Malı çoğaltma ve geliştirmenin yasaklanan yolları

--------------------------------------------------------------------------------

Bilindiği gibi İslâm şeriatı, mülkü geliştirme ve araştırmayı belli şartlara bağlamış ve bu sınırları aşmayı da men ederek şahısların belirli bazı yollarla mülkünü çoğaltmasını yasaklamıştır. Yasaklanan Mülk edinme yollarından bazıları şunlardır:

Kumar

İslâm şeriatı, kumarı kesinlikle yasaklamış, kumar yoluyla kazanılan malı, kazınılmış bir mal olarak kabul etmemiştir. Bu konuda Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytanın işi pisliktir. Ondan kaçının ki felaha eresiniz. Şeytan, kumar ve içki ile aranıza kin ve düşmanlık yaymak, sizi Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoymak istiyor. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?”
Allah, içki ve kumarın haram kılınışını te’kidli (pekiştirmeli) bir anlatımla ifade etmiştir. Çünkü ayet “muhakkak ki” anlamına gelen () edatı ile başlamakta, içki ve kumarı putlara tapmakla aynı anlamda zikretmektedir. Ayrıca başka bir ayette de;
“O halde putların pisliklerinden kaçının” buyurarak içki ve kumarı “pislik” tabiri ile ifade etmiş, kumar ve içkinin kendisinden ancak şerli işlerin çıktığı şeytana ait birer iş olduğunu belirtmiştir.
Ayette “kaçının” emrinde de bir başka te’kid söz konusudur. Burada kaçınmanın kurtuluşu beraberinde getireceği beyan edilmiştir. İçki ve kumardan kaçınmak kurtuluşa vesile olunca bu fiilleri işlemek de felaket ve helâka sebep olacaktır. Ayette; kumar ve içki düşkünleri arasında düşmanlık ve buğzun meydana çıkması, ayrıca insanları namaz ve namaz vakitlerine riayetten de alıkoyması içki ve kumardan doğan veballer olarak zikredilmiştir.
“Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” diyerek nehyin en açık ve net şekli vurgulanmıştır. Sanki şöyle denmektedir: “İşte gördüğünüz gibi içki ve kumarda size bildirilen bir çok zarar söz konusudur, bunlar Allah’ı zikretmeye ve namaz kılmaya engeldirler. O halde bunlardan vazgeçmeyecek (uzak durmayacak) mısınız?”
Kumarın bir başka şekli de, türü ne olursa olsun, hangi sebeple icad edilmiş olursa olsun “milli piyango” adı altında anılanıdır. Milli piyango gibi at yarışlarında oynanan bahisler de kumar hükmündedir. Netice itibarı ile kumardan kazanılan mal haramdır ve bu yolla bir kazanç elde etmek de caiz değildir.

Faiz (Riba)

İslâm şeriatı faizi kesin bir şekilde yasaklamıştır. Faiz oranı az veya çok olsun faizden elde edilen mal her halükarda haramdır. Faizden elde edilen malı sahiplenmeye kimsenin hakkı yoktur. Alınan faizler eğer biliniyorsa sahiplerine iade edilmelidir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Faiz yiyenler (kabirlerinden) kalkarken şeytan çarpmışçasına kalkacaklardır. Böyle bir cezaya çarptırılmalarının sebebi, alış-veriş de riba gibidir, demeleridir. Halbuki Allah alış-verişi helâl faizi haram kıldı. Kime Rabbından bir nasihat gelir de faiz almaktan vazgeçerse, faiz haram kılınmadan önce faizden yediğinden sorumlu tutulmaz. Onun işi Allah’a aittir (Allah Kıyamet gününe kadar onlarla ilgilenir). Kim ki tekrar faize dönerse onlar cehennemliktirler ve orada ebedi kalıcıdırlar.”
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer iman etmiş iseniz, faizden geri kalan kısmı bırakın. Eğer böyle yapmaz iseniz, Allah ve elçisi ile savaşa girdiğinizi bilin. Tevbe ederseniz ana malınız sizindir. Ne zulmedilirsiniz, ne de zulme uğrarsınız.”
Faiz olayının belirgin vasfı şudur: Faiz, tefecinin halkın emeğini sömürerek hiç bir emek harcamaksızın elde ettiği faydadır. Kendisinden faiz elde edilen mal, herhangi bir zarar rizikosuna sahip olmayan kârı garantili olan bir maldır ve zarar etme ihtimali sıfırdır. Faiz olayı “Zarar, elde edilecek kâra göredir” kuralına da uymaz. Bundan dolayı şirket kurarak malı çalıştırmak ya da sulama ortaklıklarında olduğu gibi mal edinmek şeriata göre caizdir. Çünkü söz konusu işlerden toplum istifade ettiği gibi bir başkasının emeğinin sömürülmesi de söz konusu değildir. Hem iş sahiplerinin hem de başkalarının menfaatlanmalarına vesile olan bu işlerde kâr edilebileceği gibi zarar da söz konusudur.
Fakat faiz böyle değildir. Bu nedenle faizin haram kılınışı, kesin nasslarla herhangi bir illete bağlanmaksızın yasaklanmıştır. Sünnette de faizden söz edilen mallar açıkça beyan edilmiştir.
Bu noktada akla şöyle bir soru gelebilir: Faiz korkusu ile malını koruyan mal sahibi ihtiyacını gidermek için mala muhtaç ve sıkışık durumundaki ihtiyaç sahibine borç vermeyebilir. Oysa ki bu ihtiyacın giderilmesi için mutlaka bir aracın bulunması gerekir. İhtiyaçların çoğalıp çeşitlendiği günümüzde faiz, ticaret, sanayi ve ziraatın temel direği konumuna gelmiş, faizle işleyen bir sürü bankalar ortaya çıkmıştır. Öyle ki ihtiyaçların giderilmesi için faiz dışında başka bir çare bulmak adeta imkansız hale gelmiştir. Şu halde ihtiyaç sahibinin ihtiyacı nasıl giderilecektir?
Bu sorunun cevabı şöyle verilebilir: Burada kast ettiğimiz toplum İslâm’ın bir bütün olarak tatbik edildiği bir toplumdur. İslâmi uygulamanın bir bölümü de iktisadi uygulamalara yöneliktir. Burada, günümüz toplumlarından bahsetmiyoruz. Çünkü günümüz toplumları mevcut konumları ile kapitalizm düzenine uygun bir hayat yaşıyorlar. Bu nedenle bu toplumda bankalar hayatın vazgeçilmez unsurlarından biri haline gelmiştir. Böylesi bir toplumda yaşayan kimse devletin hiç bir kontrol ve kanuni sınırlaması olmaksızın kendi mülkünde istediği tasarrufu yapmak hürriyetine sahiptir. Öyle ki istediği karanlık işleri çevirmek, karaborsa, vurgun, kumar, faiz ve benzeri gayri meşru işleri yapma hürriyetine sahip olduğunu gören kimse elbette ki bankaları ve tüm faiz kurumlarını hayatın vazgeçilmez birer unsuru olarak kabul edecektir.
Bu nedenle kapsamlı ve yaygın bir inkılap yapılırken hali hazırdaki kokuşmuş iktisadi nizamı bütün ile değiştirmek onun yerine İslâm’ın iktisadi nizamını koymak farz olmuştur. Mevcut kapitalist nizam ortadan kaldırılıp yerine İslâm nizamı tatbikata koyulunca, İslâm nizamını yaşayan toplumun faize ihtiyaç duymayacağı açıktır. Çünkü borç para alma ihtiyacını, herkesin geçimini temin etmek görevini üstlenmiş olan İslâmi nizam giderecektir. İkinci ihtiyaca gelince İslâm devleti muhtaç olanlara faizsiz borç vermekle bu ihtiyacı karşılar. Nitekim İbn-Hibban, İbn Mesud’dan Rasulullah (sas)’in şöyle dediğini rivayet etti:
“İki defa bir müslümana borç veren Müslüman, bir sadaka vermiş gibidir.”
Muhtaç olanlara borç vermek menduptur. Bu nedenle borç istemek çirkin görülmez, bilakis o da menduptur. Çünkü Rasulullah (sas) borç isterdi. O halde borçlanmak olduğu müddetçe, hem borç isteyen hem de borç veren birer mendup işlemiş olacaklardır.
Faizin iktisadi hayata verdiği zararın ne kadar büyük olduğu artık tüm insanlık tarafından bilinmektedir. Hatta bu zarar o kadar açıktır ki faizi yok etmek ve faizle toplum arasında İslâm nizamına uygun yasa ve yönlendirmelerle caydırıcılığı yüksek kati engellerin konulması zaruret halini almıştır.
Faiz olmayınca mevcut bankalara olan ihtiyaç da ortadan kalkacak ve bu andan itibaren faizsiz borç verme işini sadece beytülmal üstlenecektir. Nitekim, “Ömer b. Hattab (ra) arazilerini değerlendirme ve işletmeleri için Irak’taki çiftçilere beytülmaldan mal vermiştir.” Şer’i hüküm gereğince mahsul hasad edilene kadar çiftçilere arazilerini işlemelerini sağlayacak kadar beytülmaldan mal verilir. İmam Ebu Yusuf’a göre de geçimini temin etmekten aciz olan kimselere bir iş kurmasını ve toprağı işletmesini sağlayacak kadar mal beytülmaldan bor olarak verilir.
Çiftçilere beytülmaldan toprağı işlemek için borç para verildiği gibi ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda ihtiyaçları olanlara şahsi işlerini görebilmeleri için de borç para verilir. Ömer’in çiftçilere borç para vermesi, onların geçimlerini sağlamayacak durumda olmalarındandır ve Ömer onlara geçimlerini sağlayabilecekleri miktarda mal vermiştir. Bu temel sebepten hareketle zengin çiftçilere üretimlerini fazlalaştırmaları için beytülmaldan bir şey verilmez. Fakir çiftçilere verilen borç, onlara kıyasla aynı durumda bulunan ve diğer iş kollarında çalışan kimselere de verilir. Nitekim “Rasulullah (sas) geçimini sağlayabilmek için bir adama odun toplasın diye ip ve balta vermiştir.”
Ancak faizle çalışmayı terk etmek, İslâmi bir toplumun ve İslâm Devleti’nin varlığına ya da borç para verecek kişinin varlığı şartına bağlanamaz. Zira faiz haramdır ve terk edilmesi farzdır. İster İslâmi bir devlet veya İslâmi bir toplum isterse de faizsiz borç verecek şahıs bulunsun veya bulunmasın faizin haramlılığı değişmez.

Gabn-ı Fahiş (Aşırı Kâr ve Aldatma)

Lügatta “gabn” kelimesinin anlamı, aldatmaktır. Nitekim “alış-verişte onu aldattı, ona galip geldi” şeklinde kullanılır. Birisini aldatmaktan kasıt fiyat konusunda o şahsı kandırmaktır.
Şer’i ıstılahta ise bir şeyi kıymetinden fazla veya noksan satmaktır.
Gabn-ı fahiş (aşırı kâr ve dolandırıcılık) şeriata göre haramdır. Bu husus sahih hadislerde de kesinlikle yasaklanmıştır. Abdullah b. Ömer (ra)’ın rivayetine göre; “satış yaparken müşterisini aldattığını söyleyen adama Nebî (sas) şöyle dedi:
“Satış yaptığında tatlı dil ile aldatmadan söyle.”
Ahmed b. Hanbel’in Enes’ten rivayetine göre; “Rasulullah (sas) zamanında ticaretle uğraşan ve aklından biraz zaafiyeti olan bir adam vardı. Adamın akrabaları Rasul (sas)’e gelerek; Ya Rasulullah, filanın üzerine hacr koyun (onu tasarruftan men edin de alış-veriş yapmasın). Zira o aklından bir zaafiyet olduğu halde alış-veriş yapıyor, dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sas) o adamı çağırdı ve alış-verişi ona yasakladı. Buna karşı o adam; Ey Allah’ın Nebisi, ben ticaret yapmadan duramam, dedi. Nebî (sas) ise ona şöyle dedi:”
“Eğer ticareti bırakmayacaksan o zaman ticaret yaparken tatlı dil ile aldatmaksızın şöyle şöyle de.”
Bezzar da Enes’ten şu hadisi rivayet etti: “Nebî (sas), süslü ve gösterişli kılınmış şeylerin satışını yasakladı.”
Bu hadislerde tatlı dil ile aldatarak satış yapılmasının terk edilmesi talep ediliyor. Bu nedenle aldatma haramdır. Bu delile istinaden de “gabn”ın kesin olarak haram olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak haram olan gabn, fahiş olan gabn’dır. Zira gabnın haram kılınmasına illet fiyattaki aldatmadır. Az bir fazlalık aldatma değildir. Çünkü bu, pazarlıkta bir uslûp ve beceridir. Ancak gabn, fahiş olduğu zaman aldatmaya gider.
Bir alış-verişte gabn olayı söz konusu olursa, aldanan kimse muhayyerdir; ister bu alış-verişi fesh eder isterse kabul eder. Yani alış-verişte bir aldanma varsa aldanan ister parasını, isterse (satıcı ise) malı alır. Ya da ister satılan malı geri verir, isterse (müşteri ise) parasını alır.
Burada müşteri malın hakiki fiyatı ile satın aldığı fiyat arasındaki farkı isteyemez, çünkü Peygamber (sas) böyle bir durumda kişiyi alış-verişi fesh etme veya kabul dışında üçüncü bir şıkkı seçme noktasında serbest bırakmamıştır. Muhammed b. Yahya b. Hıbban’dan Rasul (sas)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Sen satış yaparken tatlı dille aldatmadan söyle. Daha sonra satın aldığın gece müddetince muhayyersin; eğer memnum kalırsan alırsın eğer hoşlanmazsan onu sahibine geri iade et.”
Bu hadis, aldanan kimsenin muhayyer olduğuna delalet etmektedir. Ancak bu muhayyerlik iki şarta bağlanmıştır:
a- Akit esnasındaki bilgisizlik
b- Fiyatta fazlalık veya eksiklik, ki burada ölçü satış ya da alış aktinin yapıldığı tarihte malın halk arasında o fiyattan satılmamasıdır.
Gabn-ı fahiş ticaret erbabının “aşırı kâr” diye ifade ettikleri ıstılahtır. Bu kâr oranı da üçte bir veya dörtte bir gibi ölçülerle tespit ve takdir edilemez. Bu noktada kâr oranını, akit yapılırken o beldede bulunan tüccarların ıstılahları takdir ve tespit eder. Çünkü söz konusu tespit, piyasa ve malın durumuna göre değişiklik arz eder.

Hileli Satış

Satış ve alış-veriş aktinde asıl olan anlaşmaya uymaktır. Satıcı ile alıcı arasında icab ve kabul ile akit tamamlanıp satış olayı sona erince alış-veriş anlaşması taraflar için bağlayıcı olur ve her iki taraf için de bu akdin gereğini yerine getirmek vacip olur. Ancak iş akdinin insanlar arasında meydana gelebilecek muhtemel anlaşmazlıkları ortadan kaldırması fonksiyonu gereği, şeriat insanlara satışta hileyi haram kılmış ve günah olarak belirlemiştir. Söz konusu hile ister alıcı ister satıcı tarafından yapılsın, isterse malda ya da para konusunda olsun hepsi haramdır. Hile, satıcının sattığı maldaki bozukluğu bildiği halde onu müşteriden gizlemesi ve sanki sattığı malın hiç kusuru yokmuş gibi sadece malın iyi yönlerini göstermesi şeklinde olabileceği gibi, alıcının da bile bile satıcıya sahte para vermek veya paradaki eksikliği satıcıdan gizlemesi şeklinde de olabilir. Hile sebebi ile malın fiyatı değişebileceğinden alıcının kendisine uygun gelen fiyat sebebi ile de talebi artabilir. İşte bu tür hilelerin hepsi haram kılınmıştır. Bu hususta Buhari, Ebu Hureyre’den Nebî (sas)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“(Satmak için) koyun ve develerin memelerinde süt biriktirmeyin. Zira bunları kim satın alırsa, sağdıktan sonra serbesttir. Dilerse alır dilerse beraberinde bir ölçek hurma ile birlikte geri verir.”
İbn Mace, Ebu Hureyre kanalı ile Nebî (sas)’in şöyle dediğini rivayet etti:
“Kim memelerinde süt birikmiş bir hayvanı satın alırsa, üç gün serbesttir. Onu geri vermek istediğinde onu bir ölçek hurma ile beraber geri versin.”
Hadislerde kastedilen bir ölçek hurma sağılan sütün karşılığıdır. Bezzar, Enes kanalı ile Nebî (sas)’den şu hadisi rivayet etmiştir: “Nebî (sas) süslü satışlardan nehyetti.”
Hadisler, deve ve koyunların memelerinde süt biriktirip çok süt veriyor görünümünü vererek satışa arzın ve ayıbı örtmenin ve süslü satışın yasaklandığına dair gayet açık hükümler ihtiva etmektedir. Bu tür maldaki ayıbı örtüp gizleyen tutumlar haram olan hile kapsamına girmektedir. Hile ister malda ister ödenen parada olsun, her ikisi de haramdır. Müslümanların mal ve parada var olan ayıbı açıklaması üzerlerine vaciptir. Satışın ve talebin artması için malı fazla bir fiyata satma düşüncesinden hareketle mal ve ödemede hileye başvurmak helâl değildir. Çünkü Rasul (sas) bunu kesinlikle yasaklamıştır. Nitekim İbni Mace, Ukbe b. Amir’den Nebî (sas)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Müslüman müslümanın kardeşidir, kardeşine kendisinde bir ayıp (kusur) bulunan malı satması, o ayıbı ona açıklamadıkça helâl olmaz.”
Buhari, Hakim b. Hizam’dan Nebî (sas)’in şöyle dediğini rivayet etti:
“Alan ve satan ayrılmadıkları müddetçe muhayyerdirler. Eğer malların özelliklerini belirtirler ve doğru söylerlerse her ikisi de satışlarında bereket bulurlar. Eğer malın ayıbını gizler ve yalan söylerlerse satışlarının bereketinden mahrum olurlar.”
Yine Nebî (sas) şöyle buyurmuştur:
“Aldatan bizden değildir.”
Her kim aldatma ve hile ile bir fayda elde ederse onu mülk edinemez. Çünkü hile ve aldatma bir mülk edinme yolu değildir. Aksine yasaklanmıştır ve bu yolla elde edilen mal haramadır. Rasul (sas) bir hadisinde;
“Haram ile beslenen vücut cennete giremez. Haram ile beslenen vücuttan ateş daha evladır” demiştir.
İster mal isterse para açısından olsun, alış-verişte hile söz konusu olunca aldatan kimse şu iki şıktan birini seçer: Dilerse bu alış-veriş akdini fesheder, dilerse akti sürdürür. Bu iki çözüm dışında bir hareket tarzı söz konusu değildir. Yani aldatan kimse kusurlu malla kusursuz arasındaki fiyat farkını talep ederek kusurlu malın kendinde kalması hakkına sahip değildir. Çünkü Nebî (sas) aldatılan kimseye bu hakkı tanımamıştır. Buhari’nin Ebu Hureyre yoluyla rivayet ettiği hadise göre Rasul (sas) şöyle buyurmuştur:
“Dilerse onu yanında tutar, dilerse reddeder.”
Satıcının, sattığı malının kusur veya hilesini bilmesi söz edilen muhayyerlik için şart değildir. Yalnızca hilenin ve aldatmanın tespiti ile seçme hakkı doğar. Çünkü bu konudaki hadislerin kapsamı geneldir ve satışta yasaklanan konulara yöneliktir. Gabn (fahiş kâr) olayında ise durum böyle değildir. Fahiş kârla satış yapan satıcının haberi yokken piyasada fiyatlar düşmüş ve bu nedenle fahiş fiyat olayı söz konusu olmuşsa, o zaman alıcıya hileli satıştaki gibi bir hak doğmaz. Çünkü satıcı bilmeyerek fazla fiyatla mal satmıştır. Burada fahi˛ kâr olayı söz konusu olmakla beraber alıcıya hak doğmaması dikkate değerdir.

İhtikar (Stokçuluk)

Stokçuluk, İslâmca kesinlikle men edilmiştir ve kesinlikle haramdır. Stokçuluğa ilişkin kesin ve çok açık nehiyler vardır. Nitekim Said b. el-Müseyyeb Muammer b. Abdullah el-Adevi’den Nebî (sas)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Ancak günahkar kişi ihtikar (stokçuluk) yapar.”
El-Esreme’nin Ebu Emame’den rivayetine göre; “Rasulullah (sas) yiyeceklerin stoklanmasını nehyetmiştir.”
Müslim, Said b. el-Müseyyeb isnadı ile Muammer’den Rasulullah (sas)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Stokçuluk yapan kimse günahkardır.”
Hadisteki nehiy, stokçuluk yapan kimseyi “günahkardır” vasfı ile kınayarak, stokçuluğun terkini istemektedir. Söz konusu hadislerdeki ifade şekilleri kesinlik ifade eden tarzda bir “terki” talep etmektedirler ve stokçuluğun haramlılığına delildirler.
Muhtekir (stokçu) ile kastedilen; ileride daha fazla fiyatla satabilmek için mal ve eşyayı piyasadan toplayıp depolayarak darlık ve malın kıtlığı zamanlarında paha-lanmasını bekleyen kimselerdir. “Muhtekir (stokçu)’in, pahalanması için mal stoklayan kimsedir” diye tarif edilmesindeki bir diğer sebep de sözlük anlamı ile (ha-ka-ra) kelimesinin “haksızlık ve zulüm etmek” anlamına gelmesidir. Burada haksızlık pahalı satabilmek için malı stoklamaktan doğmaktadır. Sözlükte bir şeyin stoklanması için kullanılan (ehtekara eşşey-e) ifadesi, ileride daha yüksek bir fiyata satabilmek için malı saklamak anlamında kullanılmaktadır. Stokçuluğun stokçuluk olarak ortaya çıkabilmesi için stok edilen mala karşı halkın aşarı ihtiyacının söz konusu olması gerekir. Bu şartlar gerçekleştiğinde stokçuluk fiili meydana gelir. Eğer halk istediği malı istediği miktarlarda zorlanmadan satın alabiliyorsa zaten pahalı satmak için mal toplamanın ve stoklamanın bir anlamı olmayacaktır. Bundan dolayı stokçuluğun şartı sadece piyasadan mal toplamak değil, bilakis stokçuluk daha pahalı satabilmek amacı ile malı piyasadan toplamaktır. Burada malın stoklanması olayı ister piyasadan mal toplamak şeklinde olsun isterse kıt olan malı kendi arazisinde az miktarda üreterek ya da ürettiği şeyin kendi tekelinde olması fırsatından yararlanarak piyasa fiyatını artırmak için bekletmek şeklinde olsun fark etmez. Neticede bu olay bir stokçuluk olayıdır.
Stokçuluğun bir başka şekli de üretilen sanayi mallarının bir kısmının piyasada az bulunur olmasından faydalanarak stoklamaktır. Bu stokçuluk çeşidi kapitalistlerin en çok itibar ettiği stokçuluk çeşididir. Çünkü kapitalistler, piyasada kendileri ile rekabet edebilecek tüm diğer sanayi kuruluşlarını ortadan kaldırıp piyasada tekel oluşturabilmek için, oldukça gayret sarf ederler. İşte bu tür ticari davranışların hepsi stokçuluk (ihtikar) kelimesinin ifade ettiği “daha pahalı mal satabilmek için mal veya eşyayı tekeline almak” anlamına geldiğinden stokçuluktur ve yasaklanmıştır.
Burada gerek insan ihtiyaçlarına yönelik olsun, gerekse insanların faydalandığı hayvanların ihtiyaçlarına yönelik olsun, fark gözetmeksizin stokçuluk haramdır. Ayrıca ister gıda maddeleri gibi insanlığın zaruri ihtiyaçlarından olan mallarda olsun, isterse lüks tüketime yönelik ihtiyaçlarda olsun fark etmeksizin stokçuluk yine haramdır. Çünkü (ehtekara) “stokçuluk” kelimesi lügatta, herhangi bir kayda bağlanmaksızın “bir şeyin toplanması” olarak geçer. Kelime sadece yiyecek veya başka herhangi bir şeyin stoklanması gibi özel bir anlama gelmemektedir. Dolayısıyla stokçuluğun lügat anlamı dışında bir tanım getirmek doğru olmaz. Ek olarak, zikredilen hadislerin zahirleri de her ne olursa olsun stokçuluğa haramlılığına işaret etmektedirler. Çünkü söz konusu hadisler bir kayıt ve sınırlama olmaksızın mutlak olarak genel bir hüküm ortaya koymaktadırlar. Bu nedenle hadisler mutlak ve geneldirler.
Stokçuluğun sadece yiyeceklere tahsisine işaret eden bazı hadislere gelince; “Rasulullah (sas) yiyecekleri stoklamayı yasakladı” gibi hadislerdeki yiyecek ifadesi stokçuluğun sadece yiyeceklerle sınırlandırılmasını gerektirmez. Stokçuluğun yasaklığını ihtiva eden hadisler bazı rivayetlerde genel, bazılarında “yiyecek” ifadesi ile sınırlandırılarak kullanılmıştır. “O zaman genel olarak tanımlanmış ifadeleri sınırlıya indirgeyebiliriz” de denilmez. Çünkü içinde “yiyecek” ifadesi geçen hadisler genel yasağın bir bölümünü örneklemek için kullanılmıştır. Tahsis için değildir.
Yiyeceklerin dışındaki maddelerin kapsam dışı tutulması ancak “lakap” mefhumu ile olur. Oysa burada böyle bir ifade kullanım dışıdır. Bu şekilde bir ifade tarzı ise ne kayıtlamaya ne de özelleştirmeye uygun değildir. Yani ihtikar ile ilgili rivayetlerde, “yiyecek” kelimesinin geçmesi, yapılabilecek bir ihtikara örnek teşkil etmesi sebebiyledir. Dolayısıyla ihtikar sadece “yiyecek”le sınırlandırılamaz ve bu sınırlandırma ile amel edilemez. Çünkü yiyecek belli bir nesne grubuna verilmiş isimdir. Hükmü sınırlandıran ve özelleştiren bir kavram değildir.
İçinde “yiyecek” ibaresi geçen hadisler dahil olmak üzere stokçuluğu yasaklayan hadislerin tümü mutlak ve genel bir hüküm ortaya koymaktadırlar. Stokçu (mühtekir), stok ettiği mal ile piyasaya hakim olup, stok malı istediği fiyattan sattığında, halk da başka bir seçeneği olmadığından stokçunun sattığı malı onun istediği fiyattan almak zorunda kalmaktadır. Bu sebeple müslümanlara stokçunun fiyatı yükselterek satış yapması haramdır. Çünkü Makıl b. Yesar’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Kim müslümanlar üzerinde hakimiyet kurmak gayesi ile bir şey yaparsa, o kimseyi kıyamet gününde bir ateş yığınına oturtmak Allah’ın üzerine hak olur.”




Fiyatı Belirleme

Allahu Teâla insanlara malını istediği fiyattan satma yetkisini vermiştir. İbni Mace, Ebu Said’den Nebî (sas)’in şöyle dediğini rivayet etmektedir:
“Satış ancak karşılıklı rızayladır.” Fiyat belirlemesinin ancak devlet tarafından yapılabileceği zannedilmekle beraber, Allah devlete mal için belli bir fiyat belirleyip insanların söz konusu fiyatlara göre alış-veriş yapmaya zorlaması yetkisini vermemiş ve böyle bir devlet zorlamasını haram kılmıştır.
Fiyat belirleme işi ancak devlet başkanı veya vekili tarafından yahut da müslümanlar üzerinde idare yetkisi olan bir kimse tarafından fiyatların fırlamasını ve malın değerinin üzerinde satılmasını engellemek ya da başkaları zarar etmesin diye düşük fiyattan satmaktan alıkoymak amacı ile çarşı-pazar esnafının malını şu ya da bu fiyattan satmasına yasak koyabilir.
Yani burada kastedilen, insanların yararları için belirlenen fiyattan fazla veya eksik değerde satışı yasaklamaktır. Bu da devletin, toplumun menfaatlarını korumak gayesi ile bazı mallara belirli fiyatlar koyarak tespit edilen değerin üzerinde veya altında malın satışını engellemek için müdahalesidir.
İslâm, fiyatların sınırlandırılmasını kesinlikle haram kılmıştır. İmam Ahmed, Enes’ten şu hadisi rivayet etmiştir: “Rasulullah (sas) zamanında fiyatlar yükselmişti. (Bir kısım insan ona); “Ey Allah’ın Rasulü fiyatları sınırlandırsanız” dediler. Bunun üzerine Rasul (sas)şöyle dedi:
“Şüphesiz yaratan, (rızkı) daraltan, genişleten, rızk veren, alan ve fiyatı koyan Allah’tır. Ben istiyorum ki, hiç kimsenin ne mal ne da kanıyla ilgili olarak kendisine yapmış olduğum bir zulümden dolayı benden hak talep etmediği bir şekilde Allah’a varayım.”
Ebu Davud, Ebu Hüreyre’den şunu rivayet etmiştir:
“ Bir adam gelip Rasulullah (sas)’e; Malların fiyatını sınırlandır, dedi. Rasulullah (sas) ona; “Hayır, ben Allah’a dua edeyim” buyurdu. Bir başka adam geldi ve; Ya Rasulullah fiyatları sınırlandır, dedi. Rasulullah (sas) ona şöyle dedi: “Allah, alçaltır ve yükseltir.”
Zikredilen hadisler fiyat belirlemenin haram olduğunu ve herhangi bir sınırlama söz konusu olduğunda bu haksızlığın mahkemeye başvurabilecek türden bir haksızlık olduğunu göstermektedir. İdareciler böyle bir teşebbüste bulunurlarsa haram işlemiş olduklarından günaha girerler. Böyle bir fiyat sınırlaması söz konusu olduğunda, tebaadan herkesin mezalim mahkemesinde -ister bu idareci halife isterse vali olsun- dava açma hakkı vardır. Böylelikle mahkeme konu hakkında hüküm verip haksızlığa engel olur.
Fiyat sınırlamasının haramlılığı tüm malları kapsar. Gıda maddesi ya da başka mallar diye ayırım söz konusu değildir.
Fiyat sınırlaması konusunda mevcut hadisler herhangi bir kayıt olmaksızın bu olayı genel hatlarla herhangi bir tüketim mallarına has kılmadan nehyetmişlerdir.
Herhangi bir malın fiyatını sınırlama işi ister savaş isterse barış zamanı gibi hangi şartlar altında olursa olsun, İslâm ümmeti için pek çok zararın ortaya çıkmasına sebep olur. Zira fiyat belirleme devletin müdahalesi ile gerçekleştiğinde devletin kontrolünden uzak karaborsa diye bilinen gizli bir pazarın doğmasına ve fiyatların yükselmesine sebep olur. Bu durumda ancak zenginler karaborsa malına sahip olabilecekler fakirler ise bu haktan mahrum kalacaklardır. Ayrıca devletin fiyatları belirlemesi hem üretim hem de tüketime etki ederek bazen ekonomik krize sebep olur. Fiyat sınırlamasının olduğu yerde, sahip olduğu mal üzerinde hakimiyet ve tasarruf hakkı olan kimselerin mallarına sanki “hacr” koyulmuş gibi mal sahiplerinin malları üzerindeki tasarruf hakları kaldırılmış olur. Bu ise ancak şer‘i nass ile caizdir ve bu konuda bir nass (hüküm) yoktur. Bu nedenle şahısların mallarına belirli bir fiyat koyup malın bu fiyatın ne altında ne de üzerinde satılmasını engelleyerek “hacr” konulması İslâmca caiz değildir.
Savaş ya da siyasi bunalım dönemlerinde fiyatlarda artışlara sebep olan iki temel sebep vardır:
a- Piyasada malın ya çok az ya da hiç bulunmaması,
b- Stokçuluk sebebi ile malın piyasadan çekilmesi.
Eğer piyasadaki mal yokluğunun sebebi stokçuluktan ileri geliyorsa Allah (cc) bunu haram kılmıştır. Eğer yokluğun sebebi malın kıtlığından kaynaklanıyorsa halife ve diğer idareciler, halkın işlerini gütme sorumluluğunun bir gereği olarak yokluğu çekilen malı çeşitli şekillerde temin ederek halkın ihtiyaçlarını gidermeye çalışacağı gibi bu yolla piyasadaki malın fiyat artışını da engellemiş olacaktır.
Nitekim Ömer b. Hattab, Rimade yılı olarak adlandırılan kıtlık zamanında sadece Hicaz bölgesine has bu kıtlık sebebi ile yükselen yiyecek fiyatlarına sınır koymamış, Mısır ve Şam gibi civar bölgelerden getirttiği yiyeceklerle yükselen fiyatların kendiliğinden düşmesini sağlamıştır.

Takiyyuddin En-Nebhani



________________________
[1] Maide: 90-92 [2] Hacc: 30 [3] Maıde: 91[4] Bakara: 275 [5] Bakara: 278-279 [6] İbni Mace, Kitabu’l-Ahkâm, 2421; İbni Hibban [7] Buhari, Kitabu’l-Buyu’, 1974, Kitabu’l-İstikrâd Ve Edâu’d-Duyûn, 2230, Kitabu’l-Husûmât, 2237, Kitabu’l-Hîle, 6449; Ebu Davud, Kitabu’l-Buyu’, 3037; Ahmed B. Hanbel, Müsned El-Mukserîn Min Es-Sahâbeh, 5699; Mâlik, Kitabu’l-Buyu’, 1191 [8] Ebu Davud, Kitabu’l-Buyu’, 3038; Ahmed B. Hanbel, Bâkî Müsnedi El-Mukserîn, 12799 [9] Bezzar [10] İbni Mace, Kitabu’l-Buyu’, 2346; Darakutni [11] Buhari, Kitabu’l-Buyu’, 2004 [12] İbni Mace, Kitabu’t-Ticârât, 2230 [13] Bezzar [14] İbni Mace, Kitabu’t-Ticârât, 2237 [15] Buhari, Kitabu’l-Buyu’, 1968; Müslim, Kitabu’l-Buyu’, 2825; Tirmizi, Kitabu’l-Buyu’, 1167; Ahmed B. Hanbel, Müsned El-Mekkiyyîn, 14783, 14786; Dâremî, Kitabu’l-Buyu’, 2435 [16] Ebu Davud, Kitabu’l-Buyu’, 2995; İbni Mace, Kitabu’t-Ticârât, 2215; Ahmed B. Hanbel, Bâkî Müsnedi El-Mukserîn, 6991, Müsned El-Mukserîn, 15273; Müsned El-Mediniyyîn, 15892 [17] Ahmed B. Hanbel, Bâkî Müsnedi El-Mukserîn, 13919 [18] Buhari, Kitabu’l-Buyu’, 2004; Müslim, Kitabu’l-Buyu’, 2803, 2805; Ahmed B. Hanbel, Bâkî Müsnedi El-Mukserîn, 7004, 9028, 9078, [19] Müslim, Kitabu’l-Musâkât, 3013; Tirmizi, Kitabu’l-Buyu’, 1188, Ebu Davud, Kitabu’l-Buyu’, 2990; İbni Mace, Kitabu’t-Ticârât, 2145; Ahmed B. Hanbel, Müsned El-Kabâile, 25987, 25988; Dâremî, Kitabu’l-Buyu’, 2431 [20] El-Esreme [21] Müslim, Kitabu’l-Musâkâh, 3012 [22] E-Esreme [23] Ahmed B. Hanbel, Mütsned, El-Basriyyîn, 19426 [24] İbni Mace, Kitabu’t-Tecârât, 2176 [25] Ahmed B. Hanbel, Bâkî Müsnedi El-Mukserîn, 12131 [26] Ebu Davud, Kitabu’l-Buyu’, 2993
__________________