Soru : Hocaefendinin dünya'da müslümanlara zulmeden ülkeler (Amerika - İsrail gibi) aleyhinde sarf ettiği açık bir beyanına rastlayamıyoruz. Bu hususu nasıl anlamalıyız ?

El-cevab : Basiret ve feraset sahibleri hiçbir zaman "slogan müslümanı" değil , "icraat müslümanı" olmayı kendilerine hedef seçmişlerdir.

Dünya’da ilk kan akıtan Adem(AS) ‘mın oğlu Kabil aynı zamanda da ilk zalimdir. Habil , kardeşi Kabil’in kendisini öldüreceğini sezdiği bir sırada:”… Yemin ederim ki, sen beni öldürmek için el kaldırırsan, ben seni öldürmek için sana el kaldırmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.Ben isterim ki sen, kendi günahınla beraber benim günahımı da yüklenesin de cehennemliklerden olasın. Zalimlerin cezası işte budur!"(Maide:28-29) diyerek kardeşine nasihat ederek onu vazgeçirmeyi , zorluklar karşısında sabır mükafatını istemiştir.

Müslümanlardan zulüm nerede olursa olsun ona karşı mücadele etmeleri bir vecibedir. Ancak böyle bir mücadele daha kötü bir adaletsizlikle ve de Müslümanların aleyhine sonuçlanmamalıdır. Şayet bu konuda bir güç dengeniz yoksa Kur'an bir alternatif sunmaktadır: “Sabır ve dua”. İnsanlar zalimler tarafından eziyete uğrayıp alaya alınırlarsa, sabırlı olmaları gerekmektedir ve sabırlarından ötürü mükafatlarını alacaklardır (Sure 23/107–111). Bu kişilerin mükâfatları sabır ve metanet şartlarına dayanır; zira "Allah sabredenlerle beraberdir," ayeti mü'minler için geçilmez bir kale olur. Sabretme , oturup miskin miskin beklemek değildir ; Zalim’in oyununa gelmeden onunla hesaplaşacağı ana kadar temkin ve tedbiri elden bırakmıyarak denge unsuru haline gelmek için ilmi – maddi ve manevi güçlenmektir. Efendmiz (S.A.V), "En güzel hayır, zalim bir kral önünde söylenen doğru bir kelimedir," mealindeki hadisin "Kötülüğü en iyi şekilde sav." (Sure 23/96) ayetine muvafık düşmesi elzemdir. O halde hadisi anlarken , Zalime karşı söylenecek doğru söz , usulune , mevsimine ve denge unsuruna göre hareket etme anlamı taşır. Nitekim yine Efendmiz (SAV) ‘min “Bir haksızlığı el ile düzeltme,bu mümkün değilse dil ile düzeltme, buda mümkün değilse kalben buğz ederek kınama “ prensibi bizi bu konuda aydınlatmaktadır.

Dünya'da Müslümanlara zulmeden , onlara hayat hakkı tanımayan Zalim ülke yöneticilerini bilmeyen yoktur herhalde. Şahsen bu konuda o ülke halkının tamamını değil , bahse konu ülke yönetimlerinin baz alınması daha doğru düşmektedir. Çünkü bazen halkın %50-60 ı savaşa veya işgale karşı olabilmektedir. Bahse konu ülkeleri veya Liderlerini tel’in ederek sık sık telaffuz emek , onlar aleyhinde yürüyerek sloganlar atmak ,onların Bayraklarını yakmak bugüne kadar bir şey kazandırmadığı gibi bundan sonrada Müslümanlar adına ciddi bir şey kazandırmayacaktır ! Buları yapmak denge unsuru hale gelmek demek değildir.

Buna isnaden Hocaefendi , bahse konu Denge unsuru olma adına yaptığı ve teşvik ettiği güzel Hizmetlerin yanında , zalimleri ve günümüz firavunlarını bazen ismen bazende ima yol ile anlatmayı tercih ettiğine şahit olmaktayız. Avrupa’nın zalimleri , Asya’nın münafıkları , Amerika’nın yanlışları gibi ...Bunlardan birkaç eleştiriyi inceliyelim :

İbn Ömer anlatıyor: “Allah Resûlü, birgün şark tarafına dönerek”: ألا إن الفتنة هاهنا من حيث يطلع قَرْنُ الشيطان “Dikkat edin fitne bu taraftan, şeytan çağının yayıldığı yerden zuhûr edecektir.” buyurdular.Çok kuvvetli bir ihtimal ile bu hadîsleriyle Efendimiz, günümüzde, Avrupa’nın zalim ve kâfirlerine alternatif olarak şarkta zuhûr edecek olan fitneye işaret buyurmaktadırlar. [1]
Görmüyor musunuz ki, Çin'deki mecusiler, Hindistan'daki Brahmanlar ve Afrika'daki zenciler gibi Avrupa'nın baskısı altında bulunan milletler bizden da fakirdirler. Hem görmüyor musunuz ki, elimizde ve avucumuzdaki herşeyi ya Avrupa'daki bir kısım kâfir ve zâlimler veya Asya'daki münafıklar ya çalıyor veya gasp ediyorlar. [2]

Bugüne kadar, İslâm dünyasına göz açtırmayan ve belini doğrultmasına fırsat vermeyen zalim ve gaddar güçler, az dahi olsa, bunu hissetmiş olacaklar ki, şu anda fevkalâde bir korku ve telaş içindeler. Bugün, milletimizin, Asya’daki mağdur ülkeleri, hatta mazlum İslâm dünyasını arkasına alıp, bu çok geniş coğrafyada, Devlet-i Âliye rolünü oynayacağını düşündükçe, bu hasım âlemin uykuları kaçıyor; kaçıyor ve yeni işgal stratejileri plânlıyor, kendi hesabına ittifak senaryoları hazırlıyor ve bizim hesabımıza da, akla-hayâle gelmedik ihtilaf ve iftirak mizansenleri tanzim ediyor. Biz şimdilik, bütün bunları ümitle çarpan sînelerimizle değerlendiriyor, olup bitenleri “târihî tekerrürler” devr-i dâiminin bir parçası olarak yorumluyor; sonra da yer yer Hakk inâyetinin engin tezahürlerini, derin bir temâşâ zevki içinde seyrediyor. [3]

Eskiden zulüm ve gadir bir veya birkaç şahıstan gelmesine karşılık, şimdi yığınlar zâlimdir. Geçmişin gaddâr fertlerinin yerinde, her tarafa yayılmış şebekeler vardır. Artık cemiyet içinde, yaşayan onlar, gülüp eğlenen onlar ve her tarafta neşeli görünen onların uğursuz ve sarhoş çehreleri... Bu toy-düğün içinde mazlumun iniltisini ne duyan ne de ses veren var!.. [4]

Maalesef, günümüzde yukarıda kısaca temas edip geçtiğimiz zulümlerin hemen hepsi irtikâp edilmekte ve hepsine karşı da sessiz kalınmaktadır. Evet bugün belli kesimlere karşı haksızlık diz boyu; her türden tecavüz, tiranlarınkine denk; karalama, iftira ve tezvir, medyanın eli ve dilinin ulaştığı alan vüs’atinde; şeref, haysiyet ve onurla oynama ahvâl-i âdiyeden; din ve vicdan hürriyetine saygı, seminer ve konferanslardaki bildirilere emanet; demokrasi, ideolojilere göre yorumlanma ibtizaline mâruz; öyle ki, onun adına operasyonlar yapılıyor, ırz çiğneniyor, namus payimâl oluyor, iktidarlar devriliyor, sun’î iktidarlar oluşturuluyor, nesiller asimile ediliyor, “hak” deniyor, bin bir mesâvî işleniyor ve kaba kuvvet temsilcileri dünyanın gözünün içine baka baka tarihte emsali görülmemiş zulümler irtikâp ediyorlar. [5]

Evet, zulüm üzere hayatlarını sürdüren Babil’deki Nemrudlar, Mısır’daki Firavunlar, Roma’daki Neronlar ve Asya’daki Moğollar günü gelince târumâr oldukları gibi, bugün, dünyânın dörtbir yanında inançlı insanlara zulüm eden modern Firavunlar da mevsimi gelince yerle bir olacaklardır. Aslında daha şimdiden, pek çoğu çekilip gitmekte, arkada kalanlar da bozgunun hızını kesme hesabıyla meşgul olmaya başladılar bile. [6]

Evet, bugüne kadar o zalimler, önlerine gelen herkesi eziyor, kendileri gibi düşünmeyenlere kan kusturuyor ve ettiklerinin bir gün gayretullaha dokunacağını hiç mi hiç düşünmüyorlardı. Ezilip horlananlarsa, hiçbir şey yapamama hafakanlarını, sadece onları Allah'a havale etmekle yatıştırmaya çalışıyorlardı. Yıllar hep böyle Muharrem gibi geçti; gözyaşları da Revân Nehri gibi çağlayıp durdu.. derken yapılanlar ilâhî izzete dokundu ve Allah zulmedeni de, zulmü alkışlayıp zalimi seveni de, haksızlıklar karşısında sessiz kalanı da toptan tedip etti/ediyor ve edecektir de. Atalarımız "Zulmile âbâd olanın âhiri berbat olur." demişlerdir ki tarih bunun yüzlerce misaliyle mâlemâldir. Dahası, iğneden ipliğe her şeyin hesabının sorulacağı bir gün var ki, o gün vay haline o zalimlerin..! [7]

Allah dünkü zalimleri bugün cezalandırdığı gibi, günümüzün gaddarlarını da çok yakın bir gelecekte mutlaka tecziye edecektir. Bugün, şahlar, şehinşahlar gibi yaşayanlar, günü gelince sürekli ızdırapla kıvranacak ve sefalet içinde yutkunup duracaklardır. Bu dünya, var olduğu günden beri her zaman yarısı ışık, yarısı da karanlık olagelmiştir. Bugün karanlık yaşayanlar, yakın bir gelecekte -eğer iradelerine emanet edilen dinamikleri iyi kullanırlarsa- aydınlıklara yürüyecek, içinde bulundukları zamanı günahlarıyla kirletenler de karanlıklara yuvarlanacaklardır. [8]

Soru :ABD’de olmanız eleştiriliyor ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) , Kuzey Afrika, Yeşil Kuşak teorisiyle ilintili değerlendirmelere neden oluyor. “Neden Almanya veya Fransa değil” sorusu sorulduğu gibi, Sizi Suudi Arabistan’a veya İran’a yakıştıranlar da, “Madem çok Müslüman, neden oralarda kalmıyor da Amerika’da yaşıyor” diyor. Neden Amerika?

Amerika’ya gelişimin öncesi var. 1997’de anjiyo için gelmiş ve 2-3 ay kalıp dönmüştüm. Hatta o zaman Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel referans olmuş, Cleveland’da bulunan Dr. Murat Bey’i aramıştı. Sağ olsun, alakadar oldu, yol gösterdi, ameliyat üzerinde ısrarla durdu. O zaman da ‘niye Amerika, niye orada kalıyor, kaçtı’ gibi şeyler söylendi. Oysa buraya geldiğimde -kalbimden dolayı- üzerimdeki yorganı kaldıramayacak kadar halsizdim. Doktorların tavsiye ettiği ilaçları kullanıyordum. Bant üzerinde ve açık havada yürüyüşlere devam ediyordum. Ama durumum zordu. Bu seferki gelişim de yine aynı hastalıkla alakalı oldu. Mayo Kliniği’nde Kırım Türklerinden Dr. Sait Bey vardı. Türkiye’ye geldiğinde halimi gördü, ısrarla buraya gelmemi söyledi. Bu davet Almanya’dan olsaydı, Almanya’ya giderdim. Amerika’ya geldim, tedavi başladı, 1-2 ay sonra Türkiye’de o komplo fırtınası koptu. Kalakaldım burada. Gideyim dedim, doktorlar izin vermedi. ‘Kendini büyük tehlikeye atıyorsun’ dediler. Bu mevzuda dünya kadar rapor var. Sağlık durumun ortada. Niye kaçayım, kaçacak neyim var benim?

“Bir ayağı Amerika’da, bir ayağı Suudi Arabistan’da” deniyor.

Suudi Arabistan’a en son 1986’da hac için gitmiştim. 20 yıldır gitmedim. Bir ayağı Suudi Arabistan’da diyenler, eğer gitseydim, o zaman daha farklı yorumlar getirecek, iki ayağı da orda falan diyeceklerdi. Belki başka türlü sorgulamalar olacaktı. İran, daha büyük problem olurdu. İran’la, işin doğrusu münasebetim olmadı. Menşei Türkiye olan eğitim, kültür, hoşgörü faaliyetleri mevzuunda, müşterek bazı şeyler yapalım teklifine de sıcak bakmadılar.
Bana ve beraberimde birkaç arkadaşım oraya gitmesine sıcak bakacaklarına ihtimal vermiyorum. Öyle bir düşüncemiz de hiç olmadı. İran’a gitseydim, şimdi çeşit çeşit yorum yapanlar, o zaman da; “Batı’nın oradaki eli ayağı, gözü kulağı” diyeceklerdi. Kalp bozuk olunca, kendi hayallerinde sizi bir yere oturtunca, bir şeyle bağlayınca sizi, ne yaparsanız yapın yine öyle şeyler diyecekler. Ağızlarını kapamak diye bir vazifemiz de yok. Düşünce ve fikir hürriyeti var. Eğer öyle bir kısıtlama varsa onu sadece bize uyguluyorlar ve o da yeter.

11 Eylül’le ABD’nin içine girdiği süreci, siyasi anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?

11 Eylül’e ve sonraki sürece, ne Amerikalılar ne de başkaları gibi bakma mecburiyetinde değilim. Kuleler yıkıldı, başka yerlerde başka hadiseler meydana geldi. Onları, bu tür hadiselerin, ABD’nin alacağı tavrı hesap eden başkaları da, planlamış, yapmış olabilirler. Arkasında belki de daha evvel bir parçası Afganistan’da, daha sonra Irak’ta gerçekleşen hadiseleri planlamış olan insanlar vardır. Birileri bu meseleyi planladılarsa bunu iyi planladılar, turnayı gözünden vurdular. Korkunç, dünya çapında hadiselere sebebiyet verecek bir şeyi tetiklediler.

Bazı yerlerde hâlâ çözülmeyen problemlere sebebiyet verdi. Problem çözelim derken usulünce çözülüyor mu, usulünce üzerine gidiliyor mu, her zaman sorgulanabilir. Şurası muhakkak ki, yeni yeni problemler doğuyor.
Mesele Irak’ın toprak bütünlüğü parçalanma kertesine geldi. Önlenebilir miydi? Türkiye’nin ağırlığını koyması yeter miydi? Bölge ülkelerinin tavır belirlemeleri ne ifade eder? Yoksa bu mesele böyle mi gider? Bu ise Ortadoğu’yu ciddi bir tehlikeye atıyor. Sıra başka ülkelere de gelir. Başta, bu işi planlayanlar o meseleyi bahane ettiler.
Nasıl olduysa oldu, şimdi Amerika ciddi bir açmazla karşı karşıya.

Sizce Amerika nerede yanlış yaptı?

Birçok yerde yanlış yapıldı. Teşebbüs edecekleri zaman, bize yakın birkaç Türk akademisyene dedik; “Keşke yapmasanız desek, Irak’ın toprak bütünlüğünün bölünmemesi hususunda mülahazalarımızı yazsak ulaştırabilir miyiz? ” Dediler ki; “Şu anda meseleleri bu şekilde anlayacak hissiyata sahip değiller. Kararlılar. Kendilerine verilen bilgiye çok inanmış bir halleri var.”
Sonra görüldü ki CIA, iyi rapor vermemiş. Demek ki bünyede öyle olmasını isteyen bazı kimseler var. Herhalde onlar yanlış bilgiler verdiler. Koskocaman bir devlet, Vietnam’da olduğu gibi maceraya girdi. Her ne kadar; “başarılı oluyoruz, demokrasiyi gerçekleştireceğiz” deseler de şimdilerde Irak’ın kaderine hâkim olunamadığını söylüyorlar. Hatta şu anda nasıl geriye dönülür, onu da kestiremiyorlar. Bazı grupları birbirine vurdurup hakemliklerini pekiştirerek mi kalsalar, yoksa geriye çekilseler mi, ya da daha ılımlı Müslümanları öne çıkarıp diğerlerinin burnunu kırsalar mı gibi, hem itibarlarını kurtarmayı, hem beklentilerini gerçekleştirmeyi düşünüyorlar.
Amerikalılara operasyon öncesi, ulaşabilseydiniz ne diyecektiniz?
Amerika bugün dünya muvazenesinde önemli bir devlet. Şimdiye kadar da demokrasisi ile tanınıyordu. Kredisini burada ucuza harcamamalıydı. Fakat o kredi ucuza gitti. İtibar kaybına uğradılar. Bundan sonra kaba kuvvetle bir şey tutsalar bile, aklıselim iki adım geriye çekilmeyi gerektirir. Kaba kuvvetin kullanıldığı yerde muhakeme tam işlemez. Beyin fırtınaları yaşanmalı, alternatif çözümler düşünülmeliydi. Irak’ın huzuru, toprak bütünlüğü bozulmamalıydı. Bölgede dengeler altüst oldu. Böyle giderse bütün bölge daha da karışacak. Orada muvazene unsuru olan Türkiye’nin rağmına, başkalarının hesabına dengeler değişti. İranlılar, Şiileri de yanlarına alarak öne çıkacaklar. [9]

Avrupa’nın kâfir ve zâlimleri, Asya’nın insanlığı istismar eden münafıkları ve içimizdeki gafiller istemeseler bile, sikkeyi basan, tuğrayı elinde tutan ve peygamberlerce Sultanü’l-Enbiya olarak kabul edilen; O, günde beş defa nam-ı celîlini dünyaya ilân ettiğimiz Sultanlar Sultanı bir gün mutlaka bütün kalblere girecek ve herkesin sevgilisi, mahbubu, mergûbu olacaktır! [10]

Devletin iki ayağının bir kaba nasıl sokulduğunu görüyorsunuz.. ben bu endişemi birçok sohbette arz ettim. Bunlar, dışta plânlanan oyunların, Türkiye’de sahnelendirilmeleridir. Yarın şarkta ayrı bir nifak kapısı, garpta başka bir şikak kapısı, cenûpta farklı bir infilak kapısı ve şimalde koca bir iftirak kapısı açılabilir.. açılabilir; zira bir tarafta kâfir ve zalimler, diğer tarafta Asya’nın münafıkları başımıza binbir gâile açmak için hazır ve tetikte bekliyorlar. Daha önce de, böyle zayıf bir noktamızı yakalamış, koskocaman bir Devlet-i Âliye’yi hem de devletler muvazenesinde, muvazene unsuru bir Devlet-i Âliye’yi, yerle bir etmişlerdi. Millet mânâ kökünde gelen cevheri son olarak Çanakkale’de, istiklâl mücadelesinde kullanmasaydı, bugün bu millet yoktu.. sadece bu millet değil İslâm Âlemi de yoktu. Zira bu milletin dışında devletler ve milletler muvazenesini elinde tutan ikinci bir Müslüman millet zaten olmamıştır. [11]

Amerika, hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. Her fert gibi her milletin de bir ömrü; önünde, gidip içine yuvarlanacağı bir çukur vardır. Amerika da ondan uzak olamaz, müberra kalamaz. Ama demokratik bir sistemdir, Amerika düşmeye başladığı andan itibaren yirmi beş–otuz senede, kırk senede düşer. Çünkü demokrasilerde çökme bir tüyün yerçekimine karşı gidip yere oturması gibi aheste aheste oluyor. Rusya gibi despot idarelerde dağılma, tüpün patlaması gibi patlama şeklinde bir anda yaşanır. O sistemin gereğidir. [12]



[1] M.Fethullah Gülen , Sonsuz Nur – Peygamberin sıfatları Bölümü
[2] M.Fethullah Gülen , Sızıntı, Ocak 1990, Cilt 11, Sayı 132
[3] M.Fethullah Gülen , Sızıntı, Aralık 1994, Cilt 16, Sayı 191
[4] M.Fethullah Gülen, Sızıntı, Mayıs 1983, Cilt 5, Sayı 52
[5] M.Fethullah Gülen, Yeni Ümit, Ocak-Mart 2005, Sayı 67
[6] M.Fethullah Gülen, Yeni Ümit, Temmuz 1989, Cilt 1, Sayı 5
[7] M.Fethullah Gülen , Sızıntı, Mayıs 2003, Cilt 25, Sayı 292
[8] M.Fethullah Gülen , Sızıntı, Mayıs 2003, Cilt 25, Sayı 292
[9] Mehmet Gündem’in Fethullah Gülen Röportajı , Milliyet, 11.01.2005
[10] M.Fethullah Gülen , Sonsuz Nur, Önsöz
[11] M.Fethullah Gülen , Sonsuz Nur, Nurani firasetin Sahibi Bölümü
[12] Nevval Sevindi ile Fethullah Gülen Röprotajı, Yeni Yüzyıl, 23.07.1997