Kurtuluş anlamında kullanılan ve Kur’an’da birçok yerde geçen hidayet kavramı sözlük anlamı itibariyle, “yol gösterme, kılavuzluk etmek, gündüz, yol, gidişat, doğruluk, öne çıkma” [1] şeklinde tarif edilmiştir.

İsfehani, hidayet kavramını geniş bir şekilde ele almıştır. Müfredat’ta bu kavram özetle şu şekildedir: Bir kimseye nazikçe yol göstermek, kılavuzluk etmektir. Yüce Allah’ın insanı hidayete erdirmesi dört şekilde olmaktadır. Birincisi: yüce Allah’ın, cinsi itibariyle kişiye akıl, zeka ve zorunlu bilgilerden taşıyabileceği kadarını vermesi şeklinde hidayettir. İkincisi: Peygamberlerin dili ve Kur’an’ın indirilmesi yoluyla yapılan hidayet. Üçüncüsü: Kurtuluşa ulaşanların elde ettiği başarı niteliğindeki hidayet ve dördüncüsü ise; ahirette cennete götürecek hidayettir. [2]

Hidayet, öncelikle Allah’tandır ve tek hidayet edici O’dur. Fakat, peygamberler Allah’ın hidayetiyle hidayet edici, yani insanları O’nun yoluna yönelticidirler. Bu yönelişi tam bir hidayet üzerinde oluşa çevirmek yine de Allah’ın elindedir. Peygamber ne kadar isterse istesin, insanlara hidayet veremez.

Hidayeti dua ve niyazla Allah’tan isteyiniz, çünkü hidayet edici O’dur, yani iyi bir çocuk doğurmak ve onu iyi bir insan olarak yetiştirmek için İlahi kudretin tecelli etmesi gerekir. Çünkü, insanın eğitimdeki gücü yetersizdir. İnsan ne kadar güç sarf etse de, Allah’ın hidayeti olmayınca çabalar boşa çıkacaktır. Şu ayetten yüce Allah’ın hidayeti olmayınca hidayet verilemeyeceğini öğreniyoruz. Ayete göre, günahkar nefis bile, İlahi hidayet olmadığı sürece iyi olunamayacağının farkına varır. O, hidayeti insanda değil, insanüstü bir güçte bulur. [3]

Kur’an’da, birçok ayette hidayeti Allah’ın verdiği ifade edilmiştir. Şöyle ki: Hepsi o gün Allah’ın huzuruna çıkacak ve zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara diyecekler ki: “Biz sizin tabilerinizdik. Şimdi siz, Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?” Onlar da diyecekler ki: “Ne yapalım, Allah bizi hidayete erdirseydi biz de sizi doğru yola iletirdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur.” [4] Bir başka ayette, “De ki: beni, Rabbim şeksiz dosdoğru bir yola hidayet buyurdu…” [5] Sonra günahkar nefsin şöyle demesi var: “Bana yazıklar olsun! Gerçekten ben alay edenlerdendim” [6] Ya da şöyle demesi var: “Eğer Allah bana hidayet verseydi, elbette sakınanlardan olurdum.” [7]

İnsanın eğitimi de yine Allah’ın müsaadesiyle olacaktır. Allah dilemezse kimse kimseyi doğru yola iletemez, peygamberler bile. Söz konusu ayet şu bağlamdadır:

“Resulüm! Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; Ancak, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” [8]

Görüldüğü üzere bu ayet, insana, peygamber bile olsa bir insanın başka birini hidayete erdirme gücüne ve yetkisine sahip olmadığı ilkesini öğretmektedir. Buradan din eğitimi bağlamında şu şekilde açılım getirmek de mümkündür: “Hidayet konusunda, köklü bir değişim söz konusu olunca, din eğitimi sadece hazırlayıcı ve istek uyandırıcı bir iş yapmakla sınırlıdır.” [9]

Bir başka yerde de şöyle buyurulmaktadır:

“Ya Muhammed! Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lakin Allah dilediğini hidayete erdirir. Sadece hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allah’ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa; karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.” [10]

İnkardan imana geçiş anlamındaki hidayet, peygamberin eğitim alanı dışında kaldığına göre, “Falan kişi, falan kişiyi hidayete erdirdi” demek mecazi bir ifadedir. Çünkü, hidayeti veren Allah’tır. Hidayet vermeyi şahıslara izafe etmek, in*sanı şirke düşürür. Bir kimsenin, inkarda olan birisini bilgilendirmesi ve yüce Al*lah’ın hidayeti için hazırlaması, onu hidayete erdirdiği anlamına gelmez. Zi*ra, kalbin inkar psikolojisinden imana geçişini yalnızca Allah temin eder.

Netice itibariyle diyebiliriz ki in*kardan imana geçiş gibi şok bir değişim diye tarif edilebilecek hidayet alanı yüce Allah’a aittir. İşte bu alana peygamberler dahi müdahale edememektedir.

“Onlardan sana bakanlar da vardır. Fakat, gerçeği göremiyorlarsa körleri sen mi doğru yola ileteceksin?” [11]

Demek ki bakmak ayrı bir eylem, görmek başka bir eylemdir. Bakmak nazar, görmek ise basar keli*meleriyle ifade edilmektedir. Nazar, yani bakmak kafa gözüyle yapılır*ken, basar gönül gözüyle gerçekleşmektedir.

Gönül gözüyle görmeyenler, gözleriyle baksalar bile manen kör oldukları için, onları doğru yola iletmek çok zordur. Bu ayette sebep-sonuç ilişkisi kurularak psikolojik oluşumların, ahlaki davranışların, Kur’an ve Peygamber’e gösterilen tepkilerin ve onlara yapılan iftiralara sebep olarak gerçeği duymamak dikkatlere sunulmakta ve açıklamalar bu ilişkiler sistemi üzerinde gerçekleştirilmektedir.

Akıl ve gönül ülkelerinin kapılarına hakikate açıp davranışlara, ah*laka ve sosyal ilişkilere giden kanallara girmek suretiyle eğitimi tamam*lamak en doğru yol olacağını bu ayet göstermektedir. Allah insanların gönül gözünün açılmasını, aklın kullanılmasını din eğitiminin birinci amacı olarak görmektedir.

Peygamberler ancak ilahi takdirin sınırları içerisinde görevlerini yerine getirirler. Onların ilahi takdirin olmadığı kişileri eğitme imkanları yoktur. Peygamberlerin eğitim yolunu Kur’an-ı Kerim gösterir. İlgili ayet şu şekildedir:

“İşte böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat, biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.” [12]

Ayete göre Hz. Peygamber’de doğru yola iletebilir. Ancak, hidayete götürmek ve gönülde köklü değişim yapmak Allah’a aittir. Ayrıca, Hz. Peygamber doğru yola kendi fikirleriyle değil Kur’an’la davet edecektir. Çünkü, Kur’an’ın nuru ve ışığı insana zararlıyı ve faydalıyı ayırt edebilme özelliğine sahiptir. İnsanı nefis ve cehaletin karanlıklarından aydınlığa çıkarır.

Kur’an’ı Kerim’de, 316 yerde “h-d-y” kökünden türeyen kelime kullanılmıştır. [13] Hidayet kavramının Kur’an’da geniş bir şekilde ele alınması Kur’an’ın rehberlik için ilk kaynak olduğunu göstermektedir.

İster peygamber olsun isterse diğer insanların rehberlikleri olsun ilahi kaynaktan ışığını alır. O ışık olmadan asla rehberlik olmaz. İlim ve hidayetle, peygamberlerin kalbi dalgalı deniz gibi oldu. İlimle hidayet nefse ulaştı. Sonra, ilim nefsi doyurdu. Neticede nefsin tavır ve niteliği değişti. Sonra, ilim nefisten organlara yayılarak onları yeşertti. Bütün bu işlemler tamamlanınca Allah onu insanlığa eğitici olarak gönderdi. [14]

Eğitimde rehberlik ancak ilahi kaynaktır. Bu kaynağı dikkate almayan eğitim sistemleri noksandır. Bu kaynağın ardından peygamberler gelir. İnsanlık yaşadıkça bu rehberlik kaynakları devam eder. Bu kaynakların rehberlik görevleri insanlar tarafından ele geçirilemez. Bunların çağdışı kaldığını söyleyip, birtakım fikir ve sistemlerin yeterli olacağını savunmak anlamsızdır. Bu, insanın tabiatını bozmak ve onu tutsak haline getirmek demektir. [15]

Yüce Allah’ın, hidayeti kimlere vereceğini, hangi inanç ve davranışlara sahip olan kişilerin hidayeti hak edeceğini ayetlerle ifade edecek olursak, şu şekilde bir tasnif yapmak mümkündür:

İnanıp iyi işler yapanlar:

“İman edip güzel işler yapanlara gelince, imanları sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennetlerde, altından ırmaklar akan saraylara kavuşturur.” [16]

Bu ayette, imanın etkinliğinden söz edilmektedir. İman etmenin yanında yararlı işler gündeme getirilmektedir. Kur’an’ın bir diğer metodu da budur. İman, daima ya*rarlı işi çağırmaktadır. İşte, bu iman ve yararlı işler ki sahibini mutluluğa götürecektir. İman ettiği halde yararlı iş yapmayanlar imanları*nı sorgulamalıdırlar.

Ayrıca, Allah’ın kitap ve peygamberlik verdiği kimseler:

“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerden, Adem’in soyundan, Nuh ile birlikte gemide taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail, Ya’kub’un soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir... [17]

Yüce Allah, başka ayetlerde peygamberlerin özelliklerini ve onlarla olan ilişkisini teker teker anlatmasına rağmen bu ayette hepsi*ni nimetlendirdiğini söylerken bir arada anmıştır. Yüce Allah’ın nimetlendirmesi ve hidayet onların ortak özelliği olmaktadır.

Yüce Allah insanlara gönderdiği pey*gamberlerin okulunu, öğretimini ve eğitimini anlatmakta ve bunun kesintisiz devam eden bir süreç olduğuna dikkat çekmektedir. Bu okulun nurlu ırmağı Hz. Adem’den çıkmış, akarak Hz. Muhammed’de son bulmuştur. Artık bu okulun devamı, normal insanların içerisinden yeti*şecek olan güçlü akıl ve bilgi sahipleri ile sağlanacaktır. [18]

Allah’ın seçkin kulları:

“…Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; onun tevbesini kabul etti ve onu doğru yola yöneltti.” [19]

Görüldüğü gibi, hidayet kavramıyla yüce Allah Hz. İbrahim’in hayatından kesitler sunmaktadır. Onun ne denli kuvvetli bir inanç ve teslimiyet sahibi olduğu ve yüksek bir erdemi kendinde topladığı ifade edilmektedir.

Allah’ın hidayet ettikleri:

“De ki: Ey insanlar, size Rabbiniz tarafından bir hak geldi. Kim ihtida eder, doğru yola giderse, kendi lehine doğru yola gitmiş olur. Kim de dalalet içinde olursa, saparsa; kendi aleyhine sapmış olur. Ben üzerinize vekil değilim.” [20]

Kur’an ismi ile anılan hakikat bilgisi geldikten sonra, doğru yolu izlemeyi tercih edenler, kendi lehlerine olarak bunu tercih etmiş olacaklardır. Hakikat bilgisinin, yani Kur’an’ın başta gelen görevlerinden biri insana “seçme özgürlüğünü” tanımasıdır. Kur’an, “doğru yol” ile “yanlış yol” arasındaki seçeneği, insana bilgilendirip sonra sunmaktadır.

Böylece Kur’an, öğretim faaliyetinin ol*madığı bir yerde, böylesine bir seçeneğin kullanılamayacağına işaret etmekte, insana doğru yol ile sapıklığı seçme özgürlüğünü tanıma*nın yanlış olacağını vurgulamaktadır. Onun için Yüce Allah önce hakikat bilgisini gönderip, insanlara neyin iyi, neyin kötü; neyin hak, neyin batıl; neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu öğretiyor ve ardından insanın seçeneğinde özgür olduğunu söylüyor. [21]

Demek ki Kur’an, insanın eylemlerinin getireceği fayda veya zararın arkasında kendi seçiminin olduğunu ve bu sebepten dolayı da sorumlu olacağını vurgulamaktadır.

İnanıp Allah’a bağlananlar:

“Kim Allah’a iman edip de buna sarılırsa, yarın Allah onları kendi katında mutlak bir rahmet içine koyacak ve dosdoğru bir yol ile kendine yöneltecektir.” [22]

Burada ki “Allah’a giden doğru yol” ifadesi, çokluk aleminden tevhid alemine giden yolu ifade etmektedir. Yüce Allah’a giden bu doğru yol şirki dışlayan, anne baba hakkını tanıyan, çocuk haklarına riayet eden, kamu ahlakını koruyan, hayat hakkını gözeten, yetim hakkını muhafaza eden, kul hakkına riayet eden, hukuki haklara itibar eden ve Allah’a verilen sözü yerine getirmenin yoludur diyebiliriz.

Allah yolunda cihad edenler:

“Bizim uğrumuzda cihad edenlere gelince, Biz onlara elbette yollarımızı gösteririz...” [23]

Ayette, insanın inkar fırtınasına karşı inancını sağlam tutabilme mücadelesi olan cihad söz konusu olmaktadır. Ancak, burada cihad savaş anlamında değil, iman ettik diyen insanların adeta imtihanı olmaktadır.

Yani önce insan, yüce Allah’ın davası uğruna üstün bir gayret gösterecek, sonra da Allah ona doğru yolları öğretecek ve onunla beraber olacaktır.

Dünya zorluklarına sabredenler:

“Elbette biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri.” [24]

Söz konusu ayete din eğitimi bağlamında yaklaşırsak şöyle söyleyebiliriz: Allah, ana-babaların, siyasiler ve eğitimcilerin kendilerinden sonra bırakacakları neslin, kendi amaçlarını, kültürlerini ve güçlerini devam et*tirip ettiremeyecekleri endişesi içerisinde olmaları gerektiğine işaret etmektedir. Nesilleri daha iyi yetiştirmeye sebep olacak olan korkunun, onların üzerine titremek manasının da olduğu bilinmelidir. Öte yandan eğitim açısından korku, bir imtihan alanıdır.

Gelecek nesillerden endişe içinde olmayanlar veya bu endişenin gideril*mesi için eğitimi güçlendirmeyenler, kendi milletlerinin hayatını tehlikeye sokarlar.

Sözü dinleyip de en güzeline uyanlar:

“Tağuta ibadet etmekten kaçınıp, gönülden Allah’a yönelenlere müjdeler var! O halde sözü dinleyip sonra da en güzelini tatbik eden kullarımı müjdele! İşte onlardır Allah’ın hidayetine mazhar olanlar ve işte akl-ı selim sahibi olanlar.” [25]

Allah’ın hidayeti insana gelmeden önce insanın alt yapıyı hazırlaması gerekiyor. O önce tağuttan uzaklaşacak, gönlünü Allah’a yönlendirecek, sözü dinleyip en güzeline uyacak ve bütün bunların ardından Allah’ın hidayeti gelecektir. Demek ki, akıl kendisini eylemlerle göstermekte ve varlığını ortaya koymaktadır.

İşte bu gibi ayetlere muhatap olanlar hidayeti hak edenlerdir. Eğitimcilere düşen görev, bu ilahi beyanlara kurak vermek ve alınması gereken dersleri alarak insanlığa sunmasını bilmektir. Güzel bir sunum ki, aklın önündeki engelleri kaldıracak, ufkunun açılmasını temin edecek ve insanın düşünmesini sağlayacaktır.

[1] İbn Manzur, a.g.e., “hdy” md.

[2] Ragıb el-İsfehani, a.g.e., “hdy” md.

[3] Bayraktar Bayraklı, İslamda Eğitim, Bayraklı Yay., İstanbul, 2002, 198.

[4] İbrahim, 14/21.

[5] En’am, 6/161.

[6] Zümer, 39/56.

[7] Zümer, 39/57.

[8] Kasas, 28/56.

[9] Bayraklı, a.g.e., XIV. 350.

[10] Bakara, 2/272.

[11] Yunus, 10/43.

[12] Şura, 42/52.

[13] M. Fuad Abdulbaki, a.g.e., “hdy” md.

[14] Bayraklı, a.g.e., 199.

[15] Bayraklı, a.g.e., 200.

[16] Yunus, 10/9.

[17] Meryem, 19/58.

[18] Bayraklı, a.g.e., XII, 158.

[19] Nahl, 16/120-121; Ta-ha, 121-122.

[20] Yunus, 10/108.

[21] Bayraklı, a.g.e., IX, 103-104.

[22] Nisa, 4/175.

[23] Ankebut, 29/69.

[24] Bakara, 2/155-157.

[25] Zümer, 39/17-18.

NURULLAH DAĞ
İstanbul Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
22.04.2007