Ebced, Cifir nedir?

EBCED NEDİR? Ebced düzeni "Arap alfabesinin ilk tertibi; harflerin taşıdığı sayı değerlerine dayanan hesap sistemi" (1) şeklinde tarif edilmektdir. Bu sistemin, İbrânîce ve Ârâmîce'nin de etkisiyle Nabatîce'den Arapçaya geçmiş bulunduğu ...



  1. Alt 02-11-2009, 14:01 #1
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    EBCED NEDİR?

    Ebced düzeni "Arap alfabesinin ilk tertibi; harflerin taşıdığı sayı değerlerine dayanan hesap sistemi" (1) şeklinde tarif edilmektdir. Bu sistemin, İbrânîce ve Ârâmîce'nin de etkisiyle Nabatîce'den Arapçaya geçmiş bulunduğu ve Hz. Peygamber (a.s.m) devrinde de olduğu gibi kullanıldığı bilinmektedir. (2)

    Ebced sisteminde yer alan harfler ve sayı değerlerini gösteren tablo :

    Ebced, Cifir nedir?

    Ebced Hesabının Kaynağı

    Ebced hesabının menşei hakkında farklı rivâyetler vardır. İslâm öncesinde 22 harften meydana gelen ve "Ebced, Hevvez, Hutti, Kelemen, Se'fas, Kareşet" kelimelerinin sayısı olan altı rakamı gözönünde bulundurularak, Medyen hükümdarlarından altı kişinin adı, İlâhî isimlerin altı anahtarı, hafta günlerinin adı v.s. gibi kesin bilgiyi ifade etmeyen değişik rivayetler sözkonusu edilmiştir.(3) Tâhirü'l-Mevlevî'ye göre, Arap ebcedinin İbranî ve Arâmî alfabesinden alındığına şüphe yoktur.(4) Arap edebiyatının ünlü isimlerinden Müberred ve Sîrâfî gibi âlimlere göre de Arap ebcedi, yabancı menşe'lidir.(5)

    Keşfu'z-Zünûn'da, cifir ve ebced ilminin, konunun uzmanları olan mânevî ilimlerde derinleşen simalar için bir çok esrarın anahtarı hükmünde bulunduğu ve Hz. Ali tarikiyle özellikle Ehl-i Beyte tevârüs eden bir ilim olduğu belirtilmiştir. Bu ilmin eski peygamberlerin kitaplarında da yer aldığına dair rivâyetlere işaret eden Çelebi, "Bu ilme, ancak âhirzamanda gelecek olan Hz. Mehdî, hakkıyle vâkıf olur" diyen bazı âlimlerin görüşlerine de yer vermiştir.(6)

    Bazı müsteşrikler tarafından tertip edilen ve Mısır'da tercüme edilerek neşredilen "Dairetü'l-Mearifi'l-İslâmiyye"de belirtildiğine göre, harflerin, rakamlara delâlet etmek üzere kullanılma geleneği, İbrânî ve Arâmîlerde de vardı. Hemze'den, kaf'a kadar olan harflerin, birden yüze, son dokuz harf de 200'den 1000'e kadar rakamlara delalet ediyordu.(7)

    Kur’an’da Ebced hesabının varlığını kabul eden Ebu’l-Aliye gibi alimlerin görüşlerine yer veren Kadı Beydâvî, onların dayandıkları Ebcedle ilgili meşhur hadisi kabul etmektedir. Ancak Hz.peygamber (a.s.m)’in onlara karşı gösterdiği davranışın, onların söylediklerini kabul ettiği anlamına gelmeyeceğini, aksine onlara karşı gösterdiği tebessümü, onların cehaletine karşı bir tepki olabileceğini vurgulamaktadır. Bununla beraber, Kur’an’da Ebced hesabının varlığını kabul edenlerin, kabul gerekçelerini şöyle özetlemiştir: “Her ne kadar ebced hesabı, yabancı kaynaklı olsa da, Araplar dahil insanlar arasında, o kadar meşhur bir yere sahip olmuştur ki, âdetâ, yabancı kökenli olan mişkât, siccîl, Kıstas kelimeleri gibi artık arapçalaşmıştır. Onun için onun göstereceği delâletler, diğer arapça ifadeler gibi makbuldur.”(8)

    İbn Aşûr gibi bazı âlimlerin bildirdiğine göre, ebced hesabı, kadim zamandan beri kullanılagelen bir sistemdir. Hz. Davud (a.s)'un kitabındaki bazı neşideler bu hesabın simgelerini taşıyor. Yine Romalıların bu sistemle rakamlar kullandıkları bilinmektedir. Bu sistemin Araplara, Romalılar veyahut Yahûdiler tarafından geçtiği tahmin edilmektedir.(9) İbn Aşûr, mukattaat harfleri ve ebcedle ilgili rivâyet edilen hadîsi anlatırken "Hz. Peygamber (a.s.m)'in onlara karşı diğer bazı harfleri zikretmesi O'nun bu harfleri gerçekten ümmetin ömrü için birer işaret kabul ettiği anlamına gelmez" şeklinde bir değerlendirme yapmıştır. Ancak kendisi, hadîsin sıhhati konusunda bir şey söylemediği gibi, ebced hesabını inkâr ettiğini gösteren bir ifadesi de sözkonusu değildir. (10)

    Hâkim'in Müstedrek adlı hadis kitabının tahkikli neşrini gerçekleştiren Yusuf Abdurrahman Maraşlı, söz konusu kitap için hazırladığı fihristin mukaddemesinde "ebced" konusuna da değinmiştir. O'na göre, İslâm öncesi dönemlerde Yahudî ve Hristiyanlar tarafından kullanılan ebced sistemi, İslâm'ın zuhûrundan itibaren yaklaşık bir asır kadar eserlerin tertibinde kullanılmış daha sonra terkedilmiştir. Fakat, "ebced hesabı", bir matemetik sistem olarak, tarih boyunca kullanılmaya devam etmiştir.(11) Daha önce 22 harfden oluşmuş bu sisteme müslümanların işi ele almaları ile, "peltek se, hı, zel, dad, zı, ğayın " harfleri ilave edilmiş ve sayı 28'e ulaştırılmıştır.(12)
    Muhammed Hamidullah'ın görüşü de şu merkezdedir: Ayın 28 menzili gibi, arap alfabesi de 28 tanedir. Bunlar her biri belli bir sayıyı göstermek suretiyle 1'den 1000'e kadar rakkamları ifade eder. Sûre başlarında bulunan hece harfleri ise 14 tane olup yüksek mânâlar ifade etmektedir.(13)

    Güzel bir tevafuktur ki, Ebced sisteminin asıl adı olan “Ebû câd” kelimesinin matematik değeri, 17’dir. İslamın ortaya çıktığı sırada, Mekke’de yazı bilenlerin sayısı da 17’dir.(14)

    Annemarie Schımmel'in bildirdiğine göre, müselles (üç haneli kare) diye bilinen, bütün yatay ve düşey satırlarda olduğu gibi, çapraz hatlarda da rakamlarının toplamı 15'i veren bir maharetli karenin İslâmî gelenekte çok yaygın bir yeri vardır. Bu karenin, diğer adıyla Vefk'ın bu değeri, semâvî kimliğinden kaynaklanmaktadır. Bu (sihirli/maharetli) karede yer alan harfler, "B-Tı-D-keskin Z- H-C-V- elif-noktasız Hı” harfleridir. Vefkte bazen kendileri, bazen de ebced değerleri yazılan bu dokuz adet ebced harfinin, ilk defa Hz. Adem (a.s)'e vahiy olarak geldiğine dair yaygın bir kanaat vardır.(15) Karede yer aldıkları şekilde; sözkonusu dokuz harfin yukarıdaki sıraya göre, üçer üçer ebced değerleri şöyledir: 2+9+4=15, 7+5+3=15, 6+1+8=15.

    Söz konusu meharetli kare, İmam Gazzalî tarafından da kabul görmüş, “bir tılsım olarak tesiri tecrübe ile sabit olduğu” ifade edilmiştir.(16) Öyle ki, zamanla, Gazzalî’nin karesi (müsellesü’l-Gazalî) şeklinde ün yapmıştır. Aslında bu etkin fonksiyona sahip karenin harfleri, Hz. Ali tarafından da, sırlı olarak kabul gördüğünü gösteren ifadeleri vardır. Esrarlı olduğu bilinen Celcelûtiye kasidesinde, Hz. Ali “Bi sırrı buduhin echezatın /betadin zehecin bi vahi’l-vehâ..”diyerek, bu sırlı harfleri, diğer bir kaç harfle beraber, münacatta kullanmıştır.(17)

    Celcelutiye Kasidesi Ebced Hesabına Göre Yazılmıştır:

    Hazreti Ali Radıyallahü Anh'ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihâyete kadar bir nevi hesab-ı ebcedi ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmıştır.(18)

    Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî'nin kaleme aldığı meşhur Mecmuatu'l-Ahzab adlı eserde Celcelutiye kasidesine de yer verilmiştir. "Bede’tu bi bismillah" cümlesiyle başlayan kasidenin son beyti, kaside sahibi Hz. Ali'nin ismini gösteren ve "Bunlar, yaratıklar insanlar için bir araya getiriliş ilimlerin sırları olup, Hz. Muhammed (a.s.m)'in amcasının oğlu Ali'nin makalesidir" anlamına gelen:

    "Mekalu Aliyyin ve’bnu ammi Muhammedin ve sirru ulûmin lil-halaiki cümmiat" beytiyle sona ermiştir. Bediüzzaman'ın da işaret ettiği gibi, kaside baştan sona kadar ebced hesabını gösterir şekilde basılmıştır.(19)

    Bu İşin Ehli Olan Alimlere Göre, Ebced Hesabı, Esrarın Anahtarıdır

    Cafer-i Sadık (r.a.) ve Muhiddin-i Arabî (r.a.) gibi esrâr-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, Bediüzzaman Said Nursi (r.a) gibi alimler bu hesab-ı ebcediyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişlerdir.(20)

    Konuyla ilgili birkaç misâl daha vermekte fayda vardır:
    a. Hz. Ali ve Şura Suresi Yorumu:

    İzz b. Abdusselam'ın bildirdiğine göre: Hz. Ali, Şura Suresinin başında yer alan "Hâ-Mim-Ayın-Sin-Kaf" şifreli harflerden, Muaviye ile kendisi arasında vuku bulan hadiseleri çıkarmıştır.(21)

    b. İbn Kemal ve Enbiya Sûresi Yorumu:

    "Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır, diye yazmıştık."(22) mealindeki âyetten İbn Kemal, Sultan Selim'in Mısır'ın Osmanlı ülkesine ilhak tarihini çıkarmıştır. Âyette Tevrat yerinde kullanılan "ez-Zikr" kelimesi, ebced hesabı ile konunun düğümünü çözen anahtar kelimedir. Âyette "ez-Zikr'den sonra" tabiri kullanılmıştır. Bu kelimenin ebced değeri (okunmayan lâm hariç) 921'dir. Mısır'ın fetih tarihi ise, hicrî 922'dir. Demek ki âyet işârî mânâsıyla hicrî 921'den sonra fethin gerçekleşeceğini ifade etmiştir.(23)

    Eskiden Beri, Yüksek Edipler, Ebced Hesabını Kullanmışlardır

    “Yüksek edibler bu hesabı, edebî bir kanun-u letâfet kabul edip, eski zamandan beri onu istimal etmişler. Hatta letâfetin hatırı için iradî ve sun'î ve taklidî olmamak lazım gelirken, sun'î ve kasdî bir sûrette o gaybî anahtarların taklidini yapıyorlar."(24)

    Bu konuda yüzlerce misâl verilebilir. Ancak biz burada nümune olarak bir-iki misâl vermekle yetineceğiz:
    Kırım Balıkova Kalesi civarındaki bir camiin kitabesinde:"Hakk muradın hemîşe ide atâ; "Kabbelallahu hayrekum" tarih ola." şeklinde bir ifadeyle "Allah hayrınızı kabul buyursun" anlamındaki son cümle ile mâbedin 1068'de yapıldığı gösterilmiştir.(25)

    Mihriman Sultan'ın vefatına, "Hâdise-i mevt" terimi ile tarih düşürülmüştür. Bu tabirin ebced değeri 965 olup, onun vefat tarihidir.(26)

    Ebced harflerinin aritmetik değerlerine göre kullanımları edebiyat sahasında olduğu gibi, fizik, kimya gibi fen bilimleri sahasında da kullanılmıştır. Büyük memurların tayin ve terfî tarihlerinde, doğum ve ölüm tarihlerini belirlemede yaygın bir şekilde kullanılmıştır.(27)

    EBCEDLE İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR:

    Ebced Hesabı ve Hurufîlik Meselesi:

    Bazı kimseler, Ebced hesabı gibi Esrar-ı hurufla ilgili işarî tefsir yorumları ile, hurufîlik safasatasını birbirine karıştırmıştır. Bazıları da, bir tefsir metudunun kabul edilebilmesi için, onun Hz. Peygamber (a.s.m) tarafından kullanılmış olması gereğinin varsayımından hareketle, bu tür işârî tefsir metotlarına, bu çeşit yorumlara katılmama taraftarıdır. Onun için bu konuyu, soru-cevap şeklindeki bir diyalogla açığa kavuşturmakta fayda vardır:

    Soru : Ebced hesabının, hurufçuluk (hürûfîlik) ile bir irtibatı yok mudur?

    Cevap: İslâm inancını ortadan kaldırmak için ortaya çıkan, bâtıl bâtınîliğin bir kolu olan tarihdeki Hurûfîlik ekolunun kurucusu sayılan, Fazlullah adındaki şahsın doğum tarihi, hicrî 740'dır. Halbuki İslâm literatüründe "Esrâru ilmi'l-hurûf" olarak geçen ve harflerin sırlarına dair yapılan ilmî çalışmalar çok önceden vardı. Misâl olarak harflerin esrarı konusunda meşhur olmuş Muhyiddin İbn Arabî'nin ölüm tarihi hicrî 638'dir.(28) Hatta ondan daha önce bu konuda oldukça fazla şöhret bulmuş İbn Berrecan'ın ölüm tarihi, hicrî 536'dır.(29)

    Soru: Ebced hesabını kullananlar, hicrî tarih yanında, miladî tarihe göre de tespitler yapmaktadır. Miladî tarihi kullanmak doğru olabilir mi?

    Cevap: Kur’an’da bu metodun kullanıldığını kabul edenler için hicrî veya miladî tarihlerin kullanılmasında hiçbir sakınca yoktur.

    Evvela, Allah için bu iki tarih arasında bir ayrılık-gayrılık düşünülemez. Çünkü bu tarihlerin her ikisi de O'nun birer elçisine nispetle ortaya çıkmıştır. Tabir yerindeyse Allah, her harhangi bir tarihi esas alıp ona taraf olmaz, ikisi arasında fark gözetmez.

    İkinci olarak, Kur’an’ın maksadı, hicrî veya miladî tarihini ispat edip tespit etmek değildir. Bilakis, onun maksadı, insanlar arasında şöhret bulmuş bir hesap tablosunu/bir tarihi, esas alarak, herhangi bir olayı ona göre tespit etmek ve bunu insanların dikkatine sunarak, kendi semavî kimliğini ortaya koymaktır. Bu hüküm şayet varsa meşhur iki tarihin dışında kalan ve kullanılan diğer tarihler için de geçerlidir. Yeterki Kur’an’ın amacına hizmet etsin.

    Üçüncü olarak, Ebced hesabı, bir ifadede yer alan cümlelerin hesabıdır. Bunun tefsirlerdeki orijinal Arapça ismi “hisabu’l-cümel”dir. Buna göre, barındırdığı harflerin sayı değerleri bakımından çok farklı rakamlara ulaşan cümlelerin işaret ettiği olayların yakınlık ve uzaklığına göre, farklı tarihlerin kullanılması, bu durumun tabiî bir sonucudur.

    Mesela; Kur'an'da Hz. Peygamber (a.s.m)'e hitaben "Eğer seni vefat ettirirsek.." mealindeki “ev neteveffeyenneke” cümlesinin matematik değeri 632’dir. Bu cümlenin tekrar edildiği üç surenin tertip ‘numaraları ise 63’tür. Burada ayetin manasına gaybî işaretler de dahil edilerek, Kur’an’ın semavî kimliğine dikkat çekilmiştir. Bu tarihlerden ilkini miladî, ikincisini hicrî tarihe göre (Efendimizin ölüm tarihini ve ömrünü) hesaplamak zorunluluğu vardır. Çünkü, bu işaretlerin belirlenmesinde, hesap cetveli ile işarete konu olan olaylar arasındaki tevafukların, uygunlukların büyük rolü vardır. Çünkü tevafukların kendisi de gaybî işaretlerin bir anahtarıdır, bir emaresidir.

    Soru: Hz. Peygamber (a.s.m)'in cifir, ebced hesabı ve tevafuk gibi şeylerden hüküm çıkardığı varid olmadığına göre, böyle bir metodu kullanmak caiz midir? Ve bu sünnete aykırı değil midir?

    Cevap: Kur'an'ın, had ve hesaba gelmez mânaları, işaretleri, tefsirleri söz konusudur. Halbuki bunların hepsinin, Hz. Peygamber (a.s.m) tarafından ifade edildiğini kimse gösteremez. Şüphesiz bu hakikatler, yine de o kudsî kaynağın malıdır. İlm-i huruf değil; bilâkis, çok zâhir ( Bâtinîliğin zıddı) ve bir aritmetik tablo içerisinde yer alan ebced hesabı ve gözle görünen tevafukları Kur'an'daki bazı işaret ve nüktelerinin anlaşılması için bir vesîle yapılması işaretlerinden istifade edilmesi, elbette Hz. Pegamber (a.s.m)'in sünnetine aykırılığı sözkonusu olamaz.(30) Milyonlarca tefsirdeki milyonlarca farklı yorumların varlığı, bu gerçeğin açık bir delilidir.

    Âlimlerin bu konuda dedikleri şudur: Eğer bir tevafuk, değişik yönlerden bir hadiseye baksa, ona uygun düşse, makam ve manaya münasip olsa, böyle bir tevafuk işaret derecesine çıkar. Böyle durumlarda "Bu tevafukla şu ayet, şu hâdiseye işaret ediyor" denilebilir.(31)

    Örneğin: hazırlanmış bir sofranın üzerinde, söz gelişi, 10 çatal, 10 kaşık, 10 tabak gördüğümüzde, bu sofraya 10 kişinin oturacağını yüzde yüze yakın, kesin bilgi ifade eden bir tahmin yürütürüz. Çünkü, kesin bilgi edinme yollarının başında gelen husus vahiy kaynağının dışında gözle görülen husustur. Gözün gördüğü bir gerçeğin arka planını görme yeteneğine sahip olan mekanizma ise akıldır. Yerine göre, akıl gözünün gördüğü bir hakikat, normal gözün gördüğünden daha sağlam, daha doğru olabilir.
    Semavî kimliği belli olan Kur’an sofrasında serilen ve akla hitabeden tevafuklar, söz konusu misalden çok daha açıktır. Ve buraya davet edilen hikmet misafirlerini, birer ilâhî işaret olarak kabul etmek gerekir.

    Yine, bir ifadenin içerisinde yer alan kelimelerin diziliş şekilleri ve harfleri, o ifadenin anlamına ne kadar yakın olsa, ne kadar münasebet ipçikleriyle bir örgü kurabilse, o ifadenin ulvileşmesine o ölçüde katkı sağlar. Bu husus, Belağat ilminin önemli bir kaidesidir.(32) İşte, Kur'an'ın kelime ve harflerinde değişik şekilde görünen tevafuklar, doğru olarak gösterilebildiği ölçüde, birer belağat ve birer edebî sanatı ifade ettikleri gibi, aynı zamanda gaybî haberler veren birer işaret lambaları görevini görürler.(33)

    Kur'an-ı Kerim'in pek çok açıdan mucizevî yönleri olduğu gibi, kelimelerinde, cümlelerinde ve nazmında da birçok harikalar vardır. Madem ki, Kur'an'ın ayet ve kelimelerinin gösterdiği hakikatlerde mucize izleri vardır, elbette o ayet ve kelimeleri teşkil eden harflerinde de onun mucizevî işaretleri olacaktır.

    Bazı Tevafuk Tabloları ve Kelimelerin Aritmetik Değerleri

    Allah'ın, sonsuz ilmiyle her şeyi nasıl kuşattığını ve her şeyi nasıl bir, bir saydığını gösteren tevafuk tablolarının ve kelimelerin aritmetik değerlerinin, Kur'an nezdindeki değerini anlamak için Kur'an'ın kendisine bakmak yeterlidir.

    Konu İle İlgili Bazı Misâller:

    1. “Allahumme Malike’l-mülk” (Ali İmran, 3/26) İfadesi:

    a. Bu ayette söz konusu olan “Allah” ve “Malik” isimlerinin buraya kadar ki tekrar sayısı: 319’dur.(34)
    b. Bu ifadenin ebced değeri de 319’dur.
    c. Bu ifadenin yer aldığı ayet, Kur’an’ın 319. ayetidir.
    Bu ayet-i celile, tevafuk lisanıyla diyor ki: Mülkün maliki olan Allah, Kur’an’ın da sahibidir. Bütün mülkünü tek tek sayıp bildiği gibi, Kur’an’ın her tarafını da tek tek sayıp biliyor. Bu ise, Kur’an’ın O’ndan geldiğini gösterir.

    2. Allah’ın “ Şehid” ismi:

    a. Her şeyi görüp bilen anlamındaki Allah’ın bu isminin matematik değeri 319’dur.
    b. Bu ismin, merfu (ötreli) şekliyle 9. tekrarını yaptığı ve Kur’an’ın genelinde en son geçtiği Buruc Suresinin 9. ayeti, Kur’an’ın sondan 319. ayetidir.
    Bu tevafuk şöyle diyor: İyi bilesiniz ki, Şehid kelimesini böyle harika bir tarzda yerine koyan Allah, her şeye şahittir.

    3. “Hum bâliğûh”:

    a. “Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca, hemen sözlerinden dönüverdiler” (Araf, 7/135) ayetinde yer alan ve “onların ulaşacakları” anlamına gelen “hum bâliğûh” cümlesinin ebced değeri, 1089’dur.
    b. Bütün Kur’an’da yalnız bir defa kullanılan bu cümlenin geçtiği ayet, Kur’an’ın 1089. ayetidir.
    Sanki bu tevafuk diyor ki: İyi bilinsin ki, siz Kur’an’ı okurken, nasıl bu ayete ulaştınız, onlar da aynen söz verdiğimiz sürelerine ulaştılar; sonra cezaya çarpıldılar. Demek, zulüm söz konusu değildir.

    4. “Gaybı bilen Allah”:

    a. “Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da, fısıltılarını da bilir. Ve şüphesiz Allah, gaybları (gizlilikleri) çok iyi bilendir” mealindeki ayetin son cümlesinin asıl metni “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb”dur. Bu cümlenin matematik değeri, 1313’tür.
    b. Bu cümlenin bulunduğu ayet (Tevbe, 9/78), Kur’an’ın 1313. ayetidir.
    c. Cümlenin ebced değeri ile ayetin genel sırası, 13 sayısını gösterdiği gibi, ayetin suredeki numarası da 78 olup 6x13’tür.
    d. Ayet numarasının gösterdiği 78 rakamı, hem “aded”, hem de “Hakim” kelimesinin matematik değeridir. Bu ise, burada hikmetli bir sayısal tablonun gösterildiğine işarettir.
    Bu tevafuk, ayette yer alan “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb” cümlesinin dediği gibi, Allah’ın bütün sırları /gizlilikleri bilen, sonsuz bir ilim sahibi olduğunu, Kur’an’ın ise, bu sonsuz ilim sahibinin kitabı olduğunu göstermektedir.

    Risaleti Tasdik Eden Bazı Tevafuklar

    1. “İnneke le mine'l-mürselîn” :

    Bilindiği gibi, Hz. Muhammed (a.s.m) 611 tarihinde peygamber olarak gönderilmiştir. Bunu ilan eden: "Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin" mealindeki ayet, Kur'an'da iki yerde zikredilmiştir (Bakara,2/252; Yasin, 36/3).

    Ayetin asıl metni:“İnneke le mine'l-mürselîn” cümlenin harf sayısı (okunmayan vasıl hemzesi hariç) 13’tür. 13 harften meydana gelen bu cümlenin ebced değeri ise, 13'ün 47 katı olan 611’dir. Ayetin matematik değeri, anlamını teyid etmekte ve O'nun –miladî olarak- peygamber olduğu tarihi vermektedir.

    Şayet okunmayan vasıl elifi de sayılsa, bu cümlenin ebced değeri, 612 olup 36x17’dir. Manidâr bir tevafuktur ki bütün Kur’an’da, Hz. Peygamber (a.s.m)’e hitap eden "Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin" mealindeki ayet, yalnız söz konusu iki yerde geçmiştir. “gönderilmiş peygamberler” tabiri, bu iki ayet arasında, ebced değerlerine uygun olarak 17 defa tekrarlanmıştır.

    2. “ABESE” Kelimesi:

    Abese suresinin ilk iki ayetinin mealleri şöyledir: "A'mânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve arkasını döndü"
    İşte bu üslupta bir harikalık vardır. Çünkü cümlede kullanılan "Abese" fiili malum olmasına rağmen faili zikr edilmemiştir. Bu üslup alışageldiğimiz ifade tarzlarının dışındadır.

    Ancak Kur'an-ı Hakim burada mucize bir belgeyi göstermiştir. Şöyle ki; açıktan zikredilmeyen cümlenin faili, bizzat "Abese/Yüzünü ekşitti" fiilinin ebced değerinin içerisindedir. Evet bu kelimenin ebced değeri 132 olup "Muhammed" isminin karşılığıdır. Yine kendisinden yüz çevrilmiş kişinin de ismi verilmemiş ancak, onu da, "el-A'ma" kelimesinin ebced değerinde şifrelemiştir. Evet bu kelimenin ebced değeri 143 tür. Söz konusu kimsenin ismi "Abdullah"ın ebced değeri de 143 tür.

    Bu bağlamda görülen bu tevafukları kör tesadüf rüzgârlarına havale etmek doğru değildir.

    3. "Eğer seni vefat ettirirsek..”:

    Kur'an'da Hz. Peygamber (a.s.m)'e hitaben "Eğer seni vefat ettirirsek.." cümlesi üç defa zikredilmiştir. Bunlardan ilki Yunus suresinin 46. ayetinde geçmiştir.

    Ayetin meali "Eğer onları tehdit ettiğimiz (azabın) bir kısmını sana (dünyada iken) gösterirsek (ne a'lâ); yok (onu göstermeden) eğer seni vefat ettirirsek nihayet onların dönüşü de bizedir. (O zaman onlara neler olacağını göreceksin.) Sonra Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir."

    Ayette azabın bir kısmının Hz. Peygamber (a.s.m)'e gösterilebileceği hususu vurgulanmıştır.

    Mekke'de inen bu surede belirtilen azabın bir kısmı Bedir savaşında gerçekleşmiş ve Hz. Peygamber (a.s.m)'e gösterilmiştir.

    Ayette ifade edilen Hz. Peygamber (a.s.m)'in vefat haberi de çok harika bir tarzda ihbar-ı gaybi nevinden söz konusu yapılmıştır. Şöyle ki: "Eğer seni vefat ettirirsek" cümlesi, Kur’an’da üç defa geçmektedir. Bu cümle açıkça, Hz. Peygamber (a.s.m)’in vefatından söz etmektedir. Geçtiği üç sure ve ayet numaraları da, Hz. Peygamber (a.s.m)'in ömrü olan, 63'ü gösteriyor. Ayet ve Sure numaraları şöyledir: Yunus 10 /46, Ra'd 13/40 ve Ğafir 40/77. Buna göre, ayet numaralarının toplamı: 163’tür. Sure numaralarının toplamı ise, 63’ tür.

    "Eğer seni vefat ettirirsek" cümlesinin harf sayısı, 9’dur. 63 sayısı ise, 9'un 7 katıdır.

    Vefatı haber veren bu cümlenin -harfleriyle beraber- ebced değeri, 632’dir. Bu da Hz. Peygamber (a.s.m)'in, miladi vefat tarihidir. İşte tevafuk penceresinden gaybî haberlerin aşikar bir görüntüsü!

    1. bk.. İslâm Ansiklopedisi, X/68.
    2. Bk.. a.g.e., a.g.y.
    3. bk. İbnu’n-Nedim, el-Fihrist, 6; Tâhiru'l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, 38; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, 18; Yakıt, İsmail, Türk- İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Târih Düşürme, 23-29.
    4. bk. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.y.
    5. bk. a.g.y.
    6. bk. Kâtib Çelebi, Keşfuz-Zünûn, I/592.
    7. Bk. a.g.e., a.g.y.
    8. bk.el- Beydâvî, I/37.
    9. bk. bn Âşûr, Muhammed Tahir el-Cezairî, et-Tahrir ve’t-Tenvîr, I/208.
    10. bk. İbn Âşûr, I/208.
    11. bk. Maraşli, Yusuf Abdurrahman, Fihrisu Ahâdîsi'l-Müstedrek, 19.
    12. bk. a.g.e., a.g.y.
    13. bk. Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 147
    14. Bk. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, 20.
    15. krş. A. Schımmel, Sayıların Esrarı (trc.Temelli, Mehmed ), 39.
    16. Gazzalî, Muhammed b. Muhammed, el-Munkızu mine’d-delâl, 46, şekiliçin bk. s. 50.
    17. Bk. Gümüşhanevî, Ahmed Ziyaeddin, Mecmuatu’l-Ahzâb (Şâzelî), 515.
    18. Bk. Nursi, Sikke-i Tasdik, a.g.y.
    19. bk. Gümüşhânevî, Ahmed Ziyaeddin, Mecmûatu'l-Ahzâb (Şâzelî kısmı), 499-531.
    20. Bk. Nursi, Sikke-i Tasdik, a.g.y.
    21. bk.es-Suyutî, el-İtkan, II/14.; el-Âlûsî, I/102.
    22. Enbiya, 21/105.
    23. krş. Âlusî, I/8; Badıllı, Abdulkadir, Risale-i Nur'un Kudsi Kaynakları, 956.
    24. Nursi, Sikke-i Tasdik, 96.
    25. bkz. Yakıt , 172.
    26. bkz. Yakıt, 149.
    27. Geniş bilgi için Yakıt İsmail'in eserine bakılabilir. Ayrıca değişik misaller için Badıllı'nın R. Nur’'un Kudsî Kaynakları adlı eserinin cifir ve ebced bölümüne de bakılabilir.
    28. İbn Arabî'nin, harflerin esrarı ile ilgili görüşleri için bk. İbn Arabî, I/51-91.
    29. bk. ed-Dâvûdî, Şemsuddin Muhammed b. Ali, Tabakâtu'l-Müfessirin, I/306.
    30. bk. Nursi, Müdâfaalar, 128.
    31. bk. a.g.e, a.g.y.
    32. bk. Nursi, Muhakemat,s.93
    33. Krş. Nursi, Zülfikar,(Osmanlıca) s.548-549,
    34. Bu ayete kadar Allah ismi, 306, aynı kök harflerinden gelen İlâh kelimesi, 11, Malik kelimesi bir defa geçmiştir. Buna göre burada “Allahumme” kelimesi 319. sıradadır.
    Yrd. Doç. Dr. Niyazi Beki

    ViSAL ve muhabir bunu beğendiler.
  2. Alt 02-11-2009, 16:17 #2
    THEHAFIZ Mesajlar: 135
    ebcedi eğer mesela nursi, rabbani, arabi kullanırsa mesele yok,
    Yok eğer mesela bir edip yüksel kullanırsa direkt küfre girer..
    Bu nasıl ilim ki biri kullanınca iyi diğeri kullanınca kötü oluyor.
    eğer ayetleri bir hayat düstürü kabul edersek hiçbirşeye ihtiyacı yok,
    Yok eğer sihir-büyü-cifir-nüsha gibi şeylere alet edersek herşey mübah.
    Mesele bu kadarn basit

    HiLaLNuRu ve muhabir bunu beğendiler.
  3. Alt 02-11-2009, 19:00 #3
    el_feta Mesajlar: 1.168
    Adı dahi EBU CAD hesabıdır ve yahdilerden gelmedir...İsrailiyyattır... öyle ya edip yüksel tevbe suresi de 2 ayet eksik demişti ebced hesabına dayanarak...

    İbni Abbas r.a.’den rivayet edilen hadiste buyrulur ki; “Yıldızlara bakan ve ebced harfleriyle uğraşan kimselerin Allah katında hiçbir nasibi yoktur.”

    (sahihtir.
    İbni Ebi Şeybe(6/129) Fethul Bari(11/351) Suyuti İtkan(2/26) merfuan zayıf senedle; Taberani(11/41) Deylemi(3250) Camiüs Sağir(4408) Durrül Mensur(3/331) Tysirul Azizil Hamid(s.363) Kenzul Ummal(29154) ancak bu rivayetin de şahitleri vardır.)




    İmam Şatıbi r.a. diyor ki; “Bir çok insan Kur’an üzerindeki iddialarında sınırı aşmışlar ve ona tabiat ilimleri, matematik, mantık, ilm-i huruf gibi öncekilerin – sonrakilerin bütün ilimlerini yüklemişlerdir. Bu iddia yanlıştır. Kaldı ki, sahabe, tabiun ve selefi Salihin, Kur’anı ve Kur’an ilimlerini, Kur’anda bulunan esrarı en iyi bilen kimselerdi. Bununla birlikte onlardan hiç kimsenin bu iddia doğrultusunda söz ettiği bize gelmemiştir. Onlar, Kur’andan sadece tevhid delilleri, teklifi hükümler, ahiretle ilgili hükümler ve bunlarla ilgili konuların ispatına çalışmışlardır. Eğer onların bu iddia doğrultusunda çabaları olsaydı meselenin esasına delalet edecek şeyler mutlaka bize ulaşırdı. Böyle bir şey ulaşmadığına göre bu iddianın onlarda mevcut olmadığı anlaşılır. Bu da Kur’anda onların iddia ettiği gibi bütün ilimlerin esaslarının bulunmadığına bir delildir.
    Evet Kur’an bazı ilimleri içermektedir, ancak bunlar Arapların bildikleri ilimlerdir. Yahut onların bildikleri ilimler üzerine kurulu olan ve akıl sahiplerinin taaccüp ettiği, işaretleri gösterilmedikçe yolları aydınlatılmadıkça üstün akıl sahiplerinin dahi kavrayamayacağı türdendir. Kur’anda bunların dışında başka bir şeyin bulunması noktasında ise cevap; hayır olacaktır.
    İddia sahipleri muhtemelen kendilerine şu ayetleri delil getirirler; “Sana; her şeyi açıklayan, hidayet ve rahmet, müslümanlara da bir müjde olan kitabı indirdik.”(Nahl 89) “Biz, kitabta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”(En’am 38) Ayrıca onlar surelerin başında bulunan harfleri – ki bunlar Arapların yabancı oldukları şeylerdi – özellikle Ali r.a. olmak üzere seleften bazılarından nakledilen sözleri delil getirmektedirler.
    Delil olarak kullandıkları ayetlerden maksat, müfessirlere göre yükümlülük ve Allah’a karşı kulluk icrasında gerekli olan hususlarla ilgili şeylerdir. İkinci ayette ise levhi mahfuzdan bahsedilir…
    Sure başlarındaki harflere gelince, alimler bunlar hakkında Arapların bilgisi bulunduğunu gerektirecek şekilde açıklamalar getirmişlerdir. Mesela bunlara siyer müelliflerine göre, Arapların ehli kitaptan öğrendikleri cümmel hesabı gibi yorumlar yapılmıştır. Yahut bunların Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği müteşabihattan olduğu söylenmiştir. Bunları Arapların hiç bilmediği şeklindeki yorumlara gelince, bu asla caiz değildir ve seleften hiç kimse böyle bir iddiada bulunmamıştır. Dolayısıyla iddiacıların elinde kendi davalarına delalet edecek hiçbir delilleri yoktur. Ali r.a.’den ve başkalarından nakledilen şeyler sabit değildir. Kur’anın gerektirdiği şeylerin inkarı caiz olmadığı gibi, ona onun gerektirmediği şeylerin nispeti de caiz değildir. Dolayısıyla onu anlamak için özellikle Araplara nispet edilen ilimlerle yetinmek gerekir.
    Kur’andaki hükümlere ancak bu yolla ulaşılır. Kuranı anlamak için bundan başka yollar arayanlar, onu asla anlayamayacaklar, Allah ve Rasulüne kasdetmedikleri anlamları nisbet edecekler, onlara söylemediklerini söyleteceklerdir.”

    (Şatıbi Muvafakat(2/77-79) )



    “Ebû Câd hesabı” diye bilinip Türkçeye “ebced hesabı” olarak geçen rakam değerli harf sistemiyle, gelecekte vuku bulacak birtakım olayları bileceklerini iddia ediyorlardı. İslâm âlimleri, ebced sistemine hurâfe olarak bakarlar. İbn Hacer bu sistemle varılan sonuçların bâtıl olduğunu, ona itimat etmenin câiz olmadığını söyler. İbn Abbas (r.a.)’ın da ebced hesabından insanları sakındırdığı ve onu sihrin bir çeşidi sayarak “bu hesabın şeriatta yeri yoktur” dediği aktarılır
    (Fethul Bari(11/351) Süyûti, el-İtkan(2/26)

    Henna ve muhabir bunu beğendiler.
  4. Alt 02-11-2009, 19:43 #4
    THEHAFIZ Mesajlar: 135
    el feta kardeş,
    yukarıdaki yazına katılmamak mümkün değil,
    bir eksikliğe vurgu yapmadan da geçemem tabi ki,
    bu ebced ve cifirin en son temsilcisi said nursidir,
    bu konuda da iki kelamınızı duymak isterdim tabi.

    muhabir bunu beğendi.
  5. Alt 02-12-2009, 01:25 #5
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Bediüzzaman, cifri kullandığı yerlerde hiç bir zaman “Âyetin açık mânâsı budur” dememiştir. Söylediği şudur: “Ayetin sarîh manasının altında müteaddit tabakalar var. Bir tabakası da, işarî ve remzî manadır. İşârî mana da bir küllîdir; her asırda cüz’iyatları bulunur.”

    Bediüzzaman’ın ilm-i cifir hakkındaki şu ifadeleri de çok önemlidir:

    “İlm-i cifir, meraklı ve zevkli bir meşgale olduğundan, vazife-i hakîkiyeden alıkoyup meşgul ediyor. Hatta kaç defadır esrar-ı Kur’an’iyeye karşı o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu. Kemâl-i iştiyak ve zevk ile müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum:

    Birisi: ‘Gaybı ancak Allah bilir' (Neml, 65) yasağına karşı hılaf-ı edebde bulunmak ihtimali var.

    İkincisi: Hakaik-ı esasiye-i imaniye ve Kur’an’iyenin berahin-i kat’iye ile ümmete ders vermek hizmeti ise, ilm-i cifir gibi ulum-u hafiyenin yüz derece fevkinde bir meziyet ve kıymeti vardır. O vazife-i kudsiyede kat’î hüccetler ve muhkem deliller, su-i istimale meydan vermiyorlar. Fakat cifir gibi, muhkem kaidelere merbut olmayan ulum-u hafiyede su-i istimal girip, şarlatanların istifade etmeleri ihtimalidir.”

    Görüldüğü gibi, cifir ilmi gizli ilimlerdendir. Az kişiye hitab etmektedir. İman ve Kur’an hakikatleri ise, herkese seslenmektedir. Hem herkesin onlara ihtiyacı vardır. Bu gibi noktalardan dolayı ve “ Gaybı ancak Allah bilir” yasağına karşı edebe aykırı harekette bulunmamak için Bediüzzaman, bu ilmin ayrıntılarını eserlerine yansıtmamıştır. Yansıttığı miktar, altıbin küsûr sayfalık tefsirinin içinde az bir bölüm teşkil etmektedir. Bunda asıl maksadı, o günün ağır şartları altında hizmet eden talebelerine bir şevk kaynağı olmasıdır.

    Henna ve muhabir bunu beğendiler.
  6. Alt 02-12-2009, 11:35 #6
    el_feta Mesajlar: 1.168
    THEHAFIZ´isimli üyeden Alıntı
    el feta kardeş,
    yukarıdaki yazına katılmamak mümkün değil,
    bir eksikliğe vurgu yapmadan da geçemem tabi ki,
    bu ebced ve cifirin en son temsilcisi said nursidir,
    bu konuda da iki kelamınızı duymak isterdim tabi.

    doğrudur... Zaafı olan kardeşler olduğundan uzatmadım...

    muhabir bunu beğendi.
  7. Alt 02-12-2009, 11:44 #7
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Bilginiz hakikatleri gizlemeyemi basladiniz, hani sizde o Ashabtan benzettiginiz özellik, ya da sirf kinaye olsun diyemi cümle yaziyorsunuz. Gecirdiginiz o sizin icin cok degerli zamana yazik.

    muhabir bunu beğendi.
  8. Alt 02-13-2009, 16:44 #8
    el_feta Mesajlar: 1.168
    alptraum´isimli üyeden Alıntı
    Bilginiz hakikatleri gizlemeyemi basladiniz, hani sizde o Ashabtan benzettiginiz özellik, ya da sirf kinaye olsun diyemi cümle yaziyorsunuz. Gecirdiginiz o sizin icin cok degerli zamana yazik.

    bu laf bana mıydı?

    muhabir bunu beğendi.
  9. Alt 02-13-2009, 20:16 #9
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Evet acizane.

    muhabir bunu beğendi.
  10. Alt 02-14-2009, 00:48 #10
    el_feta Mesajlar: 1.168
    ... el-insaf yahu . . .

    Bazen öyle meselelerle karşılaşıyosunuz ki,hakk elinizde bir de bu hakka ters müslüman kitleye bakıyorsunuz,hani şöyle inanamaz da tekrar tekrar bakar ya insan,aynı onun gibi ne yapacağınızı şaşırıyosunuz...

    cemaatsel kanalla abartılan,sürekli insanların önüne sürülen ve bence tefsir olmayıp meşhur şeyh sadi şirazi 'nin bostan ve gülistan ı gibi bir hikmetler kitabı olan risale-i nur var karşımda... ülkemde ciddi bir cemaat taassubuna ulaşmış - ki bunun sorumlusu asla said nursi değildir - insanlara risale-i nurlarda hz aliye atfedilen tuhaf şeylerin varlığını,ebced hesabını ya da tasavvuf sapıklıkları barındırdığını anlatmak inanın bazen çok güç oluyor...
    internetin ilim noktasında ne kadar samimi ve gerçekçi oalbilidği noktasında hala tereddütler yaşıyorum hem ciddi tereddütler...
    kısa zamanda çok şey anlatma kaygısında oluyorum hep ve bu cümlelerime de yansıyor hep... samimiyete de inanmıyorum pek,aranızda istisnalar varsa da genel anlamda böyle düşünüyorum...

    daha önce tartışmış olmamın verdiği,karşımdaki insanlarda oluşmuş ÖNRED de beni zorluyor,bunun müsebbinbi biraz ben olsam da...

    yazıyı o yüzden uzatamadım...Artık çekingenliğim mi üzerimde bilemiyorum yani şahsi ve iç sebebler...

    bilen arkadaşlar varsa yazsın,hoş zaten yazılmış da az çok...

    ne diyeyim ki...Allah razı olsun uyarınız için... haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır...

    Birine bir soru sorulur da kişi bildiği halde buna cevap vermezse kıyamet günü ağzına ateşteb bir gem vurulur..bu bir hadis meali...

    beni sohbete götürüp de ,sırf şu yukarda yazdığım iki şeyden doalyı az sohbet karıştırmadım,mahcub etmedim beni misafir edenleri...

    hasılı kelam ... fazla işi muhabbete çevirmeden,böyle bir hususun dinde yeri olmadığını tekrar söylüyoruz...

    selam ve dua ile...

    muhabir bunu beğendi.
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.