Yavuz Sultan Selim Han, İran Seferde olduğu gibi, Eyüp Sultanı ziyaret ederek, dua ve niyazlarda bulunduktan sonra Üsküdar'a geçti. 5 Haziran 1516 tarihinde ordu Üsküdar'dan hareket etti.

Ordu Gebze'de konakladı. Etraf cennet misali bağ ve bahçelerle çevrilidir. Yavuz Selim, Yeniçeri ağalarını yanına çağırdı ve şu emri verdi:


"Ağa, fermanımızdır; bütün askerin çantaları yoklansın. Heybesinden herhangi bir meyve çıkan asker huzura getirilsin!"

Askerin heybeleri birer birer aranır, hiçbir şey bulunmaz. Yeniçeri ağaları huzura çıkar ve durumu hükümdara arz ederler:

"Sultanım, askerin heybelerini araştırdık; meyve bulamadık. Asmaları, ağaçları, bahçeleri inceledik, herhangi bir koparma izlerine de rastlamadık."

Yavuz derin bir nefes alır, rahatlar ve ellerini Ulu Dergâh'a açarak hamd eder:
"Allah'ım! Sana sonsuz şükürler olsun. Bana haram yemeyen bir ordu lütfettin."
İşte hükümdar…
İşte ordu…
İşte asker...

Yavuz Sultan Selim Han, bir hakikatin gözler önüne serilmesini istemişti. Ordunun içinde haram yiyecek bir askerinin olmayacağını biliyordu. Aynı gün toplanan divanda şöyle dedi:

"Eğer askerlerimin içinde tek kişi, sahibinden izinsiz bir meyve koparıp yeseydi ve ben bunu haber alsaydım, bu seferden vazgeçerdim."


Tarih sayfalarına altın harflerle işlenen ve Yavuz'un diyanet noktasındaki derinliğini yansıtan şu tarihî sözü söyledi:

"Haram yiyen orduyla beldeler fethedilmez!"

Konu ile alakası olarak 17. Yüzyılda yaşamış meşhur Fransız düşünür "Montaıgne"nın de tespitleri var. Bunları biz tarihçilerimiz yazmış olsa, tarafgirlik içinde kaleme alınmış denilebilir.

Osmanlıya iyi gözle bakmayan bir yabancının sözleri olunca, abartı olmadığı anlaşılıyor.

Montaıgne şöyle diyor:

"Fatihlerin en zalimi olan Selim üstüne yazılanları okurken çok şaşırdım. ,

Mısır'ı aldığında Şam şehrini bolluk ve güzellikle saran eşsiz bahçelere askerlerden hiçbirinin eli değmemiş hem de kapıları kapalı değil açık oldukları halde."