Mustafa İslamoğLu(sünnet)

- Rivayet geleneğimizin bize tanıttığı peygamber çok az gerçek çok fazla kurgusal, efsanevi bir varlık" diyorsunuz.Geleneğin bu peygamber yorumunun temel sebebi nedir? -Bir kez bu soruyu böyle sormadan evvel şöyle ...


Ağaç Şeklinde Aç1Beğeni
  • 1 gönderen chechengirl

  1. Alt 10-06-2008, 16:18 #1
    chechengirl Mesajlar: 26
    - Rivayet geleneğimizin bize tanıttığı peygamber çok az gerçek çok fazla kurgusal, efsanevi bir varlık" diyorsunuz.Geleneğin bu peygamber yorumunun temel sebebi nedir?

    -Bir kez bu soruyu böyle sormadan evvel şöyle bir soru sormak lazım: Bizim bilgiyi edinme ve üretme sistemimiz neden böyle bir kapıyı açık bırakmış? Sorun epistemiktir. Epistemeloji: Bilginin elde edilmesi, üretilmesi, iletilmesiyle ilgili tüm süreçlere verilen addır. Bilgi bilim de denilir. Yani bu öncelikle epistemik bir problemdir. Bu problem İslam'dan mı kaynaklanıyor veya İslam'ın temel referanslarından mı kaynaklanıyor? Hayır, öyle olsaydı yani İslam'ın temel kaynakları, özellikle Kur'an, rivayeti salt rivayet oluşu itibariyle mutlak bir otorite tanısaydı o zaman kendisi bir nas olmasına rağmen, akla referans, düşünceye referans vermezdi. Oysa ki Kur'an'ın kendisi dışında referans verdiği, en çok referans verdiği şey düşüncedir. Hatta bizim için bir numaralı referans olan Kur'an bir başka yere gönderme yapar: "Efela yetedebberune'l Kur'an" (47:24) "Tedebbür etmezler mi?" Bir metni son sözü söylemiş kabul etsek ,neyi tedebbür edeceğiz? O zaman tedebbüre ne gerek var? Eğer sadece uygulayıcıysak, o zaman tedebbüre gerek yoktur. Tedebbür üretmektir, bilgiyi üretmek, geleceğe yönelik bilgiden sonuçlar devşirip tedbir almaya tedebbür denir. Tezekkür de öyle, o da geçmişe yöneliktir, geçmişe yönelik olarak düşünmek ve geçmişten bilgiyi bugüne getirmektir. Onun için zikir hatırlamadır. Taakkul de öyledir. Geçmişle gelecek arasında bilgiyi bağlamak, bağlantı kurmak... Bütün bu süreçlerin hepsine birden tefekkür denir. Tefakkuh; bütün bu süreçlerle elde ettiğimiz bilgiyi bugün, şimdi ve buradamıza taşımak, hayata taşımaktır tefakkuh...

    Görüyorsunuz, bunların beşini de Kur'an kullanır. Ve Kur'an düşünmenin, bilgi üretmenin tüm süreçlerini düşünceyle bağlar, bağlantısını kurar. Ve düşünceden müstakil bir bilgi üretme yöntemi yoktur. Onun için, düşünce nassın verdiği referanstır ...

    ... O zaman aşırı yüceltmeci peygamber tasavvuru nereden kaynaklanıyor? Cahili Arap aklından kaynaklanıyor. Cahili Arap aklında rivayetin otoritesi tartışılmazdır. Onun için mutlaka babalardan rivayet edilmesi gerekir. Ve Kur'an onun için der ki: "Ya onların babaları düşünmüyor, akletmiyor ve doğru yolu bilmiyor idiyselerde mi?" (5:104) Çok önemli. Yani, "Onların babaları doğru yolu bulamamış ve akletmemiş idiyselerde mi babalarını takip edecekler?" anlamında bunu sorar.

    Çünkü baba referansı aynı zaman da rivayet referansıdır. O nedenle Kusslar vardı, kaas da denirdi bunlara. Kıssacı demektir, naklederlerdi sürekli. Sözlü bir kültür sürekli nakledilirdi. Ve işte bu naklin mantığı İslam'ın referanslarından sonra da adeta bir tortu biçiminde kaldı. Onun için uydurma müessesi çıktı. İslam'da, hadis biliminde mevzu hadis probleminin çıkışı aslında rivayetin otoritesinden bağımsız anlaşılamaz... Neden? Çünkü her yeni zaman, zemin ve imkanla birlikte birçok yeni problem ortaya çıktı. Bu problemlere çözüm aranırken kimi makul çözümler de üretildi. Fakat üretilen çözümün sunulması için mutlaka bir rivayete ihtiyaç vardı, yani bu çözüm makuldur, makul bir biçimde üretilmiştir diyerek o çözümü insanların istifadesine sunamıyordunuz o akıl gereği. O zaman birileri bunları rivayet formuna dönüştürdü. Bilmem anlatabiliyor muyum? İşte uydurma sistemi bunun için geliştirildi. Modern bir alim "Bu va'z etmedir, bu ihtiyaca binaen yapıldı, başka çareleri de yoktu" diyor. Aslında bence tabii öyle değil. Çareleri vardı. O çare; Kur'an selim aklı referans gösterir. Dolayısıyla Kur'an, aklın koordinatlarını belirler. Ve örnekler verir. Bilgi nasıl üretilir? Kur'an bunun örneğini verir, Kur'an hayattaki her tür soruna cevap vermez; fakat her tür soruna cevap verecek formülleri verir. Siz o formüllerden yola çıkarak bilgiyi üretir elde edersiniz ve dağıtırsınız.

    İşte bu noktada Kur'an'ın, bu sistematiğini tabii ki anlayanlar oldu. İşte İmam Azam Ebu Hanife. Ama iki anlayış hep oldu: Bilgiyi tüketen anlayış, bilgiyi üreten anlayış. Bilgiyi tüketen anlayış rivayetin otoritesine sığındı. Bilgiyi üreten anlayış bazen bu otorite karşısında dayanamadı, tutunamadı, geri çekilmek zorunda kaldı. İşte İmam Ebu Hanife'nin yaşadıkları. İşte O'na gelen itirazlar. Mesela: "Hadis bilmemekle", koca koca muhaddisler tarafında"mürcie" olmakla suçlanmak. Bugün herkese söylediğimizde önünü ilikleyecek bir takım isimler tarafından cenazesi kılınamayacak bir insan olmakla suçlanması İmam-ı Azam'ınki. Bu suçlamalara neden hedef olmuştu? Çünkü yaklaşımı bilginin üretilmesine yönelikti. Ve rivayetin otoritesini, mutlak otoritesini kabul etmiyordu. Onun için "hum rical,nahnu rical" diyen O'dur, İmam-ı Azam'dır. "Onlar adamsa, biz de adamız." Bunu O'na dedirten bir itiraz vardı. Aslında bu İmam-ı Azam tarafından, bir cevaptır, hatta kendi üstüne gelen bir saldırıya cevaptır. O nedenle bu iki çizgi de hep yaşadı. Sorduğunuz soru bununla ilgilidir.

    -Yani şöyle de düşünebiliriz o zaman; Hanefi mezhebi, bir manada İmam-ı Azam'ın öğretisi, Kur'an'ın sünnetin ruhuna en uygun öğretidir

    -Aynen öyledir.

    Sünneti anlarken onun ruhuna, Kur'an'ın ruhuna bakmak lazım.Bunu da İmam-ı Azam en güzel başarmıştır diyebiliriz.

    -İmam'la birlikte başaran daha başka imamlar da oldu, fakat İmam-ı Azam'ın,Ebu Hanife'nin yöntemi de gerçekten muhteşem bir yöntemdi. Daha sonra Hanefilerin o yöntemi bırakıp da taklit yöntemini ele almaları dönemini bir tarafa bırakırsak eğer, İmam'ın kendi yöntemi ortada. Mesela o yöntemde kendisine getirilen bir haber sahih senetle nakledilse dahi o haberi sadece senetiyle değil metniyle de değerlendiriyor. Efendim, mesela "Layuktel el-mumin bil kafir", "Bir kafire karşı bir müm'in kısas edilemez, öldürülemez" hadisi sahihtir. Fakat İmam Ebu Hanife Kur'an'daki genel, cana verilen genel önem ve ondan da öte, "Ennen nefse bin nefs"(5:45) Kur'an "Cana can"diyor. Makul olandan yola çıkarak bu hadisin sahih senetle naklediğini bilmesine rağmen almadı, amel etmedi. İlginçtir. Hatta kendisi bazı sahabilerden gelen haberi almazdı. Gerekçesi de şuydu: "Onlar tefakkuh ehli, yani derin düşünce sahibi değiller, naklettiklerinin üzerinde derin düşünmeden naklediyorlar" gerekçesiyle bazı sahabilerden haber almazdı. İsimlerini vermek istemiyorum tabii, çünkü bu ilmi bir mesele... Onun için İmam Ebu Hanife çoğunluğun bazen tersine hüküm vermiştir. O konudaki haber kendisine ulaşmasına rağmen. Neden bu? Bilgiyi üretirken bilginin referansı olarak aynı zamanda tefekkürü, tedebbürü, taakkulu, tefakkuhu almış olması. Yani Kur'an'ın da referans gösterdiği yerlere bakmış olması, dahası demin üzerinde durduğum kavramla konuşacak olursak, rivayetin mutlak otoritesini kabul etmemesi. Anlatabiliyor muyum? Yani makul olanla rivayet karşı karşıya geldiğinde makul olanı görmesi ve alması ve talebelerini de bu minval üzre yetiştirmesi. Bilgiyi üretmeye ne kadar aşık olduğunu şuradan anlayabilirsiniz: Ebu Yusuf ve İmam Muhammed katip idiler. Halkada not tutarlardı. Bir mesele getirilirdi, tartışılırdı. Tartışılırken herkes kendi görüşünü söylerdi, en sonunda İmam da o meselede kendi görüşünü söylerdi. Ve tartışmanın notlarını düşen, notlarını tutan katip herkesin görüşünü yazar, İmam'ın da görüşünü yazardı. Bugün bize kadar gelen "İmameynin görüşü şu, İmamın görüşü şu" diye hilafsız binlerce meseledeki farklı görüş işte bu cesaret, bu düşünce cesareti, bu düşünsel atak sonucu elde edildi. Yoksa rivayetin otoritesini savunsaydı hangi talebesi hocasının yanında, hocasının görüşüne aykırı bir görüş beyan etmeye cesaret edebilirdi? İşte İmam'ın tavrı buydu. O bilginin üretilmesine azami titizlik gösteriyordu. Kendi görüşünün aksine de olsa...

    -İmam Gazali'nin :"Biz peygamberi örnek almakla emrolunduk ona benzemekle değil" İmamın bu sözü muvacehesinde sünnete yaklaşım yolumuzun nasıl olması gerektiğini izah edermisiniz?

    -Bir kez ibadet niyete mukarindirdir. Niyetsiz ibadet olmaz. Niyet ibadetin maksadıdır. Dolayısıyla eğer bir insan bir şeyi salim ve sahih bir niyetle yapmışsa şu umulur: "O güzel niyetinin karşılığını bir şekilde görür." diye umulur. Fakat yaptığı gerçekten ibadetse, meşru ise. Anlatabiliyor muyum? Bu durumda ya ibadet diye yaptığını Rasulullah ibadet diye yapmamışsa? İşte bu noktada o meşhur söz akla geliyor... Gazali'ye nispeti meşkuktur; fakat birçok alime nispet edilir. Aslında bu mütearifedir "Umürna biteesi la biteşşebeh ", "Biz Rasulullah'ın yaptığını, yaptığı maksadı gerçekleştirmek için yapmakla emrolunduk." O teessi'yi ancak böyle uzun bir cümleyle tercüme edebiliyorum, çünkü üsveden gelir, örnek almak, örneği aynen üretmek anlamına gelir teessi. "Biz Rasullah'ın yaptığı bir şeyi maksadını gerçekleştirmek için yapmakla emrolunduk.O'na benzemekle değil" Bu çok önemli. Bir formüldür bu aslında, altın bir formül. Bu formülden yola çıkarsak ki, Gazali hem "Elmenhul"de hem "El-Mustasfa"da hem çok güzel örnekler verir. Der ki: "Rasulullah yere oturduğu için yere oturarak yemek sünnet değildir. Eğer öyle olsaydı, Rasullah kan aldırdığı için kan aldırmak sünnet olurdu. Bunu kim diyebilir?"der. "Siz bir sultana uyup bu sultanın otoritesi kabul edin, iktidarını kabul edin, meşru görün diye bir emir verseler, o emre uymak adına o sultanın, bir tebası sultan çorbayı şöyle içiyor diye öyle içmekle "sultanın emrine uyun!" talimatının içine girmiş mi olur?" der. Veya o sultan şiltede yatıyor diye şiltede yatsa o sultana bununla uymuş mu olur? Sultanın egemenliğine bununla uymuş mu olur? Yoksa bu sözle aslında bunların hiçbirinin kastedilmediği mi anlaşılır? Tabii ki kastedilmediği anlaşılır. Gazali "El-Mustasfa"da bu örnekleri veriyor. Dolayısıyla Rasullah'ın yaptığı, söylediği her şey önce bir tasnife tabi tutulmalı. Bu tasnifi tarihimizde ilk defa çaplı bir biçimde gerçekleştiren büyük İslam alimi Kemal İbni Hemmam olmuştur. Meşhur sahihinde İbni Hibban da, Rasullah'ın yaptıklarını ve söylediklerini bazen 110 çeşide ayırmıştır. Baba olarak yaptıkları, koca olarak yaptıkları, Arap olarak yaptıkları, insan olarak yaptıkları, peygamber olarak yaptıkları. Siz Arap olarak yaptıklarını peygamber olarak yaptıklarıyla nasıl aynı görebilirsiniz? Eğer öyle olsaydı gözü koyu kestane diye kestane renk bir lens takmak sünnet olurdu. Bunun sünnet olmadığını birinin söylemesine gerek yok sanırım. Rasullah o bölgede, o coğrafyada yaşadığı için o bölgede giyilen giysileri giydi. Anlatabiliyor muyum? Ve o bölgede yenilen yemekleri yedi. Rasullah'ın karpuz yediğini bilmiyor olmamız karpuz yemenin sünnet olmadığı anlamına ya da Rasullah'ın kabak yediğini biliyor olmamız kabak yemenin sünnet olduğu anlamına hiç gelmez. Rasullah'a patlıcan getirdiler de yemedi mi? Görmedi ki yesin. Patlıcanın kabağa, kabağın patlıcana rüchaniyeti nedir o zaman? Hiç. Bu böyle olsa ne olur? Böyle bir soru sorulabilir: Bir zat teberrüken, "Efendim giymiş ben de giyeyim, Efendim yemiş ben de yiyeyim" dese daha güzel olmaz mı, hoş bir şey olmaz mı? Teberrüken hoş bir şey olabilir; fakat boş bir şey olur. Çünkü bu sadece hoşluğu getirir; ama arka tarafından öyle bir boşluğu getirir ki, asıl büyük şey gözden kaçar. Bununla, bunu kibrit çöpü sayın. Arkadaki ormanı unutur, kibrit çöpünü gözüne dayar, arkadaki ormanın yanışına seyirci kalabilir. Rasullah'ın da kasdı bu değildir zaten. Bu olmadığı için birçok örneği vardır. Sahabe bunu ayırıyor. Rasullah'ın her yaptığı sünnet değildir anlayışını sahabe biliyor aslında. Sahabenin içinden bir iki kişi de bu çizgi var gerçi, Resulullahın her yaptığı sünnettir görüşü....

    -İbni Ömer çizgisi.

    -Evet İbni Ömer çizgisi. Ama o çizgiye en çok karşı çıkan babası başta. Babası Hz. Ömer. Mesela İbn-i Ömer Ebdah mevkiine geliyor, Ebdah mevkiinde Rasullah hayvanının başını çevirdi diye değnekle başlıyor hayvanın başını değirmen gibi çevirmeye. "Niye öyle yapıyorsun?" diyorlar İbni Ömer'e."Rasulullah burada böyle çevirmişti." cevabını veriyor. Bu sünnet falan değil. Bir sebebi vardır çevirmiştir. Fakat bu bir anlayış. Bu anlayış az da olsa o zaman da vardı... Rasullah hayattayken bu anlayışa izin vermedi....

    -Vefatından sonra...

    -Vefatından sonra zaten. Vefatından sonra çıktı bu anlayış. Hz. Aişe de şiddetle karşı çıktı buna, bu anlayışa. Çünkü bu anlayış öbür taraftan eylemin maksadını götürüyor, maksadını unutturuyor. İbni Abbas'a, "Rasullah ızdıba ve hervele yaptı,doğru mu?"diyorlar. Tavaf esnasında yani omuzunu açtı ve hızlı koştu ilk üç tavafta. "Evet yaptı,doğru." diyor. Soruyu soran:

    "Bu sünnetmiş doğru mu?" deyince İbn-i Abbas şu cevabı veriyor: "Ama sünnet olduğu yalan " Yaptı; ama sünnet değil. Yaptı çünkü o zaman "Rasullah ve ashabı açlıktan kırılıyorlar, zayıf düştüler" diye söylenti çıkmıştı. Kaza umresinde Rasullah açlıktan zayıf düşmediğini göstermek için bunu yaptı. "Yani yaptı; ama sünnet değil diyor" Şimdi, amaca mebni yaptı. O amaç, eğer hala o problem öyle varsa öyle bir problemde yine yapabilirsiniz; ama amaca mebni yaptı.. Rasullah binekle say etmiş, doğru mu?", "Doğru.", "Sünnet mi?", "Hayır değil." Çünkü Rasullah sesini kalabalığa duyurmak için bineğe bindi. Bu çok önemli, Sahabe bunu ayırıyor, İbni Abbas gibi "tercümanül Kur'an" diye bilinen bir zat bunu ayırıyor. Hz. Ömer'in, dibinde sahabenin Rasullah'a beyat ettikleri, beyat tazeledikleri Rıdvan ağacını kökünden söktürdüğü müsellem bir gerçektir. Niçin? Artık orada iki rekat namaz kılmanın adet olduğunu görünce Hz.Ömer "Ne oluyor?Yahudileşiyor musunuz?" diye söktürüyor. Bu çok ilginç. Onun için, işte asıl anlayış Ömeri anlayış, Hz.Ömer'in bu anlayışı. Bu anlayış sayesinde İranın bazı toprakları, ilk defa Bahreyn'deki komutan tarafından fethedildiğinde, Hz. Ömer "Eyvah!"diyordu. Niye eyvah dediğini soranlara şu cevabı verdi "Bu insanlara İslam'ı nasıl öğreteceğiz?" Amr bin As'a "Eğer bu mektubu aldığında Mısır'a girmemişsen geri dön!" diye emir verişi de bu yüzdendir; ama Amr bin As bu talimatın geldiğini bildiği için mektubu kasden açmadı girmeden. Girdikten sonra açtı. Yine endişesi buydu Hz.Ömer'in. İşte maksada bakmak. Yoksa toprağa bakardı. Gönül fethine baktı, yürek fethine baktı, toprak fethine değil...

    -Hocam,"İnkarcının elindeki en büyük silah dinin mitolojik unsurlarıdır." diyorsunuz.Bu sözü biraz açarmısınız?

    -Sizce de öyle değil mi? Şu günümüzde güzel İslam'ından ve imanından olmuş birçok akıllı insanın aslında problemi bu değil mi? Aslında günümüzdeki Türkiye'de "Ben ateistim, ben dinsizim." diyen birçok insanın inkar ettiği şey, Allah'ın dini değil, mitolojik İslam değil mi? Peki bu insana Allah'ın dini gerçekten anlatılsa hala böyle, "Ben atestim"diyebilir mi? Ben bir çoğunun demeyeceğini düşünüyorum. Onun için onlar hakkında tevakkuf ediyorum, duruyorum. Ve bu ülkede İslam, İslam'ın düşmanları tarafından değil de, dostları tarafından, İslam'ın cahilleri tarafından değil de alimleri tarafından gerçekten olduğu gibi aktarılıncaya kadar kimse hakkında hüküm vermiyorum. Onun için bu aslında açılmayacak kadar bedihi bir gerçek. Açılmaya ihtiyaç yok. Çünkü o kadar açık ki bu ülkede. Mitoloji hakikat karşısında güneş görmüş kar gibi erir. Bir inanç mitolojiye dayanıyorsa eğer unutmayınız o inanca mitolojinin arkasına gelen kafalar gelir, akıl sahipleri değil. Ve mitolojinin arkasına düşenler de genelde bir toplumda akıl düzeyi en düşük olanlardır. İslamsa, tüm dünya toplumları içerisinde akıldanelere hitap eder, aklı yüksek seviyede olanlara. Daha doğrusu ilk muhatabı onlardır. Onun için Rasullah "İki Ömer'den birini" diyordu, onun için Kur'an döner döner, "Hala düşünmeyecek misiniz?Hala akletmeyecek misiniz?Ne kadar da az aklediyorsunuz,ne kadar da az düşünüyorlar." diye itham eder. Bu İslam'ın hitap ettiği muhatapları arasında akletme melekesini öldürmemiş olanları muhatap almasından dolayıdır. Onun için delileri teklif ile yükümlü tutmaz İslam. Bu önemlidir. İşte burdan yola çıkarak siz mitolojik bir din anlayışının aslında o dine hiçbir şey katmadığını; fakat o dinden çok şey götürdüğünü görürsünüz, hele bu din kitaplı bir dinse, hele bu din kitabı tahrif edilmemiş bir dinse. Çünkü bir şeyi mitoloji haline dönüştürmek aslında otantik kaynağının kaybolduğu zehabı uyandırır muhatabında. Bu böyledir. Oysa ki İslam bu konuda alnı açık inanç öğretisidir. En alnı açık, hesabını en kolay verebilecek dünyadaki tek inanç sistemi İslam'dır. Son vahiydir bu konuda. Çünkü otantik bir biçimde geldiği gibi korunmuştur. Geldiği gibi korunan bir vahyin mitolojiye ne ihtiyacı olabilir? Mitoloji açıkları doldurmak için kullanılan bir stepnedir. İslam'ın su alan deliği yoktur ki stepneye ihtiyacı olsun. İslam'ın tekeri patlak değildir.

    -Tabii;ama kitabınızda dediğiniz gibi kaç asırdır o mitolojik görüş bütün İslam dünyasını kapsamış maalesef. ve İslam güneşinin tabiri caizse bulutların arkasından görünmemesine sebep olmuş...

    -Ve hepsinden öte,buna hemen ekleyelim. Neden Peygamberimiz'i hatırlatacak insanlar caddelerimizde gezmiyor? Hepimiz iman ettik Rasulullah'a. Fakat neden, neden Onun(sav) hayatını kendi şimdi ve buradamıza taşımakta zorlanıyoruz? Dahası böyle bir derdimiz yok... Neden birbuçuk milyar müntesibi olan bir peygamber, birbuçuk milyarın milyarda biri dahi üretilmez, milyonda biri üretilmez, yüzbinde biri üretilmez, onbinde biri üretilemez? Üretilemeyecekse eğer Allah neden örnek göstersin, söyler misiniz? Allah'ın örnek göstermesinde bir problem yoksa ki-ki biz müslümanız,iman ettik olmadığına-o zaman bizde problem. O problem ne? Peygamber, hayat, Allah, insan ve kainat doğru anlaşılsın diye gelir. Fakat varlığı doğru anlaşılmayı temin için gönderilmiş bir peygamberin kendisi yanlış anlaşılmaya konu olunca ne olur? İşte manzara budur. Gönderiliş gayesi doğru anlamayı temin olan peygamberin kendisi yanlış anlamanın konusu oldu. Sonucunda gönderiliş gayesi bizde tecelli etmedi. O vazifesini yaptı. 1400 yil sonra gelmiş bir şahit olarak, eğer şehadetimin bir değeri varsa ben şahidim. Efendim görevini yaptı. Ama ben görevimi yaptım mı? Ben O'nun örnekliğini çağa taşıdım ve ürettim mi? Üretemedimse sebebi nedir? İşte bu Üç Muhammed adlı çalışmamızın temel çıkış noktasıdır...

    -Efendim bize böyle nefis bir sohbeti bahş eylediğinizden ötürü çok teşekkür ederiz...

    -Ben teşekkür ederim...



    wesseLam

    el_feta bunu beğendi.
  2. Alt 06-12-2011, 11:33 #2
    Ziyaretci
    Misafir Mesajlar: n/a
    Alıntı:
    peygamberimiz sunnetlere nasil niyet ederdi hanif dostlar-Mustafa İslamoğLu(sünnet)

    Peygamberimiz farz namazı için namaz kılmaya diyerek niyet ederdi herhalde.. ancak bizim kıldığımız sünnetler için nafile namazı diye niyet etmiş olabilir.. yok mu tam açıklayacak bilgili,,

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.