Bir Aşkın Hesaplaşması!
Karanlık uzun bir yol, hava serinledi, saate bakmadım, kim bilir kaçtı? Beynimi kemiren düşüncelerden kurtulmam lazımdı. Arabaya atladım, bilinçsizce sürdüm. Sonunda kendimi, ait hissettiğim, ne zaman gelsem huzur dolduğum bu sahil kasabasında buldum.
Bir Aşkın Hesaplaşması!

Küçük bir otelin odasındayım. Balkondan, yüreğim kadar karanlık denize bakıyorum. Dalgakıranın ucunda yanıp sönen şu fener de olmasa, uzayda sonsuzluğa bakıyormuş hissi verecek. Neden buradayım? Çünkü aşka yakın durduğumda da uzağım. Yenik düştüm!
Siz çaresizlik nedir bilir misiniz? Hani ne yapsanız olmaz, her yolu denersiniz bir yere ulaşmak için ama yürüdüğünüz sokakların hepsi çıkmazdır. Aşamayacağınız duvarlarla örülmüş yol bitimlerinden geri dönersiniz. Umudunuz varsa, başka yollara koşarsınız, oradan olmazsa buradan, bir ışık ararsınız. Sonunda hiçbir yere ulaşmayan caddelerde nefes nefese koşmaktan yorulup, bir kaldırımın kenarına oturursunuz soluklanmak için. Gücünüz tükenmiştir. İşte, ben burada, o kaldırımdayım.
Hevesim kursağımda kaldı. Oysa ne büyük hayallerim vardı. Birlikte yaşlanacaktık mesela; sabah kahvaltılarında, “gazeteyi indir de yüzünü göreyim” diye sitem edecektim. Geceler boyu soluksuz sevişmeler yaşayacaktık. Ne zaman dokunsam, öpsem, içim titreyecekti. Hiç bozulmadan sevecektim. Aşkımı parçalamadan, çatlatmadan büyütecektim. En az, ilk gün kadar sevecektim. Zaman geçtikçe azalmayacaktı, tam tersi her uyandığımda yüzüne bakıp, yeniden ve daha çok aşık olacaktım. Beni kızdırdığında, naz yapacaktım. Gelip omzumdan öpecekti bulaşık yıkarken, belimden sarılıp, kulağıma sevdiğini fısıldayacaktı. Gülümseyecektim. Ne kızgınlığım kalacaktı, ne sitemim; kadın olmanın tadını çıkaracaktım. Yoldan topladığı papatyaları getirecekti iş dönüşü, ben de en sevdiği yemeği pişirecektim. Günün dedikodusunu yapacaktık sofrada, kitap okuyacaktık sonra koltuğa yayılıp; serin bir bahar akşamında battaniyeyi paylaşacaktık.
Ezan okunuyor. Bu gece de sabaha ulaşmak üzere fark etmeden. Kaç paket sigara, kaç hesaplaşma ve ne kadar gözyaşı sığabiliyor bir geceye, hayret! Güneşin kaybolduğu zamanlarda daha çok acı sıkışıyor gökyüzüne. Geceyi bu yüzden seviyorum, kollarında kim bilir benim gibi kaç kahretmiş saklıyor? Gözümden dökülen yaşlar klavyenin tuşlarını ıslatıyor. Bir sigara daha yaktım. Dumanını içime çektikçe sona yaklaşıyorum. Düşünüyorum, acaba şu sigara denen illet, kalbe aşktan fazla mı zarar veriyor? Bırakacaktım ama vazgeçtim. Ne de olsa yüreğimi daha çok kavuran bir şeyin tiryakisiyim, aşkın!
Buradan döndüğümde elimde bir kararım olmalı, ne yapacağım? Sabredip, emek verip, biraz daha aşk dilenciliği yaparak susmalı mıyım? Dayanırsam, düzelir mi? Çok çabalıyorum, bir adım bile ileri gidemiyorum. Tükeniyorum, hevesim sönüyor. Oysa her sabah tazelenmiş bir aşkla açıyorum telefonu, yine günaydın diyorum sevinçle ama olmadığında olmuyor işte! Özlemlerim bile soldu. Belki de ikimiz aynı aşka bakmıyoruzdur. Bu yürek hesaplaşması, ayrılmaktan da zor. Bitirmek ağrıma gidiyor. Böyle koyu bir aşkla doluyken yüreğim; ilgisizlikten, kırılmaktan, yoksunluktan kirlenmesi zoruma gidiyor. Göz kapaklarım ağırlaştı. Sızıp kalmak istiyorum, belki de hiç uyanmamak. Kim bilir bu yorgun kalp taşımaz bir günü daha? Bunca sarsıntıdan sonra, hala bir karar veremedim, gidecek miyim, kalacak mıyım? Bu aşk kitabının yazarı nerede yahu? Aklımla kalbim arasındaki hesaplaşma bitmedi hala. Bitecek gibi de durmuyor.
Şu çok sevdiğim filmde, kahramanın söylediği gibi basit aslında:“Aşkın muhasebe defteri yok. Alacağın varsa, kalbine yazacaksın!”