Büyük Islam Tarihi

HICRET -------------------------------------------------------------------------------- Bir yerden baska bir yere göç etmek. Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashabinin Islâm devletini kurmak üzere Mekke'den Medine'ye göç etmeleri. Rasûlullah Mekke'de teblig görevini sürdürürken Kureysliler de inkârlarinda ...


Ağaç Şeklinde Aç5Beğeni

  1. Alt 09-14-2008, 14:22 #21
    Sarax Mesajlar: 678
    HICRET


    --------------------------------------------------------------------------------

    Bir yerden baska bir yere göç etmek.

    Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashabinin Islâm devletini kurmak üzere Mekke'den Medine'ye göç etmeleri.

    Rasûlullah Mekke'de teblig görevini sürdürürken Kureysliler de inkârlarinda diretiyorlardi. Peygamberimiz teblig görevini Mekke'nin disina tasirmak istiyordu. Bu nedenle Taif'e gitti. Tâifliler de Kureysliler gibi inkârcilikta direnmisler ve Peygamberimizi tasa tutmuslardi. Peygamberimiz onlarin bu cahilce hareketleri karsisinda yilmamistir. Özellikle hacc mevsiminde Mekke disindan gelen insanlarla görüs üyor onlara Islâm'i anlatiyordu. Peygamberimiz bir gün Akâbe mevkiinde Medineli alti ki si ile karsilasti. Onlara Ku r'ân okudu ve Islâm'a davet etti. Medineliler Peygamberimizle konustuktan sonra durumu kendi aralarinda degerlendirdiler.

    "Yahûdilerin gelecegini bildikleri ve kendisiyle bizi korkuttuklari peygamber bu olmasin" dediler. Yahûdilerden önce müslüman olmanin geregine inanip müslüman oldular.

    Medine'de bulunan Yahudiler bir Peygamber'in gelecegini biliyorlardi. Medinelilerle aralan açilan Yahudiler onlara "Bir Peygamber gönderilmek üzeredir. O Peygamber gelince biz ona tabi olacagiz, Irem ve Âd kavimleri gibi sizin kökünüzü. kaziyacagiz" diyorlardi.

    Akabe'de Müslüman olan Medineliler memleketlerine gittiklerinde bu durumu yakinlarina aktardiktan bir yil sonra, daha önceki Müslümanlarla birlikte on iki kisilik bir topluluk Hacc için Mekke'ye geldi. Bunlar Peygamberimizle görüstü ve "hirsizlik yapmamak, zina etmemek, çocuklari öldürmemek, iftira etmemek, Allah ve Rasûlüne muhalefette bulunmamak hususunda" peygamberimize söz verip bey'at ettiler.

    Peygamberligin onüçüncü yilinda Medineli müslümanlardan yetmis iki kisilik bir grup hacc için Mekke'ye geldiler. Peygamberimizle Akabe mevkiinde görüsmek üzere toplandilar.

    Hz. Peygamber (s.a.s), amcasi Abbas'la birlikte Akabe'ye geldi. Abbas henüz müslüman olmamisti. Ebu Talib'in vefatindan sonra peygamberimizle daha çok ilgilenmeye baslamisti. Bu ilgi kabile bagindan ileriye gitmiyordu. Toplantida ilk konusmayi Abbâs yapti; "Ey Hazrec toplulugu, bu benim kardesimin ogludur. Benim yanimda insanlarin en sevgilisidir. Siz onu tasdik ediyor onun getirdiklerine inaniyor ve kendisini alip götürmek istiyorsaniz, sizden bu hususta beni tatmin edici bir söz almak isterim. Siz ona vereceginiz sözü yerine getirebilecek ve kendisini muhaliflerinden koruyabilecek misiniz? Bunu geregi gibi yaparsaniz ne iyi; yok eger Mekke'den çiktiktan sonra kendisini yardimsiz birakacak rüsvay edecekseniz simdiden bu isten vazgeçiniz, onu birakimi. Yine kavmi arasinda ve yurdunda izzet ve serefiyle korunmus olarak yasasin."

    Hz. Abbas'tan sonra Hz. Peygamber (s.a.s) konustu. Bundan sonra Medineli müslümanlar düsüncelerini söylece açikladilar: "Allah'tan getirdiklerine bilerek ve inanarak sana bey'at ediyoruz. Biz, Rabbimiza bey'at ediyoruz Allah'in kudret eli ellerimizin üzerindedir. Kendimizi, ogullarimizi, kadinlarimizi esirgeyip korudugumuz seylerden seni de, esirgeyip koruyacagiz. Eger bu ahdimizi bozarsak, Allah'in ahdini bozan, yaramaz, bedbaht insanlar olalim. Ya Rasûlallah! Biz ahdimizde sadikiz".

    Peygamberimiz iki sart ileri sürdü, "Rabbim için sartim: O'na hiç bir seyi ortak kosmamaniz yalniz O'na ibadet etmeniz, kendinizi, çocuklarinizi, kadinlarinizi esirgeyip korudugunuz seylerden, beni de esirgeyip korumanizdir" buyurdu. Medineliler: "Böyle yaptigimiz zaman bizim için ne var" dediler. Allah Rasûlü de: "Cennet var" buyurdular. Medineliler "bu kârli alis veristir" deyip Allah Rasûlüne bey'at ettiler.

    Mekke müsrikleri Akabe bey'atlariyla ilgili haberi alinca Allah Rasûlünü Mekke disina çikarmamak için önlemler almaya basladilar. Bir müddet sonra peygamberimiz müslümanlarin Medine'ye hicret etmelerine izin verdi. Ilk olarak Cahsogullari hicret ettiler. Bunlardan sonra Hz. Ömer hicret için önce silahini kusandi, Kâbe'yi tavaf etti. Çevrede bulunan müsriklere de hicret etmekte oldugunu bildirdi. "Anasini aglatmak karisini dul birakmak isteyen varsa beni izlesin" diyerek büyük bir grup sahabe ile birlikte hicret etti."

    Hz. Ömer'den sonra Hz. Hamza ve diger müslümanlar hicret ettiler.

    Hz. Ebû Bekir de hicret etmek istiyordu ancak, Peygamberimiz ona "acele etme, belki Allah sana bir arkadas bulur" diyerek beklemesini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir iki deve satin alip, hicret edecegi günü beklemeye basladi.

    Kureysliler müslümanlarin Medine'de tutunduklarini görünce telasa düstüler. Peygamberimizin hicretine engel olabilmek için Darü'n-Nedve adi verilen meclis binasinda toplandilar. Çesitli fikirler ve düsünceler ileri sürerek sonuçta Ebû Cehil'in düsüncesinde karar kildilar.

    Ebu Cehil, her kabileden bir delikanlinin seçilmesini, bunlarin hep birlikte Peygamberimizi öldürmelerini teklif etti. Böylece Abdi Menâçogullarinin bütün kabilelerle çarpisamayacagini, kan davasindan vazgeçeceklerini bildirdi.

    Onlar bu tip hileler düsünürlerken Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir'in evine vardi. Allah'in kendilerine hicret iznini verdigini bildirerek yol hazirliklarina baslanildi. Mekkelilere ait bazi emanetlerin sahiplerine teslim edilmesi ve müsrikleri yaniltmak amaciyla Hz. Ali'ye Peygamberimizin evinde kalmasi emredildi.

    Gecenin geç vaktinde müsrikler Peygamberimizin evini kusattilar. Allah Rasûlü Kur'ân okuyarak Allah'a siginmis böylece müsriklerin arasindan görünmeden geçmistir. Bir müddet sonra müsrikler Peygamberimizin yataginda yatanin Hz. Ali oldugunu görünce hayrete düsmüs ve tuzaklarinin bosa gittigini anlamislardir.

    Rasûlullah (s.a.s) Hz. Ebu Bekir'le birlikte Sevr Dagi'na dogru yol alip Hira magarasina gizlendiler. Bu dag Medine tarafinda degil, Cidde tarafinda Mekke'nin kuzey batisinda yer aliyordu. Müsrikleri sasirtmak için de böyle bir yola basvurulmustu.

    Müsrikler hz. Ali'yi ve Hz. Ebû Bekir'in kizi Esma'yi sikistirmis fakat bir sey ögrenememis lerdir. Iz sürenleri yanlarina aldilar; dag, tepe demeden her tarafi aradilar. Bir ara magaranin agzina kadar geldiler, magaranin önüne bir güvercinin hemen Rasûlullah'in oraya girmesinden sonra yuva yaptigini, örümcegin ag örttügünü görünce Allah Rasülünün magarada gizlenmesinin mümkün olabilecegini düsünemediler. Elleri bos olarak geri döndüler.

    Hz. Peygamber (s.a.s) ile Hz. Ebu Bekir bu magarada üç gün kaldilar. Hz. Ebu Bekir'in oglu Abdullah ve kizi Esma onlara yemek tasidilar. Hz. Ebu Bekir'in çobani da koyunlarini Abdullah'in geçtigi yerlere sürerek izlerini silmeye çalisti. Yol Kilavuzu Uraykit Peygamberimiz ve Hz. Ebubekir'in binecegi develeri getirdi. Peygamberimiz devenin ücretini Ebu Bekir'e ödeyerek yola koyuldular. Yolculukta geceleri yol aliyor, gündüzleri gizleniyorlardi.

    Kureysliler, Peygamberimizi bütün ugraslarina ragmen bulamayinca saskina döndüler. Onu bulana yüz deve vereceklerini vadettiler. Bu ödül herkesi heyecanlandirdi. Yüz deveye sahip olabilme ümidiyle her tarafi aramaya basladilar. Her yöne haberciler gönderildi. Bu habercilerden birisi de Süraka'nin yurduna gelmisti. Onlar da Allah Rasûlünü bulabilmek ve yüz deveye sahip olabilmek için firsat kolluyorlardi. Bir gün adamin birisi üç kisilik bir yolcu kabilesinin gitmekte oldugunu gördü. Bunu bir toplulukta anlatti. Süraka uyanik bir kimse idi. Adami yaniltmak ve sözü kesmek için onlar falancalardir dedi. Adam da kesin bir sey bilmediginden susmak zorunda kaldi. Bunun üzerine Süraka evine geldi. Atini ve oklarini hazirladi. Belirtilen yöne dogru hizla yol almaya basladi. Süraka kisa bir müddet sonra Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir'e yetisti. Onlara "bugün seni benden kim kurtarabilir" diye bagirdi. Peygamberimizin duasiyla Süraka'nin atinin ön ayaklari kuma gömüldü. Böylece Allah bu kutsî Medine yolculugunda Rasûlünü yalniz birakmamis ve onu tehlikelere karsi bir kez daha korumustu.

    Atinin kuma gömülmesi sonucunda gerçegi anlayan Süraka affini rica etti. Peygamberimiz de ona dua ederek affetti. Süraka minnet altinda kalmak istemiyordu. Peygamberimize ikramda bulunmak istiyordu. Peygamberimiz de onun hiç bir ikramini kabul etmek istemedi. Ikraminin kabul edilebilmesi için müslüman olmasinin gerektigini ögrendi ve müslüman oldu.

    Kureys'in vadettigi yüz deveye sahip olmak isteyenlerden birisi de Büreyd idi. O da kendi kabilesinden yetmis atli ile yola çikmis, Peygamberimize yetismisti. Ancak bütün gayretlerine ragmen muvaffak olamamis sonuçta Büreyd'e Islâm teblig edildi. Büreyd ve yanindakiler müslüman oldular. Büreyd, peygamberimi zin Medine'ye bayraksiz girmesinin uygun olmayacagini düsünerek, basindan sarigini çikardi, mizraginin ucuna bagladi, böylece Medine'ye kadar Peygamberimizin bayraktarligini yapmis oldu.

    Peygamberimizin Mekke'den çiktigini duyan Medine'deki müslümanlar yollari gözlüyorlardi. Her gün günesin dogumundan önce Harra mevkiine çikiyorlar, sicak bastirincaya kadar bekliyorlardi. Bir gün Yahudi'nin birisi bir isiyle ilgili olarak yüksek bir kuleye çikip etrafi gözetlemeye baslamisti. Peygamberimizin ve arkadaslarinin gelmekte oldugunu gördü. Kendisini tutamayarak heyecanla " ey Arap toplulugu! Iste nasibiniz, devletliniz, beklediginiz ulu kisiniz geliyor" diyerek Rasûlullah'in geldigini onlara haber verdi.

    Medineliler yollara dökülüp Peygamberimizi karsiladilar. Peygamberimiz burada bir müddet kaldi ve Kuba Mescidi'ni insa ettirdi. Hz. Ali de Kuba'da Rasûlulah'a yetisti.

    Süheyb b. Sinan da hicret etmek için yola çikmisti. Kureysliler onun yolunu çevirdiler, göndermek istemediler. Süheyb, biriktirdigi bütün serveti Kureyslilere birakmak sartiyla yoluna devam etti.

    Peygamberimiz bir kaç gün sonra Medine'ye hareket etti. Hareketinden önce Neccârogullarina kendisini Medine'ye götürmeleri için haber gönderdigi de rivayet edilmektedir. Abdulmuttalib'in annesi Neccarogullarinin kiziydi. Dolayisiyla Neccarogullari Abdulmuttalib'in dayilari oluyordu.

    Neccarogullari Peygamberimizi Medine'ye götürdüler. Halk Peygamberimizi agirlamak için can atiyordu. Allah Rasûlü hiç kimseyi kirmak istemiyordu. " Devenin yolunu açiniz. Nereye çökecegi ona buyrulmustur" diyordu. Deve bos bir araziye çöktü. Peygamberimiz bu araziye akrabalarindan kimin evinin yakin oldugunu sordu. Böylece Neccarogularindan Ebu Eyyûb El-Ensâri'nin evine misafir oldu.

    Hz. Peygamber (s.a.s)'in Medine'ye gelisi Medineli mü'minleri büyük bir sevince bogdu.

    Bütün mü'minler, evlerinin damina çikmis; gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüsler "Yâ Rasûlallah! Yâ Muhammed! Yâ Rasûlallah!" diyerek bagiriyorlardi. (Müslim, Sahih, VIII, 237). Çocuklar ve hizmetçiler, yollarda ve damlarda "Rasûlullah geldi! Allahû ekber! Muhammed geldi! Allahû ekber! Muhammed geldi! Allahu ekber, Muhammed geldi! diyorlar, Habesliler de, sevinçlerinden kiliç kalkan oynuyorlardi (Ebû Davud Sünen, II, 579)

    Kadinlar ve çocuklar, hep bir agizdan: "Vedâ tepelerinden dolunay dogdu bize! Allah'a yalvaran oldukça, sükür etmek gerekir halimize, Ey bize gönderilen Peygamber! Sen boyun egmemiz gereken bir emr ile geldin bize" diye siirler okuyorlardi (Semhudî, Vefaü'l-Vefa, I,187, Halebi insanü'l-Uyun, II, 58).

    Berâ' b. Âzib: "Peygamber (s.a.s) Medine'ye gelince, Medinelilerin Rasûlullah'a sevindikleri kadar hiç bir seye sevindiklerini görmedim demistir.

    Enes b. Mâlik de: "Ben, Rasûlullah'in Medine'ye girdigi günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim" der (Ibn Sâ'd, Tabakat, I, 233, 234).

    Rasûlullah Medine'ye varinca mü'minlerin her biri kendi evinde agirlamak istediler ve bu konuda yarisircasina hareket ettiler. Rasûlullah'i misafir edebilmek için devesinin önüne geçiyorlardi. Efendimiz onlara "Devenin yolunu açiniz! Nereye çökecegi ona emir buyurulmustur" diyordu (Semhûdî-Vefâü'l-Vefâ, I,183).


    TARIHTE HICRET: HZ. IBRAHIM (A.S)'IN HICRETI:

    Hz. Ibrahim, kendi kavmine Allah'in dinini anlatmada hiç bir engel tanimamis, Nemrut'un zorbaligina boyun egmemis, bir bir iskencelere maruz kalmasina ragmen yolundan dönmemistir. Fakat O'nun bütün gayretleri bir netice dogurmamis ve toplumunu küfür batakligindan çekip almamistir. Artik netice belli olmustur; kavmi kendi dogrultusunda gitmektedir. Hz. Ibrahim de tevhid üz ere yoluna devam etmektedir.

    Hz. Ibrahim kavminin iman etmesine imkân ve ihtimal kalmadigini anlarinca, sapiklik ve küfür diyarindan uzak kalmak amaciyla, her seyiyle yalniz Allah'a kulluk edebilmek için hicret etmistir (Elmalili Muhammed Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'ân Dili, II, 1437).

    Hz. Peygamber (s.a.s) de söyle buyurmustur: "Her kim diniyle bir yerden bir yere hicret ederse, gittigi yer bir kars i yer de olsa Cennet'te Ibrahim ve Muhammed (s.a.s) onun arkadasi olur."

    ASHAB-I KEHF'IN HICRETI:

    Batil düzenler, gerçekten Hakk'a inananlara hayat hakki tanimak istemezler. Onlar gerektiginde bütün zulüm mekanizmalarini inananlarin aleyhine çalistirmaktan geri durmazlar. Çünkü, yarasanin isiktan ürktügü gibi, onlar da inananlarin gerçekleri ve mutlak dogrulari gözleri önüne sermeleri böylece kendi menfaatlerinin ortadan kalkmasindan, ilahlik davalarinin sahteliginin ortaya çikmasindan, sömürü çarklarinin durmasindan endiselenirler, korkarlar. Tarih boyunca inananlara zâlim düzenler eliyle yapilan zulüm, baski ve siddetin asil nedeni budur. Bugün yeryüzünün her bölgesinde müslümanlar üzerindeki baski ve terör bundan kaynaklanmaktadir.

    Kur'ân-i Kerîm Ashab-i Kehf'ten: "Rablerine inanan gençler" (el-Kehf, 18/13) olarak söz etmektedir. Bunun üzerine; "Allah da onlarin hidayetlerini artirmisti". Ashab-i Kehf'in, kavimleri Allah'tan baska tanrilara taptiklari için onlardan uzaklasmalarini Kur'ân övgüyle anlatmaktadir. Onlar bu davranislariyla dogru yolu bulman ve Allah'in rahmetine kavusmayi gaye edinmislerdi.

    "... Sunlar, su bizim kavmimiz, Ondan (Allah'dan) baska tanrilar edindiler. Bunlarin üzerine bari açik bir delil getirseydiler ya? Artik yalan yere Allah 'a karsi iftira edenlerden daha zâlim kimdir?" dediklerinde, onlarin kalplerini (sabir ve sebat ile hakka) baglamistik."

    (Birbirlerine söyle demislerdi):

    "Madem ki siz onlardan ve Allah'tan baska tapmis olduklarindan ayrildiniz, o halde magaraya (çekilip) siginin ki; Rabbiniz size rahmetinden genislik versin, isinizden de size fayda hazirlasin " (el Kehf,18/ 14,16) Böylece onlar, zâlim bir toplum içinde yasayip, dinlerini açiga vuramamaktansa magaraya çekilip orada inançlarini yasamayi tercih etmisler ve son derece az olduklari için, mevcut düzene karsi duramayacaklarini anlamis bulunuyorlardi.

    HABESISTAN'A HICRET:

    Islâm'in ilk yillarinda, sahabîlerin önemli bir kismina ve özellikle zayif ve kimsesizlere, "Rabbiniz Allah'tir" demeleri nedeniyle sayisiz zulümler uygulaniyor, dinlerinden vazgeçirmeleri için onlara büyük baskilar yapiliyordu. Peygamber Efendimiz, sayilari yüzü bulan sahabiye Habesistan'a hicret etmelerini tavsiye etti. Orada kendilerini himaye edecek iyi niyetli bir hükümdarin varligindan söz etti. Bunun üzerine Habesistan'a iki defa hicret edildi.

    Mekke o siralarda gerçekten Islâm gibi e ssiz, tevhide dayali yüce bir inanç ve hayat düzenini kabul edenler için agir sartlari bulunan bir ortamdi. Habes istan'da da Islâmî bir düzenin varligindan söz edilemezdi ama. en azindan orada dini hürriyet vardi ve zulüm yoktu. Diger taraftan Islâm ülkesi diyebilecegimiz bir yerin de varligi söz konusu degildi. Henüz böyle bir tesebbüse girebilmek için gerekli sart ve imkanlardan da müslümanlar tamamiyla mahrum bulunuyorlardi. Bu nedenle Dârü'l- Küfr olan Mekke'yi birakip Darü'l-Emin (güven ülkesi)'e göç için bir izin verilmis oluyordu...

    HICRETIN HÜKMÜ:

    Kur'ân'in bir çok âyeti hicretten, hicretin gereginden, hicret edenlerden ve etmeyenlerden... söz eder.

    Hicretin ne denli önemli olduguna su âyetler gayet açik bir sekilde isaret etmektedir:

    "Öz nefislerinin zâlimleri olarak canlarini alacagi kimselere melekler derler ki: "Ne iste idiniz?" Onlar: "Biz yeryüzünde dinin emirlerini uygulamaktan aciz kimseler idik" derler. Melekler de: "Allah'in arzi genis degil miydi? Siz de oradan hicret etseydiniz ya" derler. Iste onlar böyle. Onlarin barinaklari Cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. Erkeklerden, kadinlardan, çocuklardan zayif ve acz içinde birakilip da hiçbir Çareye gücü yetmeyen ve (hicret) için bir yol bulamayanlar müstesna" (en-Nisâ, 4/97, 98).

    Bu âyetlerin inis sebebi hakkinda Ibn Abbas (r.a) sunu nakletmektedir:

    "Peygamber (s.a.s) zamaninda bazi müslümanlar müsriklerle birlikte durup onlarin sayilarinin artmalarina neden oluyorlardi. (savas sirasinda) ok, onlardan bazilarina isabet edebiliyor veya boynu vurulup öldürülebiliyordu. Bunun üzerine bu ayetler nazil oldu. Yine Ibn Abbas (r.a.)'in rivayet ettigine göre; bir kisim Mekkeliler Islâm'a girmi s, fakat müslümanliklarini açiga vurmamislardi. Bedir savasi gününde müsrikler onlari da beraberlerinde savasa götürdüler ve bazilari bu savasta öldü. Müslümanlar bunun üzerine: "Bizim arkadaslarimiz müslüman idiler, savas a zorla sokuldular" deyip, onlara Allah'tan magfiret dilediler. Bunun üzerine bu âyetler nazil oldu" (Ibn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, I, 542).

    Demek ki mü'minler, bu gibi durumlard a "biz Islâm'i ayakta tutamayacak kadar zayif kimseler idik" demekle kendilerini kurtaramayacaklardir. Çünkü bunlar Islâm'i tamamiyle yasayabilmek için herhangi bir tesebbüste bulunmamislar ve böylece "kendilerine zulm etmislerdir" fakat, gerçekten hicret edemeyecek durumda bulunan zayif kimseler bundan müstesnadir.

    Bu âyetler, müsrikler arasinda bulunup da dinini ayakta tutamayan herkesi kapsamaktadir. Hicret edebilecek durumda olup da hicret etmeyenlerin, kendi nefislerine zulmetmis olduklari ve bu ayetin hükmüne göre, haram isledikleri icmâ ile kabul edilmis tir (Ibn Kesîr Tefsîr, I, 542). Bu hüküm kiyamete kadar bakîdir ve genel bir hükümdür. Herhangi bir durum onu, dinini yas ayabilecegi, inancinin gereklerini yerine getirebilecegi Darü'l-Islam'a hicret etmekten alikoymaz.

    Hanbelî hukukçulara göre bir kimsenin, Darü'l- Harp'te dinini açiga vurup yasayabiliyor bile olsa, müslümanlarin sayisini çogaltmak ve cihada katilabilmek için Dârü'l-Islâm'a hicret etmesi sünnet olur. Hanefi mezhebinde ise küfür diyarindan Islâm diyarina hicret etmek vaciptir. S âfiîlerden el-Mâverdî'ye göre de, müslüman herhangi bir küfür beldesinde dinini açiga vurabiliyorsa, orasi onunla Daru'l-Islâm olmu s olur. Orada durmak, hicret etmekten daha iyidir. Çünkü böylelikle kendisinden baskalarinin,da Islâm'a girmeleri umulabilir. Ancak el-Mâverdî'nin bu görü süyle, konu ile ilgili olarak Darü'l-Harp'ta kalmayi haram kilan ayet ve hadisler arasindaki aykirilik açiktir. Hicret hükmü, Darü'l-Harp'te müslüman olup oradan uzaklasabilecek güçte olan herkes için geçerlidir (es-Sevkânî, Neylü'l-Evtâr, VIII, 28, 29). Darü'l-Harp'ten hicret etmenin, herhangi bir ma'siyetin is lenmesi veya herhangi bir emrin yerine getirilmemesi veya Islâm devlet baskaninin istemesiyle vacip olacagi konusunda icmâ' vardir (es-Sevkânî, a.g.e., VIII, 29).

    Kisi "ben hicret edecegim ama, gidecegim yer tanimadigim, yabancisi oldugum bir yerdir. Acaba orada geçimimi saglayabilecek miyim? Sonra ne zaman gelecegi bilinmeyen ölüm, beni yolda yakalarsa hicret etmis sayilabilir miyim..." gibi bir takim düsünceleri içinden geçirebilir. Ancak bunlar yersiz düsüncelerdir. Çünkü: "Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek, barinacak bir çok yerler bulur, genislik de bulur. Kim evinden Allah ve Rasûlüne muhâcir olarak çikip da sonra yolda ölürse, onun mükâfati Allah'a aittir (en-Nisâ, 4/1II). Bu bakimdan ne rizik endisesi ne de "yolda ölüm" düsüncesiyle farz olan hicretten geri kalamaz.

    Yeryüzü iman-küfür mücadelesinin alanidir. Bu mücadelede kimi zaman iman bazan da küfür egemen olmustur. Mü'minler Islâmî kimliklerini yitirdikleri, imanî zaaflara düs tükleri, Islâmi ilimlerin yeterince tahsil edilmedigi ve cehaletin yayginlas tigi dönemlerde küfür Islâm'a gâlib gelecektir. Islâmî ilimlerin çok iyi bilindigi, Islâm'in yasandigi, imanin kalb atislarinda bile hissedildigi dönemlerde ise kuskusuz Islâm egemen olacaktir.

    Islâm'in ve küfrün egemenligi ya da seytana zaman zaman firsat verilmesi insanin ve yeryüzünün kanunu hükmündedir. Dolayisiyla mü'minler Islâm'in egemen olmadigi toplu mlarda yasama durumunda kalabilirler. Bundan dolayi hicret zaman zaman gündeme gelebilir. Hicret dönemi asla kapanmaz, Mekke'nin de fethinden sonra hicret gündeme getirilemez; hicret tarihin belirli bir dönemine ait bir olay degildir. Hicret süreklilik arzeder ve kiyamete kadar kaimdir.

    Mekke'nin fethedildigi gün Abdurrahman b. Safvan (r.a) babasini getirerek, Rasûlullah'a babasinin da hicret sevabindan payini almasini istedigini bildirdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Artik hicret yoktur" diye cevap verir. Rasûlullah'i bu konuda yumusatmak amaciyla, amcasi Hz. Abbâs'in yanina gider ve bu konuda kendisine yardimci olmasini ister. Hz. Abbâs .(r.a), Peygamber (s.a.s)'e "Allah askina kabul et" derse de, Hz. Rasûlullah su cevabi verir: " Amcamin yeminini yerine getiririm, ama hicret yoktur" Hadîsin râvilerinden olan Yezid b. Ziyâd: "Halki Islâm'in egemenligi altina girmis bulunan bir yerden hicret edilemez, demek istiyor" diye hadisi açiklamis tir (Ibn Mace Keffâret).

    Burada görüldügü gibi Mekke'den hicret etmek artik söz konusu degildir. Çünkü, hicretten maksat gerçeklesmis bulunuyor. Artik Mekke'nin kendisi fethedilmek suretiyle Darü'l-Islâm olmu s ve Islâm'in bütünüyle hayata yansiyacagi bir yer haline gelmistir. Allah'tan baska hiçbir varligin hâkimiyetinden söz edilemeyecektir.

    Diger bir kisim hadislerde ise, hicretin sürekliliginden söz edilmektedir:

    "Kâfirlerle savasildikça hicretin sonu gelmeyecektir (es-Sevkânî a.g.e., VIII, 27). "Hicretten sonra hicret olacaktir. Yeryüzünün en hayirlilari, Hz. Ibrahim'in hicretini kendisine örnek alanlardir" (Ebû Davûd, Cihad).

    Bu hadislerden anlasildigina göre, Islâm hâkim oldugu bir yerden hicret etmenin farz veya vâcib olmasi söz konusu degildir. Ancak Darü'l-Harb'den Darü'l-Islâm'a hicret etmemin vucûbu kiyamete kadardir. Ebu Bekr Ibnü'l-Arabî: "Hicret, Peygamber (s.a.s) zamaninda farz idi. Kendi dini veya nefsi için korkusu olan herkese farz olarak devam etmektedir. Kesilen hicret Mekke'nin fethinden sonra, Mekke'den Medine'ye olan hicrettir" (es-Sevkânî a.g.e., VIII, 29) der.

    Hicretin hayata yansimasinda genel etkenlerden biri de Islâm devlet ba skanidir. Halife, mü'minlerin bir yerden bir yere hicret etmelerini isteyebilir. Mü'minler de buna aymak zorundadirlar. Zira müslümanlar Halifenin Islâm'a muhalif olmayan bütün emirlerine uymak zorundadirlar. Hilafet, Islâm'in bütün hükümlerinin direkt ya da dolayli olarak baglantili oldugu bir müessesedir.

    Peygamber Efendimiz, bazan büyük kalabaliklari bile hicret edip etmemekle serbest birakmistir. Gönderdigi askerî müfreze (seriyye) kumandanlarina verdigi tâlimât arasinda s unlari da görmekteyiz: ".. Onlari Islâm'a davet et. Kabul ederlerse, sen de bunu kabul et ve onlarla sava sma. Sonra bulunduklari yerden muhâcirlerin yurduna hicret etmelerini iste. Bunu yaptiklarinda do muhacirlerin leh ve aleyhlerinde olanin, kendilerinin de leh ve aleyhlerine olacagini bildir. Eger hicret etmeyecek olurlarsa, durumlarinin bedevî müslümanlarin aynisi olacagini onlara bildir. Onlara mü'minlere uygulanan Allah'in hükümleri uygulanacok, ancak müslümanlarla birlikte cihada katilmadikça fey' ve ganimetten pay alamayacaklardi r" (Ibn Kesîr, Tefsîr, III, 329).

    Hicretin devlet politikasinda önemli bir yeri olmalidir. Islâm Devleti, durumuna göre hicretle ilgili bir takim düzenlemelere girismek zorundadir.

    Bu gibi istisnâî durumlarin maksat ve nedenleri arastirildiginda bazi zümrelerin bundan istisna edilmesi de tamamen toplumun iyilik ve hayriyla yakindan ilgilidir. Mesela: Müzeyne, Medine'nin 35 km. uzagindaydi ve yüzlerce savasçiya sahipti. Bunlarin bulunduklari topraklarda birakilmasi, Islâm Devlet topraklarini genisletme maksadini tas iyordu. Bunlarin Islâm ülkesine hicret etmeleri birçok iktisâdî zorluklarin dogmasina neden olacak ve terkedilmis verimli topraklar ve sular, yabancilari ve belki de Islâm düsmanlari tarafindan is gal edilecekti (Muhammed Hamidullah, Islam Peygamberi, II, 277, 278). Bu bakimdan Peygamber Efendimiz Islâm devleti sinirlarinin genislemesi ve müslümanlarin savas gücünün artirilmasi noktasindan hareket etmis ve duruma göre hicret üzerinde durmustur. Hicretin diger bir amaci da; Islâm devletinin gücünü art tirmaktir.

    HICRET EDENLER VE ECIRLERI:

    Allah (c.c) için yapilan her hareket, tavir ve söz'ün karsiliksiz kalmasi mümkün degildir. Allah için bulundugu yeri, bin bir zorluk altinda terk eden ve bununla Islâm'i daha iyi yasamayi, Allah'a daha mükemmel bir sekilde kullukta bulunmayi amaçlayan bir kimsenin eli bos döndürülmesi düsünülemez. Allah (c.c) Kur'ân-i Kerîm'de, hicret edenlere müjdeler vermektedir:

    "Muhakkak iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler, iste onlar, Allah'in rahmetini umabilirler" (el-Bakara, 2/ 219; et-Tevbe, 9/2I).

    "Muhacir ve ensardan daha önce iman etmis olanlarla (sonradan) onlara ihsan ile uyanlardan Allah razi olmustur. Ve onlar da Allah (in kendilerine verdigi nimet ve sevap)dan razi olmuslardir. Onlar o cennetlerde ebedî kalicidirlar" (et-Tevbe, 9/1II).

    "(Kendilerine) Zulmettikten sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada iyi bir sekilde yerlestirecegiz elbette, ahiretteki ecir (leri) ise daha büyüktür. Keske ölmüs olsalardi" (en-Nahl, 16/41).

    Amr b. el-Âs (r.a), Rasûlullah'a kendisinin günahlarinin affedilmesi sartiyla bey'at edecegini söyleyince, Rasûlullah'tan su cevabi aldigini anlatmisti: "Sen Islâm'in kendisinden (yani kisi müslüman olmadan) önce islemis günahlari yok ettigini bilmiyor muydun? Hicretin ve haccin da ayni sekilde (bunlar yapilmadan önce) islenmis günahlari silip süpürdügünü bilmiyor muydun?"

    Allah, bütün yeryüzünün ve tüm kâinatin biricik ve mutlak sahibidir. Bütün varlik âlemini insan için yaratan ve onlari insanin emrine veren Allah'tir. Insan ise; kendisine kulluk etmek, Islâm düzenini gerekleriyle birlikte, noksansiz olarak yasamak için yaratilmistir. Bundan yüz çevirenleri cezalandiracak, sudan bahanelerle ibadetten geri kalanlarin mazeretlerini kabul etmeyecektir. Ve bu mazeretler onlari kendi nefislerine zulüm etmis olmaktan" kurtaramayacaktir. Bu konuda Allahu Teâlâ kullarina söyle seslenmektedir:

    "Ey inanmis olan kullarim, muhakkak, benim mülküm olan yeryüzü (çok) genistir. O halde (suna buna degil de) yalniz bana ibadet edin (el-Ankebût; 29/56).

    Bu ayetin, Islâm'i açikça ya sayamayan Mekkeli, güçsüz bir kisim müslüman hakkinda nazil oldugu bildirilmektedir.

    Bu ayet, Allah'in inanan kullarina, dinlerini açiga vurup yasayamadiklari bir yerden, onu kolayca yasayabilecekleri baska bir yere hicret etmeleri için bir emirdir. Rasûlullah (s.a.s) söyle buyurmustur: "Memleketler, Allah'in memleketleridir. Kullar da Allah'in kullaridir. Nerede hayir bulursan orada yerle" ( Ibn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'âni'l Azim, II,14). Bütün insanlar Allah'in kuludur ve yeryüzü de Allah'indir, bütün genisligiyle yalniz onundur. Arz bütün insanlari içine alacak kadar genistir. O halde insan bulundugu yerde dininî, bütünüyle Allah'in emirlerini yasayamiyor, bu konuda zorluklarla karsi karsiya birakiliyor, Allah'tan baska her seye ve herkese kul olmasi için zorlaniyor ve bu telkin yapiliyorsa orasi müslümanin yasayabilecegi yer degildir. Yasayabilecegi yeri aramali ve bulmalidir. "Bütün yeryüzü Allah'in olduktan sonra, onun Allah indinde en çok sevileni kullarinin yalniz kendisine ibadet ettikleri yerdir."

    Islâm'da hiç bir sey putlastirilamaz, isterse, bu içinde dogup büyüdügümüz, yakinlarimizin malimizin, ticaretimizin, aci tatli her türlü hatiralarimizin ve daha nice güzel seylerimizin bulundugu yer olsun. Müslüman nerede inancini yasayabiliyorsa, vatani orasidir. "Kisinin bulundugu memlekette yalniz Allah'a ibadet etmek kolay olmaz; dinini açiga vurmakta zorluklarla karsilasir, daralirsa, orada baglanip kalmamali, ibadetlerini serbest yapabilecegi yere gitmelidir. Hicret edip o darliktan genislige çikmak için ne gerekiyorsa yapmak ve Allah'a kulluk etmek mü'minin prensibi olmalidir" (Elmali, U.H. Y. Hak Dinî Kur'ân Dili, V, 3790).

    Kaynak: Islam tarihi

  2. Alt 09-14-2008, 14:22 #22
    Sarax Mesajlar: 678
    HİCRET'İN İSLÂM TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

    Şükrü ÖZBUĞDAY

    Hicret, İslâm tarihinin en önemli olayıdır. Hicret, Müslümanları, müşriklerin zulmünden kurtarmış, İslâm'a yayılma imkânı
    sağlamış, böylece İslâm inkılâbının başlanğıcı olmuştur. Bu itibârla olaydan 17 yıl sonra, Hz. Ömer'in halifeliği esnâsında, Hz. Peygamber'in hicret ettiği yılın 1 Muharrem'i olan 16 Temmuz 622 tarihi "Hicri-Kamerî Takvim" için "takvim başı" olarak kabul edilmiştir.
    Bilindiği gibi Hz. Peygamber, Mekke şehrinde doğmuştur. Yüce Allah, O'nu burada peygamber olarak görevlendirmiştir.
    Görevinin gereği olarak, "(Önce) en yakın akrabalarını uyar." (1) âyet-i kerimesi gereğince, yakınlarından başlamak üzere,
    insanları İslâm'a davet etmeye başlamıştır. Kendilerini İslâm'a da'vet ettiği kimseler O'nu, el-Emin = güvenilir kişi olarak
    tanıyorlardı. O'nun dürüstlüğü ve ahlâkî üstünlüğü üzerinde ittifak halinde idiler. Kendisinin Allah tarafından gönderilmiş ve
    görevlendirilmiş Peygamber olduğunu duyunca, O'na inanmaya ve etrafında toplanmaya başladılar. Müslümanların sayısı
    günden güne artıyor ve İslâmiyet hızla yayılıyordu. Ancak Mekke'de Kureyş kabilesinin ileri gelenleri bundan endişe duyuyor, toplum üzerindeki hâkimiyetlerini kaybedeceklerinden korktukları için O'na engel olmaya çalışıyorlardı. Bunun için
    Peygamberimize ve O'na inananlara amansız düşman kesilmişlerdi. Müslümanlara zulmediyor, akıl almaz işkenceler
    yapıyorlardı. Hz. Peygamber, Mekkelilerin kendisine ve Müslümanlara karşı takındıkları tavır karşısında, hiçbir zaman yılmadı, doğacağına kesinlikle inandığı İslâm güneşine, başka ufuklar aramayı düşündü.
    Müşriklerin, tahammülü çok ğüç olan bu zulümleri karşısında, Mekke'de Müslümanlar korunamaz hale gemişlerdi. Bu sebeple
    Müslümanların Medine'ye hicret etmeleri kararlaştırılmıştı. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) ; "Sizin hicret edeceğiniz yerin iki
    kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi..." (2) diyerek, Müslümanların Medine'ye hicretlerine izin verdi.
    Böylece Peygamberliğin 13'üncü yılının ilk ayı Muharrem'de (Temmuz 622) Medine'ye hicret başlamış oldu.
    Kâbe'ye yapılan senelik hac görevi, Arap yarımadasının bütün noktalarından Arapları Mekke'ye getiriyordu. Hz. Peygamber,
    bu sefer, kendisine sığınma imkânı ve peygamberlik vazifesini yerine getirme izni verecek bir kabile bulup, iknâ etmenin yollarını aradı. Birbiri ardınca, yanlarına gittiği onbeş kabilenin temsilcilerinin hepsi de az çok kaba bir şekilde kendisini geri çevirdiler.
    Umudunu hiç kaybetmedi, son olarak yarım düzine kadar Medineli ile karşılaştı. Yahudi ve Hristiyanların komşuları olan bu
    kişiler, Peygamberler ve ilâhi vahiyler kavramına yabancı değillerdi, üstelik onlar, bu kutsal kitap sahiplerinin, bir Peygamberin, son bir tesellicinin gelmesini beklediklerini de biliyorlardı. O yüzden bu konuda başkalarından önce davranmak fırsatını kaçırmak istemediler, derhal Hz. Muhammed'e inandılar, kendisine Medine'de diğer inananlar bulmaya çalışacakları ve gereken desteği vereceklerine dâir söz verdiler. Ertesi yıl oniki kadar Medineli kendisine bağlılık yemini ettiler ve İslâm'ı öğretecek bir öğretmen-dâvetçi istediler. Bu görevi üzerine alan Mus'ab, bu işte hayli başarılı oldu ve bir sonraki sene Mekke'ye hac sırasında yeni müslüman olmuş, yetmiş üç kişilik bir kafile gönderdi. Bunlar Hz. Peygamberi ve diğer Mekkeli Müslümanları kendi şehirlerine göç etmeye dâvet ettiler, onları koruyacakları ve kendi aile bireyleriymiş gibi bağırlarına basacakları sözü verdiler. Böylece Müslümanların en büyük kısmı gizlice ve küçük gruplar halinde Medine'ye hicret etti, (3) Kısa zamanda, Mekke'li Müslümanların hemen hepsi Medine'ye göç etti. Yanlızca Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali'yi, Hz. Peygamber Mekke'de alıkoymuştu.
    Böylece İslâmiyet Medine'de de yayılmaya başladı. Bu durum Kureyş ileri gelenlerini daha da telâşlandırdı. Medine'nin
    kuvvetli bir İslâm merkezi haline gelmesinin aleyhlerine olacağını anladılar. Konuyu tartışmak ve bir hal çâresi bulmak üzere
    "Dâru'n - Nedve" denilen yerde toplandılar. Uzun uzun görüştüler ve tartıştılar. Sonunda kendilerine kurtuluş yolunu
    göstermekten, dünya ve ahirette mutlu olmaları için çaba harcamaktan başka bir şey yapmayan, Peygamberimiz (s.a.s.)'i
    öldürmeye karar verdiler. Kendilerince çok gizli olarak aldıkları bu karar ve plânlarından Kur'an-ı Kerimde şöyle
    bahsedilmektedir; "İnkâr edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Allah düzen yapanların en iyisidir." (4)
    Müşriklerin bu korkunç plânlarını Cebrâil (a.s.) Peygamberimiz'e haber verdi: "Bu gece, her zaman yatmakta olduğun
    yatağında yatmayacaksın, evini terk edeceksin..." dedi. Böylece Hz. Peygamber'e hicret için izin verildi. Peygamberimiz Hz.
    Ali'yi çağırdı: "Ben Medine'ye gidiyorum. Sen bu gece benim yatağımda yat, hırkamı üstüne ört. Müşrikler beni yatıyor
    sansınlar, onlara bir şey sezdirme. Sabahleyin şu emânetleri sahiplerine ver. Ondan sonra sen de hemen gel" dedi.
    Ortalık kararınca, Kureyş'in seçme cânileri evin etrafını sardılar. Sabahleyin evinden çıkarken hep birden saldırıp
    öldüreceklerdi. Hz. Ali, Rasûl-i Ekrem'in yatağına yattı. Hz. Peygamber eline bir avuç kum alıp evini çeviren müşriklerin
    üzerine saçtı. Saçılan kum taneleri, cânilerden her birine isâbet etmiş, hepsi de derin bir uykuya dalmışlardı. Peygamberimiz
    (s.a.s.) "Yâ-sin " Süresi'nin şu anlamdaki âyetini okuyarak aralarından geçip gitti: "Biz onların önlerine ve arkalarına birer
    sed çektik, böylece gözlerini perdeledik. Onlar artık elbette görmezler." (5)
    Rasûlü Ekrem gece evinden ayrıldıktan sonra Kabe'yi tavaf etti. Sonra doğduğu yerden ayrılış hüznünü ifade eden şu sözleri
    söyledi. "Ey Mekke! Sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı ve en bana sevimli yerisin. Eğer çıkmak zorunda
    bırakılmasaydım senden ayrılmazdım." (6) Ertesi gün öğle sıcağında Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Allah'ın emriyle beraber
    Medine'ye hicret edeceklerini bildirdi.
    Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Hz. Ebû Bekir'le birlikte Mekke'den çıkıp, Sevr Dağı'na gelerek oradaki
    mağarada saklandılar. Kureyş'in araması bitinceye kadar, üç gün üç gece mağarada kaldılar. Hz. Peygamber'i ve Ebû
    Bekir'i arayanlar, iz sürerek nihâyet Sevr'deki mağaranın ağzına kadar geldiler. Ayak sesleri ve konuşmaları içeriden
    duyuluyordu. Hz. Ebû Bekir, başını kaldırdığı zaman onların ayaklarını görmüş ve heyecanla: "Ya Resûlâllah, eğilip baksalar,
    bizi görecekler" demişti, bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Korkma, Allah'ın yardımı bizimledir. (7) İki yoldaş ki,
    üçüncüsü Allah'tır, hiç endişe edilir mi?" buyurdu.(8)
    Takipçiler Sevr dağına henüz çıkmadan, bir örümcek mağaranın ağzına ağ örmüş, bir çift beyaz güvercin yuva yapıp yumurt-
    lamıştı. Bu durumda Kureyşliler, mağaranın içine bakmanın ahmaklık olacağını düşünerek bırakıp gittiler.
    Resûlüllah'a ilk vahiy Hîra (Nûr) dağındaki mağarada gelmişti. Hiradaki mağara ile Serv'deki mağara arasında geçen müddet,
    Hz.Peygamberin, Peygamberlik hayatının Mekke devrini teşkil etmişti. Sevr dağındaki mağaradan başlayan hicret ise, Mekke
    devrinin sonu, Medine devrinin başlanğıcı olmuştur.(9) Hicret yolculuğunda Peygamberimiz, iki önemli takiple karşılaştı.
    Müdliçoğullarından Surâka, Kureyş'in ilân ettiği mükâfatı ele geçirmek hevesiyle, kendi bölgelerinden geçmiş olan hicret
    kafilesini tâkibe koyuldu. Atını dörtnala sürerek Resûlûllah'a ve arkadaşlarına yaklaştığı sırada atı sürçüp kapaklandı. Kendisi
    de yere yuvarlandı. Yeniden atına binip koşturdu. Tam yaklaştığı sırada atının ön ayakları kuma saplandığı için, yine düştü. Atını
    zorlukla kurtardı. Surâka'nın morali iyice bozulmuştu. Hz. Peygamber'den özür diledi. Yazılı bir emanname alarak geri döndü, diğer takipçileri de "ben aradım, boşuna yorulmayın, bu tarafta yok" diyerek geri çevirdi.
    Eslemoğullarından Büreyde de, Kureyş'in ilân ettiği mükâfatı alabilmek için Resûlüllah'ı tâkibe başlamıştı. Fakat ilk görüşte
    yanındakilerle birlikte müslüman oldu. Daha sonra başındaki beyaz sarığı çözerek mızrağının ucuna bağladı; "sizin gibi şanlı bir
    kafile bayraksız gitmez. İzin verirseniz ilk alemdârınız olayım" diyerek tâ Kubâ Köyü'ne kadar bu şanlı Kâfileye bayraktarlık
    yaptı.
    Hz. Peygamber'in yola çıktığı Medine'de duyulmuştu. Bu yüzden Medineliler, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'i karşılamak üzere her
    sabah şehir dışına çıkıp bekliyorlardı. 12 Rabîulevvel Pazartesi günü yine öğleye kadar beklemişler, sıcak bastırınca ümitlerini
    kesip dönmüşlerdi. Bu esnâda bir iş için evinin çatısına çıkan bir Yahûdi, bir kafilenin uzaktan gelmekte olduğunu gördü ve
    yüksek sesle:
    "İşte günlerdir yolunu beklediğiniz devletli geliyor "diye haykırdı. Medineliler, bir bayram sevinci içinde yollara döküldüler.
    Hz. Peygamberi Medine'ye yaya yürüyüşle 1 saat uzaklıkta Kubâ köyünde karşıladılar. Peygamberimiz burada, Amr b. Avf
    oğulları'nda 14 gece misâfir kaldı. Bu esnâda Kur'an-ı Kerim'de "takvâ üzere yapıldığı" bildirilen Kubâ Mescidini binâ etti
    ve burada namaz kıldı. (10)
    Hz. Peygamber'den 3 gün sonra tek başına yola çıkmış olan Hz. Ali de gündüzleri gizlenip, geceleri yürüyerek, Kubâ'da iken
    kafileye yetiÅŸti.
    14 gün sonra, bir Cuma günü Peygamberimiz devesine bindi. Karşılamağa gelenlerle muhteşem bir alay içinde Medine'ye
    hareket etti. Yolda "Sâlim b. Avfoğulları"na ait "Rânûna Vâdisi"nde öğle vakti oldu. Hz. Peygamber, burada arka arkaya iki hutbe okuyarak ilk cuma namazını kıldırdı. Bu ilk cuma hutbesinde, Sevgili Peygamberimiz, İslâm'ın bazı temel prensiplerine temas ettiği için, burada nakletmeyi faydalı görüyorum; Rasûl-i Ekrem, birinci hutbeye Allah'a hamd ve senâ ederek başladı ve şöyle devam etti:
    "Ey insanlar, ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz, fırsat elde iken iyi işlere koşunuz. Allah'ı çok anmak, gizli ve âşikar çok
    sadaka vermek suretiyle O'nunla aranızdaki bağı kuvvetlendiriniz. Böyle yaparsanız, rızıklandırılır, yardım görürsünüz,
    kaçırdıklarınızı tekrar elde edersiniz."
    Biliniz ki, Cenâb-ı Hak, içinde bulunduğum yılın bu ayında, bugün şu bulunduğum yerde cuma namazını kıyâmete kadar,
    üzerinize farz kıldı. Hayâtımda veya benden sonra -âdil veya zâlim- bir imamı olduğu halde önemsiz gördüğü veya inkâr ettiği
    için, kim bu namazı terkederse, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin ve hiçbir işine hayır vermesin. Biliniz ki, böylesini,
    tevbe etmedikçe, ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de herhangi bir iyiliği Allah katında bir değer taşır. Ancak, kim
    tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder. (11)
    Ey insanlar, âhiret için azık hazırlayıp önceden gönderin. Hepiniz ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız. Sonra Rabbiniz
    -arada tercüman veya perdedâr olmaksızın- bizzat:
    -Sana benim peygamberim gelip haber vermedi mi? Ben sana mal vermiş, ihsanda bulunmuştum. Sen bunlardan âhiretin için ne
    gönderdin, diye soracaktır. O kimse sağına, soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek. Sonra önüne bakacak, orada
    cehennem'i görecek. Öyleyse yarım hurma ile de olsa, kendini ateşten korumaya gücü yeten, bunu yapsın. Buna gücü
    yetmeyen, bâri güzel sözle kendini kurtarsın. Çünkü bir iyiliğe 10'dan 700 katına kadar sevap verilir. Allah'ın selâm ve
    rahmeti üzerinize olsun".
    Hz. Peygamber, birinci hutbeyi böylece bitirdikten sonra, ikinci hutbede de şunları söylemiştir:
    "Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, ondan yardım dileriz. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü işlerimizden Allah'a
    sığınırız. Allah'ın hidâyet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola koyamaz.
    Allah'tan başka ilâh olmadığına şahâdet ederim. O birdir, eşi, ortağı ve benzeri yoktur. Sözlerin en güzeli, Allah Kitabı
    (Kur'an-ı Kerim) dir. Allah'ın, kalbini Kur'an ile süslediği, küfürden sonra İslâm'a soktuğu, Kur'an-ı, diğer sözlere tercih
    eden kimse felâh bulup kurtulmuştur.
    Allah'ın sevdiğini seviniz. Allah'ı bütün kalbinizle (can ve gönülden) seviniz. Allah kelâmı Kur'an'dan ve zikrinden
    usanmayınız. Allah'ın kelâmına karşı kalbiniz katılaşmasın.
    Yalnız Allah'a kulluk edip, ibâdetinizde Ona hiçbir şeyi ortak yapmayınız. Ondan hakkıyla sakınınız. Yaptığınız iyi şeyleri
    dilinizle doğrulayınız. Aranızda Allah'ın rahmet ve merhametiyle sevişiniz. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun"(12)
    Cuma namazından sonra Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine'ye hareket etti. Medine, tarihinin en önemli gününü yaşıyordu. Halk,
    bayram sevinci içinde, Kubâ'dan itibâren yolu, iki taraflı doldurmuştu. Rasûl-i Ekrem'in anne tarafından akrabası olan
    Neccâroğulları, O'nu karşılamaya gelmişlerdi. Ensâr'ın ileri gelenleri O'na yaklaşarak:Ey Allah'ın Resûlü! İşte evlerimiz, işte
    mallarımız, işte canlarımız emrinize hazır" dediler. Peygamberimiz, onları taltif ve gönüllerini hoş ederek yoluna devam etti. Tam şehre gireceği sırada kalabalık o dereceyi bulmuştu ki kadınlar, damların üzerine çıkarak şöyle şiir söylüyorlardı:
    "Veda tepesinin sırtlarından ay doğdu üstümüze,
    Allah'a davet eden bulundukça şükretmek vacip oldu bize."
    Küçük kızlar def çalarak şenlik yapıyorlar ve şu şarkıyı terennüm ediyorlardı:
    "Biz Neccâr oğullarının kızlarıyız,
    Ne mutlu bize Muhammed'in komşularıyız."(13)
    Medine halkı, Resûlüllah (s.a.s.)'in gelişinden duyduğu sevinci, hiçbir şeyden duymamıştı. Herkes Peygamber Efendimizi, kendi
    evinde misafir etmek istiyor, "Ey Allah'ın Rasûlü, bize buyurunuz..." diyerek deveyi durdurmak istiyorlardı. Hz. Peygamber ise, kimseyi gücendirmemek için devesini serbest bırakmıştı.
    "Siz deveyi kendi haline bırakınız. O memurdur, emrolunduğu yere gider" diyerek dâvet edenlerden izin istiyordu. Nihâyet
    deve, halen "Mescidü'n-Nebi"nin bulunduğu boş arsada çöktü, Rasûlüllah (s.a.s.) inmedi. Deve kalkarak birkaç adım
    gittikten sonra geri dönüp ilk çöktüğü yere yeniden çöktü, bir daha kalkmadı. Hz. Peygamber, devenin üzerinden inerek:
    "Akrabamızdan en yakın kimin evi?" diyerek etrafındakilere sordu. Hâlid b. Zeyd:
    "İşte evim, işte kapısı, buyurunuz Yâ Rasûlâllah..." diyerek, Rasûl-i Ekrem'i dâvet etti. Peygamber Efendimiz böylece Hz.
    Halid'in misafiri oldu. Bu misâfirlik, "Mescidü'n-Nebi" nin inşaatı tamamlanıncaya kadar yedi ay devam etti.
    Rasûlüllahın hicreti Peygamberliğin 13'üncü yılında, 12 Rabiulevvel de olmuştur. Bu tarih, aynı zamanda Peygamber
    Efendimizin 53'üncü doğum yıldönümüdür.
    Hicretle, 23 yıl süren peygamberlik devrinin 13 yıllık "Mekke Devri" sona ermiş, 10 yıllık "Medine Devri" başlamıştır.(14)
    Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine'ye geldiklerinde, burada yaşayan yabancılarla, dayanışma temeli üzerine bir antlaşma
    imzalamıştı. Bu antlaşma, İslâm Dininin Müslüman olmayan topluluklarla barış içinde yaşamaya ve onlarla dâima iyi ilişkiler
    içinde olmaya ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Yine Sevgili Peygamberimiz, Mekke'den gelen göçmenlerle Medine'li
    Müslümanlar, yani "Muhacirler" ile "Ensar" arasında kardeşlik kurmuştu. Bu kardeşlik esasına göre, Medine'li
    Müslümanlar mallarının yarısını göçmen kardeşlerine vermişlerdi ki, tarihte bu dayanışma ve yardımlaşmanın bir benzerini daha
    göstermek mümkün değildir. Böylece, Medine şehrinde ilk İslâm topluluğu, kardeşlik ve dayanışma temelleri üzerine oluşmaya
    başlamıştır.
    Böylece Hicret, ilk Müslümanların, sıkıntılı günlerden kurtulmalarına ve kardeşlik esası üzerine kurulan toplum hayatına
    kavuşmalarına vesile olmuştur.
    Ayrıca İslâmiyet, Mekke şehri hudutları dışına Hicret'le taşmış ve bu güneş, dünyaya Medine ufuklarından yayılmıştır.
    Yazımı "HİCRET" başlıklı aşağıdaki şiirle bitirmek istiyorum:
    HÄ°CRET

    Mekke'yle Medine arası yollar;
    Çizik çizik, hasret arası yollar.
    Vardığı her nokta yine başlangıç;
    Gitgide Allah'a varası yollar.
    Mekke'yle Medine arası yollar.

    Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin,
    Yalnız iki çift nurdan güvercin.
    Bunlar iki dostun ayakları ki,
    Yolları göklere bağlayan perçin.
    Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin.

    Hicret, yurtdışında aranan destek
    Dâvâ sahibine öz yurdu köstek;
    Merkezi dışardan sarmaktır murad,
    Merkezi çevreden fethidir istek.
    Hicret, yurtdışında aranan destek.

    İnsan kaçar, ufuk kaçar beraber,
    Ufukta, varılmaz gâyeden haber.
    O ki, eteğinde, ufuk ve gâye,
    O ki, Gaye -Ä°nsan, Ufuk- Peygamber.
    İnsan koşar, ufuk kaçar beraber.


    Ayakta, Medine Müslümanları,
    İslâm'ın "Yardımcısı" kahramanları...
    Rasûller Rasûlü uğruna fedâ
    Malları, canları, hânümanları...
    Ayakta, Medine Müslümanları. (15)


    1- Şuarâ, 214.
    2- El-Buhârî, 4/255; Tecrid-i Sarih ter
    cemesi, 10/86.
    3- Prof. Dr. Muhammed Hamidullah;
    İslâm'a Giriş, Çev. Cemal Aydın,
    T.D.V.Yayınları, Ankara 1996, s,
    13,14.
    4- Enfâl, 30.
    5- Yâ-Sîn, 9.
    6- İbn-i Mâce 2/1037 (Hadis no:
    3108);
    Tirmizi, 5/722 (Hadis No: 3925)
    7- Tevbe, 40.
    8- El-Buhâri; 4/263; Tecrid-i Sarih ter
    cemesi, 10/119 (Hadis No: 1557)
    9- Ä°rfan YÃœCEL, Peygamberimizin Ha
    yatı, D.İ.B. Yayınları, Ankara 1998
    s:88-94.
    10- Tevbe, 108.
    11- İbn-i Mâce, Sünen, C. 1, S.
    343. (Hadis No: 1081)
    12- İbn-i Hişâm, 2/147.
    13- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saâdet, Terc.
    Ö. Rıza Doğrul, İst. 1973, C. 1, s.
    203.
    14- YÃœCEL, a.g.e, 98, 99, 100.
    15- Necip Fâzıl KISAKÜREK

    Kaynak: Diyanet dergisi, Sayı 103, 1999

  3. Alt 09-14-2008, 14:23 #23
    Sarax Mesajlar: 678
    MEDINE DÖNEMI


    --------------------------------------------------------------------------------

    Insanligin, cehaletin, sirkin ve putperestligin karanligindan ilâhi gerçeklerin aydinligina kavusup, ebedî kurtulusa erebilmesi için gönderilen son din olan Islâm'in örnek bir topluluk tarafindan nasil yasanacaginin ortaya kondugu ve insani insana köle olmaktan kurtaran, bunu bütün insanligi kucaklayacak s ekilde hakim kilmanin bir vasitasi olan Islâm'in devlet sisteminin kuruldugu Medine'ye hicretle baslayip, Resulullah (s.a.s)'in ölümüne dek süren on senelik teblig ve cihat dönemi.

    Islâm, Resulullah (s.a.s)'in yirmi üç yillik bir tevhid mücadelesi sonucunda tamamlanmis, kemale ermistir. Bu tebligin, ilk ayetin vahyolusundan Resulullah'in Medine'ye hicretine kadar olan on üç senelik bölümü Mekke Dönemi* olarak adlandirilir. Mekke Dönemi, müslümanlarin takibata ugradigi, her türlü eziyet ve iskencenin onlara acimasizca reva görüldügü bir dönemdir. Allah Teâlâ, mustaz'aflardan olus an bu ilk inananlar toplulugunu insan tahammülünün ötesinde zorluklarla imtihan ediyor, kurulacak Islâm devletinin sarsilmaz temel taslari olmalari için ruhî bir hazirlik safhasindan geçiriyordu. Bu insanlar ayni zamanda kiyamete kadar gelecek müslüman nesillere, tagutlarin yildirma ve her türlü iskencelerine karsi nasil tahammül etmeleri gerektiginin örneklerini veriyorlardi.

    Mekkeli müsrikler, inananlari susturmak için bütün yollari denemis, ancak uyguladiklari zalimce yöntemler neticesinde, iman edenlerin dinlerinden vazgeçeceklerini umduklari halde, onlarin imanlarinda daha da saglamlastiklarini ve kendilerine karsi koymada dirençlerinden hiç bir sey kaybetmediklerini görmüslerdi. Bu, onlarin tamamen sertlesmelerine ve müslümanlarin Mekke'de yasamalarini imkânsiz kilacak kararlar almalarina sebep olmustu.

    Bir zaman sonra boykot edilen ve görüldükleri her yerde saldiriya ugrayan müslümanlar için Mekke'de barinma imkânlari tamamen ortadan kalkmisti. Bu insanlar, sirf rabbimiz Allah'tir dedikleri ve onlarin taptiklari saçma ilâhlarina tapinmayi reddettikleri için bütün bu zulümlere muhatap oluyorlardi. Peygambere tabi olan ve müslümanca yasamak için her seyini feda etmeye hazir bu insanlar imanlarindan dolayi zulüm görmeyeceklerini bildikleri Habesistan gibi uzak ve yabanci bir diyara hicret etmek zorunda kalmislardi. Ancak bu hicret Mekke'de dayanilmaz baskilardan bunalan Müslümanlarin bir an olsun rahatlayabilmeleri için, geçici bir çözüm olarak düsünülmüstür.

    Bu arada kendisine iman etmedigi halde Resulullah (s.a.s)'i müsrik zorbalarin bütün saldirilarina karsi korumayi, her türlü zorlama ve tehditlere ragmen sürdüren amcasi Ebu Talib vefat edince onun yerine Hasimogullarinin basina Islâm'a karsi en acimasiz kimselerden biri olan Ebu Leheb geçmisti. Artik Resulullah için Mekke yasanmaz bir hale gelmisti. O, Mekke'de ilâhî merhamete karsi, kalpleri mühürlenmis müsriklerin her gün degisik türde saldirilarina maruz kaliyordu. Bunun üzerine o, kendisinin tebligine kulak verebilecek baska topluluklara yönelmek zaruretini hissetmisti. Bunun için ilk önce Taif'e gitmis, ancak orada kimseye birsey dinletemedigi gibi, tasa tutulmustu. O, Mekke'den ayrildigi zaman Ebu Leheb onu "toplum disi" ilân ederek tekrar Mekke'ye dönmesini de engellemek istemisti. Bu durumda birilerinin ona eman hakki tanimasi gerekiyordu ki, Mekke'ye girebilsin. Kendisini himayesi altina almak için müracat ettigi üçüncü kimse olan Mut'im Ibn Adiyy bu istegini kabul etmis ve tekrar Mekke'ye geri dönebilmisti. Tevhidî gerçekleri teblig görevine baslamasindan sonra çektigi onca izdirablara ve her geçen gün sistematik bir sekilde zorlasan güçlüklere ve kavminin azginliklarina ragmen o, Allah'in kelimesini yüceltmek için yilmadan ve hiç bir tehlikeden korkmadan sarsilmaz bir kararlilikla mücadelesini sürdürmüstür.

    Resulullah (s.a.s), tevhid akidesini insanlara teblig etmede; Mekke panayirlarina ticaret ve cahilî âdetler üzere haccetmek için gelen yabancilari hedef almaya yöneldi.

    Onlara Allah Tealâ'nin kendisine vadettigi gerçekleri bildirerek, kendisine sahip çikmalarini istiyordu. Resulullah onlara s öyle diyordu: "Beni himayeniz altina alin ve benim sözlerimi dinleyin; görürsünüz ki, Iran ve Bizans Imparatorluklarinin sahip ve efendileri sizler olursunuz". Ancak o, girdigi onbes çadirdan da red cevabi alarak kovulmustu. Neticede Allah Tealâ'nin takdir ettigi ve hidayetine lâyik gördügü bir grubu Akabe mevkiinde Islâm'a davet ettiginde, onlar hiç tereddüt göstermeden iman etmislerdi. Alti kisilik bu küçük topluluk, Medine'de sürekli mücadele halinde olan iki rakip kabileden Hazrec kabilesine mensup kimselerden olusuyordu. Bu alti kisi memleketlerine döndüklerinde, büyük bir heyecanla iman ettikleri yeni tevhidî dinlerini diger insanlara anlatmaya koyulmuslardir. Bir sonraki yil yine Akabe mevkiinde Resulullahla bulusan on iki Medineli'den onu Hazrecli ve ikisi de Evs kabilesindendi. Iste bu bulusmadadir ki, Medine döneminin temellerini olusturan ve tarihe birinci Akabe bey'ati olarak geçen bey'at gerçeklesmisti.

    Resulullah (s.a.s), onlara dinin bir takim temel prensiplerini bildirmis ve bunlara uymalari konusunda onlardan kesin söz almisti. Resulullah (s.a.s), Islâm'i ögretmek için Mus'ab b. Umeyr'i onlara hoca tayin ederek Medine 'ye göndermisti. Bir yil sonra Mus'ab, Resulullah'a sundugu raporunda Medine'de Islâm'in konusulmadigi bir evin kalmadigini bildiriyordu.

    Birinci Akabe Bey'atin'den bir yil sonra, yine ayni mevkide bu sefer, ikisi kadin yetmis üç kisiden olusan Medineli müslümanlarla bulusmus ve Ikinci Akabe Bey'ati olarak adlandirilan bey'at gerçeklestirilmisti. Bu bey'atla Resulullah Medinelilere, Medine'ye hicret etmek istedigini bildirmis ve kendisini bütün düsmanlarina karsi koruyacaklarina ve emrinden ayrilmayacaklarina dair kesin söz vermelerini istemisti. Medineli müslümanlar, Resulullah (s.a.s)'i savasta ve barista, her türlü tehlike ve tehditlere karsi koruyacaklarina dair söz vermislerdi.

    Resulullah (s.a.s), Medine'de olus an Islâm cemaatini te skilatlandirmak maksadiyla her sop için bir baskan seçmis ve bunlarin hepsine birden, Es'ad Ibn Zürâre'yi baskan tayin etmisti.

    Bu bey'attan sonra Resulullah (s.a.s)'a Medine'ye hicret emri verildi (Buharî, Menâkibul-Ensar, 45). Bunun üzerine Mekke'de bulunan müslümanlar küçük gruplar halinde Medine'ye gitmeye basladi. Kisa zaman sonra Mekke'de, yakinlari tarafindan engellenen kimseler ve Resulullah (s.a.s), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali'den baska kimse kalmamisti. Islam'in bu sekilde Mekke disina tasmasi, Mekke sehir devletini idare edenleri tedirgin etmisti. Çünkü onlar, Resulullah (s.a.s)'in Medine'de meydana getirecegi gücün ileride kendi müsrik yönetimlerine son verecek bir duruma gelmesinden korkuyorlardi. Zaten Hicret, Müslümanlar için bir kaçis degildir. Zira onlar Allah'tan baska korkulacak bir gücün varligina inanmiyorlardi. Onlar, Allah ve Resulünün emrettiklerine uyarak dinleri ugruna her seylerini feda etmislerdi. Bu hicret, Allah Teâlâ'nin tesbit etmis oldugu bir hareket stratejisinin uygulanmaya konmasindan baska bir sey degildir.

    Tehlikenin boyutlarini kavrayan Mekke müsrikleri, önemli kararlarini almak için toplandiklari bir meclis olan Darü'n-Nedve'de bir araya gelerek Resulullah'i öldürme karari almislardi. Ancak onlar, Allah Tealâ'nin Resulünü korumakta oldugundan habersizdiler. Onlarin kurdugu komplo hiç bir ise yaramamis, Resulullah (s.a.s), Hz. Ebu Bekir (r.a) ile yaptigi tehlikeli bir yolculuktan sonra Medine'ye ulasmisti. O, ilk önce Medine'nin girisinde Kuba köyünde konaklamis ve burada bir mescit insa etmisti.

    Kuba'da birkaç gün dinlendikten sonra Medine'ye hareket eden Resulullah (s.a.s)'i Medineli müslümanlar büyük bir cosku içerisinde karsilamis ve herkes, onu evinde konaklama serefine nail olmak için yarisa girmislerdi. O, basini bos biraktigi devesinin çöktügü bos arsaya en yakin olan Ebu Eyyub el-Ensarî'nin evine yerlesmisti.

    Resülullah (s.a.s)'in Kübaya ulas masiyla Islâm vahyinin Mekke dönemi olarak adlandirilan ve kendine has bir özelligi olan dönemi kapaniyor ve Islâm'i insanlara ulastirip, onlarin müsrik zorbalarin tahakkümünden ve sirkin karanligindan kurtarmak için kuvvetin teskilatlandirilip, devlet sekline sokulmasiyla birlikte Resulullah (s.a.s)'in vefatina kadar on sene sürecek olan yeni bir dönem basliyordu.


    ILK YAPILAN MESCID

    Resulullah (s.a.s)'in ilk isi devesinin çöktügü arsayi sahiplerinden satin alarak buraya bir mescit insa etmek olmus tur. Mescid-i Nebî adi ile anilan bu mekânin Islâm devletinin olusumu ve yönetilmesinde gördügü fonksiyon oldukça büyüktür.


    MESCIDU'N-NEBEVI

    Resulullah (s.a.s)'in Medine'ye hicretinden hemen sonra ashabiyla birlikte bina ettigi mescit. Bu mescit, Mescid-i Resul, Mescid-i Serîf, Mescid-i Saadet ve Mescid-i Nebevî adlariyla da anilmaktadir. Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra yeryüzündeki mescitlerin en faziletlisidir.

    Resulullah (s.a.s), Hicret yolculugunda kisa bir müddet Medine'nin disinda bulunan Kuba köyünde kalmisti. Bu esnada Kuba mescidi adiyla bilenen mescidi insa ettirmisti. Buradan yola çikip, Medine'ye girdigi zaman, Resulullah (s.a.s), misafir edip agirlama serefine nail olabilmek için herkes birbiriyle yarisa girmisti. Kendisini davet edenlere Resulullah (s.a.s); "Birakin deve serbestçe yürüsün. O bizi Allahin razi olacagi bir yere kadar götürecektir" diyordu. Deve bir süre yürüdükten sonra, iki yetim kardese ait bos bir arsaya çöktü. Buraya evi en yakin olan Ebu Eyyub el-Ensarî, Resulullah (s.a.s)'in esyalarini alip sevinçli bir halde evine tasidi (bk. Hicret mad.).

    Resulullah (s.a.s)'in devesinin çöktügü bu arsa sahipleri olan Neccarogullarindan Sehl ve Suheyl hibe etmek için israr ettilerse de Resulullah (s.a.s) bunu kabul etmedi ve on dinar gibi sembolik bir meblag karsiliginda burayi satin aldi. Bu bedeli Hz. Ebu Bekir (r.a) ödedi.

    Ibn Sa'd, Resulullah'in Medine'ye hicretinden önce Esad ibn Zurare'nin arkadaslariyla burada namaz kildigini, ayrica cuma namazlarini da burada kildirdigini nakletmektedir. Etrafi çevrili olan bu arsanin hemen bitisiginde, cahiliye insanlarinin gömülü bulundugu bir mezarlik vardi. Resulullah bu mezarligin kaldirilmasini istedi. Böylece mescidin insa edilecegi arsa genisletilmis oldu. Ayrica burada bulunan su birikintisi de yok edildi (Nesaî, Mesâcid, 12; Ibn Sa'd Tabakatül-Kübrâ, Beyrut, t.y, I, 239).

    Bu arsa üzerinde hemen bir mescit bina edilmeye baslandi. Ensar, Muhacir ve diger gönüllü kimselerin de katildigi kalabalik bir isçi-usta toplulugu tarafindan yürütülen çalismalar sonunda mescit, kisa sürede bina edildi. Resulullah (s.a.s) çalismalari idare edip, mescidin kible tarafindaki temellerinin atilmasi ve diger planlamalari yapmakla yetinmeyip, çalismalara bir isçi gibi tas, kerpiç tasiyarak katilmistir. O, bu çalismalar esnasinda su beyitleri söylüyordu: "Allahim! Ahiret hayatindan bas ka hayat yoktur. Ensara ve muhacirûna magfiret et" (Ibn Sa'd a.g.e., I, 239-24I).

    Temeller toprak seviyesine kadar tas, zeminden yukarisi ise kerpiç kullanilarak bina edildi. Temel yaklasik olarak bir buçuk metre derinliginde açilmisti.

    Eni-boyu yüzer zira (bir zira =kirkbes santim) olmak üzere, kare seklinde insa edilen mescidin mihrabi Beytu'l-Makdis yönüne denk düsecek sekilde kuzey duvarinda isaretlenmisti. Üç tane kapidan biri güney tarafindaki arka duvarda, ikincisi bati tarafindaki duvarda, üçüncüsü ise Resulullah (s.a.s)'in hücrelerinin bulundugu dogu tarafinda idi. Bu kapiya Cibril kapisi denirdi.

    Resulullah (s.a.s), ilk önceleri bir hurma kütügü üzerine çikarak hutbe okurdu. Bir zaman sonra bizzat Resulullah (s.a.s)'in istegi veya ashabin, cemaatin kalabaliklastigini ve arkadakilerin hutbe okurken onu göremediklerini bildirmeleri üzerine, bir kaç basamakli bir minber yapilarak, mescite yerles tirildi (Buhârî, Cuma, 26; Ibn Sa'd, a.g.e., I, 25I-251).

    Hicretten on alti ay sonra Kiblenin yönü Beytullah tarafina çevrildigi zaman, güneydeki kapi kapatilarak, burasi mihrab yapildi, Kuzeydeki duvarda da bir kapi açildi. Mescitte namaz kilinan yerin üzeri açikti. Ancak mescitin ortasinda, hurma agacindan yapilan direkler üzerinde, hurma, dal ve yapraklarindan bir gölgelik yapilmisti.

    Mescitin dogu tarafinda duvara bitisik olarak Resulullah (s.a.s)'in hanimlari Hz. Âise (r.anh) ve Hz. Sevde (r.anh) için, iki oda insa edilmisti. Ayrica yine mescite bitisik olarak, gündüzleri bir egitim-ögretim yeri, geceleri ise, evsiz kimseler ve misafirlerin barinmasi için "Suffa" denilen üzeri kapali bir bölüm eklenmisti. Resulullah (s.a.s)'e ait odalara, zamanla yedi oda daha eklenerek oda sayisi dokuza çikmistir. Bunlarin hepsi kerpiçten idi (Ibn Sa'd, a.g.e., I, 499).

    Medine'de insa edilen bu mescit ayni zamanda, kurulan Islâm devletine ait bütün faal iyetlerin yürütüldügü bir merkez niteliginde idi. Resulullah, ashabiyla orada istisare eder, savas ve baris kararlarini orada alir, elçi heyetlerini orada kabul eder, savasa çikacak ordulari orada techiz ederek yola çikarir, topluma ait bütün meseleler orada çözüme kavusturulur, hatta gerektiginde suçlular ve esirler baglanmak suretiyle orada hapsedilirdi (Nesei, Mesâcid, 2I).

    Egitim-ögretim faaliyetleri, mescitin "Suffa" denilen kisminda yerine getiriliyordu. Islâm ümmetinin nüvesini olusturan Ashab ve seç kin sahabe âlimler, Islâmda ilk üniversite sayilabilecek bu mekanda yetismis lerdi. Islâm'in esaslarini ögrenmek üzere Medine disindan gelenler için ayni zamanda bir yatakhane vazifesi görüyordu (Ibn Sa'd a.g.e., 255). Bir defasinda, Temim kabilesine mensup yetmis kisi burada barindirilmis idi (Ahmed b. Hanbel, III, 371).

    Resulullah (s.a.s), burada bizzat dersler veriyordu. Ancak, yeni gelen ve baslangiçta olan ögrencilere okuma yazmayi ve Kur'an-i Kerim'i ögreten diger ögretmenler de bulunmakta idi. Medine'den ve uzak yerlerden olmak üzere burada okuyan ögrencilerin dört yüz kisi gibi bir sayiya ulastigi oluyordu. Burada barinanlarin ihtiyaçlarinin büyük bir bölümü, cömert sahabeler tarafindan kars ilanmaktaydi (M. Hamidullah, Islam Peygamberi, Istanbul, 198I, II, 832).

    Medine'de bir evi ve ailesi olmayan fakir kimseler de Suffa'da yatip kalkiyor, ihtiyaçlarini buradan sagliyorlardi (Ibn Sa'd a.g.e, 255).

    Mescid-i Nebevi, ilk insa edilisinden sonra bir takim genisletme faaliyetleri gördü. Hayber'in fethinden sonra Resulullah (s.a.s), mesciti bir miktar genisletmisti. Resulullah (s.a.s), vefatindan kisa bir müddet önce, Hz. Ebu Bekir'in kapisi hariç odalardan mescite açilan bütün kapilari kapattirmisti (Buhari, Ashab, 3). Resulullah (s.a.s) vefat ettiginde Hz. Âise (r.anha)'ye ait odada defnedilmistir.

    Ilk ciddi genisletme, Hz. Ömer (r.a)'in hilâfeti zamaninda yapildi. Güney tarafindan bes, Bati ve Kuzey taraflarindan da onar metre ilave yapildi. Dogu tarafina ilâve yapilmadi ve Resulullah (s.a.s)'in hanimlarinin odalari oldugu gibi kaldi. Kuzey, dogu ve bati duvarlarinda ikiser tane olmak üzere, kapi sayisi altiya çikarildi. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer vefat ettiklerinde Peygamber (s.a.s)'in yanina defnedilmislerdir.

    Hicretin yirmi dokuzuncu yilinda Hz. Osman (r.a), mesciti yeniden insa ettirdi. Duvarlari süslü tas ile yeniden örüldü. Tas sütunlar kullanilarak mescitin bir kisminin üzeri kapatildi. Kapilarinin sayisinda bir degisiklik yapilmadi. Bu yenileme ile mescitin genisligi yüz elli zira, uzunlugu ise yüz altmis zira'a çikmis tir (Ibnu'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, III,1I3; Suyütî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 173).

    Emevîler zamaninda, Medine Valisi Ömer b. Abdülaziz eliyle mescit yeniden insa ettirildi. Hicrî seksen sekiz'den, doksan bire kadar süren çalismalarla mescit, dogu, bati ve kuzey yönlerinden genisletilmisti. Peygamber (s.a.s)'in hanimlarinin odalari Mescide katilmis tir (Ibn Sa'd, a.g.e., I, 399). Resulullah (s.a.s)'in kabr-i serifleri Hz. Âise (r.anh) validemizin odasinda bulundugu için bu odanin sadece bir bölümü mescite dahil edildi.

    Mescitin duvarlari tas ve kerpiç kullanilarak yapilmis ve mermerlerle kaplanarak süslenmisti. Tavani da Hindistan'da yetisen saac agaci ile örtüldü ve altin suyu ile yaldizlandi. Bu yenileme ile mescitin uzunlugu ikiyüz zira, genisligi de yüz altmis yedi zira çikmistir. Sütunlari mermerden yapilarak, sütun basliklari altinlarla süslendi. Eyvanlarin yapiminda taslar kursun kullanilarak birbirine geçirilip saglamlastirildi. Ravza-i Mutahhara (Resulullah (s.a.s)'nin kabrinin bulundugu yer)'in tavani saac agaci ile örtülerek yazilarla süslendi. Ilk olarak mihrab ve dört tane de minare yapildi.

    Abbasîlerden el-Mehdî, Hicrî 162-778'de kuzey tarafindan genisleterek, üç yil süren çalismalarla mesciti yeniledi. Yine 2I2 (817) yilinda Me'mun, mesciti tekrar restore ettirdi.

    576 (118I) yilinda en-Nasir Lidinillah, Resulullah (s.a.s)'den kalan degerli esyayi muhafaza etmek için mescitin sahninda kubbeli bir oda yaptirdi. Hz. Âise (r.anh)'in sakladiklarindan bulabildiklerini buraya koydu. Bunlar; Resulullah (s.a.s)'in vefat ettigi zaman giymekte oldugu çuhadan yapilmis rida ve izar, atlas kumas ile islemeli sal bir cübbe, Bürde-i Saadet, seccade, sancaklar, bir kisim resmi evrak ve Ashabdan bazilarina ait bir takim esyadan ibaretti.

    654 (1256) yilinin Ramazan ayinin ilk cuma günü, kandilleri yakan kandilcinin ihmali, kutsal emanetlerin korundugu sahndaki kubbeli oda hariç, mescidin tamamen yanmasina sebep olmustu. Abbasîler'den el-Mu'tasim, 655 (1257) yili hac mevsiminde ustalar ve malzeme göndererek mescitin yeniden insa edilmesini sagladi. Yemen Meliki Muzaffer ve Misir Meliki Nureddin Ali Ibn Mu'iz'in de i stirak ettigi bu çalismalarla hücre-i nebeviye ve duvarlarin bir kismi yeniden yapilmisti. Melik Muzaffer, Yemen'de yaptirdigi sanat degeri çok yüksek bir minberi de Mescite yerlestirmisti. Ancak, imar isi tamamlanamamisti. 685 (1295)'de Baybars, yarim kalan insaati tamamladi ve küçük buldugu Melik Muzaffer'in minberini kaldirarak yerine, Misir'dan getirttigi daha büyük ve sanat bakimindan daha zarif bir minberi yerlestirdi. 886 (1481) Ramazaninin 13. günü minarelerden birine isabet eden yildirim, mescitin yanarak, duvarlarinin yikilmasina sebep oldu. Minber, mushaflar ve kitaplarin tamami yandi. Ravza-i Mutahhara ve sahndaki kubbeli oda bu yangindan zarar görmemisti.

    Misir Memlûk Sultani Esref Kaytabay, Emir Sankar el-Cemalî'yi kalabalik bir usta kafilesiyle Medine'ye gönderdi.

    Mescit biraz genisletilerek duvarlar ve minberler yeniden insa edildi. Mihrabi da biraz genisleterek, üzerini, çevresindeki direklerin basliklarina oturtulan bir Kubbe ile kapadilar. Ravza-i Mutahhara'nin duvarlari üzerine de bir kubbe oturttular. Bunun üzerini de sütunlarin tasidigi diger bir kubbe ile kapadilar. Sonra, Ravza-i Mutahhara ile kible duvari arasina, etrafini üç küçük kubbenin çevreledigi büyük bir kubbe yapildi. Yapilan diger bazi kubbelerle de mescitin bir kismi örtülmüs oldu. Yeniden yapilan mihrap, renkli mermerler ile süslendi. Rahmet kapisinin yaninda Medrese-i Mahmudiye adiyla anilan bir medrese insa edildi. Kaytabay, yapilan bu isler için yüzyirmibin dinar tahsis etmisti.

    Osmanlilar döneminde Mescid-i Nebevî'nin bakimi titizlikle yerine getirilmis ve tezyin edilmistir. I. Mahmud, Ravza-i Mutahhara'nin üzerinde bulunan kubbeyi yenileyerek, koyu yesile boyadi. Bundan dolayi bu kubbe, Kubbetu'l-Hadra (yesil kubbe) adiyla anilir. Misir valisi Mehmed Ali Pasa da Mescid-i Nebevi'de birtakim restorasyon çalismalari yapmistir. Mescit, Abdulmecid tarafindan yeniden insa edilmistir. Abdulmecid'in bu is için seçtigi ustalar, Akik vadisinde bulunan Hedab denilen kayadan sütunlar ve taslar kestiler. Mesciti parça parça insa etmeye basladilar. Yani bir kismini yikiyor, yerini hemen yapiyorlardi. 1849-1861 yillari arasinda on iki sene süren insa çalismalari ile mescit yeni bastan insa edildi.

    Mayis 1953'te baslatilan diger bir çalisma ile, ön kismi hariç yeni bastan insa edilerek bugünkü hale getirildi. Ilk imar edildiginde yakla sik 2475 m. kare büyüklügünde olan Mescid-i Nebî, tarih boyu süren çesitli insa faaliyetleri sonunda 12271 m. kare genislige ulasmistir. Bugün ise yeniden büyük genisletme çalismalariyla bu alan birkaç katina çikarilacak sekilde büyütülmüs bulunmaktadir.

    Mescid-i Nebevî'nin Fazileti

    Mescid-i Nebevi, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra, yeryüzündeki mescitlerin en faziletlisidir. Bu konuda Resulullah (s.a.s)'den bir çok hadis varit olmustur.

    Mescid-i Nebî'de, bir bölüm vardi ki, Resulullah (s.a.s) burayi Cennet bahçelerinden bir bahçe olarak nitelemistir. Ayrica minberini de ayni sekilde vasiflandirmistir.

    Bir hadiste söyle denilmektedir:

    "Resulullah, bir hurma kütügüne yaslanarak hutbe okurdu. Ashabdan biri söyle dedi: "Ya Resulullah! Senin için bir sey yapalim ki, cuma günü üzerine çiktigin zaman insanlar sizi görsün ve hutbenizi duyabilsinler" dedi. Bunun üzerine Resulullah; "olur" dedi. Üç basamakli bir minber yapildi. Daha önce yaslanip hutbe okudugu kütügü geçince, kütükten on aylik gebe devenin inlemesi gibi iniltiler gelmeye basladi. Resulullah onu eliyle meshetti ve ses kesildi (Buhârî, Cuma, 26; Nesaî, Cuma, 17; Ibn Mâce, Ikame, 199; Ibn Sa'd, a.g.e.,I, 239-254).

    Resulullah (s.a.s), bu minberin üzerine çiktigi zaman söyle demisti:

    "Evimle minberimin arasi Cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim de Cennet bahçelerinin üzerindedir (Ahmed b. Hanbel, II, 36, 45I, 534; V, 41). Diger bir hadis de; "Evimle minberimin arasi, Cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim havzimin üzerindedir" (Ahmed b. Hanbel, II, 236) seklindedir.

    Minber hakkindaki baska bir hadis-i serifte de söyle buyurulmaktadir: "Minberimin ayaklari Cennet üzerindedir" (Ahmed, b. Hanbel, VI 289, 292, 318; Nesaî, Mesâcid, 8).

    Bu hadisler, Mescid-i Nebevî'nin, Resulullah'in minberi de dahil olmak üzere, minberi ile evi arasinda kalan bölümün Cennet bahçelerinden birisi hükmünde oldugunu teyit ederek ortaya koymaktadir. Buna göre, burada bilinçli bir sekilde bulunan, namaz kilan veya baska bir ibadetde bulunan, yaptigi seyleri Cennet bahçelerinden birinde yapmis gibidir.

    Yeryüzünde namaz kilmak ve ziyaret etmek maksadiyla yolculuga çikilabilecek üç mescitten birisi Mescidi Nebî'dir. Bir hadis-i serifinde Resulullah (s.a.s) söyle buyurmaktadir: "Üç mescitten baska bir yere (ibadet etmek için) özel olarak yolculuk yapilmaz: Mescid-i Horam, Mescid-i Aksa ve Benim mescidim" (Buharî, Fedâilü's-Salat, 1, 6).

    Mescid-i Nebî'de kilinan namaz, diger mescitlerde kilinan namazlardan çok daha faziletlidir. Sa'd ibn Ebi Vakkas (r.a)'dan Resulullah (s.a.s)'in söyle söyledigi rivayet edilmektedir: Mescitimde namaz, Mescid-i Haram hariç, diger mescitlerde kilinan bin rekât namazdan daha hayirlidir" (Ahmed b. Hanbel, I,184); Baska bir rivayette "daha faziletlidir" (Hanbel, I, 16; Nesai, Mescid,4) buyrulur.

    Bunun içindir ki, hac farizasini ifa etmek için bu topraklara yönelen insanlar, bir müddet Medine'de kalarak Mescid-i Nebî'de ibadet etmenin güzelliklerinden faydalanmaya çalisirlar.

    Namazin disinda, diger hayirli ameller için de Mescid-i Nebevî üstün bir mahaldir. Orada yapilan her ibadet kat kat fazlasiyla mükafatlandirilir. Bunun böyle oldugunu vurgulamak için Resulullah (s.a.s) bir hadisinde, Allah yolunda cihat ile kiyas yaparak söyle buyurmaktadir: Mescitime bir hayri ögrenmek veya ögretmek için gelen, Allah yolunda cihat eden kimse gibidir. Bunun disinda gelen, baskasinin kazancini seyreden kimseye benzer" (Ahmed b. Hanbel, II, 418).

    Resulullah (s.a.s), Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa yaninda kendi mescidinin konumunu bildirmek maksadiyla söyle demistir: Ben peygamberlerin sonuncusuyum. Mescitim de mescitlerin sonuncusudur" (Nesaî, Mesâcid, 7). Bu hadisler, zikredilen bu üç mescitin disinda insa edilecek hiç bir mescitin, digerlerinden farki olmadigini ve fazilet bakimindan birbirine denk oldugunu da ortaya koymaktadir.

    Resulullah (s.a.s), Medine'ye hicret ettigi zaman, burada Mekke'deki gibi bir devlet yoktu. Iki büyük Arap kabilesi olan Evs ve Hazrec'den baska, varliklarini bu kabileleri birbirine karsi çatistirarak sürdüren Benu Kaynuka, Benu Nadr ve Benu Kureyza adlarinda üç yahudi kabilesi bulunmaktaydi. Ayrica bu yahudi kabileleri arasinda da bir birlik yoktu. Bu anarsi ortami herkesi biktirmis oldugu için, bütün kabileler Abdullah Ibn Ubeyy'in Medine'de Kral ilân edilerek bir devlet otoritesinin kurulmasi yolunda bir karar üzerinde anlasmalarini saglamisti. Hatta bunun için bir krallik tacinin yapilmasi için de siparis bile verilmisti. Ancak henüz devlet tesekkül etmis degildi. Bu durum Resulullah'in isini kolaylastiriyordu. O, ilk is olarak, yahudiler ve diger müsrik Araplar da dahil herkesi toplayarak hazirladigi anayasa çerçevesinde bir devlet kurulmasini saglama yoluna gitti. Elli iki maddeden olus an anayasa, herkesin hak ve sorumluluklarini belirtirken ayni zamanda idarenin müslümanlarin elinde olmasini öngörüyordu (bu anayasanin maddeleri için bk. Muhammed Hamidullah, Islâm Peygamberi, Istanbul 198I, I, 22I vd.).

    Medine'de müslüman nüfus azinlikta olmasina ragmen, kurulan devlet bir Islâm devleti niteliginde olup, bunun tabii ba skani da Resulullah (s.a.s)'dir. Daha önce Medine'de bir devlet yapisinin olmayisi, Resulullah (s.a.s)'in Islâm devletini kurup hiç kimse ile bir çati smaya girmeden onu istedigi gibi teskilatlandirmasini kolaylastirmis ti. Ancak Islâm devletinin kurulmasiyla kralligi suya düs en Abdullah Ibn Ubeyy zahiren iman etmi s gözükerek, Medine Islâm devletini sabote etmek için var gücüyle çalisiyordu. Münafiklarin lideri konumunda bulunan Ibn Ubeyy, Medine dönemi boyunca, müslümanlari sikintiya sokan etkili nifak hareketlerinin tezgâhlanmasinda oldukça büyük rol oynamistir.

    Mekke'den her seylerini terkederek Allah yolunda hicret eden muhacirlerin Medine'deki yasayislarini kolaylastirmak ve sosyal hayata adapte etmek için Resulullah (s.a.s), her bir muhaciri bir Ensarla kardes ilân etmis ve bu kardeslik birbirine mirasçi olmak kadar ileri götürülmüstü. Bu olay tarihe "Muahat" * adiyla geçmis ve Ensar'in Allah yolunda, din kardesleri için hiç tereddüt etmeden ne kadar büyük fedakârliklarda bulunduklarini ortaya koymustur.

    Artik, Mekke'de sadece bir cemaat statüsünde olan müslümanlar Medine'ye hicretle devletlerini kurmus, bu da Islâm'in teblig stratejisinde önemli degisiklikleri beraberinde getirmisti. Mekke döneminde savas ferdi olaylara itiraz edilmemekle birlikte genel anlamda yasaklanmisti. Bu dönemin tabiati bunu gerektirdigi için Allah Tealâ, onca iskence ve saldirilara ragmen müsriklere karsi silahla karsilik verilmesine izin vermemisti.

    Ikinci Akabe Bey atinin pesinden, Ensar'dan Abbas ibn Ubade; "Ya Resulullah, izin ver sana eziyet eden müsrikleri kiliçtan geçirelim" dediginde Resulullah (s.a.s): Henüz bununla emrolunmadik, arkadaslarinizin yanina dönün" buyurmustu (Ahmet b. Hanbel, III, 462).

    Hicretle birlikte, devletin kurulmasindan hemen sonra, Allah Teâlâ inananlara I'lay-i Kelimetullah için kiyamete kadar sürecek cihatin kapisini açiyordu: "Zulme ugratilarak kendilerine savas açilan kimselerin karsi koyup savasmasina izin verilmistir. Allah onlara yardim etmeye elbette kadirdir" (el-Hac, 22/39).

    Mekkeli müsrikler, hicretten sonra, kendileri açisindan durumun vahametini anladiklari için Medineliler'den, Resulullah (s.a.s)'i öldürmeleri, en azindan Medine'den sürmelerini istiyorlardi. Bu yapilmadigi takdirde Medine'yi isgal edecekleri tehditlerini savuruyorlardi. Resulullah (s.a.s), Medine'deki küçük müslüman toplumu teskilatlandirmaya gayret gösterirken, sinirlari tespit edilmis ve henüz bir sehir devleti niteligindeki bölgenin disinda kalan gayrimüslim kabilelerle ittifak veya saldirmazlik antlasmalari yaparak disardan gelebilecek bir tehlikeyi karsilayacak bir ortam hazirlamaya çalisiyordu. Ancak burada önemli olan husus, müslümanlar, planlarini savunmaya degil, Islâm tebliginin aktif olarak diger insanlara da ulastirilmasi üzerinde yapildigidir. Bunun için askerî gücün kaçinilmazligi açiktir. Bundan dolayidir ki Hicret, sadece Mekkeli müslümanlarin Medine'ye intikali ile sinirli tutulmamis, nerede olursa olsun iman eden herkesin Medine'ye hicreti farz kilinmistir. Mekke'nin fethine kadar geçerli kalan bu hüküm, Mekke'nin fethiyle artik gerek kalmadigi için kaldirilmistir.

    Resulullah (s.a.s), siyasî, sosyal ve cihatla alakali inen ayetleri, Mescid-i Nebi'de ashabina ögretiyor, ayrica Mescid-i Nebi'ye eklenen ve Islâm ögretiminin ilk üniversitesi mahiyetiniz olan Suffa'da yetismis ashabin katilimiyla bu egitim faaliyetleri bütün müslümanlari kapsayacak sekilde yerine getiriliyordu.

    Bu teskilatlanma ve egitim çalis malari yaninda Islâm devletinin en önemli düsmani olan Mekkeli müsrik güçlere karsi silahli bir faaliyetin hazirliklari da yapiliyordu. Resulullah (s.a.s), Hicretten yedi ay sonra, Mekkeli müsriklere ait ve basinda Ebu Cehil'in bulundugu bir ticaret kervanini vurmak için Hz. Hamza komutasinda otuz kisilik bir birligi Medine'den yola çikardi. Ancak her iki tarafin da müttefigi olan Mecdi b. Amr'in araya girmesiyle, savas pozisyonu alan kuvvetler savasmadan ayrilmislardi.

    Bu olaydan bir ay sonra, altmis kisilik bir kuvveti Ubeyde b. el-Haris komutasinda yine Mekke kervaninin yolunu kesmek için göndermisti. Seniyyetül-Murre mevkiinde karsilasan kuvvetler arasinda yine ciddi bir çatisma meydana gelmemisti. Bununla birlikte, Mekke müsrikleri ile müslümanlar arasinda tam bir savas hali yasaniyordu. Bunun için, bu kervanlara yapilan saldirilar, basit birer yol kesme hareketi degildi. Müs riklere ait ticaret kervanlarinin Islâm devletinin nüfuz bölgelerinden geçmesi engellenerek, savas halinde bulunan güçlerin ekonomilerinin çökertilmesi hedefleniyordu. Ayrica bu küçük çapli askerî operasyonlarla müslümanlarin savas yeteneklerinin gelistirilmesi ve tecrübe kazanmalarini saglayarak, ilerdeki büyük savas lar için Islâm o rdusunun alt yapisi olusturulmaya çalisiliyordu.

    Hicrî birinci senenin sonunda Sa'd b. Ebi Vakkas komutan tayin edilerek, yirmi kisilik bir kuvvetle el-Harrar bölgesine gönderilmisti. Ancak, Mekke kervani bir gün önceden burayi terkettigi için yine bir çatisma olmadan Medineye dönülmüstü.

    Hicrî ikinci senenin Sevval ayinda, ikiyüz kisilik bir kuvvetle Resulullah (s.a.s)'in bizzat askerî sefere çiktigi görülmektedir. Bedir yakinlarindaki Vaddan bölgesine kadar giden Resulullah (s.a.s), bu bölgede oturan Benu Damra kabilesi ile bir saldirmazlik antlasmasi yapmisti. Bundan bir ay sonra Resulullah (s.a.s), ikiyüz kisilik bir kuvvetle Medine'nin kuzey bati tarafinda bulunan Buvat bölgesine gitti. Mekke kervanlarini siki bir takibe alan Resulullah (s.a.s), çiktigi seferler esnasinda bir takim kabilelerle. antlasmalar akdediyor ve Medine etrafindaki kabileleri Mekkeli müsriklere karsi kendi tarafina aliyordu.

    Bu arada, Sam ticaret yolunun müslümanlar tarafindan kontrol altina alinmasi Mekke müsriklerinin tedirginligini oldukça artirmisti. Hicri ikinci yilin Cemaziyel-Ahir ayinda, Kurz b. Cabir'in komutasindaki Mekkeli bir birlik Medine'nin dis mahallelerine baskin düzenlemis ve buralari yagmalamisti. Medine'ye henüz dönmüs bulunan Resulullah (s.a.s), bu Mekkeli birligi yakalamak için peslerine düstüyse de, kaçip gittiklerinden onlara yetismesi mümkün olmamisti. Bu olay müslümanlar için üzüntü verici olmustu. Bunun üzerine Mekke'den bir kervanin yola çiktigi haberi alininca Resulullah (s.a.s), hemen Medine'nin güney bati tarafinda bulunan Benu Damra arazisine dogru yola çikti. Burada Müdlic kabilesine mensup olup, hicret esnasinda Resulullah (s.a.s)'i yakalamak isteyen, ancak sonra iman eden Suraka Resulullah (s.a.s)'i kabile mensuplari ile birlikte büyük bir cosku ile karsilamisti. Suraka'nin müslümanlari agirlamasi esnasinda Mekke kervani savusup gitmisti. Bu sefer esnasinda savasçilarin sayisi yüz elli kisi kadardi.

    Suriye'ye giden kervanin yolunun kesilmesini saglamak için Resulullah (s.a.s) iki kisiyi istihbarat maksadi ile Suriye'ye göndermisti. Ayrica oniki kisilik bir birligi Abdullah b. Cahs komutasinda, Mekke devletinin müslümanlar hakkinda tasarladiklari planlari ögrenmek için tehlikeli bi r görevle -Mekke'nin güneyinde,. Mekke ile Taif arasinda bir yer olan Nahle mevkiine gönderdi. Bu birligin gittigi yerin gizliligini muhafaza için görevlerini bildiren mühürlü talimatin iki gün yol alindiktan sonra açilmasi emredilmisti. Bu birlik Nahle bölgesine geldiginde Mekkelilere ait üzüm ve deri yüklü bir kervanla karsilasti. Görevi sadece haber toplamak olan birligin komutani Abdullah Ibn Cah s, bu kervana saldiri emri vermis sonuçta bir müsrik öldürülmüs, iki esir alinmis ve kervandaki mallara ganimet olarak el konmus tu. Islâm devletine ait askerî birlikler düsmanla ilk defa ciddi bir çatismaya girmis oluyordu.

    Sam tarafina gitmis olan kervanin dönüste ele geçirilmesi için hazirliklara girisildi. Bu kervanin yakalanmasi çok önemliydi. Çünkü Mekkeli müsrikler, Medine'de gün geçtikçe güçlenen Islâm devletine nihai darbeyi vurup ortadan kaldirmak için gerekli olan finansi saglamak gayesiyle Ebu Süfyanin liderliginde bu büyük kervani Suriye'ye göndermislerdi. Bu kervanin dönüs haberi Medine'ye ulasinca Resulullah (s:a.s), Ebu Lübabe'yi Medine'de vekil birakarak, Hicri ikinci yilin Ramazan ayinda üçyüz kisiden olusan ashabiyla birlikte yola çikti. Bunu ögrenen Ebu Süfyan, kervani kurtarmak için güzergah degistirirken, ayni zamanda durumu Mekke'ye bildirerek acilen yardim yetistirilmesini istemisti.

    Böyle bir firsati kaçirmak istemeyen Ebu Cehil Mekke'de dolasarak halki galeyana getirmeye çalisiyordu. O, topladigi bin kisilik kuvvetin basina geçerek Medine'ye dogru yola çikmis ti. Islâm ordusu Zefiran denilen yere geldiginde, Mekkeliler'in kalabalik bir ordu ile yola çiktiklari ha beri Peygamber'e ulasmisti. Diger taraftan Ebu Süfyan kervani kurtarmis ve tehlikeyi atlattigini yola çikmis bulunan Mekke ordusuna bildirmisti. Ancak Ebu Cehil, yakaladigi bu firsati degerlendirmek için yoluna devam etti. Ashabiyla bir durum degerlendirmesi yapan Resulullah (s.a.s), onlarin Allah yolunda savasmadaki kararliliklarini görünce kendi ordusundan üç kat daha kalabalik müsrik güçlerle savas karari alinarak yola devam edildi. Bedir mevkiine gelindiginde, vaziyet almis durumdaki düsman ordusuna karsi mevzilendi.

    Bu savas Islâm'in kaderini belirleyecek bir mahiyet arzetmekte idi. Bu savas ya kazanilacakti veya üç yüz kahraman mücahitle birlikte Islâm risaleti tarihe kari sacakti. Durumun ciddiyetini, Resulullah (s.a.s)'in Rabbine yaptigi su tazarru açikca ortaya koymaktadir: "Allah'im, vadettigin yardimini bugün lütfet. Ey Rabbim, bugün su küçük ordu yok olup giderse yeryüzünde sana kulluk eden kimse kalmayacak".

    Allah Tealâ bu esnada mü'minlere zaferi müjdeleyen su ayeti vahyediyordu:

    "Bütün bu toplananlar (müsrikler) hezimete ugrayacak ve arkalarina dönüp kaçacaklardir" (el-Kalem, 68/45).

    17 Ramazan günü (13 Mart 624) yapilan savasta Allah Teâlâ'nin vadi gerçeklesmis ve düsman ordusu büyük bir hezimete ugratilmisti. Ebu Cehil ve diger bir grup ileri gelen müsrikler de dahil yetmis müsrik öldürülmüs, çok sayida da esir alinmisti. Islâm ordusunun verdigi sehit sayisi ise on dört kisiydi (bk. Bedir Gazvesi).

    Bedir savasi, Medine Islâm devletinin temellerini saglamlastirmis, inananlara büyük moral gücü kazandirmisti. Artik bu savasla hak batila üstün gelmis, küfrün, s irkin ve putperestligin yeryüzünden silinip atilmasi için Islâm cihati mesalesi tutusturulmustu.

    Bedir'den Medine'ye dönüldügü zaman, Islâm'a duyduklari düsmanliktan dolayi içlerini kemiren ve müslümanlarin kazandigi bu büyük zaferi hazmedemeyen ve kahrolan yahudiler, düsmanliklarini açiga vurmaya ve degisik yollarla müslümanlara satasmaya baslamislardi.

    Iffetsiz bir kadin sair olan Asma binti Mervân ile Ebu Afek adindaki yahudi sairler, Islâma karsi haddi astiklari için öldürülmüslerdi. Yahudi kabileler içinde düsmanliklarini ilk önce açiga vuran Kaynuka yahudileri, Bedir zaferini küçümsüyor, sebebini, Mekkeli araplarin savas bilmemelerine baglayip; "bizimle karsilassalar da savas nasil olurmus görseler" diyerek müslümanlari hafife aliyorlardi.

    Bir müslüman kadinin yahudiler tarafindan saldiriya ugramasi üzerine çikan olaydan sonra Resulullah (s.a.s), Kaynukaogullarina savas ilân etti. Müslümanlara karsi büyüklenen bu yahudi kabile, tiynetlerindeki korkakliklarindan, sarfettikleri sözleri unutup kalelerine kapanmaktan baska ça! re bulamadilar. Müslümanlarla çatisma cesaretini gösteremeyen Kaynukaogullari teslim olmalari üzerine Medine'den sürülüp çikarildilar (bk. ; Kaynukaogullari).

    Gelisen olaylar çerçevesinde Allah Teâlâ, sosyal, iktisadî, siyasî konulardaki ayetlerini, hikmetine binaen bir nüzul sebebi çerçevesinde gönderirken, Islâm savas hukukuna dair tesrii de olusmaya baslamisti. Islâm, canli bir hayat dini oldugu için, inen hükümler hemen toplum hayatina yansitiliyor ve müslümanlar tarafindan hazmedilerek, yasayislarini onlara göre düzene koyuyorlardi. Islâm tebliginin Mekke safhasi, nasil ki kiyamete kadar sürecek tevhid mücadelesinde insanlara örnek te skil etsin diye Allah tarafindan o seçkin topluluga yasatilmissa, Medine dönemi de, kiyamete kadar müslümanlarin ferdi yasayislarindan devlet düzenine kadar her seyleri için örnek olsun diye, yine o seçkin sahabeler topluluguna yasatilmakta idi.

    Bedir savasindan sonra Resulullah, Mekke müsrikleriyle müttefik konumundaki müsrik kabilelere karsi akinlara girismisti. Bedir'de müslümanlarin elde ettigi zafer ve Kaynukaogullarinin ihanetlerine karsilik sürülmeleri, geri kalan yahudileri çileden çikarmisti. Bütün peygamberlere ihanet eden bu kavim, Resulullah (s.a.s).ile yaptigi antlasmaya aykiri olarak Mekke müsrikleriyle gizliden gizliye komplolar hazirlamaya giristi. Yahudi liderlerinden sair Ka'b b. Esref, Bedir zaferini duydugu zaman üzüntüsünden;

    "Bugün yerin alti üstünden yegdir" demistir. Bu adam Mekke'ye gidiyor ve Bedrin intikamini almalari için onlari harekete geçirmeye çalisiyor, yahudilerin kendilerine yardim yapacagina dair taahhütlerde bulunuyordu. Düsmanlikta alenî davranan ve ileri giden bu yahudi öldürülerek fesati engellenmisti.

    Bedir maglubiyetini bir türlü hazmedemeyen ve öfkeden çilgina dönen müsrikler, intikam almak için hemen hazirliklara girismislerdi. Bedir öncesi, Ebu Süfyan'in Mekke'ye ulastirdigi kervandan herkes sadece sermayelerini almis, kervanin 250.000 dirhem tutarindaki toplam kâri ordu teskilinde harcanmak için ayrilmisti. Mekke disindaki bir çok kabileye heyetler gönderilerek para karsiliginda asker toplama yoluna gidildi. Ordunun mümkün oldugu kadar büyük ve kalabalik olmasi gerekiyordu. Zira Medine'ye dogru yürüme cesaretini ancak bununla kendilerinde bulabilirlerdi.

    Kaynak: Islam tarihi

  4. Alt 09-14-2008, 14:23 #24
    Sarax Mesajlar: 678
    BEDIR GAZVESI


    --------------------------------------------------------------------------------

    Islâm devletinin Medine'de kurulmasindan sonra müslümanlarla müsrikler arasinda meydana gelen ilk savas. Bu savasa, yapildigi kasabanin adiyla anilarak, Bedir Gazvesi denilmistir.

    Bedir kasabasi Medine'nin 120 km. kadar güneybatisinda ve Kizil Deniz sahiline 20 km. uzakliktadir. Bedir, Mekke'den gelip Medine'den geçerek Suriye'ye kadar uzanan yol üzerinde olup, Mekke-Medine arasindaki konak yerlerinden biri idi. Bedir halki kasabalarina ugrayan ticaret kervanlarina verdikleri hizmetler karsiliginda elde ettikleri kazançlarla geçinirlerdi. Ayrica her yil Zilkade ayinda burada kurulan bir panayir kasaba halkina önemli gelir saglardi. Bedir kasabasinin Islâm savas tarihinde önemli bir mevkii vardir. Hz. Peygamber (s.a.s.) müsriklerle çarpismak üzere buraya üç defa gelmisti. Birincisine ilk Bedir Gazvesi adi verilir. Savasa henüz izin verilmedigi dönemlerde Mekkeli müsrikler müslümanlara saldirilarina devam ediyorlardi. Fakat hicretin altinci ayindan sonra cihat izni verilince artik müslümanlar kendilerini ve Islâm devletini koruma imkâni bulmuslardi. Bir ara müsrikler o sirada henüz müslüman olmamis olan Kürz b. Câbir'in kumandasi altinda bir askerî birlik gönderip Medine'nin çevresine saldirtmislardi. Kürz ve yanindaki müsrikler Medine'nin güneyinde Cemmâ denilen yere gelip müslümanlarin sürülerine saldirmis ve yagmalamislardi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) Medine'de Zeyd b. Hârise'yi devlet baskanligina vekil tayin edip bir grup müslümanla Sefevan vadisine kadar ilerledi. Kürz ve adamlarini takip eden Hz. Peygamber, müsriklerin izlerine rastlamayip Medine'ye geri döndü. Bu gazveye ilk Bedir Gazvesi adi verilir. Peygamber, hicretin ikinci yilinda Rabîü'l-evvel (623 Eylül) ay'i baslarinda bu sefere çikmisti.

    Müslümanlarin her seylerini Mekke'de birakip Medine'ye hicret etmeleri müsriklerin Islâm'a ve müslümanlara olan kinlerini dindirmemi sti. Hatta müslümanlarin Medine'de devletlerini kurup yerlesmeleri Mekkeliler'e çok agir gelmisti. Müs rikler Islâm'in bu ba sarisini hazmedemeyip mutlaka durdurmak için yollar aramaga basladilar. Hicretten önce Abdullah b. Übey b. Selül adindaki kabîle reisi Medine'de taç giyip kral olmak üzere idi. Fakat akrabalarinin ve destekçilerinin büyük bir kismi müslüman olup Hz. Peygamber (s.a.s.)'i sehirlerine davet edince, artik burada bir Arap devleti degil Islâm devleti kurulmustu. Bunu bir türlü içine sindiremeyen Abdullah b. Übey, etrafindaki bazi adamlariyla birlikte Islâm'a girdiklerini söylemislerse de asla içten iman etmemis, münafikliklarini sürdürmüslerdi. Bunu firsat bilen Mekkeli müsrikler eski dostlari olan Ibn Übey'e bir mektup yazarak söyle demislerdi: "Siz bizimkileri barindirdiniz. Ya siz Muhammed'i öldürür veya yurdunuzdan çikarirsiniz; yahut biz hepimiz toptan gelip üzerinize saldirir erkeklerinizi öldürür kadinlarinizi esir aliriz."

    Hz. Peygamber ve arkadas larinin Medine'ye gelmeleriyle kralligi engellenen Abdullah b. Übey, etrafindaki münafiklarla Islâm'i içten yikmaga çalisiyordu . Onun gayesi gayet açik idi. Krallik isteyen bir adam Islâm devletinde ve Peygamber'in baskanliginda barinamazdi. Münafiklar, dünya ve dünya çikarlarinin pesine takilmis müsriklerle isbirligi yaparak, Islâm'in Medine'deki hâkimiyet ve devletini yikmaga ça lisiyordu.

    Müslümanlar, müsriklerle münafiklarin kurduklari bu isbirligini haber aldilar. Mekkelilerin gönderdigi bu mektup onlarin ve Medine'deki münafiklarin gayelerini gayet açik bir sekilde ortaya koyuyordu.

    O bakimdan, müslümanlar çok dikkatli idiler. Bu düsmanlardan gelebilecek saldiriya hazirdilar. Resulullah ilk tedbir olarak, Medine-i Münevvere çevresine küçük müfrezeler gönderdi. Bu müfrezeler, Kureys'in ticaret kervanina engel oluyor ve Medine çevresindeki kabîlelerle baris anlasmalari yapip, Medine-i Münevvere'nin güvenligini sagliyordu.

    Hamza b. Abdülmuttalib, Ubeyde b. Hâris ve Sa'ad Ibn Ebi Vakkas (r. an.) gibi ileri gelen sahabiler, bu müfrezelerin ba sinda görev yapmislardi. Bunlar kan dökmemege dikkat ediyorlardi. Yalniz Abdullah b. Cahs (r.a.) müfrezesi Bedir'den önce düsmanla çarpisan ilk Islâm seriyyesidir. Bu hadisenin savasilmasi haram aylardan Recep ayinin son gecesinde olmasi, müsriklerin dedikodusuna sebep oldu. Bu olay üzerine, haram aylarda savasmak hakkinda aâyetler nazil oldu. Bu ayetlerde, müslümanlara, cihat izninin verilecegine dair müjdeler vardi. Ve hemen ardindan da savasa izin veren ayetler geldi.

    "Kendileriyle savasilan (mü'min)lere izin verildi. Çünkü onlara zulmedilmistir. Ve Süphesiz Allah, onlara yardim etmege kadirdir. " (el-Hacc, 22/39).

    "Ey inananlar, korunma tedbirleri alin; bölük bölük veya hep birlikte savasa gidin." (en-Nisâ, 4/71).

    "(Yeryüzünde) hiçbir kötülük kalmayincaya ve din tamamen Allah'in oluncaya kadar onlarla savasin. Eger vazgeçerlerse muhakkak Allah, ne yaptiklarini görmektedir. " (el-Enfâl, 8/39)

    Bu ayetler, müslümanlari, müsriklerden yillarca gördükleri iskencelere karsi intikam almaya tesvik ediyor; zalimlerden, Allah'in hâkimiyetini gasba yeltenmis müstekbirlerden bu hâkimiyetin alinarak Allah'a iade edilmesini ve hükmün Allah'a ait oldugunun onlara gösterilmesini istiyordu. Bunun için de müslümanlarin gerekli tedbirler alarak ve korunarak savasmalarini istiyordu. Bu ayetlerdeki istek elbette Cenâb-i Hakk'a aitti. Eger insanlara ve Resule ait olsaydi zaten onlar yillarca önce savasmak ve zulme isyan etmek istemislerdi. Ancak, zulme isyan Allah'in ölçülerine ve rizasina uygun yapilmali ve bir zulüm kaldirilirken yerine bas ka bir zulüm ikame edilmemeliydi. I ste Medine'deki Islâm toplumu bunu anliyordu. Müslümanlar iste bunun için müsriklerle savasmayi göze almislardi.

    Mekkeli müsrikler defalarca müslümanlari tehdit edip, onlara Medine-i Münevvere yakinlarina kadar gönderdikleri çapulcu birlikleri eliyle zararlar veriyorlardi. Son zamanlarda Ebû Süfyân'in da ortakligiyla olusturulan bir kervan Suriye'den mallar getirecek ve bununla müslümanlara son ve kesin darbe indirilecekti. Bunu haber alan Resulullah (s.a.s.), durumu ashabiyla istisare etti. Bu kervanin Mekke'ye ulasmasina engel olunmasi karari alindi. Bu kararin uygulanmasi asamasina gelindiginde Ebu Süfyan durumdan haberdar oldu ve Damdam b. Amr el-Gifârî'yi Mekke'ye göndererek Kureys'ten yardim istedi.

    Ebu Cehil bu firsati kaçirmak istemediginden Kâbe'ye kostu. Müsrikleri müslümanlara karsi savasa tesvik etti. Tellâllar çikararak Mekke sokaklarinda bagirtti. Eli silâh tutan herkes bu müsrik ve putperest orduya katildi. Hatta Resulullah'in müsrik olan amcasi Ebu Leheb, kendisi gidemeyecek kadar hasta oldugu için yerine ücretle bir kiralik asker gönderdi.

    Resulullah hicretin ikinci yili Ramazan ayinin sekizinci günü Abdullah Ibn Ümmü Mektum'u Medine'de kalan yasli ve hastalara namaz kildirmak üzere görevlendirdi. Yahudilerin karisiklik çikarmasindan süphelendikleri için Ebu Lübabe'yi de Medine'de yönetimin basinda vekil birakti.

    Müslüman ordusunun sayisi üçyüzbes kisi idi. Bunlarin seksenüçü Muhacirlerden, altmisbiri Evs'den, geri kalanlari da Hazrec kabilesinden idiler. Muhacirlerden yalnizca Osman b. Affân (r.a.), hanimi Resulullah'in kizi Rukiye agir hasta oldugu için Medine'de kalmisti. Kendisi de ayrica rahatsizdi.

    Müslümanlarin yalniz üç atlari ve yetmis develeri vardi. Bineklerine sirayla binmek zorundaydilar. Zefiran denilen yere geldiklerinde, Mekkeli müsriklerin büyük bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduklarini ögrendiler. Biraz duraklayip tereddüt ettiler. Çünkü onlarin büyük hazirliklarla gelen Mekke ordusuna karsi koyacak kadar askerleri yoktu. Buna hazirlikli da degillerdi. Resulullah ashabiyla yeniden istisare etti. Kervanin pesine mi düsülmeliydi; yoksa müsrik ordusuna karsi mi durulmaliydi. Allah Resulu ve Muhâcirler ordunun karsisina çikilmasi taraftariydilar. Ensâr ise, Akabe beyatinda verdikleri sözle Medine' de Rasûlullah'i koruyacaklardi. Simdi ise Medine disinda idiler. Rasûlullah (s.a.s.) onlara reylerini sordu. Ensardan Sa'd b. Muaz söyle dedi:

    "Ya Resulullah, biz sana inandik. Allah tarafindan getirdiklerinin hak oldugunu tasdik ettik. Artik siz ne dilerseniz emrediniz. Seni gönderen Allah hakki için artik denize girersen, seninle beraber biz de gireriz. Hiç birimiz geri kalmayiz. Biz düsmana karsi durmaktan çekinmeyiz. Muharebeden geri dönmeyiz. Sabrederiz ve sadakatten ayrilmayiz. Bizden memnun kalacagin isler nasip etmesini Allah' tan dilerim. Hemen Allah'in bereketini dileyerek istediginiz tarafa yürüyünüz."

    Resulullah (s.a.s.), ashabinin bu birlik ve beraberligine çok sevindi. Allah'a hamd ile, müsriklerle karsilasmak üzere Bedir kuyulari mevkiine dogru yola koyuldu.

    Ebu Süfyan, müslümanlarin Bedir'e gelmekte oldugunu ögrenince kervanin yönünü degistirdi. Deniz tarafindan Mekke'ye yollandi. Müslümanlar Bedir'e gelince, kervan çoktan uzaklasmisti.

    Islâm ordusu, kumluk bir araziye konaklad i. Müsrikler ise Bedir kuyularini tutmuslardi. Gece yagan yagmur, hem araziyi pekistirdi, hem de müslümanlarin su ihtiyacini giderdi. Bu Allah Teâlâ'nin onlara bir yardimiydi.

    Daha sonra, buralari çok iyi taniyan Habbâb b. Munzir'in teklifiyle ordunun karargâhi degistirilip Bedir köyünün en sonundaki kuyunun yararina geçildi. Resulullah (s.a.s.) elini kana bulamak istemediginden kendisine ordunun gerisinde bir çadir kuruldu. Çadirinin kapisinda Sad b. Muaz nöbet tutuyordu.

    Mekkeli müsrikler zirhlar içinde idi. Sayilari bin kisiye yakindi. Bunun yüz kadari süvari yedi yüzü develi ve geri kalani piyade idi. Bu sayi Islâm ordusunun üç kati idi.

    Ordular ibret alinacak bir dagilim sergiliyordu. Tarih hiç bir zaman bu derece anlamli bir savasa tanik olmamisti. Bir tarafta Müminlerin dostu Ebu Bekr (r.a.), diger tarafta müsrik saflarinda yer alan oglu Abdurrahman; bir tarafta müsrik ordusu komutani, Utbe b. Rabia, karsisinda oglu Huzeyfe bulunuyordu. Resulullah'in amcasi Abbas ile Hazreti Zeyneb'in esi ve Resulullah'in damadi Ebu'l As, müsriklerin arasindaydi. Akîl ise kardesi Hz. Ali'ye karsi müsrik ordusunda yer almaktaydi.

    Bu sirada Ebû Süfyan'in kervaninin Mekke'ye ulastigi haberi geldi. Ebu Süfyan müsriklere bir haber göndererek, "Siz kervaninizi korumak için harekete geçtiniz. Artik savasmadan geri dönünüz" dedi. Ancak geri dönmek için arzulu olanlar olduysa da savasma karari alanlar çogunluktaydi. Ebû Cehil, "Müslümanlari öldürmeye bile lüzum yoktur. Ellerini baglayip onlari tekrar Mekke'ye götürecegiz ve böylece Islâm da bitecek" diyordu.

    Bu ordu, Islâm'in tek ordusuydu. Eger bu ordu ezilecek ve silinecek olursa Allah'in hükmünü hâkim kilacak bir baska topluluk kalmayacakti. Hz. Peygamber (s.a.s.): "Allah'in, vadettigin yardimini bugün lutfet. Ya Rab, bu bir avuç mücahid yok olursa, bir muvahhidler bu gün telef olursa, yeryüzünde sana ibadet eden kalmayacak!" diye dua ve niyazlarina devam etti. Bu sirada da su mealdeki vahiy gelmisti:

    "Bütün bu toplananlar (müsrikler) hezimete ugrayacak ve arkalarina dönüp kaçacaklardir. " (el-Kalem, 68/45).

    Resulullah (s.a.s.) kan dökülmesini istemediginden Ömer b. el-Hattab'i elçi olarak müsriklere gönderdi. Onlar savas konusunda kararli olduklarindan Resulullah'in bu serefli elçisinin tekliflerini dinlemediler. Kur'an bir baska ayetiyle müminleri desteklemekte ve Mekkeli müsriklerin cezalandirilmasini talep etmektedir:

    "Onlar, (insanlari, Rasülü ve mü'minleri) Mescid-i Haram'dan geri çevirdikleri ve onun velisi, bakicisi ve koruyucusu olmadiklari halde Allah onlara neden azap etmesin? Onun velileri sadece muttakîlerdir. Fakat çoklari bunu bilmez. " (el-Enfal, 8/34).

    Bu harpten itibaren, Kur'an-i Kerîm'de, girisilen bütün savaslarda müslümanlarin yanibasinda çok sayida melegin savasa katildigindan bahsedilir. Ancak Bedir savasi ötekilerden bir farklilik gösterir.

    "O zaman sen müminlere.' Rabbinizin size indirilmis üç bin melegi ile yardim etmesi, size yetmez mi?' diyordun , "Evet, sabreder, (Allah' dan) korkarsaniz, onlar hemen su dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz, size nisanli bes bin melek ile yardim eder", Allah, bunu size sirf müjde olsun ve kalpleriniz yatissin diye yapti.

    Yardim, daima galip ve hikmet sahibi Allah katindadi r. " (Âli Imrân, 3/124-126).

    17 Ramazan (13 Mart 624) Cuma günü sabahleyin her iki ordu Bedir kuyularina dogru ilerledi. Müslümanlar bu kuyularin basina kâfirlerden önce ulasmislardi. Müsriklerin tarafindaki kuyular tamamen kapatilip tutulduysa da Hz. Peygamber (s.a.s.) düsmanin kendi tarafindaki bir kuyudan su almalarina müsaade etmistir. Cahiliye adetlerine göre savasi iyice kizistirip heyecan dogurmak için gruplar öne adam çikararak birbirlerine meydan okurlardi. Müsrikler tarafindan Esved adindaki sahis ortaya çikip er istemis, buna karsi Hz. Hamza çikarak onu derhal öldürüvermisti. Bunun üzerine Kureys'in ileri gelenlerinden Utbe b. Rabîa, kardesi Seybe ve oglu Velid ortaya atildilar. Bunlarin karsisina Medineli gençlerden üç kisi çikinca, kim olduklarini sormus ve onlara: "Siz bizim dengimiz ve muhatabimiz degilsiniz, bizim kavmimiz ve kabilemizden adamlar çiksin" demislerdi.

    Kureys kâfirlerinin bu istekleri üzerine Hz. Hamza, Hz. Ali ve Ubeyde b. Hâris çiktilar. Hz. Hamza ile Hz. Ali hasimlarini derhal öldürdüler. Ubeyde ise hasmini yaralamis kendisi de yaralanmisti. Onun yardimina kosan Hz. Hamza ve Hz. Ali (r.a.) derhal Utbe'yi öldürüp yarali arkadaslarini müslümanlarin karargâhina tasimislardi. Bu mubarezelerin sonunda taraflar birbirlerine saldiriya geçtiler. Ikindiye dogru müslümanlar tarihin kaydettigi büyük zaferlerden birini gerçekle stirmislerdi. Savas sona ermisti. Müslümanlari n, Islâm'in ve özellikle Hz. Peygamber'in en büyük düsmani Ebu Cehil basta olmak üzere müsriklerin ileri gelenlerinden çok kimse hayatini kaybetmisti. Müsriklerden tam yetmis kisi öldürülmüstü. Müslümanlar ise on dört sehid vermislerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) namazlarini kildirdiktan sonra Allah yolunda canlarini veren bu ilk sehitleri topraga verdi. Müslümanlar Kureys'in ölülerini de yerde birakmayip açtiklari bir çukura gömdüler.

    Mekkeli müsriklerden bir miktar esir alindi. Ama henüz Cenâb-i Allah esirler hakkinda hükmünü bildirmemisti. Peygamberimiz bu esirlerle ilgili olarak ashabiyla istisarede bulundu. Ashabtan bazilari bunlarin derhal öldürülmesini teklif ederken, en yakin müslüman akrabalarinin bunu infaz etmelerini tavsiye etmislerdi. Buna karsilik basta Hz. Ebu Bekir olmak üzere bazi sahabeler de bu esirlerin fidye karsiliginda serbest birakilmalarini teklif ettiler. Rasûlullah bu ikinci teklifi uygun buldu. Fidye ödeyemeyenlerden okuma yazma bilenlerin müslümanlarin çocuklarindan onar kisiye okuma-yazma ögretmeleri istendi. Esirler müslümanlar arasinda dagitildi.

    Hz. Peygamber onlara iyi muamele edilmesini istedi. Esirlerden elbisesiz kalmis olanlara giyecekler verildi. Bu esirler müslümanlarla birlikte ve onlarla esit sartlar altinda yemege oturuyorlardi. Esir alinanlardan sadece ikisi idama mahkûm edilmistir. Çünkü bunlar Mekke'de inananlara yapmis olduklari zulümden dolayi idami haketmislerdi. Rasûlullah'in, bu ilk askerî karsilasmada gösterdigi bu insânî tutum ve davranis daha sonraki olaylarda da degismemistir.

    Mekke müsriklerinin ileri gelenleri ve baskanlari, Bedir'de öldürülmüstü. Ebû Süfyan ise büyük ticaret kervaninin basinda oldugu halde kaçip kurtulmus ve bundan böyle Mekke' nin baskani olmustu. Oglu, kayinpederi ve kayinbiraderi Bedir savasinda öldürülen Ebu Süfyan, bunlarin intikamini alincaya kadar hanimina yaklasmayacagina, saç ve sakalini kestirmeyecegine yemin etti. Bunun yaninda karisi Hind de kendi akrabalarini öldürenleri bulup onlarin cigerlerini yiyecegine and içmisti.

    Bedir zaferi, siyasi-dini yapi daki Islâm devlet ve camias inin daha da saglam temeller üzerine oturmasini sagladi. Hz. Muhammed (s.a.s.) Bedir' de savas baslayacagi sirada, secdeye kapanip Allah'a yönelerek O'na, yardimini esirgememesi için dua ettiginde o günkü durumu en güzel bir sekilde dile getiriyordu:

    "Ey Allah'im! Sayet su küçücük ordu eriyip giderse sana (yeryüzünde) artik ibadet edecek kimse kalmayacaktir... "

    Kaynak: Islam tarihi

  5. Alt 09-14-2008, 14:24 #25
    Sarax Mesajlar: 678
    IFK OLAYI


    Ifk; yalan, büyük yalan, Iftira namuslu birinin namusu hakkinda Iftira etmek.

    Ifk olayi; Islâm tarihinde Resulullah (s.a.s)'in zevcesi ve müminlerin annesi (el-Ahzâb, 33/6). Hz. Âîse hakkinda münâfiklar tarafindan uydurulan Iftira olayinin adi. Olay Buhâri, Müslim gibi ana kaynaklarda tafsilâtli olarak anlatilir. Bizzat Hz. Âîse, olayi cereyan tarzi ve sebepleriyle birlikte detayli olarak anlatmaktadir.

    Olayin gerçek yüzü münâfiklarin, Medine'de güvenli bir yurt edinen ve günden güne gelisen Islâm toplumunu parçalamak için Islâm peygamberinin aile mahremiyetini hedef alarak, bas vurduklari bir aleyhte propaganda ve karalama hareketidir. Onlar, Resulullah'in, en yakin arkadaslari ile arasini açabilirlerse, Islâm'i yok etme emellerine kIsa yoldan varabileceklerini zannediyorlardi. Münâfiklar Mustalikogullarina karsi düzenlenen cihat harekatinda, Hz. Âîse'nin basina gelen normal bir olaydan yararlanarak Hz. Ebu Bekir'le Resulullah'in arasina fitne sokmaya ve Resulullah'i gözden düsürmeye çalistilar.

    Münâfiklar, hicretin besinci yili Saban ayinda, Necid bölgesinde, Müreysî suyu yaninda konaklamis olan Mustalikogullari kabilesine karsi düzenlenen sefere savasin siddetli geçmeyecegini bildikleri için kalabalik bir sekilde katIlmislardi.

    Resulullah sefere çikmadan önce, adeti oldugu üzere, hanimlari arasinda kura çekmis, kendisiyle beraber sefere gitme kurasi Hz. Âîse'ye çikmisti (Buhârî, Sehâdet, 15).

    Bu sefer esnasinda münâfiklar, Mekkeli Muhacir müslümanlarla, Medine'nin yerlisi Ensar arasina fitne sokmaya da çalistilar. Bunun için bölge ve kabile taassubunu kullandilar. Bir seferinde Iki müslüman grubu birbiriyle kilica sarilacak hale getirmis, olay Resulullah (s.a.s) tarafindan kolayca önlenmistir. Bu arada münâfiklarin reisi Abdullah b. Übeyy:

    "Medine'ye dönünce, aziz olanlarin, zelil olanlari oradan çikaracaklarini" söylüyordu (el-Münâfîkûn, 63/8). Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) Ensari toplayarak durumu anlatti. Ensâr olaya son derece üzüldü. Böylelikle Abdullah b. Übeyy herkesin nefretini kazandi. Hatta oglu babasinin bineginin üzengisinden tutarak:

    "Zelil oldugunu, Allah Resulunün de aziz oldugunu itiraf etmeden seni birakmam " demis ve itiraf da ettirmistir (Ibn Sa'd, Tabakâtu'l-Kübra, II, 65).

    Sefer dönüsü ordu, geceleyin bir yere konakladi. Hz. Âîse ihtiyaci için ordugahin disina çikti. Döndügü zaman, boynundaki Yemen boncugundan dizIlmis gerdanliginin kopup düsmüs oldugunu gördü. Bu gerdanligi Hz. Âîse'ye, gelin oldugunda annesi Ümmü Rûman hediye etmisti (Vakidî, Megazî, II, 428). Diger kaynaklar gerdanligi kiz kardesi Esma'dan emanet aldigini yazarlar.

    Hz. Âîse, gerdanligi aramak için ordunun disinda ihtiyacini giderdigi yere gitti. Bulup döndügünde ise kendisinin devesi üzerindeki mahfelinde oldugunu zanneden muhafizlari da dahil olmak üzere, ordunun oradan ayrilip gitmis oldugunu gördü. Geri dönüp kendisini ararlar düsüncesiyle orada oturup bekledi. Bu arada da oldugu yerde uyuyup kaldi.

    Ordunun artçisi Safvan b. Muattal kendisini görerek, hiç konusmadan onu devesine bindirdi. Devenin yularini çekerek orduya yetistirdi (Ibn HIsam, es-Sîre, II, 298).

    Ikinci konakta Hz. Âîse'nin devesinin üzerinde olmadigi anlasilip bir süre sonra genç bir askerin devesiyle geldigini görünce, münâfiklar bunu firsat bilip dedikoduya basladilar. Abdullah b. Übeyy el altindan bu dedikoduyu besledi. Müslümanlar bunun Iftira oldugunu anladilar. Meselâ Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî hanimina:

    "Ümmü Eyyûb! Senin hakkinda böyle birsey söylense kabul eder misin?" diye sordu. O,

    "Hasâ, asaletli ve serefli bir Insan böyle bir sey yapmaz." cevabini verdi (Ibn Hisâm, a.g.e, s. 302).

    Ne yazik ki münâfiklar disinda üç müslüman da bu dedikoduya kendilerini kaptirdilar; Bunlar Safvan'dan öç almak Isteyen Hassan bin Sâbit, Resulullah'in hanimlarindan Zeyneb binti Cahs'in kiz kardesi Hamne ve Hz. Ebû Bekir'in yardimlariyla geçinen Mistah b. Üsâse idiler.

    Hz. Âîse yolculuk dönüsü hastalandi ve annesinin bakmasi için baba evine gitti. Olanlardan tamamen habersizdi. Ne annesi ve babasi, ne de Resulullah (s.a.s) olanlari kendisine duyurmadilar. Kendisi de Resulullah'in soguk davranisina bir mana veremedi. Bir gün Mistah'in annesi durumu kendisine açinca derin bir üzüntüye kapildi ve günlerce gözyasi döktü (Müslim, Tevbe, 56). Bu arada Resulullah (s.a.s) kendisine durumla ilgili sorular sordu. Hz. Âîse ise, halini Allah'a havale ettigini bildirerek karsilik verdi.

    Olayi duyan Safvan büyük bir öfkeye kapilarak kilicini aldi ve öldürmek kastiyla Hassan'a saldirdi ve onu yaraladi. Bu Resulullah (s.a.s)'e haber verilince Safvan'in tutuklanmasini emretti. Aslinda Safvan kadina ilgi duymayan, erkeklik gücü yok (hasûr) birisi idi. Bunu kendisi de açikça ifade etmistir (Ibn HIsam a.g.e, s. 306, Müslim, Tevbe, 57).

    Resulullah (s.a.s) durumu bir de Ashaptan bazilariyla görüstü. Bunlardan Hz. Osman, Üsâme b. Zeyd, Zeyneb binti Cahs, Ümmü Eymen hep Hz. Âise'nin tertemiz olduguna sahitlik ettiler. Hz. Ömer, Hz. Âîse'nin nikâhinin Allah tarafindan kiyildigini hatirlatarak, Allah'in temiz olmayan bir kadinla onu nikahlamayacagini söyledi. Yalniz Hz. Ali lehte olmayan bir konusma yapti ve Resulullah için kadinin çok oldugunu belirtti. Bir de Hz. Âîse'nin hizmetçisinin sorguya çekIlmesini teklif etti. Hatta dogru söylemesini saglamak için onu tokatladi. Berire ise, hanimi hakkinda iyilikten baska bir sey bIlmedigini belirtti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) durumu bir de Ashab'a bildirmek üzere minbere çikti ve bu konuda onlarin yardimini Istedi. Ensardan Sa'd b. Muaz:

    "Ey Allah'in Resulu, sana ben yardim edecegim. Iftiraci Evs kabilesinden ise, ben onun boynunu vururum. Eger Hazrecli kardeslerimizden ise, bize emredersin, emrini yerine getiririz" deyince Hazreclilerden Sa'd b. Ubade buna karsi çikti. Karsilikla atismalar neticesinde çikan anlasmazligi Resulullah (s.a.s) yatistirdi.

    Resulullah (s.a.s) büyük üzüntüyle oradan, babasi Ebû Bekir'in evinde bulunan Hz. Âîse'nin yanina gittiginde, Allah onun temizligini su ayetlerle Resulune bildirdi:

    "O Iftira haberini getirenler, sizlerden bir zümredir. Onu siz kendiniz için bir ser sanmayiniz. Belki o, sizin için bir hayirdir. Onlardan herkese kazandigi günah vardir. Günahin büyügünü yüklenen kimseye de büyük bir azap vardir. Ne olurdu o Iftirayi isittiginiz zaman, erkek ve kadin müminler, kendi nefIsleri ne kiyas ederek hüsnü zan etselerdi de; bu açik bir Iftiradir deselerdi!

    O Iftiracilar buna dört sahit getirselerdi ya! Sahitleri getiremeyince de onlar, Allah katinda muhakkak yalancidirlar. Eger dünyada ve ahirette Allah'in fazl ve rahmeti üzerinizde bulunmasaydi, içine daldiginiz o ifiradan dolayi, sizi her halde büyük bir azap çarpardi. Ortaya atildigi zanlari siz, o Iftirayi dillerinizle birbirinize yetistiriyordunuz. Hiçbir bilginiz olmayan seyi agizlarinizla söyleyiveriyor ve bunu kolay saniyordunuz. Halbuki bu, Allah katinda büyük bir vebal idi."

    "Ne olurdu, onu isittiginiz zaman: "Bunu söylemek bize yakismaz! Sübhanallah! Bu büyük bir bühtandir" deseydiniz ya!...." (en - Nûr, 24/11-20).

    Bu ayetlerin inisi basta Resulullah (s.a.s) olmak üzere bütün müminleri sevindirdi. Ama Iftira yapanlarin ve yayanlarin cezasi da verIlmeliydi. Cenabi Hak bunun üzerine su Iki ayeti indirdi:

    "Namuslu ve hür kadinlara (zina isnadiyla) Iftira atan, sonra da (bununla ilgili olarak) dört sahit getirmeyen kimselerin (her birine) seksen degnek vurun. Onlarin ebedî sahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fâsiklarin ta kendileridir. Ancak (bu hareketlerine) tövbe edip durumlarini islah edenler müstesnâdir. Çünkü Allah çok yarligayici, çok esirgeyicidir" (en-Nûr, 24/4-5).

    Ayetlerde, zina Iftirasi atanlar için üç ayri hüküm konulmustur:

    1- Iftiraciya seksen sopa vurulacak

    2- Sahitligi ebediyyen kabul edIlmeyecek

    3- Allah'in taatindan çiktigi için fâsiklikla vasiflandirilacak.

    Iftira eden, pisman olur, tövbe ederse fâsiklik vasfini üzerinden kaldirmis olur (M. Ali es-Sabûnî, Kur'an-i Kerîm'in Ahkâm Tefsîri, II, 107).

    Bu ayetlerin inmesi üzerine Resulullah (s.a.s) Hassan, Hamne ve Mistah'a zina Iftirasi cezasi olarak seksener degnek vurdurdu. Abdullah b. Übeyye'ye bu ceza tatbik edIlmedi (Muhammed Rida, Muhammed (s.a.s), Misir 1357/1938, s. 303).

    Hz. Ebû Bekir kizina yapilan Iftiraya karistigi için Mistah'a vermekte oldugu yardimi kesmisti. Iftira cezasi tatbik edildikten sonra Cenabi Hak:

    "Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar, akrabalarina, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin. Allah'in sizi yarligamasini sevmez misiniz? Allah çok yarligayici, çok esirgeyicidir" (En-Nur, 24/22) ayetini indirdi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir:

    "Vallahi ben, Allah'in beni yarligamasini elbette arzu ederim. Vallahi ben, artik bunu ondan hiç bir zaman kesmem" dedi ve Mistah'a vermekte oldugu nafakayi vermeye tekrar devam etti (Buharî, Megazî, 34; Tefsîru'l-Kur'ân, 6; Müslim, Tevbe, 56).

    Iftira, içi baska disi baska olan Iki yüzlü münâfiklarin metodudur. Iftiradan sakinmak, Iftiraya ugrayan mazlumlara arka çikmak, zalim ve Iftiracilari yalanlamak gerekir.

    Ismail KAYA

  6. Alt 09-14-2008, 14:24 #26
    Sarax Mesajlar: 678
    KAYNUKAOGULLARI VE MEDINE'DEN SÃœRÃœLMELERI


    --------------------------------------------------------------------------------

    Kaynukaogullari Medine (Yesrib)de yasamis bir Yahudi kabilesidir. Yahudiler (Eskiden büyük Arap mabedinin yeri olan) Siondan Hristiyanlar tarafindan kovulduktan sonra, yeryüzünün çesitli yerlerine az veya çok büyük cemaatlar halinde dagilmislardi. Ancak Arap yarimadasina ne zaman geldikleri, cemaatlerinin burada ne zaman olustugu bilinmiyor. Ancak Islam'in yayilisindan önce Arabistan'in her tarafinda Yahudiler vardi. Ferdî ve pek az sayida oldugu gibi saglam cemaatler halinde, Eyle (Akabe Körfezi)'den Yemen'in veya Uman'in uçlarina kadar, Medine'den Bahreyn'e kadar; Meknâ'da Vadiül-Kura'da, Teymâ'da, Fedek'te, Tâif'te kisacasi bütün sehirlerde, ayni sekilde panayirlarda ve kervanlarda onlara rastlanir (Muhammed Hamîdullah, Islâm Peygamberi Çev. Salih Tug I, 393, 394).

    Mekke'de hemen hemen hiç Yahudi yoktu. Ancak onlar, bölgenin yillik panayirlarinda, özellikle Ukaz'da bulunurlardi. Ukaz'da hem ticaret esyasi satarak, hem de kendilerini gizli seyleri bilen veya istikbâlden haber veren kâhin olarak tanitmak suretiyle iyi para kazanmasini bilirlerdi. Ehl-i Kitab olarak, câhil bedevîler üzerinde özel bir prestij icra ediyorlardi (M. Hamidullah, a.g.e., I, 394).

    Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettigi zaman, halkin hemen hemen yarisi Yahudi idi. Ancak Yahudilerin bu bölgeye gelisi hakkinda açik bir bilgi yoktur. Islâmiyet ortaya çiktigi sirada, büyük çapta Araplasmis görünüyorlardi; Arapça konusuyorlar, çocuklarina Arap isimleri veriyorlar, kabileleri bile Arap isimleriyle çagriliyordu (M. Hamîdullah, a.g.e., I, 4I5).

    Komsulari müsrik Araplar gibi Yahudiler de kabile halinde yasiyorlardi. Hz. Peygamber (s.a.s) tarafindan olusturulan Medine Islâm devleti anayasasinda dokuz Yahudi kabilesinde söz ediliyor (Salih Tug, Islâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, Istanbul 1969, s.31-4I vd.). Fakat tarihçiler bunlari üç grupta topluyor. Kaynuka ogullari iste bu üç kabileden biridir. Digerleri; Nadîr ve Kurayzaogullaridir (M. Hamîdullah, a.g.e., I, 4I5).

    Kaynuka; kuyumcu anlamina gelmektedir. Gerçekten de onlar Islâmiyet'in baslangicinda bu meslegi yapiyorlardi. Ayrica umûmî ticaretle de mesgul oluyorlardi. "Sûk beni Kaynuka=Benî Kaynuka Çarsisi'nda hatiralari kalmistir (M. Hamidullah, a.g.e. I, 4I5).

    Rasûlullah (s.a.s), Medine'ye gelir gelmez yaptigi en önemli islerin basinda bir anayasa hazirlamak gelir. Bu anayasada Yahudilerle olan karsilikli hak ve ödevler belirtilmistir ki bunlardan biri, hariçten gelecek saldirilara karsi bütün cemaatlarin Medine'yi savunmalaridir (Salih Tug, a.g.e., ayni yer).

    Bundan sonra Peygamber (s.a.s), Yahudileri Islâm'a davet etmis, kendisini bir Allah elçisi, bir peygamber olarak Kur'an-i teblig etmistir. Bazilari Müslüman olmus bazilari çekinmis, kimileri de Islâmiyet'le alay etmisler, hatta Peygamber (s.a.s.)'e karsi harbedenlere aktif bir sekilde yardim etmislerdir.

    Bedir savasinda Müslümanlarla Yahudiler arasindaki münasebetler büsbütün bozuldu. Yahudiler hep birden peygambere karsi düsmanca bir tavir takindilar. Böylece Islâm için büyük bir tehlike arzetmeye basladilar.

    Rasûlullah (s.a.s.), bir seferinde Kaynuka ogullari yahudilerinin pazarina giderek onlari toplamis ve su sekilde hitabetmis:

    "Ey Yahudi cemaati! Kureyslilerin basina gelen felâketin sizin basiniza da gelmemesi için Allah'tan korkunuz ve Islâmiyeti kabul ediniz. Zira biliyorsunuz ki ben gönderilmis bir peygamberim. Siz bunu kitabinizda buluyorsunuz ve sizi davet etmistir." Yahudiler ona su cevabi vermisler: "Ya Muhammed! Sen ancak kendi kavmini tanidin; askerlik ve savas sanatini bilmeyen bir kavimle karsilasman seni aldatmasin, tesâdüfen sen onlari bozguna ugrattin. Vallahi sayet biz seninle savasirsak, yigit oldugumuzu anlarsin" (Ibn Ishak, Sîre, Nesr. M. Hamidullah, Konya 14I1/1981, s.294; et-Taberi, Tarîhür-Rusül vel-Mülûk, Nesr. Degoeje, III, 136I).

    Bu konusmalardan sonra, Müslümanlarla Kaynuka ogullari arasindaki iliskiler daha da bozuldu ve nihayet bir Yahudinin, Müslüman bir kadina karsi çirkince davranisi, bardagi tasiran son damla oldu. Kaynaklarin nakline göre olay söyle cereyan etmistir:

    Bir Arap kadini bazi seyler satmak üzere Kaynuka ogullari pazarina giderek esyasini satar sonra bir kuyumcu dükkanina oturur. Orada bulunan Yahudiler, kadindan yüzünü açmasini isterler. O buna yanasmayinca kuyumcu, kadinin etegini arkasindan beline ilistirir, kadin ayaga kalkinca avret mahalli görülür, onlar da buna gülüsürler. Kadin feryad etmeye baslayinca Müslümanlardan biri kilicini çekerek Yahudi kuyumcunun üzerine atilip onu öldürür. Yahudiler de toplanip Müslümani sehid ederler. Sehid edilen müslümanin ailesi imdat ister. Bu durum Müslümanlari çok öfkelendirir (Ibn Hisam, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Nsr. M. es-Sekâ, I. el-Ebyârî, A.Hafiz Çelebi, Lübnan 1391/1971, III, 51).

    Kaynuka ogullari, Peygamber (s.a.s)'le savastiklari zaman onlarin islerini Abdullah b. Übeyy b. Selûl üstlenmis ve önlerine düsmüstü. Onlarin Abdullah ile anlasmalari oldugu gibi Hazrec ogullarindan Ubâde Ibn esSâmit ile de ittifaklari vardi. Ubâde, onlarin Hz. Peygamberle olan antlasmalarini bozduklarini duyunca Peygamber (s.a.s)'e gelerek O'nun huzurunda, Kaynuka ogullari ile olan ittifakini reddetti. Onlarla ittifaktan Allah'a ve Resûlüne sigindi ve; "Ya Rasûlallah! Ben, Allah'i, Resûlünü ve mü'minleri dost biliyorum; bu kâfirlerle ittifak yapmaktan ve onlarla dostluktan Allah'a ve Resûlüne siginirim" dedi (Ibn Ishak, a.g.e., 295).

    Mâide Sûresindeki kissa, Ubâde ve Abdullah b. Übeyy hakkinda nazil oldu:

    "Ey Iman edenler! Yahudilerle Hristiyanlari dost edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin dostlaridirlar. Içinizden kim onlari dost edinirse o da onlardandir. Allah zalimleri dogru yola eristirmez" (el-Mâide, 5/51; Ibn Ishak, a.g.e., 295).

    Ubâde Kaynuka ogullari ile olan ittifakini, muhtemelen bu âyetin nüzûlünden sonra bozmustur.

    Kaynuka ogullari; Rasûlüllah (s.a.s) ile aralarindaki antlasmayi bozan, Bedirle Uhud arasinda O'nunla savasan ilk Yahudilerdi. Rasûlullah (s.a.s.), onlari muhasara etti. Onbes günlük bir kusatmadan sonra Rasûlüllah'in hükmüne razi olarak savassiz teslim oldular. Hz. Peygamber, erkeklerin ellerinin baglanmasini emretti. Fakat münafiklarin basi Abdullah b. Übeyy Hz. peygamber'e gelerek:

    "Ey Muhammed! Müttefiklerime iyilik et" dedi. Resûlullah agirdan alinca Ibn Selûl tekrar; "Iyilik et" dedi. Resûlullah (s.a.s) ondan yüz çevirdi. Bunun üzerine Ibn Selûl, elini Hz. Peygamber'in zirhinin yakasindan içeri soktu. Resûlullah kizarak: "Yaziklar olsun sana! Birak beni!" dedi. Ibn Selûl: "Hayir vallahi dostlarima iyilik etmedikçe seni birakmam. Onlar, beni altindan ve mal-mülkten mahrum ettiler sen ise bir sabah vakti onlari biçiyorsun. Allah'a yemin ederim ki ben, bir takim musibetler gelmesinden korkuyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s): "Onlar senindir" buyurdu ve "Çözünüz onlari, Allah onlarla birlikte ona da lanet etsin" dedi. Serbest birakilinca sürgün edilmelerini emir buyurdu (Ibn Ishak, a.g.e. 295; Taberî, a.g.e. III, 136I vd.).

    Allah, Resûlüne ve Müslümanlara onlarin mallarini ganimet olarak ihsan etti. Onlarin arazileri yoktu, kuyumculukla ugrasiyorlardi. Resûlullah (s.a.s), onlarin birçok silahlarini ve kuyumculuk aletlerini aldi. Onlari, tüm çoluk çocuklariyla birlikte Medine'den çikarmaya Ubâde Ibn es-Sâmit memur edilmisti. O da, onlari Dibâb'a kadar götürdü (Taberî, a.g.e., III, 1362).

    Kaynuka Yahudileri, Ubâde Ibn es-Sâmit'e, "Ey Velid'in babasi! Evs ve Hazrecle aramizda ittifak vardi. Biz senin müttefikin idik, sen bize ne diye böyle yaptin?" dediler. Ubâde Ibn es-Sâmit de onlara: "Siz harb açtiniz" dedi. Abdullah Ibn Übeyy de; "Sen müttefiklerinden uzaklastin da bundan eline ne geçti?" dedi. Ubâde; "Hubâb'in babasi! Kalbler degisti, Islâmiyet ahidleri yok etti" dedi.

    Kaynuka ogullari Vâdiül-Kura'ya gelip bir müddet kaldiktan sonra Azruat'a gidip orada yerlestiler (ibnü'l-Esir, el-Kâmil, II, 66).

    Kaynak: Islam tarihi

  7. Alt 09-14-2008, 14:24 #27
    Sarax Mesajlar: 678
    UHUD SAVASI


    --------------------------------------------------------------------------------

    (H. 3/M. 625)

    Hicret'in üçüncü yilinda Uhud dagi civarinda müsriklerle yapilan savas.

    Uhud savasindan önce Kureys'in öfkesi kabarmis, kin ve intikam duygulari artmisti. Bedir'de yakinlarini kaybeden Utbe kizi Hind ".. Muhammed'le arkadaslarindan öç almadikça içim rahatlamayacak, Muhammed'le savas yapmadikça koku sürünmek bana haram olsun. Sevdiklerimin intikaminin alindigini gözümle görmedikçe bana sevinmek yok!" diyordu. Ebu Süfyan ve baskalari da buna benzer sekilde and vermislerdi. Ebu Süfyan'in yürüttügü kervanin mallari Daru'n-nedve'de topluca durmaktaydi. Müsriklerin ileri gelenleri, herkese katilma payini verdikten sonra geri kalan kâr ile güçlü bir ordu hazirlanmasina karar verdiler. Onlara göre Müslümanlar Kureys büyüklerini öldürmüslerdi, onlarin intikamini almak gerekliydi. Bedir'de yakinlari öldürtücüler karalar giyinmis vaziyette kabileler arasinda dolasiyor, sairler mersiyeler söyleyerek Araplar savasâ tesvik ediyorlardi.

    Putperest Kureysliler Mekke disindaki Arap kabilelerinin de katilmasiyla 3000 kisilik bir askerî kuvvet hazirladilar. Bu kuvvette 700 zirhli, 200 atli süvari, 3000 deve vardi. Aralarinda, basta Ebu Süfyan'in karisi Hind oldugu halde 14 tane de kadin vardi. Bedir'de babasini ve öteki yakinlarindan bazilarini kaybetmis olan Hind'in kalbini igrenç bir intikam duygusu bürümüstü. Amcasi Abbas (r.a) Hz. Muhammed (s.a.s)'i çok severdi. Bu sebeple bir mektup yazarak Kureys'in savas hazirliklarini yegenine bildirdi. Peygamberimiz (s.a.s) amcasindan gelen mektubu okuttu ve mektupta bildirilen haberi gizli tutarak kesifçiler gönderdi. Kesifçilerin getirdigi haberler mektupta amcasinin bildirdiklerine aynen uyuyordu. Düsman büyük bir ordu hazirlamisti ve Medine'ye dogru ilerliyordu.

    Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) bir savas meclisi kurarak meseleyi ayrintili olarak ashabiyla görüstü. Resulullah (s.a.s) düsmani sehrin disinda karsilamayip sehri içerden savunmak görüsündeydi. Fakat özellikle Bedir savasina katilan gaziler hakkinda nazil olan övücü ayetlerin etkisinde kalan gençler, düsmanin disarida karsilanmasindan yana idiler. Düsmanla bir meydan savasi yapmak istiyorlardi:

    Resulullah (s.a.s) ashabin isteklerini kirmayarak düsmani karsilamak üzere kilicini kusandi, zirhini giydi. Münafiklarin reisi Abdullah b. Ubey b. Selül sehrin içinde kalinarak savunma yapilmadigini bahane ederek 300 kisilik kuvvetini geri çekti. Gayesi savasmak degildi. Müslümanlari düsman karsisinda güçsüz birakmak istiyordu. Böylece Müslüman ordusunun mevcudu 1000'den 700'e düsmüs bulunuyordu.

    0slâm Ordusunun Harp Alanina Hareketi

    Düsman, Medine'nin yegane açik sahasi olan kisimdan içeriye sizarak karargâhini Uhud daginin Medine'ye bakan eteklerinde kurmustu. Resulullah (s.a.s) 700 Müslümanla Cumartesi sabahi Uhud dagina ulasti. Sirtini daga vererek karsidaki çorak arazide yer tutan düsmana karsi saf tuttu. Düsmanin düsüncesi Müslüman ordusunu maglub ettikten sonra sehri yagmalamakti. Bunun için Medine'nin yakininda Uhud önleri savas sahasi seçilmisti.

    Resulullah (s.a.s) Bedir'de oldugu gibi bu savasta da 0slâm ordusunu savas düzenine göre yerli yerine yerlestirdi, düsmanin sizabilecegi, kusatma yapabilecegi geçit ve gedikleri de okçularla korudu ve özellikle ordunun sol tarafindaki dagin vadisini beklemek üzere Abdullah b. Cübeyr kumandasi altinda elli kisilik, okçu birligini birakti ve "Düsman yense de, yenilse de kesinlikle yerlerinizden ayrilmayiniz. " diye tembihte bulundu.

    11 Sevval 3 (27 Mart 625) Cumartesi günü savas teke tek vurusmalarla basladi; Hz. Ali, Hz. Hamza ve öteki 0slâm savasçilari hasimlarini öldürdüler. Sonra savas kizisti. Resulullah (s.a.s) almis oldugu askerî tedbirler ve uygulamis oldugu planlar sayesinde ilk safhada Müslümanlar galip geldiler.


    HZ. HAMZA'NIN SEHID EDILMESI

    Resulullah (s.a.s)'in amcasi Hz. Hamza kükremis bir arslan gibi düsmana kiliç sallayarak ilerliyor, hasimlarini kirip geçiriyordu. Diger Müslümanlar da ellerinden gelen çâbayi gösteriyorlardi. Düsmanlar da olanca gayretleriyle kilica sarilmalarina ragmen bozguna ugramaktan kendilerini kurtaramadilar. Tef çalarak askerlere moral veren düsman kadinlari bile korku içinde dag yamacina tirmanmaya, kaçmaya basladi. Bununla beraber henüz kesin netice alinmis degildi; düsmanin hizli bir sekilde takibi ve dönmeyecegi bir noktaya kadar kovalanmasi gerekiyordu. Halbuki bu inceligi ve harp usulünün bu yönünü bir an unutarak gaflete düsen ve dünyaliga meyleden Müslümanlar kiliçlarini birakip ganimet toplamaya koyulmuslardi. Ordunun gerisindeki vadiyi bekleyen elli okçu da kumandanlarinin israrlarina ragmen Resulullah (s.a.s)'in kesin emrini unutarak "Kardeslerimiz üstün geldi, biz niye bekleyelim" diyerek yerlerinden ayrildilar, ganimet toplamaya giristiler.

    0ste bu sirada böyle bir ani gözetlemekte olan 200 kisilik düsman süvari birligi komutani Halid b. Velid az sayidaki 0slâm okçusunun kaldigi geçidi rahatça ele geçirerek 0slâm ordusunu arkasindan vurmaya basladi. Bunu gören müsrikler geri döndüler ve yeniden hizli bir saldiriya giristiler. Böylece Müslümanlar iki ates arasinda kaldilar, üstünlügü saglamisken dünyaliga dalmalari ve Peygamber'in emrini çignemeleri yüzünden zor durumlara düstüler. 0ste bu safhada Hazma (r.a) Ebu Süfyan'in karisi Hind'in kölesi Vahsi tarafindan mizrakla vurularak sehid edildi. Resulullah (s.a.s)'in Hicretten evvel Medine'ye tayüz ettigi ilk ögretmen Mus'ab b. Umeyr (r.a) de bu esnada sehid düsenler arasindaydi. Mus'ab (r.a) sima itibariyle Resulullah'a benzediginden sehit düstügünde, onu sehit eden kimse Resulullah (s.a.s)'i öldürdügünü haykiriyordu. Bu durum Müslümanlarin daha da dagilmasina sebep oldu. Ancak kisa zaman sonra Resulullah (s.a.s)'in sag oldugu anlasildi. Uhud daginin hemen eteklerinde bulunan Resulullah(s.a.s)'in çevresi büyük çarpismalara sahne oldu. Müslümanlar onun etrafinda dönüyorlar gerektiginde kollarini, bacaklarini kalkan yerine kullaniyorlardi, Hz. Talha bu yolda kolunu kaybetmisti. Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)'a ise Resulullah ok veriyor ve: "Anam babam fedâ ol sun, at yâ Sa'd" diyor; oklarinin isabet etmesi için Allah'a dua ediyordu. Müsrikler Resulullah (s.a.s)'i öldürmek için hücum ettikçe Müslümanlar onun çevresinde giderek çogalmislar ve çetin bir savunma hatti kurmuslardi. Düsman bu hatti yaramayacagini anlayinca geriye çekilmek durumunda kaldi ve böylece savas üçüncü safhada denk bir duruma geldi. Ebu Süfyan karsi daga, Resulullah (s.a.s)'da Uhud'a dogru tirmandi ve bugün hâlâ ziyaret edilen magarada dinlendi. Resulullah (s.a.s)'in disi kirilmis, yanagi yarilmisti. Kizi Fatma onu tedavi etti. Ebu Süfyan ile Hz. Ömer'in karsilikli konusmasi da bu esnada cereyan etmisti.

    Kureysli müsrikler bu savasta o kadar vahsiyane seyler yapmislardi ki, belki tarihte benzerine az rastlanirdi. Müslümanlar bu savasta 70 sehid vermislerdi. Düsmanlar özellikle de müsrik kadinlar sehid Müslümanlarin burunlarini ve kulaklarini kesiyorlardi. Ebu Süfyan'in karisi Hind ve öteki bazi müsrik kadinlari Müslüman sehidlerin organlarindan yaptiklari gerdanliklari boyunlarina takmislardi. Ayrica Hind, Hz. Hamza'nin cigerini çikartarak agzinda çignemek igrençligini gösterebilmisti.

    Uhud'tan ayrilan Ebu Süfyan bir süre sonra geri dönerek Medine'ye saldirmak ve basladiklari isi tamamlamak istegine kapilmisti. Esasen böyle bir durumu, Resulullah (s.a.s) tahmin etmis, 70 sehid ve yaraliya ragmen savasin hemen ertesi Pazar günü düsmani takibe karar vermisti. Resulullah (s.a.s) 70 kisilik süvari birligi ile 8 km. Kadar müsrikleri takibetti. Sonra konaklayarak üç gün bekledi. Geceleri ates yaktirarak düsmana savastan yilmadiklari mesajini veriyordu. Müslüman olmadigi halde Müslümanlarin dostlarindan olan Huzaa kabilesinden Mabed-i Huzâî, Resulullah (s.a.s)'i gördükten sonra Ebu Süfyan'a giderek onun arkadaslariyla birlikte savas için geldiklerini söylemis, Ebû Süfyan da yeni bir vurusmayi göze alamayarak Mekke'ye gitmis ve Medine'ye saldirmaktan vazgeçmisti. Böylece Müslümanlar, bu savasta birinci safhada üstünlük saglamislar, gaflet ve dikkatsizlik neticesinde ikinci safhada ilahî bir imtihana ugratilarak maglubiyet acisi kendilerine tattirilmis, fakat üçüncü safhada durum denklesmisken Resulullah (s.a.s)'in cesaretle takibi neticesinde düsman korkutulmus ve üstünlük tekrar Müslümanlara geçmisti.


    SAVASTAN BAZI 0LGINÇ TABLOLAR

    Enes b. Mâlik diyor ki: Amcam Enes b. Nadr'i Uhud meydaninda öldürülmüs olarak bulduk; üzerinde 80 kadar kiliç, süngü ve ok yarasi vardi. Müsrikler iskence yapmis olduklarindan, kimse onu taniyamadi, yalniz kiz kardesi parmaklarindan tanidi. Biz su ayetin amcam ve benzeri hakkinda inmis oldugunu saniyoruz: Müminlerden bir çok kimseler Allah'a vermis olduklari sözlerini yerine getirdiler" (el-Ahzâb, 33/23).

    Hz. Hamza'nin kiz kardesi, Müslümanlarin bozguna ugradigi haberini alinca Medine'den savas alanina gelmisti. Bunu farkeden Resulullah (s.a.s) Hz. Zübeyr'e, Hamza'nin cesedinin parçalanmis vaziyette ona gösterilmemesini tenbih etmisti. Bunu hisseden Safiyye, "Kardesimin sehid oldugunu biliyorum. Allah yolunda böyle fedakarliklar her zaman gerekir" demis ve parça parça edilmis kardesinin cesedini görünce de, Hepimiz Allah'in mülküyüz ve O'na dönecegiz"demek suretiyle büyük bir teslimiyet örnegi gösterebilmistir.

    Ensar'dan bir kadin da savasta babasini, kardesini ve kocasini kaybetmisti., Bunlari haber aldikça hep Hz. Muhammed (s.a.s)'in sag olup olmadigini soruyordu. Onun sag oldugunu ögrenince; "Sen sag olduktan sonra her felâket hiç gelir!" demisti.

    0slâm sehidleri ikiser ikiser topraga verildiler. Tablo göz yasartici idi.

    Hz. Hamza (r.a) kaftani ile topraga veriliyordu. Hz. Peygamber'in hicretten önce Medinelilere 0slâmî ögretmesi için tayin ettigi ilk ögretmen Mus'ab b. Umeyr (r.a) topraga verilirken üzerindeki elbise kisa gelmisti. Gögüs tarafina örtülünce alt kismi, alt kismina örtülünce de gögüs kismi açikta kaliyordu. Resulullah (s.a.s) örtünün alt kismina örtülmesini üst kismina da izhir denilen kokulu otlardan konulmasini emir buyurmustu.


    RESULULLAH (S.A.S) UHUD SEHIDLERI HAKKINDA SÖYLE BUYURMUSTUR:

    "Uhud harbinde kardesleriniz sehit olunca Allah Teâlâ onlarin ruhlarini bir takim yesil kuslarin içlerine koymustur. Bunlar Cennet irmaklarina gelirler, içerler ve Cennet meyvelerinden yerler. Sonra bu kuslar, arsin gölgesinde asili bulunan altin kandillere konup tünerler. Sehid ruhlari artik böyle mesut bir hayata erisince; bizim cennetteki bu halimizi dünyadaki kardeslerimize kim bildirir ki, onlar da bilsinler de cihatdan çekinmesinler demislerdi" (Tecrîd,186 vd; 0bn Sa'd, II; 148).

    Kaynak: Islam tarihi

  8. Alt 09-14-2008, 14:24 #28
    Sarax Mesajlar: 678
    RECI' OLAYI

    On kisilik bir müslüman ögretici grubunun müsrikler tarafindan hile ile pusuya düsürülerek sehit edildikleri olay.

    Hicrî 4/Milâdî 626 yilinda gerçeklesen ve basta Hz. Muhammed (s.a.s) olmak üzere bütün müslümanlari üzüntüye sevkeden bu olayin cereyan tarzi, kaynaklarda söyle anlatilir:

    Medine civarinda yerlesik Adal ve Karra adlarinda iki kabile vardi. Bu kabilelerin ileri gelenleri, Hz. Peygamber (s.a.s)'e müracaat ederek müslüman olmak istediklerini, kendilerine Kur'an-i Kerim'i ve Islâm dinini ögretecek muallim ve mürsidler göndermesini istediler. Resulullah (s.a.s), Islâm'in yayilmasi için hiç bir fedâkârliktan kaçinmadiginin bir göstergesi olarak, ögretmen isteyen kabilelere, Asim b. Sâbit baskanliginda on kisi gönderdi. Bu on kisi, baslarina gelecek seylerden habersiz olarak Islâm'i ögretme heyecani ile yola çikmislardi. Sözü edilen heyet Mekke ile Usfan arasinda Hüzeyl kabilesine ait "Reci" adi verilen yere ulastiklarinda, birdenbire, yüz'ü okçu olmak üzere ikiyüz kisilik bir çetenin hücumuna ugramislar ve henüz ne oldugunu anlayamadan kendilerini savunmak amaciyla bir daga iltica etmislerdi. Gerçekten de, mürsid ve muallim isteyenlerle Hüzeyl kabilesi gizlice anlasmis ve yakalayacaklari müslümanlari Mekkeli müsriklere para karsiliginda satma konusunda aralarinda karara varmislardi.

    Köseye sikistirilan müslümanlara okçular, teslim olmalari halinde hayatlarini bagislayacaklarini söyleyerek kendilerine siginmalarini istemislerdi. Ancak kafile baskani Âsim, müminlerin müsriklere iltica edemeyeceklerini ve teslim olmayacaklarini karsi tarafa bildirdi. Hemen akabinde de, durumun Hz. Peygamber (s.a.s)'e malum olmasi için Allah Teâlâ'ya niyazda bulundu. Çikan çarpismada, Âsim'in da içinde bulundugu sekiz kisi sehit oldu. Olayi daha önceden haber alan Kureys, Âsim'in kafatasini getirmeleri için bazi kisileri özel olarak görevlendirmisti. Fakat arilarin sehidin cesedine üsüsmesi sebebiyle, Âsim'a düsündüklerini yapma imkâni ortadan kalkti. Bununla birlikte Âsim'in arkadaslarindan Zeyd ve Hubeyb, çetenin, "Teslim olursaniz sizi öldürmeyecegiz" sözlerine inanarak teslim oldular. Müsrikler de, bu iki müslüman teslim olur olmaz, baglayarak Mekkelilere sattilar.

    Mekke'nin önde gelenlerinden Safvan b. Umeyye tarafindan satin alinan Zeydin, Kureyslilerin katilimiyla meydanda öldürülmesine karar verildi. Mekke'nin ileri gelenlerinden Ebû Süfyan, Kureysli müsriklerin huzurunda Zeyd'e, "Hayatinin bagislanmasi karsiliginda Muhammed'in öldürülmesini ister miydin? Söyle bakalim!" dediginde Zeyd'in cevabi su olmustu: "Kesinlikle böyle bir sey istemem! Benim canim O'nun yoluna feda olsun! Degil burada öldürülmesine, Medine'de ayagina bir diken batmasina bile razi olmam". Zeyd'in bu cevabi karsisinda Ebu Süfyan, "Muhammed kadar, arkadaslari tarafindan sevilen baska biri yoktur" demekten kendini alamadi. Zeyd'in bu cevabindan hemen sonra, Safvan'in kölesi Kistas tarafindan acimasiz bir biçimde sehit edildi.

    Diger müslüman Hubeyb, Uhud'da öldürdügü Hâris b. Âmir'in ogullari tarafindan satin alinmis ve birkaç gün sonra öldürülmek üzere Harem-i Serif'in sinirina gönderilmisti. Idam edilecegi için, iki rekât namaz kilmak üzere izin istedi ve verilen izin dogrultusunda namazi kildi. Bu arada ona, dininden dönmesi halinde idam edilmeyecegi söylendiginde su beyti okudugu nakledilmektedir:

    Ben Allah yolunda müslüman olarak öldürülürken,

    Canima ne suretle kiyilacagina ehemmiyet vermem;

    Benim ölümüm Hak Teâlâ ugrunadir ve O dilerse,

    Benim tarumar olan vücudumu mübarek kilar.

    Hubeyb'in idamdan önce kildigi iki rekât namaz, o zamandan beri idam edilecek olan müslümanlarin kildiklari geleneksel bir namaz halini aldi: Hubeyb de acimasizca, müsrik caniler tarafindan sehit edildi. Hz. Peygamber (s.a.s) ve diger müslümanlar bu olaya çok üzüldüler. Sâir sahabilerden Hassan b. Sâbit de yanik mersiyeler söyleyerek olaydan duydugu acilari dile getirmisti.

    (Bu konuda daha genis bilgi için bkz. Ibnül-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih Tercümesi, çev. M. Besir Eryarsoy, Istanbul 1985, II, 156 v.d; Ibn Hisam es-Siretü'n-Nebeviyye, çev. Hasan Ege, Istanbul 1985, III, 240 vd; Mevlânâ Sibli, Asr-i Saadet, çev. Ö.R. Dogrul, sad. Ö.Z. Mollamehmedoglu, Istanbul 1977, I, 270-271; Hüseyin Algül, Islâm Tarihi, Istanbul 1986, I, 389-390).

    Mefail HIZLI

  9. Alt 09-14-2008, 14:25 #29
    Sarax Mesajlar: 678
    MEUNE KUYUSU OLAYI


    --------------------------------------------------------------------------------

    Hicretin 4.cü yilinda Amirogullarindan Cafer Oglu Malik Oglu Ebu Bera Medineye geldi ve Resulullahile görüsüp "Ey Allahin Resulu !Eger Necid Halkina ashabindan biir kismini gönderirsen , umarim ki Islam olurlar" dedi.

    Resulu Ekrem, Necid bölgesi halkina güvenemeyip "Korkarim ki ashabima bir kötülükte bulunurlar" dedi. Ebu Bera` "Onlar,Necidè geldiklerinde benim emanim altina girmis olur.Onlara kimse bir sey yapamaz "diye teminat verdi.

    Bunun üzerine Resul-ü Ekrem de Ebu Bera`nin kardesi oglu olan (Malik Oglu Tufeyl oglu Amirè bir mektup yazdirdi ve Necid halkina Kur an ögretmek için 70 KurÃ*n okuyucusunu gönderdi. Kilavuzlari Muttalip Süleymi idi.

    Münzir bin Amr KurÃ*n okuyuculari ile Meune kuyusu denilen yere varip Resulü Ekrem`in mektubunu Amr bin Tufeyle gönderdi.

    Lanetlenmis olan Amr bin Tufeyl ise mektubu okumadan Haram bin Milhan`i öldürdü. Sonra Kur`an okuyuculari olan kurra cemeati üzerine saldirmak için kendi kavmi olan Amir Ogullarini çagirdi. Onlar ise'' Biz Ebu Beranin verdigi sözü ayaklar altina atamayiz '' diye çekindiler. Bunun üzerine Amr bin Tufeyl Usayye, Ri'l ve Zekvan kabilelerini toplayip Meune Kuyusuna gitti ve ansizin kurra toplulugu üzerine saldirarak hepsini sehid etti. Yalniz Neccar ogullarindan Kab bin Zeyd' i öldü sanarak sehidler arasinda birakmislar oda bu durumu peygamber efendimiz (S.A.V) bildirmistir.

    Resulü Ekrem bu durumu haber alinca son derece üzüldü ve ''Bu hal ,Ebu Bera'nin isidir.Ben ,bunu ancak onun israri ile istemeyerek yapmistim'' buyurdu.Ebu Bera da Peygamberimizin bu sözünü isittikten sonra çok üzülerek kederinden hastalanip öldü. Fakat verdigi sözün bu sekilde ayaklar altina alinmasi ,arap adeti üzere kendi soyunda bir leke üzere kaldi.

    Resulü Ekrem ise onlara beddua etti ve kisa bir süre sonra bu kabileler veba, humma ve kitlik yüzünden telef oldular.

    Kaynak: Islam tarihi

  10. Alt 09-14-2008, 14:25 #30
    Sarax Mesajlar: 678
    KÂBE NASIL KIBLE OLDU?

    KEMAL SÃœLEYMANOGLU



    Rasulullah s.a.v. Efendimiz, Hicret'in on altinci ya da on yedinci ayina kadar namazlarini Mescid-i Aksa'ya yönelerek kildi. Bununla birlikte, kiblenin Mescid-i Haram'a döndürülmesini gönülden arzu eder, bunun için dua ederdi. Sonra bir gün ilâhi emirle bu da gerçeklesti.



    Bes yüz kisilik bir kafile…

    Medine'den yola çiktilar. Çogunlugu puta tapiyor, fakat Kâbe'yi ve Arafat'i kutsal biliyorlar ve kendi inançlarina göre hacca gidiyorlar. Aralarinda yetmis kadar müslüman da var.

    Birinci Akabe beyatinda iman etmis olan Medineliler, kavimlerinin hidayetine vesile olmak için çok gayret etmisti. Kur'an'i ögretmesi için Peygamber Efendimiz tarafindan gönderilen Mus'ab b. Umeyr, gece gündüz demeden insanlara Allah'in dinini anlatmisti. Iste simdi yetmis küsur müslüman olarak Mekke'ye, Rasulullah s.a.v.'e gidiyorlar. Yine Akabe'de O'nunla bulusacaklar.

    ‘Kudüs'e yönelmek istemiyorum'

    Kafiledeki müslümanlarin çogu Allah Rasulü s.a.v.'i henüz tanimiyor. O'nu ilk kez görecek olmanin heyecani içindeler.

    Müslüman Medinelilerin ileri gelenlerinden Bera b. Ma‘rur r.a. arkadaslariyla konusuyor:

    - Arkadaslar! Benim bir düsüncem var. Ama bana uyar misiniz, uymaz misiniz bilmiyorum.

    - Nedir o? diye sordular. Bera Kâbe'yi kasdederek:

    - Bu binayi arkamda birakmak istemiyorum, namazimi ona yönelerek kilmak istiyorum.

    Arkadaslari söyle karsilik verdi:

    - Bize, Peygamberimiz'in sadece Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya dogru namaz kildigi haber verildi. O'nun yaptiginin aksini yapmak istemeyiz.

    Bera b. Ma‘rur yine de:

    - Ben Kâbe'ye yönelerek kilacagim, dedi.

    Kafiledekiler yol boyunca namaza durduklarinda Mescid-i Aksa'ya yönelirken Bera b. Ma‘rur Kâbe'ye dönerek namaz kildi. Fakat Mekke'ye vardiklarinda içine bir kurt düstü; acaba dogru mu yapmisti? Yegeni sair Kaab b. Malik r.a.'a durumu açti. Rasulullah s.a.v.'e gidip yaptigi isin dogru olup olmadigini soracaklardi.

    Yola çiktilar ama ikisi de Allah Rasulü s.a.v.'i tanimiyordu. Karsilastiklari bir adama, O'nu nerede bulabileceklerini sordular. O da Kâbe'nin yaninda amcasi Abbas r.a. ile birlikte bulundugunu söyledi. Bu habere memnun oldular, çünkü ikisi de Abbas r.a.'i ticaret için arada bir Medine'ye ugradigi için taniyorlardi.

    ‘Keske sabretseydin'

    Mescid-i Haram'a girdiklerinde Rasulullah s.a.v.'i amcasi ile otururken buldular. Selam verip oturdular. Efendimiz s.a.v. amcasina sordu:

    - Bu iki adami taniyor musun?

    Abbas r.a. cevap verdi:

    - Evet. Bu, Bera b. Ma‘rur. Kavminin ileri gelenelerindendir. Bu da Kaab b. Malik.

    - Sair olan mi?

    - Evet.

    Kaab r.a., Allah Rasulü tarafindan giyaben taniniyor olmasina çok sevindi. Bera b. Ma‘rur söz aldi ve meselesini söyle arz etti:

    - Ey Allah'in Nebisi! Bu yolculuga çiktim, Allah beni Islâm'a hidayet etti. Bu binayi arkama almamayi düsündüm ve namazlarimi ona dogru kildim. Arkadaslarim bu konuda bana uymadi. Benim içime de bir kurt düstü. Ne buyurursunuz ya Rasulallah?

    Efendimiz s.a.v. söyle buyurdu:

    - Bir kiblen (Mescid-i Aksa) vardi. Onun üzerine sabretseydin ya!

    Bu görüsmeden sonra arkadaslariyla birlikte Mescid-i Aksa'ya dogru namazlarini kilmaya basladi. (Ahmed b. Hanbel: Müsned)

    Bera b. Ma‘rur r.a., bu görüsmenin gerçeklestigi günlerde yapilmis olan Ikinci Akabe Beyati'nda Medinelilerden seçilen on iki kisiden birisi oldu. Medine'ye döndüklerinde pek fazla yasamadi. Bir süre sonra, Efendimiz'in hicretinden bir ay önce vefat etti. Malinin üçte birinin Rasulullah s.a.v.'e verilmesini vasiyet etmisti. Diger bir vasiyeti de yüzü Kâbe'ye dönük olarak defnedilmesiydi. Böyle yapildi.

    Efendimiz s.a.v. Medine'ye hicret ettiginde onu sordu. Bir ay önce vefat ettigi bildirildi, vasiyetlerinden söz edildi. Efendimiz s.a.v. vasiyet etmis oldugu malinin çocuklarina verilmesini emir buyurdu ve mezarinin basina gidip cenaze namazini kildi.

    Rasulullah s.a.v. Efendimiz, Hicret'in on altinci ya da on yedinci ayina kadar namazlarini Mescid-i Aksa'ya yönelerek kildi. Mekke'de iken Kâbe'nin yakininda bulundugunda, Kâbe'yi araya alarak Mescid-i Aksa'ya dogru namaz kildigi da nakledilmistir. Bununla birlikte, Efendimiz s.a.v. kiblenin Mescid-i Haram'a döndürülmesini gönülden arzu eder, bunun için dua ederdi. (Cessâs: Ahkâmu'l-Kur'an)



    Rastlanti olabilir mi?

    Bir gün Rasulullah s.a.v. Efendimiz, namazlarini Kâbe'ye yönelerek kilmak isteyen Bera b. Ma‘rur r.a.'in mahallesine gitmisti. Ögle vakti girdiginde, oradaki Benî Seleme mescidinde namazi kildirdi. Her zaman oldugu gibi Kudüs'e dogru namaza durdu ve ilk iki rekati o sekilde kildi. Tam bu esnada Yüce Mevlâ, bundan sonra kible olarak Kâbe'yi seçtigini söyle ferman buyurdu:

    “Biz senin yüzünün göge dogru dönüp durdugunu görüyoruz. Iste simdi seni, memnun olacagin bir kibleye döndürüyoruz. Artik yüzünü Mescid-i Haram tarafina çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursaniz olun, yüzlerinizi o tarafa çevirin. Süphe yok ki Ehl-i Kitap, onun Rablerinden gelen gerçek oldugunu çok iyi bilirler. Allah onlarin yapmakta oldularindan habersiz degildir.” (Bakara, 244)

    Rasulullah s.a.v. Efendimiz kilmakta oldugu namazin son iki rekâtini Kâbe'ye dönerek kildi. Bu haber kisa zamanda yayildi. Artik o günden sonra Kâbe müslümanlarin kiblesi oldu.

    Benî Seleme mescidi, böyle önemli ve mübarek bir olaya sahitlik ettigi için iki kibleli mescid anlaminda “Mescidü'l-Kibleteyn” diye anildi.

    KIBLE NEDIR?

    Kible, yön ve yönelinen taraf ya da yönelinen sey anlaminda bir kelimedir. Dinimizde müslümanlarin namaz kilarken dönmeleri gereken istikameti yani Kâbe'yi ifade eder.



    http://www.semerkanddergisi.com/708.htm

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.