Deizm, dün olduğu gibi bugün de insanların büyük bir bölümünün itibar ettiği inanma biçimlerinin başında gelir.

Deizm, vahy ve peygamber hakikatini inkâr eder. Din ve vicdan özgürlüğünün teminatı anlamını aşan laiklik -ki artık biz buna laisizm veya laikçilik diyoruz-, kadim çağlardan beri varolagelen deizmin kendini ifade ettiği modern formdur.

Arap müşrikleri Allah'ın varlığına inanır, ama kendilerine tebliğlerde bulunmak üzere elçi gönderdiği fikrini reddederlerdi.

Bugün de fıtri olması hasebiyle insanların ezici çoğunluğu şu veya bu düşünce çerçevesinde teşekkül etmiş bulunan bir "Tanrı fikri"ne sahiptirler, ama Tanrı'nın elçi gönderdiği fikrine sıcak bakmamaktadırlar.

Dinin gerçeğini teyid ediyorlar, ama varlık tahayyülü, insan ilişkileri ve toplum/medeniyet tasavvuru itibarıyla dinin marjinal kalmasını, izafiliğe boyun eğmesini ve elbette bu çerçevede özel hayatla sınırlandırılmasını istemektedirler.

Tarihsel ve fikrî geçmişi olan bu inanca kısaca "deizm" denir. Deizm bize şu soruların cevabını veremiyor:

İlki, Tanrı, kendisi hakkında insana bilgi vermek istemez mi? Verme gereğini duymuyorsa, bu durumda insanların kendisi konusunda bildikleri gibi düşünmelerinde, akıllarına geldiği gibi tasavvurda bulunmalarında herhangi bir sorumlulukları olmaması gerekir.

Herkes zannınca bir tanrı fikrine sahip olabilir ve bu farklı tanrı tasavvurları çatışma sebebi olabilir. Din ve mezhep savaşlarının bir sebebi bu zaten.

Greklerin Tanrı tasarımı bugün de geçerliliğini koruyor, ama Greklerin cevabını bulamadığı sorunun bugün de cevabı verilmiş değil: Tanrı varsa -Aristo en azından İlk Hareket Ettirici sıfatıyla Tanrı'nın var olduğunu söylüyordu-, Tanrı kendi Zatı, isimleri, fiilleri, sıfatları; insanı, hayatı ve varlığı ne için yarattığı konularında insana niçin bilgi vermiyor?

Bir daha buna "gerek" görmediğini varsayalım: Gerek görmüyorsa Kendi Varlığı'nı niçin hissettiriyor? Bu tanrı insanla saklambaç mı oynuyor? İnsan Tanrı'nın oyuncağı değildir.

Tanrı, insanla konuşmaya tenezzül mü etmiyor? Öyle ise, niçin konuşmaya tenezzül etmediği bir varlığı (insanı) yarattı? Konuşacak dili, imkânları, gücü ve melekesi mi yok? Öyle ise bu dilsiz tanrı nasıl bizden saygı bekleyebilir?

Deizm bu sorulara derinlemesine cevaplar aramaz. Çünkü cevap aramaya koyulduğunda atizmin yoluna gireceğini bilir.

Ateizmin veya onun bir safha önceki hali olan agnostizmin sebebi, kendisi hakkında bilgi vermeyen bir tanrının zatını, isim, sıfat ve fiillerinin önüne geçirmeye kalkışmaları ve tabii ki bu işin içinden çıkamamalarıdır.

İslam kelamının genel çerçevesinden Allah insanı yaratmış, bu dünyaya "belli bir süre (ecel)" kalmak (dünya hayatını yaşamak) üzere göndermiş ve fakat insanı yardımsız ve inayetsiz bırakmamıştır.

Allah'ın insana bahşettiği en büyük yardım ve inayet ona kitaplar ve peygamberler aracılığıyla seslenmesi, yol göstermesidir. Allah Musa aleyhisselam ile konuşmuş, diğer peygamberlere kitap göndermiştir.

Allah, vahy yoluyla kendisi hakkında bilgi vermiş, insana yol haritası bağışlamıştır. Bu açıdan Kitap da peygamber de "doğru yol"a yönelten "hadiler"dir. Hidayet, sırat-ı müstakime yönelmedir, ancak Yol'un kendisi değildir.

Bir başka ifadeyle İlmu'l-yakin (kesin doğru bilgi) mahiyetinde olan sağlam ve güvenilir bir yol haritasıdır. İnsan bu yol haritasında gösterilen güzergâhların her birini, işaretleri (ayat) dikkatlice izler ve yol alırsa önce Ayne'l-yakin (gerçekliğin doğru ve kesin gözlemin)'e, arkasından cehdi ve takvası nisbetinde Hakke'l-yakin'e, yani kesin Hakikat'e ruhi iştirak ve tecrübe ile yakınlaşır, giderek ona katılır ve onunla bütünleşir.

Bunun kime, kaç kişiye nasip olduğunu da Allah'tan başka kimse bilemez. İnsan için en yüce hedef budur.

Peygamberliğin bu çerçevede rol oynaması sayesindedir ki, insan kendini tiranlara karşı korur, totaliter rejimlere karşı müteyakkız olur ve elbette her türlü beşeri mutlakiyetçiliği reddeder.


23 Nisan 2008, Çarşamba


Ali Bulaç