Siyaset üç şey için yapılır:
1. komisyon için.
2. Vizyon için.
3. Misyon için.
(M. İslamoğlu, Yeni Şafak, 18.05.2007)

Siyaseti komisyon için yapanlar, dava adamı değil ihale adamı, çıkar adamıdır. Bunların hiçbir fikri sabitesi yoktur. Tek sabiteleri vardır: Çıkar. Bundan dolayı hep ganimet peşindedirler. İktidara oynarlar. Fikirsiz oldukları gibi renksizdirler de. Her seçim arifesinde anketlere bakarlar ve iktidara yakın olan partiye oynarlar. Partiden partiye transfer olmak bunlar için çocuk oyuncağıdır. Uğramadıkları bir parti vardır; fikir ve misyon partisi. Burada çıkar elde edemeyeceklerini bilirler.

Siyaseti vizyon için yapanlar, kendilerini görücüye çıkaranlardır. Hep vitrine oynarlar. Her şey gösteriş içindir. Vekilim, başkanım, efendim denilmesinden çok hoşlanırlar. Egolarını böyle tatmin ederler. Bunlar partilerinde gösterişlisini severler. Girdikleri partiye bir değer katmazlar. Toplumun sorunlarına çözüm üretmek gibi bir dertleri yoktur. Çünkü bunların da fikirleri yoktur. Fikri olmayanın çözümü mü olurmuş.

Siyaseti misyon için yapanlar; bir fikri, bir iddiası, bir davası olanlardır. Fikir adamıdırlar. Toplumun sorunlarına çözüm üretirler. Siyaseti de bir çözüm yeri olarak görürler. Fikri sabiteleri vardır, her şeyi siyaset uğruna mubah görmezler. İnandıkları değerlerden taviz vermemek için pergel gibi bir ayakları hep sabittir. Ne komisyonda gözleri vardır ne de vizyonda. Ön plana çıkmak için can atmazlar. Onlar bal tutsalar parmağını yalamazlar, hassas davranırlar. Her partiye girmezler; fikir, dava ve misyon partisini tercih ederler. Bundan dolayı anket partilerine, komisyon partilerine ya da iktidar partilerine tevessül etmezler. Arının kovanı aradığı gibi bir davası olan partiyi arar bulur, görev alır ve üretmeye başlarlar. Değer üretirler, girdikleri partiye katma değer olurlar. Almayı değil vermeyi düşünürler.

İdeal insanları için siyasette bir ameldir, hem de salih amel. Bir müslüman siyaset yaparak zulmü ortadan kaldırıp, adaleti yerleştirmek istiyorsa, kötülüklerin yerine iyiliklerin, zararlının yerine faydalının, batılın yerine hakkın hakim olmasını istiyorsa, bundan daha büyük bir salih amel olabilir mi?

Siyaset ve cemaatler

Medyada, hangi cemaatin hangi partiye oy vereceğine dair haberler çıkıyor. İbadetleri yapmakta çok hassas olarak bildiğimiz cemaatlerin, oy verirken hiç de hassas davranmadıklarını hayretle ve ibretle takip ediyoruz. Oy vermek onay vermektir. Oy verdiğin kişi-partinin icraatlarına da ortak olursun.

Sevabına da günahına da ortak olursun. Oy vermek mesuliyet gerektirir. Suyu oturarak içmenin, yemek tabağının dibini sünnetlemenin dini hükmünü bilenlerin kendilerini yönetecek yöneticileri seçmenin dini hükmünü bilmemesi düşünülemez. Oy vermenin mesuliyetini bilmeyen cemaat mi olurmuş?

Cemaatler, dini hassasiyeti olan topluluklardır, dini hayatı titizlikle yaşamak isteyen insanlardan oluşur. Cemaat önderleri de bu titiz yaşantının nasıl olacağını müritlerine yaşayarak öğreten salih önderler ve fikir insanlarıdır. Dini hassasiyeti olan bir topluluğun ya da liderin bir idealinin bir misyonunun bir davasının olmaması düşünülemez. O halde nasıl oluyor da bazı cemaatler Türkiye´de komisyon için ya da vizyon için siyaset yapan fikirsiz ve misyonsuz partileri tercih edebiliyorlar. Hele hele, Türkiye de İslami yaşantının ve inanç özgürlüğünün önüne kanunlar ve yönetmeliklerle engeller koyan partilere oy vermelerini nasıl izah edileceklerdir.

Bu cemaatler, dini yalnızca ibadetlerden müteşekkil zannediyorlar ve dinin devlet hayatını ekonomik ve sosyal hayatı düzenleyemeyeceğini düşünüyorlarsa ya dinlerini tam bilmiyorlar ya da inançlarını laikleştirmişler demektir.

Bazı cemaatlerin partilerle adaylık pazarlığı karşılığı oy vermeyi vaat ettiklerini duyuyoruz. Pazarlık yaptıkları partiler ise zinayı suç olmaktan çıkaran, başörtüsüne ve başörtülülere karşı düşmanlık yapan, İmam-Hatip Liseleri´nin önüne engeller koyan, İslam coğrafyasının kalbini bombalayan işgalci emperyalistlerle işbirliği yapan, faizi kutsayan ve faizsiz ekonomi olmayacağı iddiasında bulunan partilerse bu nasıl bir dini hassasiyettir. Cemaatler ve önderleri eğer bir partiyle pazarlık yapacaklarsa bu pazarlık fikri bir pazarlık olmalıdır. İnanç özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması için yapılan bir pazarlık olmalıdır. Cemaat önderi inancından almış olduğu basiretle, partilerin misyonlarındaki dini zayıflığı görmeli ve telafi etmek için pazarlık yapmalı, aday pazarlığı değil.

Dini topluluklar ilhamını dinden alırlar, ne kapitalizmden ne liberalizmden ne sosyalizmden ne de muhafazakâr demokrasiden beslenirler. İnsanlığın devasa sorunlarına İslamın çözüm önerilerinin olduğunu bilirler, bilmelidirler. Kurtuluş buradadır, hassasiyet de burada gösterilmelidir. Çözümsüz ve müzmin sorunlara İslami çözümler önermek ve üretmek dini siyasete alet etmek anlamına gelmez. Dini siyasete alet etmek deyimini sık sık kullanarak devlet yönetiminden ve siyaset alanından dini uzaklaştırmak en fazla din düşmanlarının işine gelecektir. Oysa en fazla siyaset zemininin dine ihtiyacı vardır. Dinden ve imandan bağımsız ne ahlak sistemi düşünülebilir ne ekonomi sistemi düşünülebilir ne de sosyal bir sistem düşünülebilir. Bu ifadeyi Türkiye´deki dini yaşantıyı geriletmeyi düşünen fikirdeki insanlar söyleyebilirler ancak dini bir topluluğa mensup birinin bu ifadeyi kullanarak dinin siyasi alandan kovulmasına farkında olmadan destek vermesi düşünülemez.

Hem dini bir topluluk olup hem de siyaset yapmak İslami açıdan yanlış bir durum değildir. Çünkü İslam siyaseti ibadet, ibadeti ise siyaset olan bir dindir. İslam hayata dair sözü olmayan mistik bir uzak doğu inancı değildir. Türkiye´de yıllardır Milli Görüş hareketi İslamın çözüm önerilerini hayata taşımaya çalışıyor. Cemaatler Türkiyenin sorunlarına İslami çözümler üretilmesini istiyorlarsa yanlış adresi arıyor yanlış kapıyı çalıyorlar. Teemmül oluna vesselam…
.........

selametle..