Dindarlık, Hoşgörü ve Tahammül

Hayrettin Karaman hocanın geçen hafta Yeni Şafak’ta yayınlanan “Tahammül mü, hoş görmek mi?” başlıklı yazısı epey tartışıldı, epey tepki aldı. Benimse yazıda hem katıldığım, hem katılmadığım kısımlar var. Katıldığım kısım, ...


  1. Alt 03-09-2012, 20:38 #1
    safinaz Mesajlar: 3.348
    Hayrettin Karaman hocanın geçen hafta Yeni Şafak’ta yayınlanan “Tahammül mü, hoş görmek mi?” başlıklı yazısı epey tartışıldı, epey tepki aldı. Benimse yazıda hem katıldığım, hem katılmadığım kısımlar var.

    Katıldığım kısım, Hayrettin hocanın, dindarlara sıkça dayatılan “niye bizim ahlak anlayışımızı tasvip etmiyorsunuz bakıyım” küstahlığına karşı haklı tepkisi. “Hiii, duydunuz mu, mayo giymenin günah olduğuna inanıyorlarmış; bu çağda bu kafa” tipi yorumlar, bunun Beyaz Türk medyasında hemen her gün karşımıza çıkan çiğ örnekleri.

    Hem “tek-kültürcü” Batılılar hem de onların yerli versiyonları arasında yaygın olan bu tutumun ardında, kendi ahlaki kıstaslarını herkese empoze eden bir totaliterlik yatıyor kuşkusuz. Oysa herkes neyi doğru neyi yanlış, neyi sevap neyi günah sayacağını kendi bilir. Herkesin, yanlış ve günah saydığı fiilleri “tasvip etmeme hakkı” da bâkidir.

    Ancak bu noktadan sonra, yani “tasvip etmediklerimize karşı ne yapmak gerektiği” meselesinde, biraz farklı düşünüyorum.

    Alan savunması

    Hayrettin hoca bu sorunun ideal cevabının, İslam’a göre yaşamayanlara “aykırı filleri için özel mekanlar ihdas etmek” olduğunu, ama mevcut siyasi sistemde buna imkan olmadığını belirtti. Kıyamet de buradan koptu; “ne yani, gettolar mı yaratmak mı istiyorsunuz aslında” diye soruldu.

    Benim, “din-dışı dünyaya karşı alan savunması” dediğim bu tutumun klasik fıkıhta kaynakları var elbette. Ama bu kaynakları aynen korumak mı, yoksa “tecdid”den mi geçirmek gerek, bir düşünmek lazım. Çünkü modern dünyadaki “alan savunması”nın geleneksel devirdeki maksadı yerine getirdiğini söylemek zor. Seyahatin, televizyonun, internetin bu kadar yaygın olduğu bir devirde, gayrı İslami fikir ve eylemleri gözlerden uzak tutma şansınız yok. Bunu en uç boyutta zorlayan Suudi Arabistan gibi baskıcı rejimler ise sahici dindarlıktan ziyade ikiyüzlülük üretiyor.

    Bu yüzden, ben modern dünyada Müslümanlara gerekenin “alan savunması”ndan çok “bireysel ahlak” olduğunu düşünüyorum. Yani, “bizimkiler günahkarları görüp de sapıtmasın” diye bir baskı ve izolasyon ortamı kurmaktansa, o “bizimkiler”in her birine bireysel bir şuur kazandırmaya çalışmak.

    Esirgenen tebessüm

    Gelelim meselenin üçüncü boyutuna. Hayrettin hoca bu noktaya bugün için “özel mekanlar ihdas etmek” imkanının olmadığını, dolayısıyla mecburen “yan yana yaşanacağını” söyleyerek gelmiş. Ama bu yan yana yaşam içinde, “dine, ahlaka ve âdâba aykırı” yaşayan insanlardan “tebessümü esirgemek” gerektiğini savunmuş.

    Bu, kuşkusuz “tasvip etmeme hakkı” çerçevesinde bir tutumdur. Kimse “demokraside yeri yoktur” filan diyemez.

    Ancak bu “tebessüm esirgeme” ilkesinin din için ne gibi sonuçları olacağını bir düşünelim derim. Korkarım bunun bir ileri aşaması, din-dışı yaşamlara sahip insanların, bunu belli ettikleri her noktada, dindarların manevi hışmına uğramasıdır. Peki acaba bu tutum, söz konusu seküler insanları nasıl etkiler? Onları dine yakınlaştırır mı, yoksa dinden daha da mı uzaklaştırır?

    Küfelik vaziyette evine dönen bir adam, örneğin, kendisine “zıkkım iç emi” imasında bulunan bir çift çatık kaştan mı, yoksa sırtını sıvazlayıp “bir derdin mi var kardeşim” diyen bir kalenderlikten mi daha müspet etkilenir?

    Bunu soruyorum, çünkü Türkiye’de dine mesafeli duran insanların bir kısmının, aslında, Necip Fazıl’ın tabiriyle “kaba softa ve ham yobaz”dan ürkmüş insanlar olduğuna şahidim.

    O insanlara el uzatmanın yolu ise, sanırım biraz daha Sufi-meşrep bir dindarlıktan geçiyor.

    Mustafa Akyol

  2. Alt 03-09-2012, 22:18 #2
    el_feta Mesajlar: 1.168
    anlayış, ilke ve duruş ile tavrın çorba edildiği kof bir yazı bence...
    Müslümanların cehalete karşı tahammül göstermeleri ile küfre karşı sert çıkışları aynı değildir.
    Bakınız İbrahim as ayette ne diyor:

    İbrahim, babası Âzer'e demişti ki: "sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum". (6/71)

    Derken o, bunları parça parça etti. Yalnız kendisine başvursunlar diye onların büyüğünü sağlam bıraktı. (21:58)

    bununla paralel, Allah Resulü'de gece vakitleri hz Ali yi yanına alarak, o zaman için illegal olan bir eylemi gerçekleştirerek, kabedeki putları deviriyorlardı.

    Bunlardan ne anlamalıyız, içinde şirk bulunan inanç ve fikirlere hoşgörü mü, taarruz mu, ne?

    21:67 - "Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun, siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?"

    60:4 - İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal vardır, onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir." Yalnız İbrahim'in babasına: "Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat senin için Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi (önlemeye) gücüm yetmez." demesi hariç. Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana yöneldik. Dönüşümüz de ancak sanadır.


    Delillerimiz arttırabilirim...

    Müslümanlar izzetlidirler. Müslümanlara karşı yumuşak huylu, kafirlere karşı onurlu ve serttirler.
    GAyri müslim bir kimsenin huyuna suyuna gitmek, ince ruhlu olmak ve kalbini fethetmek ile; hayreddin karaman hoca nın anlatmaya çalıştıklarının bence alakası yok. Yazı bu açıdan da, yanlış hedefte...

    selam ederim.

  3. Alt 03-09-2012, 23:01 #3
    safinaz Mesajlar: 3.348
    Mevlana da apaçık sapıklık içindeymiş öyleyse.Tahammül ve aklen,kalben ve zikren tastik aynı şey değildir.O tahammül edilecek olanlardan o kadar çok irşad edilecek olan vardır ki belkide sadece bir tebessüme bakar.

    Ayrıca biz kim oluyoruz ki Allahcılık oynuyoruz.Sosyal yaşama kurallarını geçtim hani şöyle gruplara bölmeden yaşamayı geçtim ruhani yönüylede irdelersek günah günahtır ama onu yaptıran sebepleri Allah bilir,bu nedenle kimin kefesi hangi yöne basıyor net bilinmiyor.

  4. Alt 03-10-2012, 09:21 #4
    el_feta Mesajlar: 1.168
    Mevlana apaçık sapıklık içinde olabilir tabi.. belki de moğol ajanı felandır...
    Aynı dönemin insanları olan nasreddin hoca yı ve ibni teymiyye yi tercih ederim.. neyse...

    Aslında yakın şeylerden bahsediyoruz isek de, Allah beni affetsin, ben sizi anlıyorum ama siz beni anlamıyorsunuz... Allah resulünün sabah namazı için cemaate gelmeyenlerin evlerini yakasım geliyor deyişi ile bu anlattıklarınızı birlikte düşünmeniz gerekiyor. ben merhamet peygamberiyim deyişi ve cennet kılıçların gölgesi altındadır deyişini birlikte anlamanız gerekiyor.
    İslam'ın mevcut düzenler ile uyumlu hale getirmek isteyen, islamın o iddialı yapısından çıkartmak isteyen garip bir zihniyet var ki, bu müstekbirlerin de işine gelen bir islam anlayışı...
    yandaki komşusu alevi diye kapısını çalmaz, berikine gavur diye bakan bir islamdan bahsetmiyoruz. Bunlar, sosyal hayatın içindeki apayrı konular... Kainat, merhamet üzerine kurulmuştur. Affetmek, hep Allah resulüne vahyle bildirilmiştir. Hatta sen kaba ve sert olsa idin etrafından dağılıp giderlerdi diyor ayet... Bir ötekisinin imanla buluşabilmesi için kaynayan bir yürek sahibi olmalı müslüman, nefsini onlara tercih etmeli. Çok merhametli bir eğitici-eğitilen ilişkisi sürdürmeli...

    vesselam..

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.