"Fala inanma falsız da kalma” sözünün birçok kesimde rağbet gördüğü, cincilere, medyumlara inanmanın toplumsal bir hastalık olarak karşımıza çıktığı bir dönemden geçiyoruz.

Öyle bir dönem ki bilen de bilmeyen de çıkıp konuşuyor. Zihinler iyice bulanıyor. İnsanların ötelere uzanan merak duygularını körükleyen birçok konuyu Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Celal Yeniçeri ile konuştuk. Yaklaşık bir yıl önce “UFO” haberlerinin birden bire yaygınlaştığı günlerde “Uzay Ayetleri” eseri piyasaya çıkan Prof. Dr. Celal Yeniçeri ile yaptığımız görüşmede yeni kitabının ilk ipuçlarını da elde ettik.

— Gayb konusu ile ilgili araştırmalar yapan bir ilahiyatçısınız. Bu konuda birtakım spekülasyonlar yapılıyor son zamanlarda. Bu konudaki görüşleriniz neler?

Önce gaybe inanmak ile gaybden haber vermek konularını birbirinden ayırmak gerekiyor. Kur’an—ı Kerim’in ilk sayfasında, müttakiler anlatılırken, onların gaybe inandıkları ifade edilir. Görmeden birtakım varlıklara inanmak gayb olarak ifade edilmiştir. Görmediğimiz varlıkların en başında “Allah’ın” varlığı geliyor. “Gaybden haber vermek” konusuna gelince bunu illa da gelecekten haber vermek manasında anlamamak gerekir.

Kime inanacağız?

— Biraz açabilir misiniz?

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) bir sözü var: ‘Arab yarımadası verimli, yeşil ovalarına, akarsularına eskiden olduğu gibi kavuşmadıkça, kıyamet kopmaz!’ Geçmişte yeşil ovalara, akarsulara, ormanlara sahip olduğunu nereden biliyor? Bilim adamlarının yapmış oldukları araştırmalarda gerçekten de böylesi bir yeşilliğe sahip olduğu ortaya çıktı. İstanbul’un fethedileceğini de söylemişti. Bu da geleceği görme olayıdır. Dünyamızın dışında birtakım alemlerden de haberler vermiştir peygamberimiz. Bu da bir gaybden haber verme olayıdır. Ancak Peygamberimiz ile diğer insanların durumunu ayırt etmek gerekiyor. İnsanlar vahye mi kulak verecekler yoksa cincilere mi? Hz. Peygamber insanları vahye çağırmıştır. Dolayısıyla Peygamberler ile kahinler arasında bir mücadele başlamıştır. Peygamberimiz müneccime gidip bir şey soranın 40 gece namazının kabul olmayacağını söylüyordu. Fakat Resulullah kahinlerin kimi zaman doğru şeyleri de haber vereceğini ancak bu doğruya yüz yanlış ekleyeceklerini de belirtiyordu.

Günümüzde yeni bir kitap oluşturma faaliyeti içerisine girenler var. Bu insanlar Kur’an’da Hz. Muhammed’in son peygamber olduğu belirtildiğini ancak Kur’an’ın son kitap olduğunun belirtilmediğini söyleyerek, göklere kulak vererek göklerde dolaşan vahiyleri toplayabileceklerini düşünüyorlar.

— Yıldızların hareketlerini inceleyerek birtakım istinbatlarda bulunmak mümkün değil midir?

Hesabi olarak sebep sonuç ilişkilerine gidilebilir. Bu kehanet değildir. Mesela ünlü İslam fıkıhçısı Burhanettin Merginani(M.S.1196), Rahman suresinde “güneş de ay da bir hesap ile hareket ederler” ayetinden yola çıkarak, bu türlü hareketleri bilimsel yöntemlerle inceleyip birtakım tesbitlerde bulunmanın mümkün olduğunu söylüyor.

— İngilizce’de demonic(şeytani) kelimesinin ikinci anlamı da ilhamidir. Şeytanın bir bilgi kaynağı olabileceğini söyleyebilir miyiz?

Vahyin izlemiş olduğu bir yol vardır. Bir de kahinlerin izlemiş oldukları yol var. Bilgi öyle kehanetle toplanacak bir şey değildir. Çoğu kez kendilerinin bazen de cinlerin vesveselerine kapılırlar. Kur’an—ı Kerim’de deniliyor ki: “Yere giren ve yerden çıkan şeyleri, gökten inen ve göğe yükselen şeyleri Allah bilir.” Bunlar ışın, ses dalgaları, radyasyon, elementler olabilir, yukardan vahiy gelebilir, buradan yukarıya insanların sesleri ve görüntüleri yayılabilir, şeytanların, cinlerin vesveseleri, meleklerin zikirleri, tesbihatları dolaşabilir göklerde. İnsanlar buralardan birtakım bilgileri ilham yoluyla alsalar bile, bunların şeytanlar ya da cinlerin vesveseleri veya telkinleri olmadığını nasıl iddia edebilirler? Her insanın kalbi ilhama açıktır. Bunların doğruluğu konusundaki mihenk taşı vahiy ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sünnetidir. Benim ayetlerden ve hadislerden görebildiğim kadarıyla kainatta yaşayan başka canlı türleri de vardır ve bu canlılar da birtakım bilgileri, ses dalgalarını yaymışlardır. Ancak bu bilgilerin hiçbiri vahye karışmaz. Bunu da Kur’an—ı Kerim’den öğreniyoruz. Peygamber Efendimiz’e vahiy geleceği zaman Mekke ve Taif bölgelerinde çok fazla yıldız kayması olayı yaşanıyor. O kadar ki insanlar korkuyorlar. Bazı İslam alimleri bunların şeytanların ve cinlerin, göklerden ve yerlerden haber derlemelerinin engellenmesi için atış topları olarak kullanıldığını belirtmişlerdir. Vahyin izleyeceği yol, bütün şeytani vesveselerden temizleniyor. Hazreti Peygamber vahyi Lehv—i Mahfuz’dan alıyor. Lehv—i Mahfuz’la Cebrail’den başkası bağlantı kuramaz.

— Levh—i Mahfuz’dan ayrı olarak bir de Mele—i Â’lâ denilen bir yer var. Buradan bazı bilgilerin çalınması mümkün mü?

Mele—i Â’lâ melekler meclisidir. Burada toplanırlar ve kendilerine verilen görevleri konuşurlar. Şeytanlar ne zaman oraya sokulsalar, derhal kovulurlar. Mesela Saffat sûresi 6 ve 10. ayetlerde her itaatten çıkan şeytandan göklerin korunduğu, bu şeytanlara karşı delip geçici yıldızların kullanıldığı açıkça anlatıyor. Dolayısıyla cincilere ve kahinlere giden bilgilerin ne Lehv—i Mahfuz’dan ne de Mele—i Âlâ’dan sızdırılması mümkün değildir.

— Harut ve Marut olayını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Değişik görüşler var. Bu konuda sağlıklı bir görüşün olduğunu sanmıyorum. Bunlar başka gezegenlerin yaratıkları mıdır? Bu anlamı ayetlerden çıkarmak çok zor. Ayetlerde melek oldukları belirtiliyor. Bazı kıraatlarda ise “melik” olarak ifade ediliyor. Yani kral olarak da anlaşılabiliyorlar. Sihri öğretirlerken de insanlara faydası olanı öğretiyorlar. Buradan sihrin fiziği ve kimyayı harekete geçirerek insanların yararına kullanılabileceği yorumunu çıkarmak belki mümkün olabilir. Çoğu insan cinlerden korkar. Cinler öyle korkulacak varlıklar değildir. Çünkü bizimle aynı yemeği yemedikleri gibi aynı suyu da içmezler. Giydiğimiz şeylere de ihtiyaçları yoktur. İnsanların zararları, cinlerden daha fazladır.

— Peki İblis de cinlerden değil midir?

“Sen beni ateşten, onu topraktan yarattın” diyor. Buradan cin olduğu anlaşılıyor. Bir hadis—i şerifte meleklerin nurdan yaratıldıkları söyleniyor. Nur ve ateş başka şeylerdir. Zaten “O cinlerdendi” şeklinde ayet var. Cinler yerküresi gaz—ateş—gaz ve biraz da kül tutmaya yüz tuttuğu bir dönemde yaratılmıştır. Daha sonra toprak aşamasına geçildiğinde insan yaratılmıştır.

— Son zamanlarda Türkiye’de hadisleri ve sünneti önemsiz göstermeye yönelik bir hareketlilik gözüküyor.

Bu, Hz. Peygamber’in misyonunu anlayamamaktır. Hz. Peygamber’in iki ana görevi var. Birincisi vahyi alıp insanlara açıklamak. İkincisi de Kuran—ı Kerim’de kasıtlı olarak bırakılan bazı boşlukları doldurmaktır. Pek çok hükmü Hz. Peygamber’in sözleri içerisinde buluyoruz. Hadis işi bitmiş bir bilim dalı olamaz.

—Peygamberimiz’in gaybe ilişkin sözlerini hangi bağlamda ele almak durumundayız?

Şimdi Hz. Peygamber’e vahiy geldiği gibi ilham da gelirdi. Resulullah’ın kalbi ilhamlara da açıktı. Peygamberimizin kalbi ilhama en fazla açık olanıydı.