İzdivâcı

Varlık Nûru Efendimiz,

yirmi beş yaşlarına varınca,

Kureyş’in tanınmış şahsiyetlerinden

Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ-

ile evlendiler.

Asil hanım Hazret-i Hatice,

malı ve canı ile O’na yeni bir güç kaynağı oldu.

Hatice vâlidemiz,

Peygamber Efendimiz’den on beş yaş büyük,

çocuklu ve dul bir hanımdı.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-,

onunla insanlığa numûne olacak,

son derece nezih ve huzurlu bir âile hayatı yaşadı.

Hirâ’dan telâş içinde dönüp:

“–Yâ Hatice! Bana kim inanır?” dediği zaman,

o mübârek zevce,

Varlık Nûru Efendisi’ne:

“–Asla korkma! Vallâhi Allah Teâlâ Sen’i hiçbir zaman utandırmaz.

Zîrâ Sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru söy­lersin, işini görmekten âciz

olanların yükünü taşırsın (zayıfa, yetime ve yoksula infak edersin),

fakire ihsanda bulunur, hiç kimsenin veremeyeceği kadar verirsin.

Misâfire ikram edersin.

Hak yolunda zuhûr eden hâdiseler karşısında (insanlara) yardım edersin!

Emânete riâyet edersin.

Senin ahlâkın pek güzeldir.”

diyerek O’nu ilk tasdîk eden ve destekleyen oldu.

(Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1; Müslim, Îman, 252; İbn-i Sa’d, I, 195)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-,

onun rûhî derinlik, incelik ve zarâfetini hiçbir zaman unutmadı.

Hazret-i Hatice’nin vefâtından sonra,

bir kurban kesilecek olsa,

dâimâ bir kısmını Hazret-i Hatice’nin akrabâlarına gönderirdi.[3]

O, Varlık Nûru’nun her şeyiyle unutulmaz,

muazzez bir hâtırasıydı.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in

evlilik hayâtının gençlik ve zindelik dönemine rastlayan ilk 25 senesi,

yalnız Hazret-i Hatice -radıyallâhu anhâ- ile geçmiştir.

Ondan sonraki evlenmeleri ise,

tamâmen İslâmî ve siyâsî bir gâyeye dayanıyordu.

Bunların çoğu,

kendisinden yaşlı ve dul hanımlardı.

İçlerinde bâkire ve genç olarak aldığı,

yalnız Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’dır.

Bunun da sebebi, hanımlara âit fıkhî meselelerin sâbit ve zâhir olmasını

temin etmekti.

Gerçekten de Âişe vâlidemiz,

zekâsı ve firâsetiyle kadınlara âit şer‘î meseleleri

mükemmel bir sûrette kavramış

ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in

vefâtından sonra uzun yıllar yaşayıp müslüman kadınları

bu bilgilerle irşâd etmiş,

bilhassa hanımlara dâir şer‘î hükümlerin

en sağlam temellerinden birini teşkil etmiştir.

Esâsen Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- da:

“Dîninizin üçte birini Âişe’nin evinden öğrenin![4]

buyurmak sûretiyle bu gerçeğe işâret etmiştir.

Bu evliliğin diğer bir hikmeti de,

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-’ın,

Sevr Mağarası’nda «ikinin ikincisi»[5]

olmasıyla meydana gelen yakınlığın bir de

sıhriyet bağı ile perçinleşmesini arzu etmesiydi.

Bu evliliklerin, ne gibi ulvî maksatlar ve ince hikmetlerle meydana geldiğini,

ancak îman mantığına sahip irfan ve vicdan

ehli kimseler takdîr edebilir.[6]

Maksatlı ve garazkâr kimselerin iddiâ ettiği gibi,

bu evliliklerin sebebi şehvet olsa idi,

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-,

ömrünün en genç ve en zinde zamanını kendisinden

on beş yaş büyük,

dul ve çocuklu bir kadınla geçirmezdi.

Evlenmeleri yalnızca şehvet açısından mütâlaa

etmeye alışmış olan basit ve sığ idrâkliler,

bu hakîkatleri kavramaktan âcizdirler.

Zihinlerini ve kalplerini nefsânî temâyüllerle dolduranların

verdikleri haksız ve ahmakça hükümler,

ancak kendi karanlık iç dünyâlarını yansıtmaktadır.


Osman Nuri Topbas/altinoluk.com