1650-1900 yılları arasında gerçekleştirilen köle ticaretleri sonucunda Afrika kıtasından Amerika'ya yaklaşık on milyon insan getirildiği tahmin edilmektedir. Yakın tarihimizde, özellikle Batı medyasında, zenci kölelerin maruz kaldıkları insanlık dışı muameleler, çeşitli film ve diziler vasıtasıyla yansıtılmaya çalışılmış olsa da, ne yazık ki bu yayınlar Afrikalı insanların köleleştirilmeden önceki hayatlarını anlatmakta yetersiz kalmıştır. Geçmişte Afrikalıların köleleştirilmesinin insanlığa aykırı olmadığını savunan kimseler, bu tezlerini haklı göstermek için Afrikalıların "kabile hayatı yaşayan, ilkel" insanlar olduğu fikrini çevrelerindekilere benimsetmeye çalışmışlardır. Bu ve benzer propagandalar günümüzde tesirlerini yitirmeye başlamış olsa da, köle ticareti öncesi Afrika kültürü hakkında yeterli mâlûmatın neşredilmediği bir hakikattir. Bu makale, vatanlarından kaçırılarak Amerika kıtasının farklı beldelerinde köle olarak çalışmaya zorlanmış; fakat onur ve asaletlerinden zerre kadar feragat etmemiş Müslüman Afrikalıların hikâyelerini anlatmak maksadıyla yazılmış mütevazı bir çalışmadır.

Farklı Bir Mühtedi: Hatice Beruni
"Seçimimiz İslâm: Amerikalı Modern Müslüman Kadınların Portresi" adlı eserin belki de en etkileyici kısmı bir zamanlar Hıristiyan olan Hatice Beruni adlı Amerikalı zenci kadının İslâmiyet'le tanışmasını anlatan hikâyedir.1 Zira Hatice Beruni'nin daha küçük bir çocukken yaşadığı bazı hâdiseler zenci Amerikalıların yüz yıllar geçse bile Afrika'daki kökleri ile bağlantılarını tam olarak kaybetmediklerine dâir işaretler barındırmaktadır:

"Hayata bir köle olarak gözlerini açmış ve sahipleri tarafından Hıristiyan olarak yetiştirilmiş olan ninemin şu söylediği ninniyi hâlâ ilk günkü gibi hatırlarım: 'Bana o eski dinimi verin, o eski dinimi verin... O eski dinim, o bana yeter...'"

Küçük Hatice, ninesine neden hep aynı ninniyi söylediğini sorduğunda ninesi ona şöyle der: "Evlâdım, dualarımızı işiten bir Tanrı olduğunu çok iyi biliyorum; ama bazen merak ediyorum ..."
Küçük Hatice, ninesine, merak ettiği şeyin ne olduğunu defalarca sormuş olsa da bir cevap alamaz. Otuzlu yaşlarında Müslüman olduktan sonra ise bu hâdiseyi şöyle yorumlar:

"Hâlâ ninemin 'bazen merak ediyorum' derken neyi kastettiğini tam olarak çözebilmiş değilim; ama acaba o yaşımda bana Allah'ı aradığını mı anlatmaya çalışıyordu? Acaba benim dedelerimin dini gerçekten Hıristiyanlık mıydı? Ninemin bahsettiği o 'eski din' neydi?"

Müslüman oluşunu köklerine geri dönüş olarak algılayan Hatice Beruni'nin bu düşüncesinde haklı olması aslında hiç de küçümsenebilecek bir ihtimal değildir. Zîrâ günümüzdeki araştırmalar, Amerika'ya köle olarak getirilmiş Afrikalıların yüzde on ilâ yirmisinin Müslüman olduğunu göstermektedir. "Sivil Savaş Öncesinde Amerika'daki Afrikalı Müslümanlar" adlı kitabında Profesör Allan D. Austin, köle olmaya zorlanmış Müslümanları diğer Afrikalılardan farklı kılan özellikleri şöyle sıralar: "Avret yerlerini örtmekte çok büyük ihtimam gösteren, Arapça okuyup yazabilen, İslâm'a ve Afrika'ya karşı çok saygılı ve tek Allah'a inanan insanlar." Profesör Austin'in araştırmalarına göre Amerika'daki Müslüman kölelerin bir kısmı hürriyetlerini kazanıp vatanlarına geri dönebilmiş, kimisi ise Amerika'da hayatlarına devam etmiş ve önemli işlerde çalışmışlardır.2

Yeni Dünyada İnancın Korunması
Afrikalı Müslümanlar, Atlantik Okyanu*su'nun ötesinde Hıristiyanlık dışındaki inançlara hoşgörü ile bakılmayan bir ortam ile karşılaşmışlardır. Köleler bu yeni kıtaya ayaklarını basar basmaz Hıristiyan olmaya zorlanmıştır. Brezilya'nin Pernambuco eyaletine götürülmüş olan Muhammed Gardo Müslümanların burada gördüğü muameleyi şöyle anlatır:

"Hıristiyanlık figürleri taşıyan heykeller önünde diz çökmeye zorlanırdık. Anlamını bilmediğimiz bazı sözleri tekrarlarken haç işareti yapmamızı istiyorlardı. Bize bunları yapanlar ibadet ederlerken ellerinde daima kırbaç bulundururlardı ki aramızda uyuklayan veya ciddiyetsizlik gösteren bir köle olursa onu hemen oracıkta cezalandırabilsinler."

Bu şartlar altında Müslümanlar dinlerinden vaz geçmek yerine Hıristiyan olmuş gibi davranarak baskılardan kurtulmaya çalışmışlardır. Irkçı fikirleri ile öne çıkan Fransız diplomat Kont de Gobineau Brezilya'da gözlemlediği bu tutumu notlarında şöyle anlatır:

"Görünüş itibariyle Hıristiyan bile olsalar gerçekte hepsi İslâmî inançlarını koruyorlardı. Zorla vaftiz edilmiş ve Hıristiyan isimleriyle isimlendirilmiş olsalar dahi Afrika'dan getirdikleri dinlerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını anlamam hiç de zor olmadı. Çoğu Kur'ân'ı anlayacak kadar Arapça biliyordu ve birbirleriyle bu şekilde anlaşıyorlardı. "

Buna rağmen günümüzde Amerika kıtasında İslâm'ı anne-babasından tevarus ettiği şekilde yaşayan Afrikalı bir topluluk bulunmamaktadır. Müslüman kölelerin inançlarını torunlarına aktaramayışının başlıca sebepleri şu şekilde özetlenebilir:

1) Afrikadan köle olarak getirilenlerin oldukça küçük bir kısmı kadındı. Bu sebeple Müslüman bir erkek kölenin Müslüman bir kadınla evlenip inançlarını yaşayabileceği bir yuva kurması neredeyse imkânsızdı.
2) Kölelerin aile hayatları dâima sahiplerinin kontrolü altındaydı. Aile içindeki İslâmî hayat dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı korumasızdı.
3) Müslümanların çocuklarını istedikleri şekilde eğitme imkânları ellerinden alınmıştı. Amerika'daki mevcut okulların hepsi Hıristiyanlık empoze eden kurumlardı.

Ayırt Edici Bir Özellik: Okuma Yazma
Gayrimüslim Afrikalıların neredeyse hepsi sözlü iletişimin yaygın olduğu kültürlerden geliyordu. Amerika'ya getirildikten sonra ise bu kölelerin entelektüel alanda söz sahibi olmaları bir tehdit olarak algılandığı için okuma yazma öğrenmeleri kesin bir şekilde yasaklanmaktaydı. Afrika'dan getirilmiş Müslümanların ise çok büyük bir bölümü Arapça okuma yazmaya vâkıftı ve bu özellikleri onları diğer kölelerin arasında oldukça farklı bir statüye koyuyordu. Dr. Sylviane A. Diouf'a göre Afrikalı Müslümanların okur yazarlık nispeti her hâlükârda Amerikalı sahiplerinden daha yüksekti. Bazı bulgular bu tezin doğruluğunu ispatlar cinstendir: Jamaika'daki bir çiftliğe köle olarak pazarlanan Abu Bekir el Sıddık'ın Amerika'lı sahibi onu çiftliğinin istatistiklerini Arap alfabesi ile kayıtlara geçirmekle görevlendirmiştir.3

Ne yazık ki okuma yazma bilmek Afrikalı Müslümanlar için daima bir avantaj teşkil etmemiştir. Okuma yazma bilmeyen bazı Amerikalılar için kölelerinin kendilerinden daha kültürlü oluşu utanılacak bir şeydi. Amerikan Etnoloji Topluluğu'nun kâtiplerinden biri olan Theodore Dwight'a göre çoğu köle sahibi, Müslüman Afrikalıların okuma yazma bilmelerinin beyaz ırkın üstünlüğünü ve Afrikalıların yaratılıştan yetersiz olduğunu savunan fikirlerin bekâsı için risk teşkil ettiğini düşünmekteydi. Bu tehlikenin önünün alınabilmesi için yapılan faaliyetler Amerika'ya getirilmiş olan Müslümanların köklerinin aslında Afrika'ya değil Arap yarımadasına dayandığını iddia etmeye kadar gitmiştir.

İz Bırakan Müslüman Afrikalılar
Amerika kıtasına ayak bastıklarında köle statüsünde bulundukları hâlde Afrika'dan getirdikleri hayat stillerine bağlılıkları ile dikkati çeken bazı Müslümanlar, zamanla şartları kendi lehlerine çevirmesini bilmiştir. Bazıları Amerika'da siyasî, dinî, ticarî ve askerî alanlarda lider statüsüne yükselirken kimileri de hürriyetlerini kazanarak Afrika'ya geri dönmüştür. Yazımızın ikinci kısmında bu insanlardan öne çıkan bazılarının hayat hikâyelerini kısaca anlatmaya çalışacağız.

Eyüp Süleyman Diallo (1701-1773)
Zengin ve soylu bir aileden gelen Eyüp Süleyman Diallo, 29 yaşında köle tâcirleri tarafından yaka*lanarak A.B.D'nin Mayland eyaletinin Annapolis şehrine getirilir. Çok zor şartlarda çalışmak mecburiyetinde bırakıldığı için ilk fırsatta bulunduğu yerden kaçar; ama kısa bir süre sonra tekrar yakalanır. Thomas Bluett isimli Amerikalı avukat bir hücrede alıkonulan Eyüp'ün basit bir köle olmadığını fark eder. Bluett Eyüp'ün Arapça okuyup yazmasından etkilenir ve para karşılığında özgür bırakılmasını sağlar.

Eyüp 1733 yılında Bluett ile İngiltere'ye gider. Bu süre zarfında İngilizceyi akıcı bir şekilde konuşmayı öğrenmiş olan Eyüp, Bluett vasıtası ile, içinde İngiliz kraliyet ailesinin de bulunduğu, çok önemli şahıslarla görüştürülür. 1734 yılında evi olan Senegal'a dönen Eyüp'ün Amerika'da başından geçenleri anlatan hatıraları Thomas Bluett tarafından İngilizce ve Fransızcaya çevirilip yayımlanmıştır. Kırk dört sayfalık bu kitapçık, Amerikalı bir zencinin ortaya koymuş olduğu, bilinen en eski yazılı eserdir.

İbrahim Abdurrahman (1762-1829)
Gine'deki bir suvari birliğinde subay olan İbrahim Abdurrahman yakalanıp Birleşik Devletler'in Missisipi eyaletinin Natchez şehrine götürülür. Çalıştığı çiftliğin sahibi Thomas Foster çok geçmeden İbrahim'in yeteneklerinin farkına varır ve onu çitfliğinin yöneticisi olarak atar. İlerleyen yıllarda İbrahim'in Afrika'daki akrabalarına yazdığı bir mektup yerel bir gazeteci tarafından keşfedilir. Oldukça hissî bir üslûpla yazılmış mektup 1826 yılında Fas Sultanı tarafından zamanın Amerika Başkanı John Adams'a iletilir ve bu noktadan sonra İbrahim Abdurrahman özgür bırakılır. Yaklaşık 40 yıl aradan sonra hürriyetine kavuşan İbrahim'in yaptığı ilk iş köle olan çocuk ve torunlarını kurtarabilmek için bir kampanya başlatmak olur. Ömrünün sonuna yaklaştığını fark ettiğinde ise, uzun zamandır ayrı kaldığı vatanı Afrika'ya döner ve burada başından geçenleri anlatan iki adet otobiyografi yazar. Geride bıraktığı Amerika'da ise İbrahim'in efsanesi uzunca bir süre devam eder: İbrahim'in bir portresi Amerikan Kongresi'nin kütüphanesinde 'Kölelerin Prensi' adıyla sergilenir.

Ömer bin Said (1770-1864)
Senegal'de dünya*ya gelen Ömer bin Sa*id, yaklaşık 25 se*ne boyunca devrin ö*nem**li âlimlerinden İslâmî ilimler öğrenir. 1807 yılında yakalanıp Amerika'nın Güney Ka*ro*lina eyaletine getirilir. Ömrünün sonlarına yaklaştığında kölelik sistemini açık bir şekilde eleştirmekten çekinmeyen Ömer, ileride Amerikalı tarihçiler tarafından çokça tartışılacak otobiyografisine, sadece Allah'ın (celle celâlühü) bütün insanlık üzerinde mâlik olduğunu bildiren Mülk Sûresi ile başlar. Bu eserde hayatındaki önemli dönüm noktalarını anlatan Ömer, ayrıca İslâmiyet'e olan bağlılığın yanında Allah'tan korkan Hıristiyanlara da hoşgörülü olmanın gerekliliğinden bahseder.

Muhammed Ali bin Said (1833-1882)
16 yaşında vatanı Nijerya'dan kaçırılarak Avrupa ve Rusya üzerinden Amerika'ya getirilir. Dahilik derecesinde zeki olan Muhammed Ali bu yolculuk boyunca tam 8 dil öğrenir ve 26 yaşında Amerika'nın Detroit şehrinde öğretmenlik yapmaya başlar. Amerikan iç savaşı sırasında cephede verdiği civanmertçe mücadele sonucunda savaş kahramanı ilân edilir. Savaş hatıralarını anlattığı eser, 1867 yılında The Atlantic Monthly adlı dergide yayımlanır; fakat ne yazık ki bu eser, 1980'li yıllara kadar hak ettiği ilgiyi göremez.

Afrikalı Müslümanların Amerika'da Devam Eden Efsanesi
Afro-Amerikan kültürü üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Dr. Eric Lincoln'a göre İslâ*mi*yet'in izleri zenci Amerikalılarda hiçbir zaman tam mânâsıyla kaybolmamıştır. Kimilerine göre günümüzde İslâm dininin Amerika Birleşik Devletleri'nde ekseriyetle zenciler tarafından benimsenmesinin altında yatan asıl sebep de budur.

Günümüzde Karayip adalarındaki folklor müziğinde İslâmiyet'e dair izler bulmak mümkündür. Küba ve Trinidad'daki bazı şarkılarda hâlâ Arapça kelimelere sıkça rastlanmaktadır. Muzikolog John Storm Roberts'a göre ilk olarak zenciler tarafından ortaya konan ve Amerika'da popülaritesini hiçbir zaman yitirmemiş olan Blues müziğinin kökleri İslâmiyet'e dayanmaktadır. Roberts, Blues şarkılarındaki karakteristik hüzün dolu söylemlerin ve uzun notaların Afrikalı Müslümanların okudukları Kur'ân-ı Kerîm'in dinleyenlerde bıraktığı tesirlerin bir neticesi olduğunu savunmaktadır.

Dr. Sylvianne Diouf'a göre, Amerika'daki zencilerde oldukça yaygın bir soyad olan Bailey'in geçmişte zenci Müslümanlara verilmiş genel bir lâkap olan Bilali'den geliyor olması kuvvetle muhtemeldir. Diouf ayrıca zenci Amerikalıların ekserisinin vazgeçemediği bandana ve şapka giyme alışkanlığının ataları olan Müslümanların daima başlarında takke veya türban taşımalarına benzerlik gösterdiğini belirtmektedir.

Amerika'ya cebren getirilmiş olan Müslüman Afrikalıların ağır baskılar ve oldukça kısıtlı imkânlar altında verdikleri inanç mücadelesinin tesirleri (ve belki de meyveleri) yüzyıllar sonra bile hâlâ hissedilmektedir. Yaşadıkları dönemde etraflarında uyandırdıkları saygı ve merak duygusu, günümüzde ise bitmeden devam eden efsaneleri ancak "İman, insanı insan eder; belki insanı sultan eder. Hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir." sözüyle açıklanabilir. Bu gerçeği çok iyi anlamış olan Sylvianne Diouf, bu konuda yazdığı kitabını çok mânidar şu sözlerle sonlandırır: "Afrikalı Müslümanlar, Amerika'da beyazlar tarafından köle olarak kullanılmış dahi olsalar, onların kalbleri ve zihinleri daima özgürdü. Zîrâ onların bir sahibi varsa o da Allah'tı..."4

*Araştırmacı-Yazar
hamdi.sener@yeniumit.com.tr

Dipnotlar
1. Islam Our Choice: Portraits of Modern American Muslim Women Debra L. Dirks (Editor), Stephanie Parlove (Editor), Amana Publications (July 2003).
2. African Muslims in Antebellum America: Transatlantic Stories and Spiritual Struggles Allan D. Austin, Routledge; 1 edition (April 30, 1997)
3. Servants of Allah: African Muslims Enslaved in the Americas Sylvianne Diouf, NYU Press (November 1, 1998).
4. Servants of Allah: African Muslims Enslaved in the Americas Sylvianne Diouf, NYU Press (November 1, 1998).