İnsan, ALLAH sanatının harika bir numunesidir. İnsanın iç âlemi, anatomisi incelendiğinde esrarengiz bir eserle karşılaşırız. Kalp, göz ve kulaktan hücrelere kadar bütün organlar ve çalışma sistemi yaratılış sırlarından izler taşır. Bu muazzam anatomi incelendiğinde hayret ve hayranlığımızı gizleyemeyiz.

Eser ne kadar mükemmel ise, müessir o nisbetle güçlüdür. Nakış, nakkaşa racidir. Nakışların güzelliği, nakış yapan sanatkârın dehasını ortaya koyar. Kulluk ile vazifeli bulunan insanın ALLAH ’a ibadet etmesi, Mevla’yı tanımasına bağlıdır. ALLAH ’ı tanımayan, O’nu idrak edemeyen, Cenab-ı Hakk’a karşı sevgi ile dolup taşmayan insan ALLAH ’a ibadet etmez. İnsan, tanımadığı, bilmediği bir şeye neden ibadet etsin?

ALLAH ' ü Teala insanları eşit olarak adalet üzere yaratmıştır. İnsanlar ALLAH katında eşittir. Ancak bir insanı diğerinden üstün kılan tek bir meziyet vardır, o da “takva” dır.Kur’an-ı Mu' ciz ül Beyanın ifadesiyle: “ALLAH katında en üstün olanınız, en takva olanınızdır.”

İlim sahipleri, cahillerden üstündür. İlmiyle, irfanıyla temayüz etmiş, inandığı davayı yaşayan bir insanı tanıdığımız zaman hürmet ederiz. İlim sahibi, ilmiyle âmil olan takva sahibi bir insanı tanıyınca, edeple huzurunda diz çöker, elini öperiz. Her ikisi de insan olduğu halde birini diğerinin karşısında hürmet, muhabbet ve edeple el bağlatan sebep ilim ve takva değil midir?

Bir ALLAH dostunun huzurunda gönül dolusu aşk ve heyecanla dudaklarından çıkan kelimeleri nefes almadan hece hece takip eden insan, Yüce ALLAH ’ı gerçek manada zerre kadar tanımış olsa derhal secdeye kapanacaktır.

Kâinatı yaratan, âlemleri ilmiyle kuşatan, mekândan münezzeh ve müberra olan ALLAH 'u Azimüşan’ı tanıyınca huzurundan ayrılmak mümkün müdür? Âlemleri ibret nazarıyla seyreden, ALLAH sevgisine ulaşmış, marifetullah sırrına ermiş olan gönül sahipleri ALLAH muhabbetiyle dolup taşmakta, ALLAH 'ın huzurunda boyun büküp bel kırmaktadırlar. Zahiren insanlarla beraber olsalar da gönülde ALLAH (c.c.) ile beraber olurlar.

Seher vakitlerinde, teheccüt saatlerinde Cenab-ı Hakk’ın huzurunda gözyaşı ile secdeye kapanan âşıklar, ibadete lâyık olan yüce ALLAH ’ı tanımış olan talihlilerdir. “Nefsini bilen, Rabbini de bilir” Hadis_i Şerif’inin hikmet ve esrarı Marifetullah’a giden yolun temel espirisidir.
İnsan kendini tanıyınca, Rabbini de tanıyacak, ALLAH (c.c.)’a ibadetten asla uzak kalmayacaktır.

Marifetullah, ALLAH sevgisine mazhar olmanın sırrıdır. Mükemmel bir ahenk içerisinde yaratılmış olan kâinat kitabını hikmetle okuyan, âlemleri ibret ve tefekkür penceresinden seyreden insanlar, ALLAH hakikatının karşısında aczini anlayacak, bu muazzam kudret ve kuvvet sahibinin huzurunda sevgi ve hürmetle eğilerek kulluk sırrını yakalayacaktır.

Müezzinin “ALLAH u Ekber” sesinde gizlenen ve ciğerleri dağlayan bir aşkla gönülden vurulmuş bir mecnun gibi, “Hayye ales selah, hayye alel felah” çağrısını duyunca “lebbeyk” diye haykıracak; buyur, Yarabbi! Emrine amadeyim; özümle sözümle sana yöneldim, diyecektir.





Akıl gibi bir nimet, budur en büyük devlet.
İnsanda güzel ahlak, bulunmaz böyle servet,

Nurullah ÖZKILIÇ