Neden “yağmuru bulutlar taşır” da “yağmur, yoğunluk vesilesiyle iner” zemine…

Neden “her kar tanesini bir melek indirir” de “karlar, çiçek misali bozulmadan süsler” yeryüzünü…

Neden “yer plakaları hareket ederken birbirlerine çarpar” da depremler olur bu vesile ile..

Neden “polenler rüzgar vesilesi ile dört bir yanı dolanır” da çiçekler tohum tohum düşmeden renk vermez toprağa…

Neden “meyve, ağaçsız-dalsız olmaz” da fidan vesilesiyle kavuşuruz ancak o güzelim nimetlere..

Neden “eti inek, koyun vesilesiyle elde ederiz” de gökten zembille inmez insanlığa bıldırcın misali..

Neden “zeytini, inciri topraktan çıkarırız” da tohumsuz mahsul alamayız kudret helvası gibi..

Neden güneş var sıcak vesilesi?

Neden ay gece için?

Neden su ve ateş hep bir nedenin ardında?

Neden?

Neden?

Neden?

Neden “neden”lerle dolu bir dünyamız var ki?

İsmi lâzım değil, bir şâirin dediği gibi:

“...Hiç acıkmasam dersin, hiç yorulmasam dersin, hiç ihtiyacım olmasa dersin; e ölsene o zaman…”

Dünya cennet değil ki bu sebeplerden münezzeh bir hayat yaşayalım…

Cenâb-ı Hak, “neden”lerin arkasına gizlenmiş idraklerin ötesinde tek gerçek;

“Ey iman edenler! Allâh’tan korkun ve O’na yaklaşmak için vesileler arayın…” (el-Mâide, 35)

Bütün bu vesileler olmadan da var kılınırdı kâinat, tıpkı sebeplerden soyundurulmuş cennet ve cehennem gibi… Halbuki bir hükümdarlığın saltanatı, nasıl çalışanlarının ve ordusunun büyüklüğüyle idrak edilebiliyorsa; Hak olan da sayısız vesile ve meleklerini yaymış saltanatının dört bir yanına anlayalım diye… Âlemde her şey bir vesîle ile var ve asıl gâye, bu vesîlenin ardındaki gerçek saltanatı görebilmek…

Tevessülü inkâr eden bir kısım âlim (!) zevât, bu kâinatı sebepsiz var oluşlarla nasıl açıklayabilir ki? Görünen âlemden görünmeyen âleme geçebilmek, bu tevessüllerin gerçek yüzüne vâkıf olabilmekle mümkün iken, nasıl inkar edilebilir Mevlânâlar, Geylânîler, İsmail Hâkkı Bursevîler?!

Kim okumuş, kâinattaki vesîleleri Mevlânâ gibi? Kim vâkıf olmuş uhrevî vesîlelere A. Geylânî gibi? Kim şifaya vesile olmuş İsmail Hakkı Bursevî gibi?

Mümin yüreklere en derin ve uçsuz ufuklar açan bu gönül sultanları, Hak yolunun en ulvî vasıtaları değil midir sizce de?! Allâh’a giden yolda fikir, zikir, ibadete dâir her zerre bir vâsıta ise, Hak dostlarının nasihatleri, nazarları neden bir vesile olmasın? Ve kendi rızası için yapılan hiçbir işi boş çevirmeyen Rabbimiz, ömürlerini Hak’a yol olabilmek için feda etmiş bu gönüllü vasıtalarını hangi hikmetle kabul buyurmasın ki?!

Ya da küçük bir kar tanesine bir meleği vesîle kılan Cenâb-ı Hakk’ın; yağmur için basit bir bulutu vesîle kılan Rab Teâlâ’nın, Arş’ın yanında bir hiç bile olmayan bu varlık âlemi için Habibini mi vesîle kılması mantıksız -hâşâ-? Varlığımız Onunla, “Onun yolunun toprakları”yla şeref kazanıyorken, kendimizi vesilesiz yüceltme gayreti niye?

Kâinat nice güzel vesilelerle muttasıf yaratılmış… Bu sebep ve sıfatlardan yol bularak “Sebeplerin Sebebi”ne vâsıl olmak ne güzel… Bilhassa bu yolculuğu gönül ikliminin kaptan-ı deryalarıyla tamamlayabilmek…

Râbbimiz; Mevlânâların, Geylânîlerin, Yûnusların vâsıtalarında yer alabilmeyi ihsân eylesin... Nûrânî sîmâlardaki ışık vesilesiyle Nûr’a gark olabilmeyi nasîb etsin cümlemize…

Huri Eryılmaz