Hamdık,piştik,sevgi olduk

Yetimdi, öksüzdü çocuk… Çaresiz bir köşede oturuyordu. Birden başının üstünde bir sıcaklık hissetti… Öyle bir sıcaklıktı ki, yakmıyordu. Öyle bir sıcaklıktı ki; Saçlarının her telinden, beynine, yüreğine, cemre cemre bahar ...


Ağaç Şeklinde Aç3Beğeni
  • 2 gönderen beyza
  • 1 gönderen xyzt

  1. Alt 08-07-2008, 12:35 #1
    beyza Mesajlar: 2.053
    Yetimdi, öksüzdü çocuk…

    Çaresiz bir köşede oturuyordu.

    Birden başının üstünde bir sıcaklık hissetti…

    Öyle bir sıcaklıktı ki, yakmıyordu.

    Öyle bir sıcaklıktı ki;

    Saçlarının her telinden, beynine, yüreğine, cemre cemre bahar müjdeleniyordu sanki.

    Bir el, yetim, öksüz çocuğun başını okşuyordu.

    Çocuğun hissettiği sıcaklık bu elin cemresiydi.

    Kıvırcık saçlarının arasından incitmeyen, incecik saç tellerini bile kırmayan bir dokunuş…

    Neydi şefkat?

    Aman Allah’ım bu el şefkat miydi yoksa?

    Merhamet…

    Onu hiç görmemişti etrafında…

    Çocuk merhametin ismini duymuştu yalnızca… Merhamet bu muydu?

    Küçük bir köpeği vardı çocuğun…

    Köpeğini çok severdi.

    Köpeği de ona alışmıştı…

    Kim bilir belki çok seviyordu çocuğu…

    Çocuk ağaçları da, çiçekleri de seviyordu…

    Yani sevgiyi biliyordu çocuk, seviyordu…

    Ama köpeği dışında hiç kimsenin sevgisini hissetmiyordu…

    Bu el sevgi miydi yoksa?

    Başını kaldırıp, o elin sahibine bakmak istemiyordu?

    İstemiyordu, çünkü korkuyordu.

    Korkuyordu…

    Ya… Ya elini çekerse başımdan…

    Ya elini çeker, bu hiç hissetmediğim, beni ısıtan duyguları çekip alırsa diye korkuyordu…

    Ya biterse bu duygular, bir anda…

    Hayır, hayır… Biraz daha…

    Biraz daha merhamet, biraz daha sevgi…

    Ama bilmiyordu ki çocuk;

    “Her korkuda binlerce eminlik vardır, göz karasında onca aydınlık mevcut”
    Bilmiyordu, korkuyordu…

    “Ya bu şefkatli el, benden uzaklaşırsa” diyordu…

    Ağlamaya başladı çocuk… Siyah gözlerinden yaşlar akıyordu…

    Ağlıyordu, gözyaşları toprağı ıslattığı gibi, minicik yüreğini de ıslatıyordu.

    Bu ne güzel bir duygu ki, ağlarken mutlu olduğunu hissediyordu…

    Bu ne güzel bir duygu ki, başını okşayan bir elle, sahipsiz olmadığını

    hissediyordu.

    Annesinin eli miydi?

    Babasının eli miydi?

    Ama yetimdi, öksüzdü…

    Kimin eliydi bu…

    Bir anne ancak bu kadar şefkatle dokunabilirdi çocuğuna,

    Ya da bir baba ancak böyle sevgiyle dokunabilirdi evladına.

    Ağlıyordu çocuk…

    “Bulutlar ağlamazsa, yeşillikler nasıl güler”

    O da ağlıyordu.

    Ağlıyor, için için tebessüm ediyor, mutluluğunu doyasıya yaşıyordu.

    Ama birde vuslat vardı işin içinde.

    Doğru ya, başını kaldıracak, bu elin sahibiyle göz göze gelecekti.

    Kim bilir belki de bu vuslat ona, merhameti zirvede yaşatacak, sevgiyi

    doyumsuz kılacak ve şefkati hayatının parçası yapacaktı.

    Ayçiçeğinin güneşe doğru başını kaldırması gibi kaldırdı başını…

    “MUHAMMET” dedi, durdu…

    Belki duymuşluğu vardı da…

    Ne bilmişliği, ne görmüşlüğü yoktu çocuğun.

    Peygamberi tanımıyordu ki.

    Ama bütün kapıları açılmıştı bir anda…

    Gönül kapısı, akıl kapısı, bilgi kapısı, ruhta var olan, birçoğu kapalı olan bütün

    kapılar açılmıştı ki; onu tanımış, ismini oracıkta söylemişti.

    Başını okşayan el, ellerin en güzeliymiş meğer…

    Başını okşayan el, merhametlilerin merhametlisi Allah’ın, peygamberi olan,

    şefkat elçisi; Muhammet Mustafa’ymış meğer.

    Meğer ruh kapısını açan, dilini çözen, sevgililer sevgilisi peygamberimizmiş…

    Ne güzel…

    Ne mutlu an…

    Bir çocuk, bir öksüz çocuk, bir yetim çocuk, saçını okşayan el yüzünden

    şefkati öğreniyor saçının tellerinden…

    Ne güzel…

    Ne mutlu an!

    Bir çocuk, merhameti başının üstünde taşıyor… Kimseden o güne kadar

    tadamadığı sevgiyi, edebin en muhteşem haliyle, ebedi olarak yaşıyor…

    Acaba çocuk bu sözü de bilmiş miydi?

    Hani Mevlana ne demişti?

    “Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir, bir sevgiliye

    harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.”

    Sevgiliye feda edilecek ne kadar çok şey varmış meğer.

    Çocuk öğreniyor…

    Öğrendikçe, hissettikçe sevmeye başlıyordu…

    Kendisini şimdiye kadar sevmeyenleri bile, ona merhamet etmeyenleri, bir

    parça bile şefkat göstermeyenleri seviyordu…

    Sevmeyen hoş görür müydü?

    Sevmeyen merhameti bilir miydi?

    Sevmeyen şefkatli olabilir miydi?

    Öz burada, sevgide…

    Mevlana sevgiyi anlatıyordu;

    “Sevgiden, tortulu bulanık sular, arı-duru bir hale gelir.

    Sevgiden, dertler şifa bulur.

    Sevgiden, ölüler dirilir.

    Sevgiden, padişahlar kul olur.

    Bu sevgi de, bilgi neticesidir.”

    Biliyordu çocuk, biliyordu artık…

    “Sevgide güneş gibi ol” demişti ya Mevlana…

    Çocuk başını okşayan, o mübarek elin sahibinden öğrenmişti zaten, sevgiyi ve güneş gibi olmayı.

    Çocuğun başına dokunan el, Muhammet Mustafa’nın eli, çocuğun gönlünden

    Kevser misali akarsuları akıtmıştı.

    Mevlana;”Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol” demişti.

    Çocuk “Kevser” olmuştu.

    Mevlana; “Tevazu da toprak gibi, öfkede ölü gibi ol” demişti ya o da olmuştu…

    Sevgi, her şey dedik ya…

    Yetim, öksüz çocuk, sevgililer sevgilisinin dokunuşuyla; pişmiş, yanmış, sevgi olmuştu…

    alıntı_

    gizemli ve xyzt bunu beğendiler.
  2. Alt 08-07-2008, 17:35 #2
    xyzt Mesajlar: 384
    ne kadar güzel bi yazı. herkes okumalı bence

    beyza bunu beğendi.
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.