bilmiyorlardı. İçlerine doğru derinlemesine nazar ettiklerinde, alabildiğine karanlık İnsanlar değişik dönemlerden geçerek, bu günlere geldiler. Önce hiç bir şey, alabildiğine belirsizlik ve alabildiğine hüzün gördüler. İçten içe zamana sesleniyorlar, “artık dur! Bu kadar hızlı akıp gitmen nedendir? Sana ne oluyor bilinmez ama, sen kanatlarını takıp durmadan uçarken biz yaşlanıyoruz. Bizim gençliğimiz uzaklaşıyor, rengimiz donuklaşıyor, gülümüz soluyor” diye feryad ediyorlardı.
Zamanın kanat sesleriydi en ziyade duyulan. Zaman, dipdiri bir at gibi durmadan koşuyor, hiçbir yerde konaklamıyordu. Adeta “Âh!” seslerini kendine yem ediyor, coştukça coşuyordu. İnsanlar, bu arada zamana hakim olamadan kendilerini bekleyen kaçınılmaz sona doğru sürükleniyorlardı. Her an, bir dakikayı; her dakika, bir saati; her saat, bir günü sonuç veriyor, günler de peş peşe bir ömrü yiyip bitiriyordu.

İnsanlar bu dağdağa içerisinde korkuyla yaşarken, onları her an izleyip gözleyen Âlemlerin Rabbi, onlara kendi içlerinden en değerli elçisini gönderdi. Rauf ve Rahim Elçi, onlara zamanın hikmetlerini de anlattı. Böylece insanlardan bir bahtiyârlar zümresi, ruhlarındaki hüznü sürûra çevirdiler, inanılmaz üzüntülerle geçmişe ve geleceğe bakamaz durumdaki gözlerini ışıttılar. Bu bahtiyârlar, gerçeği bilmenin rahatlığında, zamanla berâber “Zamana Hükmedeni” düşündüler. Zamansa, Rabb’inden aldığı emirle hiç durmadan akıp gitmeye devam ediyordu. Koca bir çağlayandı zaman ve hiçbir yaratık onu durduramıyordu.

Bahtiyâr insanlar karanlıktan aydınlığa çıkmışlardı ve artık zamanı dehşetli bir zalim gibi görmüyorlardı. Ama bu defa da zamanla aralarında bir başka yarış başladı. Önden giden her atlı, bu yarışta yer aldı. Bu defa, gerçekleri, zamandaki hikmetleri ve zamanın ötesindeki sonsuzluğu öğrenen insanlar, kendilerine verilen muhteşem hediyelere layık olabilmek ve daha sonra onlara sunulacak hayaller ötesi ödülleri kazanabilmek için, zamanla yarıştılar. Kendilerine tüm bunları öğreten şefkatli Elçi’ye kulak vererek, “hayırda yarıştılar.” Aynı Elçi, Cennet’i kazananların da, tekrar dünyaya dönmek isteyeceklerini, burada yapılan her işin, ne kadar küçük de olsa, karşılığının orada inanılmaz bir verimle alınacağını görmeleri sonrasında, daha fazla iyilik, daha fazla hayır, daha fazla sevap için geri dönmek isteyeceklerini haber vermişti.

Öyleyse bu bahtiyâr insanlar, zamanın akıp gitmesine engel olamasalar bile, her anlarını öylesine dolduracaklardı ki, hayatlarıyla zamandan daha hızlı akacaklardı. Aralarından öyleleri vardı ki, her anlarını doldurdular. Ya bir iyilik, ya tefekkür, ya tebliğ, ya ibadet ya da Allah(CC)’ın rızası neredeyse o vardı anlarında. Özellikle insanların sonsuz gerçekliğe uzak kaldığı, her rûhun kendine göre bir ilaç beklediği zamanlarda, bu yarışı kutsî bir vazife bilerek “daha fazla ne yapabilirim?”, “susuzluktan çatlayan ruhlara bu coşkun şelâleleri nasıl gösterebilirim?” diye çırpınarak, yeni yollar açtılar kendilerine.
Bu değerli insanlar, kısa dünya hayatlarını alabildiğine doldurdular, uğraştılar, yoruldular. Sonunda kazanan onlar oldular. Rabbleri onlara dinlenmek için ebedî kalacakları ve gayet rahat bir Cennet hazırlamıştı.
________________________________________