğe inildiğinde, zannedildiği gibi katı olmadığını ortaya koydu. Atomlar, protonlar, nötronlar, kuarklar, gulanlar ve bunlar arasındaki irtibatı sağlayan bağlar, bilgi-akıl paralelinde yapılan değerlendirmelerin değişmesine vesile oldu. İlmî sahalarda yapılan bu çalışmalar, insanı tekrar düşünmeye zorladı. Zaten fen ilimlerimde dün yoktur, bugün vardır. Bugün îzah edilen bazı gerçekler, yarın farklı bir temelde tekrar îzah edilebilir.

    Varlığın bütününe ait bilgiler olmadan, o bütünün bir parçası hakkında isabetli yorumlar yapabilmek mümkün değildir. Saatin ne maksatla yapıldığını bilmeyen bir insan, saatin içindeki her parça için farklı yorumlar yapabilir. Ancak bu yorumların tam doğruluk nispeti, ihtimal hesaplarına giremeyecek kadar düşük olur. Koskoca bir kâinatta küçücük bir noktanın acizliği ortadadır. Bu sebeple, etrafımızda gördüğümüz müthiş yaratma faaliyeti ve fizikî dünyanın sınırlı yapısı, bizi fizik kanunlarını koyan ve işleten Kuvvet Sahibi’ni düşünmeye ve O’nun bize sunduğu mesajları anlamaya zorlamaktadır. Kâinatı bu perspektiften okuyabilmek, bize Varlığın Sahibi’ne ulaşma adına büyük mesafeler aldırabilir.

    Oksijen ve hidrojen elle tutulabilseydi, acaba bunların bir araya gelerek oluşmasına vesile oldukları suya ulaşılabilinir miydi? Veya sodyum ve klorun; sodyum klorürü -bildiğimiz sofra tuzunu- meydana getirmek için bir araya gelebileceğini tahmin edebilir miydik? Bir sistem kendisinden daha karmaşık bir başka sistemin meydana getirilmesinde aktif olabilir. Ancak bir sistemin kendisinin temel hususiyetlerinden tamamen farklı, yepyeni bir sistem meydana getirdiği müşahade edilmemiştir. Akıl ve şuurdan mahrum olan, rengi, kokusu vb. özellikleri ile etrafımızda gördüğümüz farklılıkları ihtiva etmeyen karbon, hidrojen, oksijen ile diğer elementlerin insan gibi bir mucizeyi –haşa– kendi kendilerine inşa ettiğine hangi akıl sahibi inanabilir? Kâinatın maddî temelini oluşturan atomik ve atomaltı seviyedeki parçaların her birini ve bunlar arasındaki olağanüstü sıkı münasebetleri izahta, sadece fizikî açıklamalar yeterli değildir. Fizik, bir hâdisenin hangi şartlarda veya nasıl tezahür ettiğini açıklamaya çalışır; fakat bu âhenkli ve mîzanlı hâdiselerin kim tarafından, hangi maksatla yaratıldığını cevapla(ya)maz. Kâinatta her şey o kadar yerli yerindedir ki, perdenin arkasındaki Zât, dâima kendini hüşyar kalblere, zinde akıllara hissettirir.

    Bundan yüzyıl önce maddenin katı, sıvı ve gaz şeklindeki formlarının aslında yoğunlaşmış enerji olduğunu söyleseydiniz, insanlar size herhalde gülerlerdi. Daha sonraları, Einstein’ın ortaya attığı izafiyet teorisi ile başlayan bir vetire, maddeye yeni bir bakış açısı getirilmesine vesile oldu. Max Planck’ın ‘ısınmış maddelerin, ayrı ve sâbitleşmiş enerjilerde ışıdığı’na dâir keşfi ile ‘kuanta’ olarak bilinen enerji paketleri gündeme geldi. Bu büyük keşif, bütün maddelerin aslında yoğunlaşmış enerji olduğunu söylemekteydi. Fizikî âlemin dar kalıplarında hâdiselere izah getirmeye çalışan herkesi zorlayan bu açıklamaların hayatımızda pratik uygulamalarını görmek mümkün. Transistörler, cep telefonları, televizyonlar, mikrodalga fırınlar ve daha birçok âlet, bu sezgilere ters düşen keşiflerin ışığında yapılmıştır. Bu gelişmeler, varlığı daha derinden okuma imkânını da bizlere sunmaktadır. Kuantum fiziği çevresindeki her bir gelişme, etrafımızdaki hâdiselere ve maddeye bakışımızı yeniden gözden geçirmemize vesile olmuştur. Şimdi etrafımızda cereyan eden bazı hâdiselere kısaca bakalım:
    Mıknatısların manyetik sahasına giren manyetik malzemelerin davranışlarına hepimiz âşinayızdır. Ama nasıl? Mıknatıstan yayılıp, metale yakına gelmesi emrini veren şey nedir? Peki, aynı kutuplu mıknatıslar karşı karşıya gelince, ortaya neden itme kuvveti çıkar?

    Yerçekimi de bir muamma olarak karşımızda durmaktadır. Neden bir çekim vardır? Dünya’daki varlığın uzaya saçılıp gitmemesi için mi? Olabilir. Ancak yerçekiminin bir neticesi olan bu husus, “Yerçekimi neden var?” sorusunun cevabı değildir. Hem şuursuz bir varlık, diğer bir varlığı neden koruma ihtiyacı hissetsin ki?!

    Elektrik, hayatımızda oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Yaptığı işleri görünce elektriğin ne olduğunu genellikle anladığımızı zannederiz. Hiç düşündük mü, elektrik nedir? Verilebilecek pek çok cevap bulunabilir. Ancak bu cevapların hiçbiri elektriğin bize neden hizmet ettiği gerçeğini izah etmez.

    İnsan vücudu, yaklaşık 75 trilyon hücrenin ortak bir hayat için beraber hareket ettiği bir mu’cize makine gibi çalışır. Her bir hücre hayatın devamı için bağımsız olarak katkıda bulunmasına rağmen, insan vücudunda işlerin karışmaması, idrak sahiplerine çok şey ifade etmektedir. Duyduğumuz üzücü bir haber, gözlerimizden yaşların boşalmasına sebep olurken, korkunç bir hâdise tüylerimizi diken diken edebilir. Üzülen veya korkan hangi hücrelerimizdir?

    Hücrelerin büyük çoğunluğu altı ayda bir yenilenmektedir. Eski hücre, yerini yenisine bırakırken, bilgisini de bırakmaktadır. Hücre zarı, hangi maddeleri alıp hangilerini almaması gerektiğine dâir ön bilgiye nasıl sahip olmaktadır? Hücre zarı kapı bekçiliği vazifesini kimden almaktadır? Böyle bir iş bölümünü kim yapmıştır?

    Işık nedir? Nasıl ortaya çıkmıştır? Göz-madde-ışık koordinasyonu nasıl sağlanır? Işığın foton veya dalga şeklinde meydana gelmesinde belirleyici faktör nedir? Işık neden aydınlatır? Işığı meydana getiren fotonlar, bu bilgiye nasıl sahip olmuşlardır?

    Şüphesiz bu soruların ilmî açıklamaları şu veya bu şekilde yapılmaktadır. İlim bize hâdiselerin nasıl gerçekleştiğini îzah etmeye çalışmaktadır. Ama bu hâdiselerin neden gerçekleştiğini izah edememektedir. Arının, balı nasıl ürettiği elbette bilinmektedir. Ama çok faydalı bir gıda olan balın, insanın hizmetine verilmesi gerektiğini şuur sahibi olmayan arılar nereden bilmektedir? Bu listeye daha pek çok soru eklenebilir. Bilim dünyasının ortaya koyduğu her yeni keşif, maddeye hükmeden bir gücün, varlık üzerindeki büyük hâkimiyetini ortaya koymaktadır. Kâinattaki müthiş âhengi, varlıkların işleyişindeki harika nizamı anlamak için, fen ilimlerinin îzah getiremediği bir yaklaşıma da açık bulunmak gerekir. Varlık âleminde meydana gelen hâdiseleri, peşin hükümlerden uzak şekilde anlamaya çalışan nazarlar, bugün ‘kâinattaki âhenk ve nizamın her şeye gücü yeten bir Yaratıcı’yı işaret ettiği’ hakikatine doğru kaymaktadır.




    Bilimin Zorlandığı Sorular Yorumları