Hayatın kaynağı elementlerde midir?


Madem insanı teşkil eden atom ve elementlerde hayat ve canlılık yoktur. Ferdinde olmayan bütününde de bulunmaz kaidesiyle, her bir atomda olmayan hayat özelliği, atom topluluklarında da yer almayacaktır. Demek ki, insanda bulunan hayat özellikleri, ona dışarıdan bir hayat sahibinden aksetmektedir. Tıpkı, ırmaktaki su damlacıklarına parıltıların güneşten geldiği gibi. Bu durumda insan, bir ayna gibi, Allah’ın bir takım isim ve sıfatlarını yansıtmaktadır. Meselâ, insanda bulunan ilim, malikiyet, kudret, işitme ve görme gibi bir takım sıfatlar, O’nun bu vasıflarına işaret eder. İnsan der; “Ben nasıl bir takım şeyleri görüyorum, Allah da her şeyi görür. Ben nasıl bu haneye sahibim, Allah da bütün kâinatın sahibidir” der. Böylece insan, kendisinde tecelli eden isim ve sıfatlarla Allah’ın o sıfatlarının ve isimlerinin manasını, akıl vasıtasıyla bir derce anlar ve bilir. Hayvanlarda bu sıfatlar olmadığı gibi, bunları değerlendirecek akıl ve muhakemeye de sahip değillerdir. Meselâ, bir koyun, Allah’ın ilim sahibi olduğunu bilemez. Çünkü, kendisinde bu ilim sıfatı bulunmadığı gibi, böyle bir muhakemeyi yapacak akıl da yoktur. İşte insanı diğer varlıklardan üstün kılan vasıf ve özelik de budur. Yani insan, kendisindeki akıl vasıtasıyla mantıklı düşünmekte ve bütün mahlûkat üstünde bir mevkie sahip olmakta ve Allah’a böylece muhatap olabilmektedir. Eşrefi mahlûkat, yani, varlıkların en şereflisi olma vasfını ve makamını kazanmaktadır. İnsanın kıymet ve değeri de, kâinattaki varlıkların yaratılış gaye ve vazifelerini tefekkürle, bunlar hakkında fikir yürütmekle artmaktadır.

İnsanı meleklerden üstün kılan vasfı, onun kainattaki varlıkları inceleme ve anlama yönündeki tefekkürü ve düşüncesi sebebiyledir. Çünkü meleklerin her biri, belli bir görev ve ibadetle vazifelidir. Birisi daima kıyamda iken bir başkası secdededir. Fakat insan, bütün ibadet nevilerini anlayıp yapabilmektedir. Bir melek, insanın açlık, ya da susuzluk eleminin giderilmesinden aldığı lezzetin ve ettiği hamdin derecesine yetişemez. Çünkü, melaike açıkmaz ve susamaz. Dolayısıyla o ihtiyaçların giderilmesinden elde edilen lezzeti bilemediği için, bu konuda Allah’a şükür ve teşekkürü de insanın seviyesine çıkamaz. Mesela, Cenab-ı Hakk’ın Şafi isminin tecellisini melaike bilemez. Çünkü, onlar hastalanmaz. Ama insan, hastalıktan sonra elde ettiği sıhhat nimetinin değerini ve o sıhhati vereni meleklerden daha fazla takdir eder ve O’na teşekkür manasında hamd ve ibadet eder.

İnsanı böyle bir makama çıkaran düşünce ve anlama kabiliyet ve kapasitesi, elementlerde ve atomlarda mevcut değildir. Bu özellik ancak hayat vasıtasıyla insana aksetmektedir. İşte insan, sahip olduğu hayat vasıtasıyla, gayet geniş ve külli ve umumi bir tefekkür ve düşünce ile bütün varlıkların üstünde bir mevki almakta ve bütün kainatın yaratıcısı olan Allah’a hamd ve şükürle, ibadet ve kulluk ile muhatap olabilmektedir.

Günümüz ilim camiasında hakim olan felsefe materyalist felsefedir. Bu felsefe, her şeyi atomlarla ve madde ile açıklamaya çalışır. Halbuki, böyle mekanistik ve materyalist bir yaklaşımla hayat olayını açıklamak mümkün değildir. Çünkü, görme, işitme, zevk alma, acı çekme, öfke, akıl, hayal sevgi ve muhabbet gibi hayatın özellikleri, atom ve moleküllerin yapısında bulunmamaktadır.

Prof. Dr. Adem Tatlı