Dedemin Sözü
Osman ALAGÖZ
Dedemin Sözü  / Hikaye
[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/363/4624.mp3[/SES]
Bir eski zaman adamıydı dedem. İnsanın yüreğine işleyen ve bir o kadar da şefkatle kucaklayan bakışları vardı. O beni süzerken tarifsiz bir aydınlık yayılırdı içime. Sözleri yumuşak mı yumuşaktı. Konuşmaya başlayınca susardı herkes. Sanki bal akardı ağzından. Muhatabının gözlerinin içine bakardı konuşurken. Onun okyanus derinliği taşıyan gözlerine öyle herkes bakmaya cesaret edemezdi. Onu görmeden yattığım günün gecesi, benim için kasvetli olurdu. Dizine oturtsun, tombul yanaklarımdan öpsün, uzun dalgalı saçlarımı okşasın isterdim. Dedem en çok, benimle oynarken tebessüm ederdi. Dudaklarının arasında inciler saklıydı sanki. Döküleceğinden sakına sakına açılırdı dudakları. Yeleğinin cebinde dururdu misvakı.

İsmimi dedem koymuş. "Hatırası azizdir benim için, yavrumun ismi Said olsun!" demiş. Koyduğu ismin hatırasından mıdır, yoksa anneannem öldükten sonra bizim evde kalmasından mıdır bilmem, beni diğer torunlarından daha çok severdi. Veya ben öyle hissederdim.

Ara sıra onunla camiye giderdim. Çınarların gölgesine kurulan sedirlerde oturur, dedemin sohbetini dinleyen güleç yüzlü ihtiyarların arasına karışırdım. Konuşulanları pek anlamasam da, hoşuma giderdi orada bulunmak. Şadırvanlarca huzur akardı içime.

Kış akşamlarında çayın buğusu odaya yayılırken, elinden hiç düşürmediği kalın kırmızı kitaptan okurdu bize. Okumayı söktükten sonra öğrenmiştim o kitabın Sözler olduğunu. Akşam yemeği sonrasında annemi, babamı çağırır; "Gelin bakalım biraz da kalbimizi gıdalandıralım!" derdi.

Büyük bir şevkle okurdu. Kelimeler şiir gibi dökülürdü dudaklarından. Ben o zamanlar pek bir şey anlamazdım okunanlardan. Yalnız hikâyecikler olurdu bazen. Çöl, padişah, askerler, eşkıyalar, yırtıcı hayvanlar, özellikle aslanlar, ejderhalar... Gözlerim fal taşı gibi açılır, kalbim güp güp çarpa çarpa dinlerdim dedemin okuduklarını.
Bilhassa, eski zamanlarda yolculuğa çıkan iki arkadaştan birinin yaşadıklarını dinlerken heyecanım artardı. Herhangi bir mesuliyet almadan seyahat etmeyi isteyen yolcunun düştüğü durum tam ibretlikti.

Gönlünce gezip dağları tepeleri aşan başıboş yolcu, bir çöle gelir. Çölde karşısına bir aslan çıkar. Korkuyla kaçar. Tek kurtulma çaresi olarak gördüğü susuz kuyuya atlar. Kuyunun dibine düşerken bir dala tutunur. Olacak ya işte, o dalın kökünü biri siyah diğeri beyaz iki fare kemirmektedir. Aşağıya bakar atlasam mı diye. Bir de ne görsün, aşağıda ejderha. Ağzını açmış bekliyor...

Sonra bir yerlerden vagon vagon gelen meyveler, toplanıp dağılan ordular...

Çocuk ruhumun hayal atını kamçılardı bütün bu okunanlar. Dedem her hikâyecikten sonra uzun uzun konuşurdu; ama ben o sembolik dünyaya takılıp kalırdım. Dinlediklerimi çoğaltırdım biteviye.

Yaz gelince köyümüze giderdik...

Çocukluğum ve haylazlığım tutardı bu mevsim. Fakat dedemin yanında süt dökmüş kediye dönerdim. Gıkım çıkmazdı. Biz çocukların suçu olursa hiç yüzümüze vurmazdı. Diğer torunlarıyla beraber bizi başına toplar, elindeki kemik saplı çakısıyla söğüt dalından düdük yapardı. Düdük seslerimiz arasında, dere boyundan gelen bülbüllerin, arı kuşlarının, cırcır böceklerinin sesleri eriyip giderdi.

Yine bir eylülde şehre dönmüştük. Okullar açılacaktı. Giyimden kırtasiyeye bütün ihtiyaçlarımı tedarik etmiştik. Bir gece yarısı kapımızın hızlı hızlı vurulmasına uyandım. Ben daha ne olduğunu anlayamadan babamla dedem ayaklanıvermişlerdi. Odamdan çıkmaya cesaret edemedim. İçimi bir ürperti kapladı. Yalnızca odamın kapısını hafifçe aralayıp olan biteni merakla takip ettim. Kapıda iki polis vardı. Onları görünce merakım korkuya dönüştü. Polisler, dedeme bir şeyler söylüyordu. Babam sinirliydi. Sesini yükseltmişti. Dedem babama göre daha sakindi. Babamı teskin etmeye çalışıyordu. O kadar tartışmadan sonra dedemin, "Tamam, hazırlanıp geliyorum." dediğini duydum. Kısa bir süre sonra da sırtına kahverengi paltosunu alıp gitti.

Olan bitene körpe zihnimde bir mânâ verememiştim ve sabaha kadar gözüme uyku girmemişti. Evimize tarifsiz bir hüzün çökmüştü. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Kimse de bana bir şey söylemiyordu. "Dedem nereye gitti?" diye anneme sordum. Bana derin derin baktı. Gözlerinin feri gitmişti. Yüzü kireç gibi olmuştu. Önce konuşmak istemedi. "Bir yerlere gitti, bugün yarın gelir." dedi sonra.

Annem durgundu, babam sinirli. Kendi aralarında dertleşip duruyorlardı.

Babam her akşam kaygıyla, lâmbalı radyomuzdan ajansları dinliyordu. Duydukları karşısında kendi kendine, "Ülke hiç iyiye gitmiyor, milletin âhını alacak bunlar. Allah sonumuzu hayretsin..." diye söylenip duruyordu.

Günlerce dedemin yolunu gözledim.

Alnımı pencerenin camına dayayıp sokaktan gelip geçenlere baktım. Özlemle kabaran yüreğim, yükünü boşaltan bulutlara döndü. Ağladım doyasıya.

Bugün yarın gelir diye beklenen dedem, tam altı ay sonra eve döndü.

Hapse atmışlar dedemi.

Suçu(!) okuduğu kalın kırmızı kitapmış. Bu suçu bir türlü kabul edememiştim. Kitap okumak nasıl suç olurdu? Okulda bize kitap okumanın güzelliğini anlatan öğretmenim yalan mı söylüyordu? Hani kitap okundukça hapse giren insanların sayısı azalırdı?

Olup bitene bir mânâ verememiştim...

Geldiğinde kötü kötü öksürüyordu. Öksürürken içinden bir parça kopuyor sanırdım. Ne olmuştu dedeme? Hapishane denen yer ne menem bir şeymiş böyle?

Hastalığını umursamaz görünmeye çalışıyordu. Yine eskisi gibi benimle oynuyor, beni güldürmek için uğraşıyordu; ama o bildik havası yoktu dedemin. Saçları iyice kırçıllaşmış, elmacık kemikleri çıkmış, yüzünün kırışıklığı artmıştı. Gözlerinin altındaki mor torbacıklar da sarkık sarkık olmuştu.

Annemin yaptığı eski zaman ilâçları da fayda etmemişti. Zahter, ardıç tohumu, balla karıştırılmış çörekotu dedemin hastalığının tamamen geçmesine vesile olamamıştı.

İçerde romatizmaları da iyice azmış.

Dondurucu soğuklarda, camların bile birkaç milim buz tuttuğu gecelerde koğuşlarının camı kırıkmış. Gardiyanlara 'yaptırsanız' demişler, aldıran olmamış. Öylesine soğuklarda içi titreye titreye uyumaya çalışmış.

O soğuklar iflâh etmemiş dedemi. Ciğerleri mahvolmuş.

Annem, sonraları dedemin yaşadıklarını her anlatışta duygularına mağlup olur, sicim gibi gözyaşı dökerdi.

Hapishanede, yüreğinin nur yüzlü güzelliğini aksettirmiş etrafındakilere.

Elinden hiç düşürmediği, "Bende hatırası var." dediği kehribar tespihini bir mahkûma hediye etmiş.

Kan davalısı iki kişiyi öldürmekten içeriye girmiş biriymiş bu mahkûm. Ağzından küfür hiç eksik olmazmış. Dünyaya hepten küsmüşmüş. Cenneti, cehennemi de umursamazmış.

Dedemin sohbetlerini dinleye dinleye yeniden bağlanmış hayata. Bir zaman gelmiş tamamen değişmiş. Öyle olmuş ki, karıncayı incitmekten korkar hâle gelmiş. İşte bu adama hediye etmiş kehribar tespihini. "Çekerken beni hatırlarsın, sana okuduklarımı düşünürsün." demiş.
***

Bir gece yarısı fenalaşmış dedem. Boğulurcasına öksürüyormuş. Babama seslenmiş. Daha gün ışımadan doktora götürmüşler. Ben uyuyormuşum. "Evden çıkmadan torunumu da bir göreyim." demiş. Alnımdan öpmüş, saçlarımı okşamış. İki damla gözyaşı akmış yanaklarından.

Dedemin beni son görüşü bu olmuş.

Üç gün sonra cenazesi geldi. Çocukluğumun ışıltılı direği yıkılmıştı. Günlerce kendime gelemedim. Fırsat buldukça kuytulara kaçtım. Doyasıya ağladım.

Çok arzu etmeme rağmen birkaç yıl dedemi rüyamda göremedim.

Ve sonunda rüyama girdi...

İçinden ırmaklar akan bir bahçedeydi dedem. Sütbeyaz entarisiyle rüzgârda salına salına ırmak boyu dolaşıyordu. Sağ elinde ışıltısı gözlerimi alan bir kehribar tespihi vardı. "Dede!" diye seslendim. Dönüp baktı. Gözlerinin içi gülüyordu. Koştum elinden öptüm. "Nasılsın dede?" dedim. "Gördüğün gibi iyiyim oğul, vaktin tamam olmasını bekliyorum." dedi. "Bu ne güzel yer böyle, nasıl gelinir buraya?" diye sordum. "Bak burası ışıltılı bir koridor gibi. Eğer sen de böyle güzel bir yerde kıyameti beklemek istersen sana tavsiyem, Onuncu Söz'ü çok oku. Ben onun sayesinde bu iltifatlara mazhar oldum." dedi.

Sonra da ırmak boyunca yürüyüp gözden kayboldu. Arkasından koştum, yetişemedim.

Ertesi sabah rüyamı anneme anlattığımda gözleri dolu dolu olmuştu. "Yorumu aşikârdır yavrum, başka söze ne hacet!" dedi.

***
Aradan geçen onca zamandan sonra dedemi şimdi çok daha iyi anladığımı zannediyorum. Dedemden bana yadigâr, rüyamda söylediği son söz olacak: Onuncu Söz.