1925 Şeyh Sait Başkaldırısını Doğru Anlamak (I. BÖLÜM)

1925-Şeyh Sait Başkaldırısı: Şeyh Sait daha çocukluk döneminde medrese tahsiline başlar. Medrese tahsilinin belli bir aşamasından sonra züht ve takva devresi başlar. Bu noktada donanımını derinlemesine alan şeyh, sürekli olarak ...


  1. Alt 08-16-2009, 07:17 #1
    altun Mesajlar: 885
    1925-Şeyh Sait Başkaldırısı: Şeyh Sait daha çocukluk döneminde medrese tahsiline başlar. Medrese tahsilinin belli bir aşamasından sonra züht ve takva devresi başlar. Bu noktada donanımını derinlemesine alan şeyh, sürekli olarak kendi ailesine sevgi ve saygı duyanlara, İslam’ın temel esaslarını anlatır. Medresede ders vermeye başlar. Halkını eğitmekten geri kalmaz.
    Şeyh Sait bu atmosfer içerisinde büyüdüğü sırada, birinci dünya savaşı sona ermiş, Osmanlı parçalanmış, bu parçalanma sırasında Ruslar da Şeyh Sait’in yaşadığı yer olan Kürdistan bölgesini işgal etmişti. Şeyh Sait, diğer Müslüman âlim ve aşiret reisleri gibi çevresindeki insanlarla beraber Ruslara karşı şiddetli bir direnişe geçmişti. Sadece kendi imkânlarından istifade etmek suretiyle Rusların bu bölgede kök salmasına engel olmaya çalışmıştı.




    Kürdistan âlimlerinin Şeyh Sait’le birlikte işgalci güçlere karşı soylu bir çatışmaya girişmeleri üzerine, İngilizler ve Ruslar daha önce hazırladıkları bir planla Müslümanların Kürdistan’daki direnişini kırmak için, onlara bağımsız bir Kürdistan devletini kurma teklifinde bulundular. Ancak onların şeytani planlarından haberdar olan âlim ve aşiret reislerinden hiçbiri bu parlak teklifi kabule yanaşmaz. Zira İslam’da ümmetin çıkarları emperyalistler tarafından kurgulanmış ulusal çıkarlara feda edilemezdi. Batılı orduların(sömürgecilerin) Müslüman mülkünü talan ettikleri bir zamanda, aynı kâfirlere kanarak bu mülkün daha da kolay talan edilmesine zemin hazırlamak, bu aldatıcı tekliflere yanaşmak, Müslüman ümmete ihanet etmek olurdu. Gerçi bu ihaneti kendisini Müslüman addeden birçok ulus gerçekleştirmişti.(Türk-Arap-Acem) Ama Kürt halkı böyle bir ihanette bulunmamaya kararlıydı. Onlar Müslüman memleketin en ücra köşelerinde bile canlılığını koruyan Müslüman halkın direnişine ortak olmayı ve İslam’ı kâfir emperyalistlerin tahakkümüne karşı üstün tutmayı daha şerefli bir vazife bildikleri için İngiliz’lerin ve Rusların bu şeytani tekliflerini ellerinin tersiyle geri çevirdiler. Hatta bu teklifin cazibesine kapılan tek tük şahıslara da zorlayıcı müeyyideler uyguladılar. Onların hedefi İslam topraklarını zorba kâfirlerin elinden kurtarmak idi. Müslüman Kürt önderleri böyle bir dönemde bağımsız bir Kürdistan devletinin(esasta en bağımlı) kurulmasını teklif edenlerin amaçları kendi emellerine engel gördükleri, zayıf da olsa, ümmetin gücünü parçalamak olduğunu iyi biliyorlardı. Hiç şüphesiz, İslam düşmanları böyle bir devletin kendi güdümlerinde olmasını isteyecek ve böyle bir durumun oluşması halinde tamamen İslam’dan ümmetin sorunlarından uzak bir kukla devletin ayakta durmasını sağlayacaklardı. Ancak Müslüman Kürtler buna fırsat vermediler.

    İlk tehlike bertaraf edilmişti; ama ikinci bir tehlike baş göstermişti. Bu kez birlikte mücadele verilerek kurtarmak istedikleri ve Allah’ın dinine göre temellenmiş ümmet şuuruyla hareket eden bir mekanizma oturtmak istedikleri İslam topraklarını başka gayelerle ele geçirilmeye ve kurtarılmaya başlandığını gördüler. Batı emperyalizmine karşı savaşan Müslümanlar, kurtardıkları topraklarda modern, seküler, laik ve batılı bir devletin kurulmak istendiğine şahit oldular. Hâlbuki bunun için savaşılmamıştı.

    Kurtuluş savaşı(!) esnasında emperyalist işgalcilere karşı yürütülen mücadele başarıya ulaştıktan sonra Türkiye cumhuriyetinin resmen ilan edilmesi, İslam’a zıt birtakım gelişmelere sahne olması, beklenen ve özlenen bir durum değildi hiç kuşkusuz. Gün geçtikçe yeni kararlar alınıyor. Kılık kıyafet, harf ve kültür alanında İslami şiarların kaldırılması konusunda yeni yeni uygulamalar icat ediliyordu. Kurtuluş savaşı(!) sırasında aktif bir görev alan İslam âlimleri meseleyi endişe ile izliyorlardı. Bunlardan biri de Şeyh Sait idi. Şeyh Sait de diğer birçok âlim gibi hükümet erkânına çeşitli mektuplar yazıyor, durumun İslam’ın aleyhine şekil aldığını, Müslümanların bu duruma göz yummayacağını vurguluyordu. Ancak bu mektuplar ve uyarılar gidişatın değişmesi noktasında bir etki vücuda getirmiyordu. Şeyh Sait yalnız hükümet erkânına mektup göndermekle kalmıyor, dönemin büyük âlimlerine, şeyhlere ve aşiret reislerine durumu tahlil eder, birlikte mücadele fikirlerini içeren mektuplar gönderiyordu. Şeyh Sait’in yakını, aynı zamanda, Şeyh Sait’in hanımının kardeşi Halid Begi Cibri de aktif bir biçimde Şeyh Sait’in çalışmalarına katılıyor. Cibranlı Halid Beg Şeyh Sait tarafından askeri ve siyasi meselelerle ilgilenmek için görevlendirilmişti. Askeri okulda miralay derecesine kadar yükselmiş, çevresinde bilgili ve yetenekli bir Müslüman olarak tanınan biri idi.

    Halid Beg’in şehirde bulunan çeşitli şahsiyetlerle görüşmesi her ne kadar Şeyh Sait’in mesajının yaygınlaşmasına aracı olsa bile, kendisi için tehlikeliydi. Onunla görüşenler, iç bölgelere gitmesinin kendisi için daha emniyetli olduğunu söylüyorlardı. Ama o yönetimin böyle bir şeye cesaret edeceğine ihtimal vermiyordu. Gelişmeler devam ederken merkezi hükümet tarafından bölgeye gönderilen jandarmalar Halid Beg’i yakalayarak Bitlis’e gönderirler. Halid Beg’in bu şekilde yakalanmasından sonra Karaköse’de bulunan bir kolordu, Şeyh Sait’i yakalamak üzere Hınıs’a doğru yola koyulur. Meseleden haberdar olan Şeyh Sait, yakınlarıyla birlikte Hınıs’tan çıkar. O sırada tek düşüncesi, hükümet kuvvetlerinin eline düşmeden, zaman kaybetmeden gerekli tebligatı Kürdistan Müslüman halkına bildirip bahara kadar yeterli bir ordu teşkil etmekti. Kısa bir zamanda Kürdistan’ın tüm tarafını gezer, gerekli tebligatı yapar ve tuğyana karşı büyük bir ordunun hazırlığına girişir. Şeyh Sait başkaldırısı, 1925 Şubat ayının 13. günü olan Cuma günü yeni bir merhaleye girer. Bu tarihte Türkiye Cumhuriyeti’nin resmen ilanının üzerinden on altı ay geçmiştir. 13 Şubat sabahı Şeyh Sait ve beraberinde bulunan büyük bir atlı topluluk Piran’a gider. O gün Şeyh Sait Piran halkına memleket içerisinde gelişen olaylar hakkında bilgi verir. Cuma günü olması münasebetiyle minbere çıkar ve büyük bir topluluğa aynen şu vaazı yapar.
    “Ey müminler topluluğu! Medreseler kapatıldı. Din ve vakıflar bakanlığı kaldırıldı, dinin eğitim ve öğretimi İslam ahkâmına inanmayan bu rejimin denetimine girdi. Gazetelerde birtakım dinsiz gazeteciler, resulullaha dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat cihad bayrağını açar, tekrar İslam’ın yükselmesine gayret ederim.”

    Ayaklanmadan iki hafta evvel meclis kürsüsüne çıkan Ziyaeddin Efendi de, memlekette olan yeni gelişmeler hakkında Şeyh Sait’ten farklı konuşmuyordu ve şöyle diyordu: “Bizim yeniliğimiz işret, dans, plaj sefasından başka bir şey değildir. Fuhuş gittikçe artıyor, Müslüman kadınlar edeplerini kaybetme yolundadırlar, sarhoşluk himaye, hatta teşvik olunuyor, dini duygular rencide ediliyor. Yeni rejim sadece ahlaksızlık getirmiş. Bunlar ilericilik adı altında, medeniyet adı altında yapılıyor. Bu rezil idare tarzı memleketi uçurumun kenarına getirmiş” Ziyaedddin Efendi bu nutkuyla cumhuriyetin ne durumda olduğunu bütün halka ilan etmişti.

    O günlerde bazı İstanbul gazeteleri de bir müddet sonra İstiklal mahkemelerinde yargılanmak üzere aynı tenkit ve eleştiri istikametinde sesler çıkarıyorlardı. O olağanüstü zaferden sonra yolun başka mecralara kaydığını söylüyorlardı. Durum bu minval üzerinde iken yine Şeyh Sait, Piran’da kardeşi Şeyh Abdurrahim’e misafir olduğu bir sırada bir üst teğmen, bir teğmen ve on beş er Şeyh Abdurrahim’in evine gelir. Şeyh Sait’ten Bahri adlı şahsın evinde kalmakta olan ve cinayetten sanık on mahkûmun kendilerine teslim edilmesini ister. Bunu üzerine Şeyh Sait, onlar arkadaşlarımızdırlar. Ben burada olduğum müddetçe onlara herhangi bir kötülük etmeyin ve yakalamaya kalkışmayın der. Daha sonra Şeyh Sait onlardan bu adamlardan vazgeçmelerini ister. Fakat jandarma komutanı, Türkiye Cumhuriyeti kanunları çerçevesinde hareket etmekten başka hiçbir şeye saygı duymayacağını belirterek sanıkların teslim edilmesi için emir verir. Subayın emri yerine getirilemeyince, halkla jandarma arasında çatışma çıkar. Askerlerin bazıları öldürülür, diğerleri de esir edilir. Bu çatışma ayaklanma planının uygulanmasını sekteye uğratır. Aslında Şeyh Sait, halkın genel bir ayaklanmaya daha hazır olmadığını biliyordu. Bu yüzden de, Piran’da meydana gelen olayı yerinde sınırlı tutmak ve başka yörelere sıçramasını önlemek için Piran’ı terk ederek Genç’e gitti. Fakat kardeşi Şeyh Tahir, olayı duyduğu zaman Lice postanesine el koydu. 200 adamla Genç’e gelerek el koyduğu bütün para ve belgeleri Şeyh Sait’e teslim etti. Bu iki olay ayaklanmanın başlamasına neden oldu ve bu durumda “Görülüyor ki kaderimiz budur” demekten başka bir yol kalmadı. Şeyh Sait vaktinden önce başlayan bir ayaklanmanın başına geçti.
    14 Şubatta, Şeyh Sait, sayıları on bine varan direnişçilerle Genç’e el koydu. Kaymakam ve memurları esir alarak Madan aşiret reisi Feqi Hasan’ı kaymakamlığa tayin etti. Genç şehrini geçici başkent yapan her Müslüman’ı Allah yolunda mücahit kabul eden, dini ve dünyevi yetkileri Şeyh Sait’in önderliğinde toplayan, bütün vergi ve esirlerin Genç’te toplanmasını yürürlüğe sokan geçici bir kanun çıkarıldı. Şeyh Sait, halkın ayaklanmaya katılanlara yiyecek vermesini ilan eder. Bu yöntem halk arasında büyük bir memnuniyete yol açtı ve halkın pek çoğunun Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerine karşı silaha sarılmalarına neden oldu. Başkaldırı kısa zamanda dört Kürt vilayetini kapsayan bir alana yayıldı. Kürdistan’da bulunan, yüz bine varan Çerkez, Arap vs. azınlıklar bu ayaklanmaya sempati duyuyor ve büyük bir bölümü silahlarıyla ayaklanmaya katıldılar. Direnişçilerle omuz omuza gayri meşru yönetime karşı çarpıştılar. Batılı bir gazeteci olan Armostrong, “Kürdistan illerinde alevlenen ayaklanma, önünde titreyen cumhuriyetin temelleri sarsılmaya başladı” diye yazdı.

    1925 Şubat ortalarında, Şeyh Sait kendi önderliği altında H. Hasan ve Omer Faro kuvvetlerini Koçeran Dağı’nın dibindeki Mıstan ve Botan aşiretlerini yönetti. Aynı ayın yirmisinde, orada Hani’li Salih Beg kuvvetlerinin kendisine katıldığı Lice ve Hani’ye el koydu. Ardından Hani vadisinden Diyarbakır’a doğru yöneldi. 28 Şubat’ta Şeyh Şemseddin’e bağlı kuvvetlerden büyük bir bölümü Diyarbakır yakınında kendisine katıldı. Öte yanda Şeyh Sait’in kardeşi Abdurrahim, 29 Şubat’ta Maden nahiyesinde(Elazığ) ayaklandı. Şeyh Eyyüb de 500 savaşçı ile Çermik’te(Diyarbakır) Şeyh Abdurrahim’e katıldı. İkisi birlikte Ergani’ye yöneldiler. 28 Şubat’ta Palu, Şeyh Sait’in ve o zaman seksen bin kişiye varan Şeyh Sait ordusunun karargâhı oldu. Burada Mardin, Ergani ve Maden’de bulunan kendi taraftarları olan kuvvetlerden haberler alıyorlardı. Ayaklanmacılar ilerledikçe halk da o oranda kendilerine katılıyorlardı. El koydukları her yerleşim merkezinde sürekli olmayan; ama günün gereksinmelerinin ürünü olarak çıkan idareler kuruyorlardı. Ayaklanmanın başlangıcından 3 Mart 1925’te İsmet İnönü’nün hükümete gelişine kadar geçen sürede askeri denge Şeyh Sait ve askerlerinin lehineydi. Buradan anlamalıyız ki, kurtarılmış bölgenin halkı Şeyh Sait’e çok bağlıydı. Ona büyük destek veriyorlardı. Buna rağmen Diyarbakır’a el koymak bir türlü mümkün olmadı. Şeyh Sait şehirdeki halkı ayaklanmaya kazanma yönünde zaman kazanmak için şehir yöneticileriyle görüşmeler başladı. Diyarbakır’daki yöneticiler; Vali Ali Bardakçı, Ordu Müfettişi Kâzım Paşa(Orbay) ve Kolordu komutanı Mürsel Paşa, şehirdeki bütün önemli noktaları almış, yardım bekliyorlardı. İdareciler halka silah dağıtmayı reddettikleri için, Türk ordusu tek başına şehrin savunmasını üzerine almıştı. Yöneticilerin şehri teslim etmeyi reddetmeleri üzerine Şeyh Sait mart ayında şehre el koymak için saldırıya geçti.


    Bazıları çifte ve mavzerlerle, bazıları sopalarla silahlandırılmış olan Şeyh Sait kuvvetleri, şehre girmek için saldırıya geçtiler. 11 Mart gecesinde, direnişçilerden seçilmiş bir kuvvet Mardin kapısından şehre girmeyi başararak, Şeyh Sait’in destekçileri arasına katılarak kendilerinden daha güçlü Türk hükümeti kuvvetlerine karşı İslami sloganlar atarak çarpışmaya başladılar. Aynı gece 150 Şeyh Sait taraftarı Türk ordusu tarafından katledildi. Diğerleri geri çekilmek zorunda kaldılar.


    M. ŞAKİR KOÇER

  2. Alt 08-16-2009, 09:59 #2
    emirahmedyasin Mesajlar: 1.121
    Şeyh Said'in tek derdi Ümmetin geleceği idi.Şeyh Said bazı kürt miliyetçilerin dedikleri gibi Bir kürt hareketi yönetmiyordu.O derin bir alim zeki bir kumandan Kur'an'a bağlı bir müslümandı.Herkes şeyh Said in kendine yarayan tarafından bakmaya çalışır ama şeyh Sid bir bütün içinde bakıldığında İslam hizmetkarı cesur yürekli bir alim ve komutandır.

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.