Diyalogdan korkanlar

Geçtiğimiz ay İstanbul’da düzenlenen Uygarlıklararası Diyalog toplantısına basın–yayın organları genelde önem verdi. Haberler, gazetelerde ön sayfada manşetten aktarıldı. Köşe yazarları makaleler yazdı, televizyon kanalları ilk haber olarak konuyu kamuoyuna aktardı. ...


  1. Alt 12-07-2008, 06:31 #1
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Geçtiğimiz ay İstanbul’da düzenlenen Uygarlıklararası Diyalog toplantısına basın–yayın organları genelde önem verdi. Haberler, gazetelerde ön sayfada manşetten aktarıldı. Köşe yazarları makaleler yazdı, televizyon kanalları ilk haber olarak konuyu kamuoyuna aktardı. Bazı yayın organları ise “kerhen”, istemeye istemeye toplantıyı yansıttı; bir grup basın da açıkça diyalog karşıtı bir tutum sergiledi. Bunlar değişik nedenlerden dolayı diyalogdan kaçanlar takımıydı

    Çağdaşlığı kimselere bırakmayan günlük gazetenin birinci sayfasında haber lütfen alt taraflarda yer aldı. Oysa o gazete bir dönemlerde gerçek çağdaşlığın yayın organıydı. Çifte standartçı özgürlükçü değildi, objektifti, demokrattı. Barış sürecine katkı getiren her olayı desteklemekteydi. Dinlerarası ve uygarlıklararası diyalog da barışçıl bir tutumun ifadesidir. Anılan yayın organı bu konuya pek iltifat buyurmamıştı; çünkü dinlerarası diyalog çalışmalarına artık İslami kesimin yayın organları, örgütleri sahip çıkmaktaydı. Zaman ve Yeni Şafak gazeteleri, olayı hararetle desteklemekteydiler. Çağdaş olduğunu söyleyen basın için Zaman ve Yeni Şafak’la aynı çizgide olmak onur kırıcı bir duruma düşmek olurdu! Kanımızca onur kırıcı durumda kalmak, doğrular, hakikatler karşısında susmak, onları önemsememektir.

    Ülkücü medya da olaya pek önem vermedi. Belirtelim ki, bu tutum çok tutarlı bir yapıyı ortaya koymaktadır. Türk–İslam sentezi eğilimi, Batı dünyası ve Hıristiyanlarla kurulacak diyaloğa oldum olası sıcak bakmamıştır. Onların yaşam felsefesi ve ideolojilerinde “bizden olmayanlarla” sıcak ve canlı bir iletişim kurmak söz konusu değildir. Ama büyük gelişim ve değişim sürecinde olmaları nedeniyle, diyalogdan yana olanları artık eleştirmiyorlar, vatan haini demiyorlar. İslami kesimde, diyalogdan korkanları değişik cemaatler ve ekoller içerisinde görüyoruz. Bunların hepsinin ortak yaklaşımında, korkularında misyonerlik faaliyetlerinin diyalogla yoğun hale gelmesi, Batı değerlerinin ülkemize girmesi, insanların Hıristiyanlaşması ögeleri yatmaktadır. Her şeyden önce şunu belirtelim: Kendinden, dininden, imanından emin olanlar, kuşku duymayanlar misyonerlik faaliyetlerinden neden korkuyorlar? % 99’u Müslüman olan ülkemiz insanının imanı sağlamdır. İslam dini akıl, barış ve sevgi dinidir. Dinlerarası diyalog bu güzelliklerin Müslüman olmayanlara tanıtılması fırsatını doğuracaktır. Her türlü diyalogda kuşkusuz propaganda unsuru vardır. Diyalog bize de bu fırsatı sağlayacaktır. Biz de diyalog ortamından yararlanarak “tebliğ” görevimizi yerine getireceğiz.

    İslami kesim içerisinde, değişik bir gerekçeyle diyaloğa sıcak bakmayanlar da mevcut. Bazı İslamcı düşünürlere göre, bizdeki din adamları kendilerini iyi yetiştirmemiştir. Din eğitimine yıllarca önem verilmemiş olması, akılcı İslam yorumlarının ülkemizde itibar görmemesi, biçim ağırlıklı yorumlarla yetinilmesi üst düzeyde din adamının yetişmemesine yol açmıştır. Oysa Hıristiyan din adamlarının önemli bir bölümü, özellikle diyalog faaliyetleri içerisinde olanlar, engin kültüre sahiptirler, birkaç yabancı dil bilmektedirler. Onların karşısında bizim din adamımız zayıf kalacaktır. Bu durumda diyalog bizim aleyhimize işleyebilir. Bu değerlendirmelere katılmamak kuşkusuz olanaksızdır. Yapılacak iş din eğitimine çağdaş bir yaklaşım getirmektir. Arapça, Farsça yanında yoğun bir şekilde Fransızca, Almanca ve İngilizce okutulmalıdır. İslam dininin özgürlükçü, liberal, akılcı yorumlarının yaygınlaştırılması gerekir. Hıristiyan ve Yahudi pagan teolojiler de öğretilmelidir ki, diyalog esnasında muhatabın açmazı yakalanabilsin.

    Diyalogdan kaçanlar içinde en ilginci Maocu kesim... Bunlar Maocu Marksistler... Diyaloğun her türlüsünden kaçıyorlar. Keskin bir milliyetçilik içinde, kurumları ve kavramları da bilmeden, önlerine gelene çamur atmaktadırlar. Onlara göre, diyalog içinde olan herkes vatan hainidir, ülkeyi satmaktadır. Maoculukta milliyetçilik vardır. Ama Mao’nun milliyetçiliği zaman zaman duygusal, zaman zaman akılcı bir düzlemdedir. Emperyalist güçlerle savaş verirken Mao akılcı bir milliyetçiliği savunmuştur. Ama “kültür devrimi” vs. gibi safsatalar döneminde akıl dışı, ırkçı, adeta “kafatasçı” bir milliyetçiliği gündeme getirmiştir. “Kültür devriminde”, Batı enstrümanı diye kemanlar, piyanolar kırılmış, özbenliğe dönüş istenmiştir. Bu insanlar biz faşistiz, milliyetçiyiz deselerdi tutarlı olurlardı.

    Bugün, isteyin istemeyin ileri kültür düzeyini Batı temsil etmektedir. Hint’ten, Çin’den, Mısır’dan, Mezopotamya’dan, Antik Anadolu’dan, Antik Yunan’dan, Roma’dan, Bizans’tan, İslam aleminden gelerek rönesansa, oradan Aydınlanma Çağı’na geçen kültür sürecinin bayraktarlığını bugün Batı yapmaktadır. Diyaloglar kültürlerarası etkileşim doğurmuş ve böylelikle uygarlık gelişmiştir. Diyaloglar olmasaydı ilerlemeler kaydedilmezdi. Diyaloğun içinde kuşkusuz emperyalizm olgusu da mevcuttur. “Molla, kendini kolla”, kültürünü, ekonomini güçlendir, diyalogdan sen kazançlı çık.

    İstemeseniz de, sınırlarınızı kapatsanız da diyalog olacaktır. Her şeyden önce sınırlarınızı kapatamazsınız. Eskinin kapalı toplumları, Arnavutluk, SSCB artık kalmadı. İletişim çağında yaşıyoruz. Propaganda, misyonerlik faaliyetleri bir yerden toplumumuza girecektir. Gelişmiş iletişim araçlarını ellerinde tutanlar, kendi ideolojilerini yayacaklardır. Yasaklamanız, engellemeniz imkansızdır. Açık ve liberal bir toplum yapısı içerisindeyiz. Herkes istediğini söyleyecek, benimsediği ideolojinin, felsefenin, dinî propagandasını yapacaktır. Bu tür propagandalarda ekonomik ve siyasal çıkarlar da olacaktır. Yasaklayamayacağınıza göre aynı yöntemleri benimseyeceksiniz. Bunun için de diyalog zemini üzerinde at oynatmak mecburiyetindesiniz. İstanbul’da düzenlenen Uygarlıklararası Diyalog, Avrupa–Birliği İslam Konferansı Ortak Forumu ülkemiz açısından da çok yararlı oldu. Her şeyden önce Türkiye’nin sesi bir kez daha dünyada duyuldu. İletişim çağında, kamuoyunun oluşumu bağlamında ses duyurmak önem taşır. Sesi duyulana daha fazla değer verilir. Toplantı Türkiye lehine bir propaganda vesilesi yaratmıştır. Olumlu imaj, uluslararası sorunların çözümünde güçlü bir dayanaktır.

    Toplantıdan Türkiye açısından bir başka kazanç, Anadolu İslam yorumunun, Afgan, Suudi, İran vs. gibi tutucu yorumlara benzemediğinin, genelde liberal ve özgürlükçü bir yapıda olduğunun belirtilmesidir. Avrupa Topluluğu’na üye olma arzusu içerisinde olan Türkiye’nin çeşitli vesilelerle bu durumu ortaya koyması zorunludur. Çünkü Avrupa ve Amerika’daki sıradan halk, hatta kendini aydın zannedenler için İslam dini terörden, cihattan yanadır. (İslam dininin değişik yorumlarını bilmeyen, algılayamayan bizim sözde entelektüelimiz de aynı eğilim içerisindedir.) İslam dininin barıştan, sevgiden yana olduğunu örneklerle gösterecek tek İslam ülkesi Türkiye’dir.

    Toplantı uluslararası ilişkiler bağlamında somut adımların da atılmasına vesile olmuştur. Güney Kıbrıs Rum Devleti’nin Dışişleri Bakanı toplantıya katılmış ve televizyonlarda söyleşilere davet edilmiştir. Kıbrıs sorununun çözüm sürecinde “düşmanı” Türk kamuoyunun dinlemesi önemli bir aşamadır. Onların açısından sorunlar nedir, çözümsüzlüklerin kökeninde neler yatmaktadır? Bu hususların bizzat “düşman” bakan tarafından açıklanabilmesi, her şeyden önce Türkiye’nin herkese özgür konuşma hakkını tanıdığının göstergesidir. Öte yandan, her alanda olduğu gibi uluslararası platformda da objektiflik bizi hakikatlere, doğru çözümlere götürür. “Diğerini”, “başkasını” da tanımakla, ona saygı duymakla insanlığımızı idrak edebiliriz.

    Toplantının Türkiye lehine çok şeyler getireceği kuşku götürmez. Devletin böyle önemli bir toplantıyı gerçekleştirmesi tarihî bir olaydır, Türkiye’de Cumhuriyet döneminde 20 yıl önce, korkarak başlatılan dinlerarası diyalog çalışmaları artık devlet katına ulaşmış, önemi kavranmıştır. Bireysel çalışmalarla başlatılan bu diyalog süreci, önce herkesin tepkisini çekmişti. İslami kesim diyalog fikrine zor alışmıştı. 1994 yılından itibaren Zaman Gazetesi, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı diyaloğa sıcak bakmaya başladı. Sıcak bakmadan öte vakıf, uluslararası diyalog toplantılarını, cizvit papazlarıyla, Yahudilerle düzenledi; Ramazan aylarında Yahudi, Rum, Ermeni din adamlarına, patriklere iftar yemeği vermeye başladı. Vakfın kurucuları, başkanları kendinden, imanından emin Müslümanlardı, kompleksleri, korkuları yoktu, cesaretle işe sarıldılar.

    1998 yılından itibaren de TC Diyanet İşleri Başkanlığı yoğun bir şekilde dinlerarası diyalog etkinlikleri gerçekleştirdi. 2000 yılında, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde ilk kez ülkemizde yaşayan gayrimüslim ruhani liderler, Aziz Pavlus’un kenti Tarsus’ta bir araya geldiler. Diyanet İşleri Başkanlığı büyük bir toplantı gerçekleştirdi. Tüm gayrimüslim cemaatin sorunları masaya yatırıldı, ruhani başkanlar özgürce sıkıntılarını anlattılar. Cemaat başkanlarının imzasıyla bir Tarsus Deklarasyonu yayınlandı. Deklarasyon Avrupa’da büyük yankı uyandırdı.

    Tüm bu çalışmalar acaba Türkiye’nin lehine mi? Yoksa aleyhine mi? Keskin jakobeni, Maocusu, bilgi donanımından yoksun, İslamcısı, kafatasçılıktan kurtulma bocalamaları içerisinde olan duygusal milliyetçisi diyalog karşıtı olarak birleşmiş görünmektedirler.

    Varsın 1930’ların cumhuriyetçiliğinde kalan jakobenler dinin sosyal ve uluslararası önemini görmek istemesin, işin içinde İslam var diye olayı küçümseyerek gazetelerinde yeterli yer vermesin. Bilim aşığı geçinen bu jakobenler, sosyolojinin verilerini zaten dikkate almamakta, dinin sosyal konumunu anlayamamaktadırlar. Onlar artık zaten milliyetçi toplumlarla işbirliği görüşmelerine başladılar. Varsın çağın gelişimini, iletişim çağını göremeyen, kendini geliştiremeyen İslamcısı diyaloga ters baksın. Varsın kendini Marksist sanan faşist Maocusu, diyalog yandaşına vatan haini desin. Diyalogcular işlerine devam edeceklerdir. Diyalog İslam’ın ve Türkiye’nin lehinedir. Devlet artık diyaloğun önemini görmüştür. Duygusal olmayan akılcı milliyetçiler, gerçek yurtseverler diyalogdan yanadırlar.


    Kaynak: Prof. Dr. Niyazi Öktem

  2. Alt 02-11-2009, 01:13 #2
    Metin mete Mesajlar: 547
    Alıntı:
    Ülkücü medya da olaya pek önem vermedi. Belirtelim ki, bu tutum çok tutarlı bir yapıyı ortaya koymaktadır. Türk–İslam sentezi eğilimi, Batı dünyası ve Hıristiyanlarla kurulacak diyaloğa oldum olası sıcak bakmamıştır. Onların yaşam felsefesi ve ideolojilerinde “bizden olmayanlarla” sıcak ve canlı bir iletişim kurmak söz konusu değildir.


    Ülkücüler neden diyalog desinki?Bakin bu Kuranin en önemli mesajlarindan biri iken;

    İslam dini, kendisiyle diyalog kurmak isteyen herkese açıktır. Kur’an, objektiflik iddiasındaki modern paradigmanın hayalinin bile ulaşamayacağı kadar objektiftir. Öyle ki Kur’an, kendisinden emin bir şekilde kendisini eleştirmeye davet eder. (2/Bakara, 23; 10/Yunus, 38; 11/Hud, 13) O, yanlış ve çelişki içermez. Çünkü o, çelişkiden ve yanlıştan münezzeh alemlerin Rabbi’nden indirilmiş ve korunarak bize kadar intikal etmiştir. Kur’an’ın bu objektivitesi, münafıkların, fâsıkların ve kafirlerin şeytani emellerini teşhir etmesine mani olmamıştır. Bakara suresinin 6-20. ayetleri bunun en vecîz örneğidir. Bilhassa 14. ayet, meramımızı en iyi şekilde anlatmaktadır.

    Müslümanların içe kapanmaktan yana olduğunu kimse iddia edemez. İslamın peygamberi Mekke’ye kapanmamış, Taif’de, Habeşistan’da, Yesrib’de canı, kanı ve malı pahasına, hak söze kulak verecek bir tane olsun “adam” aramıştır. Bilahare devlet olma aşamasından sonra, o günkü bütün ülkelere elçiler göndererek en insani diyalogu başlatmıştır. Fakat o gün peygamberi taşlayan Taifliler’in, peygamberin elçisini öldüren Gassaniler’in takipçileri müslümanlara “diyalog” çağrısı yaparken biraz düşünmelidirler!

    Bütün insanlar evet Allah’ın yarattığı “yaratılmışlar” ailesindendir. Fakat müslümanlar bir aile (ümmet), kafirler bir başka aile (ümmet)dir. Dünya toplumlarının bir tek aileye dönüşmesini en fazla İslam dini ister. Zaten Kur’an insanların ilk başta bir tek ümmet idiğini bildirmektedir. Fakat insanlar (Yahudi ve Hristiyanlar) sırf aralarındaki azgınlık ve kıskançlıklar dolayısıyla çekişmelere düşüp parçalanmışlardır. (2/Bakara, 213; 10/Yunus, 19) İlk başta bir ümmet (aile) olan insanlığı tevhid etmek için gelmiş en son proje Kur’an’dır. Şu halde bütün dünya insanlarının bir tek aile olmasını temin etmek ancak Kur’an mihverinde mümkün olabilir. Aksi taktirde, dinlerini parça parça etmiş bu insanların bizim nazarımızda hiçbir itibarı yoktur. (6/En’am, 159) Dünya milletleri müslümanlaşmadığı sürece “biz bir aile” değiliz. “Misak-ı Milli” sınırları içindeki “biz aynı gemide yolculuk etmekteyiz…” lakırdısı global düzeyde karşımıza “biz bir aileyiz” diye çıkmış durumdadır. Mü’minlerle münkirlerin bir aile olduğu nerede görülmüştür? Müslümanlarla kafirler arasında ebedi bir ayrılık ve gayrılık vardır. “Allah bizleri Hrıstiyanlar veya Müslümanlar olarak yaratmadı; bizleri insan olarak yarattı!” sözü, dinlerin (daha doğrusu sadece İslamın) belirleyiciliğini sıfırlamayı amaçlayan bir demagojiden başka bir şey değildir.

    Bütün insanlığın bir ortak paydada bir araya gelmesi, Yahudi ve Hristiyanların yapabileceği bir çağrı değildir. Çünkü bu, onları 14 asırdır ilzam eden Kur’an’ın çağrısıdır: “De ki ey Ehli Kitap! Sizinle bizim aramızdaki şu ortak ilkeye gelin: Allah’dan başka hiç kimseye tapmayalım! O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım! Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin! Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, ‘şahid olun ki biz müslümanız’ deyin.” (3/Al-i İmran, 64) Bu ayet, diyaloğun ilkelerini, şartlarını, temel umdesini çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bütün bu ayetlerde, İsa’yı ilahlaştıran, tevhidi parçalayan Hristiyan ve Yahudilerin eleştirisi söz konusudur. Öyleyse diyaloğun ilk şartı, Ehli kitab’ın bu eleştirileri doğru kabul etmesidir.

    Şunu iyi bilmeli ki, Yahudilik yine aynı Yahudilik, Hristiyanlık yine aynı Hristiyanlıktır. Yahudiler hala kendilerini “tanrının kavmi” olarak bilmektedirler. Hristiyanlar ise 1965 yılına kadar müslümanları tekfir etmişler, kurtuluşun ancak Kilise’de olduğuna inanmışlardır. II. Vatikan Konsili bir lütuf olsun diye müslümanları da kurtuluşa erebilecekler listesine almıştı. Güçlü misyoner teşkilatlar müslümanları “Doğru Yolda Yanlış Adımlar Atan” iman sahipleri olarak görmektedirler. Müslümanları uygarlaştırmak, bu vesileyle Hıristiyanlaştırmak ilk hedeftir. Laikleştirilerek “nötralize” edilen Türkiye gibi ülkelerde yapılacak yoğun misyonerlik faaliyetleri ve ‘Evangelization’ günümüzde Ekümenik hareketin olmazsa olmaz önkoşuludur.

    Evet Ülkücüler bu kafirlerle isbirligine hayir diyor ve diyeceklerde....

    Tanri Türkü korusun ve Yücelttsin...

  3. Alt 02-11-2009, 01:26 #3
    Metin mete Mesajlar: 547
    Diyalog tertipçisi misyonerler (ve de işbirlikçileri) nifaklarını “üç büyük din” ve “İbrahimî Dinler” kavramıyla sürdürmektedirler. “Üç büyük din” sözü, kolayca anlaşılacağı üzere, sahihliği zedelenmemiş Kur’an’ın dini islam’ı, diğer iki muharref dinle aynı kefeye koyma amacı taşımaktadır. Bu da İslam’a yapılmış en büyük hakarettir. Katoliklik Pavlus’un öğretileri, Yahudilik de, muharref bir Kitab-ı Mukaddes’e dayanan, İsrail oğullarının milli dinidir. Her iki dinin de teolojisi paganisttir. Üç büyük din yalanıyla Hristiyanlık ve Yahudilik gibi iki beşeri din, İslam gibi İlahi, tahrif olmaktan korunmuş dinin seviyesine çıkartılmak istenmektedir.

    Benzer şekilde Yahudilik ve Hristiyanlığa İbrahimî dinler demek de mümkün değildir. Çünkü Yahudiler’in ve Hristiyanlar’ın kendilerini İbrahim Peygamber’e isnad etmelerini ilk başta Kur’an reddetmektedir:

    “Ey Ehli Kitap! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa ki Tevrat da İncil de İbrahim’den sonra ildirildi! Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?” (65)

    “İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki bilginiz olan şey hakkında tartışıyorsunuz, ama hiç bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz? Halbuki Allah bilir, siz bilmezsiniz!” (66)

    “İbrahim ne bir Yahudi, ne de Hristiyan idi! O, kendini Allah’a teslim etmiş bir müslümandı. O müşriklerden değildi!” (67)

    “İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber [Muhammed] ve ona iman edenlerdir. Allah mü’minlerin velisidir.” (6 8)

    “Ehli Kitap’tan bir kısmı sizi saptırmak isterler. Fakat onlar asla kendilerinden başkasını saptıramazlar. Bunun da bilincinde değildirler.” (3/Al-i İmran, 64-69).

    Görüldüğü üzere Kur’an “İbrahimî dinler” yalanını baştan çok ciddi bir biçimde çürütmektedir.
    Bu ayetlerde diyalogcu misyonerlerin pek çok iddiaları cevaplanmıştır. Yahudi ve Hristiyanların İbrahim (a.s)ı sahiplenmeleri bu ayetlere göre bir kuruntudan ibarettir. “İbrahim ne bir Yahudi, ne de Hristiyan idi! O, kendini Allah’a teslim etmiş bir müslümandı. O müşriklerden değildi!” demek, “siz Yahudiler ve Hristiyanlar müslüman değilsiniz, müşriksiniz” anlamına gelmektedir. Sizin İbrahim’e layık değilsiniz demektir. İbrahim’e, Peygamber Muhammed (a.s) ve ona iman eden mü’minler yakındırlar. Şu halde “İbrahimî dinler” yaftası, İbrahim’in dostu olamamış iki muharref din mensuplarının müslümanlar nazarında meşruiyyet kesbetmek için kotardıkları bir kavram kargaşasıdır. Entrikalarının bir parçasıdır. Nitekim Watt’ın verdiği bir örnek, bu meşruiyet arayışını göstermektedir: “…yeter ki çeşitli dünya dinleri, birbirini, doruğunda sisler içinde görünmez Tanrı’nın oturduğu, bulutlarla kaplı dağın aynı tırmanıcıları olarak kabul ederken, ilk adım karşılıklı birbirini tanımak olsun.Yahudilik ve Hristiyanlık evet, etrafı sisli bir dağın tepesinde tahayyül ettikleri tanrıya tırmanıyorlar! Zaten onlar Allah’ı ikonlaştırmışlar, beşer seviyesine indirmişlerdir. Ama İslam, gecesi de gündüzü gibi aydınlık bir dindir. İslam’ın Allah’ı, etrafı sisli bir dağın üzerinde oturmamaktadır. “O, müşriklerin ortak koştuklarından münezzehtir.”

    Akidevi farklılığın yanısıra Ehli Kitap’la müslümanlar arasında bir sevgi bağı da oluşmamıştır. Kur’an görece olarak Hristiyanların müslümanlara karşı Yahudiler’den daha yakın olduğunu belirtmekteyse de (5/Maide, 82), Yahudi ve Hristiyanların müslümanlardan asla razı olmayacaklarını da 1400 sene öncesinden haber vermiştir:

    “Ne Yahudiler, ne de Hristiyanlar, sen onların dinlerine uymadıkça senden memnun kalacak değillerdir.” (2/Bakara, 120) (Tercüme M. Said Hatiboğlu’na aittir).

    Peygamber Muhammed (a.s)dan memnun kalmamış olan Yahudi ve Hristiyan taifesi, başka hangi müslümandan memnun olabilir? Bunun cevabı belli:


    Onlarla işbirliği yapan diyalogculardan!



    Allah Türkü korusun ve Yüceltsin...

  4. Alt 02-11-2009, 01:36 #4
    Metin mete Mesajlar: 547
    Nitekim, Abant toplantılarının gediklisi Niyazi Öktem, Timaş yayınlarının yayınladığı “Diyalog Yazıları” kitabının ‘önsöz’ mahiyetindeki “Nereden Çıktı Şimdi Bu Dinler Arası Diyalog?” başlıklı ironik yazısında, yukarıda kastettiğimiz işbirlikçi diyalogculara yağdırdığı övgüler bunun tipik bir örneğidir. Öktem, kendi kurgusuyla, dinlerarası diyalog fikrini ortaya atanları “vatan haini, emperyalist uşağı, gizli hristiyan, münkir, müsteşrik, Türk milletini ve islam dinini yıkmaya çalışan gaflet ve hıyanet sahibi” olmakla suçlayanları “ağızlarından köpükler saçarak barış girişimlerini baltalayan, dar kafalı, fanatik mürteciler ve kafatasçı milliyetçiler, eski maocular” sözleriyle küfür yağmuruna tutmaktadır.

    Roma’daki Papalık Dinler Arası Diyalog İçin Cizvit Sekreteryası’nın Genel Sekreteri ve Asyalı Piskoposlar Konferansları Federasyonu’nun Ekümenik Sekreteri olan, Türkiye’deki İslami cemaatleri yakından takip ettiği söylenen Thomas Michel, yerli diyalogcuların sırtını sıvazlamaktadır. Michel, “Ben xxxxxx xxxxx öğrencisiyim” demektedir. Michel bir xxxxxxxx!


    Bize kafatasci diyenler öncelikle kimlerle isbirligi icinde olduklarina bakmalidirlar.Bu Vatan ne satiliktir nede pay edilecektir.Her kim gelirse gelsin karsilarinda Ülkücüleri bulacaktirlar,renkleride önemli degil ister KIZIL ister YESIL isterde KARA olsun...Allahin dinine yapilan her oyuna karsidir ÜLKÜCÜLER...

    Allah Türkü Korusun ve Yüceltsin...

  5. Alt 03-07-2009, 03:29 #5
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Ikinci yazinizdaki yaziya cevabim Hudeybiye baris antlasmasini yazdigim yerdeki yaziyi hatirlamanizdir.

    Son yazinizdaki kafatasci durumu ise, menfi hareket edilmis bir yazidan ibaret. ben bu yaziyi okuyarak gözümü kapatip gece karanligi cöktü demiyecegim. Aksine gözlerimi daha iyi acip bundan daha farkli menfi yazilar yazip parti kovalayanlara, iki nasihat edecegim belki de hic haddim olmayarak. Sizi cildirtan hep tekerrür ettiginiz yazi buydu demekki, Fethullah hocaefendiye saygisizca hitap edecek kadar kücülten ona lakap takan siz bu yaziyi örnek olarak mi getirdiniz bana

    Ben ülkücülügün MHP partisinin nefesi olan yerinden geliyorum bana sizi övmemi beklemeyin. Sayet ben bizim sokaktaki ocaklara takilip harac kesen it kopuktan dolayi ülkücülügümü karalayacagim ki, tek sözüm tasmasi bizim orda coktan takildi. Bakin bir kac serseri(belki binlerce) nasilki bende ülkücülügü kücültmüyorsa herhangi bir sahsin menfi hareketide sizi sizden yasca büyük insanlar hakkinda kücümseyici, terbiyesizce yazi asmaniza neden olmasin.

    Sizden yasca kücük birinden bir tavsiye olarak almanizi hakkim olarak tavsiye ederim.

  6. Alt 03-07-2009, 04:52 #6
    AsMhA Mesajlar: 208
    Hmm Ülkücülüğün son yıllardaki tanımı benim içimi acıtıyor... Çete haline gelmiş bir örgüt artık benim için edeolojik yönü zayıf sadece gençliklerinden güç alıp sürü psikolojisi ile hareket eder olmuşlar yazık:( geneli bu hepsine değil lafım... Ama ayetler ile sabit olan konuda diyalog konusaunda Hoca Efendiye olan saygım sonsuz.. Benim göremediğimi görüor demekki çünkü ayet bize Hristiyan ve Yahudi ile ittifakı men edior ama onun yorumu benden güçlüdür elbet saygı duyarım...

  7. Alt 03-07-2009, 05:10 #7
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Hangi ne türden bir ittifak?

  8. Alt 03-07-2009, 05:11 #8
    AsMhA Mesajlar: 208
    Belki de tam olarak diyaloğun amacını özümsememiş olduğumdandır . Tam olarak amaç nedir? Diyalog? Bireyler ile diyaloğu tebliğ kapsamında değerlendiririm de dinlerin diyaloğunu çözemedim amacını?

  9. Alt 03-07-2009, 05:22 #9
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Farkli dinlere mensup bireylerin bir sempozyum düzenlenerek dinlerini anlatmasidir. Bu benim aciklamam tabiki kisa oldu ama Dinlerarasi diyalog kategorimizi incelerseniz belki daha genis kapsamli kaynaklar bulur, akliniza takilanlari sorabilirsiniz.

  10. Alt 03-07-2009, 05:25 #10
    AsMhA Mesajlar: 208
    Yok benim sewiyemde anlatman daha çok işime yarar çünkü konuyu biliorum aklıma yatmıor o sempozyumda bulunanlar halk değil ki diğer dinin ileri gelen din mensupları İslam dini diğer dinler ile kıyaslanıor gibi bir görüntü ortaya çıkıor bu ne kadar mantıklı:S

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.