Bediüzzaman’ın Bakış Açısıyla Ä°slam ve Batı Medeniyeti

Bediüzzaman’ın Bakış Açısıyla Ä°slam ve Batı Medeniyetinin MenÅŸe’ BaÄŸlamında Mukayesesi Medeniyet Nedir ve BaÅŸarısı Neyle Ölçülür? Bediüzzaman, bir medeniyetin sadece bir din, bir bölge veya bir asrın ürünü olamayacağını ancak, ...


  1. Alt 05-13-2008, 20:23 #1
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Bediüzzaman’ın Bakış Açısıyla Ä°slam ve Batı Medeniyetinin MenÅŸe’ BaÄŸlamında Mukayesesi

    Medeniyet Nedir ve Başarısı Neyle Ölçülür?

    Bediüzzaman, bir medeniyetin sadece bir din, bir bölge veya bir asrın ürünü olamayacağını ancak, umumun malı olabileceğini belirtir. Özellikle medeniyetlerin mehasinlerinin üç kaynağının olduğunu ifade eder:
    a. Telâhuk-ı efkar,
    b. Semâvi ÅŸerayi’,
    c. Hâcât-ı zaruriye.

    Bediüzzaman, Avrupa medeniyetinin mehasinleri için bu listeye semavî ÅŸerayi’ menÅŸeli olmakla beraber, özele doÄŸru vurgu yaparak, hususi bir kaynak daha ilave etmektedir ki, o da “Ä°slami Ä°nkılap”dır. (Sözler, s. 655) “Avrupa’nın en büyük üstadı Endülüs Devlet-i Ä°slamiyesidir.”(Sözler, s. 313) ifadesiyle daha somut ve doÄŸrudan etkinin kaynağını da belirtir. Böylece, genel bu üç kaynak dışında, bazı medeniyetleri hususi olarak etkileyen kaynakların da mevcut olabileceÄŸini ifade etmiÅŸ olmaktadır.

    Bediüzzaman, bir medeniyetin baÅŸarılı sayılabilmesi, saadeti temin ettiÄŸinin kabul edilebilmesi için ya “külle”, yani umuma veya “lâakal ekseriyete”, yani insanlığın çoÄŸunluÄŸuna “medâr-ı necât” olması gerektiÄŸini belirtmektedir. (Sözler, s. 653) Ayrıca, medeniyetteki hakiki maksadının “istirahat-ı umûmî ve saadet-i hayat-ı dünyeviye” olduÄŸunu (EmirdaÄŸ Lahikası, s. 335) ifade etmektedir.

    Bediüzzaman, “medeniyetin kanunu” olarak telâhuk-ı efkarı gördüğü gibi, medeniyetleri ihtiyarlandıran, dolayısıyla ölüme mahkum edenin de, “mesâvi-i medeniyetin mehasinine galebe gelmesidir”(Muhakemat, s. 37-39) demektedir.

    Batı (Avrupa) Medeniyetinin Menşei ve Temel Özelliği
    Her medeniyeti ÅŸekillendiren ve ona bir nevi kimlik kazandıran menÅŸe ve özelliklere dikkat eden Bediüzzaman’a göre, “Bir asıldan ikiz olarak neÅŸet eden” (Tarihçe-i Hayat, s. 119) Avrupa medeniyetinin Eski Roma ve Yunan olarak iki “dehası” vardır. Bunlardan birisi “hayalâlûd”, diÄŸeri ise “maddeperest”ti. “Su içindeki yaÄŸ gibi” birbiri ile “imtizaç” olmayan, Avrupa’nın bu iki dehası, uzun süre birlikte olmalarına, medeniyetlerinin bu ayrılığı ortadan kaldırmak için çabalamasına, daha sonra Hıristiyanlığın da çalışmasına raÄŸmen “hiçbiri de temzicine muvaffak olamadı.” Ä°ki dehanın her biri “istiklallerini filcümle hıfzeyle”dikleri gibi, modern dönemde de (el’an) adeta iki ruh cesetleri deÄŸiÅŸmiÅŸ ÅŸekilde Alman, Fransız olarak mevcudiyetlerini korudular. “O ikiz iki dehanın, öküz gibi” birleÅŸmeyi reddettiklerini zaman da gösterdi. Avrupa medeniyetinin iki dehası “ikizdi, kardeÅŸti, arkadaÅŸtı, yoldaÅŸtı” ancak, buna raÄŸmen “birbirleri ile dövüştü, hiç de barışmadı”.

    Yalnız, Avrupa medeniyetinin iki dehası olmasına karşılık, bu dehalardan birinin Batı medeniyetinin ruhunu oluÅŸturduÄŸunun bir ifadesi olarak Bediüzzaman, “bu medeniyetin ruhu Roma dehası”dır (Sözler, s. 654) demektedir.
    Bediüzzaman, Avrupa medeniyetini, mehasinlerini de dikkate alarak ikiye ayırmaktadır. “Hakiki Hıristiyanlık”tan feyizle, insanlığın sosyal hayatına faydalı sanatlar ile adalet ve hakkaniyete hizmet eden fenleri, “mehasin-i medeniyet ve fünûn-ı nafia” olarak kabul ve takdir etmektedir.

    Ancak, Bediüzzaman, bu takdir ettiÄŸi kısım dolayısıyla Avrupa medeniyetinin doÄŸruluk ve üstünlüğünü kabul etmemektedir. Zira mehasin kısım Avrupa medeniyetini temsil etmemektedir. Bediüzzaman, “malayani ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın ÅŸahs-ı manevisi”nin bir elinde dalaletli felsefeyi, diÄŸer elinde de sefih ve muzır medeniyeti tuttuÄŸunu belirtmektedir.(Lem’alar, s. 123) Hatta, Avrupa medeniyetinin sefahat ve delaletle bozulmuÅŸ olduÄŸunu, Avrupa’nın belli ölçüde mehasininin kaynağı olan Hıristiyanlıktan da uzaklaÅŸtığını ifade etmektedir. (Lem’alar, s. 124)

    Batı Medeniyetinin Esasları

    Bediüzzaman, temeline ve eserlerine bakmak ÅŸartıyla Avrupa medeniyetinin “menfi” beÅŸ esas üzerine kurulup iÅŸlediÄŸini belirtir.
    “Nokta-i istinad: Hakka bedel kuvvettir. Kuvvet ise, ÅŸe’nidir tecavüz ve teâruz. Bundan çıkar hıyânet.
    Hedef-i kasdı, fazîlet bedeline hasis bir menfaattir. Menfaatin ÅŸe’nidir tezâhum ve tehâsum. Bundan çıkar cinayet.
    Hayattaki kanunu, teâvün bedeline, bir düstur-u cidâldir. Cidâlin ÅŸe’ni budur: tenâzu’ ve tedâfü’. Bundan çıkar sefâlet.
    Akvâmların beyninde râbıta-i esası: âharın zararına müntebih unsuriyet. Başkaları yutmakla beslenir, alır kuvvet.
    Milliyet-i menfiye, unsuriyet, milliyet; ÅŸe’ni olur dâimâ böyle müthiÅŸ tesâdüm, böyle feci telâtum. Bundan çıkar helâket.
    Beşincisi şudur ki: Câzibedar hizmeti hevâ , hevesi teşcî, teshil; hevesâtı, arzuları tatmin. Bundan çıkar sefâhet.
    O hevâ, hem heves, ÅŸe’ni budur dâimâ: Ä°nsanı memsuh eder, sîreti deÄŸiÅŸtirir. Mânevî meshediyor; deÄŸiÅŸir insaniyet.
    Åžu medenîlerden çoÄŸunun eÄŸer içini dışına çevirirsen, görürsün: BaÅŸta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır; sîreti olur sûret.” (Sözler, s. 653)
    Bediüzzaman, dayanak noktası, hedefi, içtimai hayattaki kanunu, kavimler-milletler arasındaki bağı ve cazibesi bakımından Batı medeniyetinin esaslarının menfi ve zararlı olduğunu ve insanlığa mutluluk getiremeyeceğini belirtmektedir.

    Batı Medeniyetinin Hataları

    Bediüzzaman, Batı medeniyetinin—kendi ifadesi ile—“medeniyet-i hazıra-i garbiye”nin, “semavi kanun-ı esâsilere muhalif olarak hareket ettiÄŸi için seyyiatı(nın) hasenatına, hataları-zararları(nın) faydalarına” üstün geldiÄŸini, medeniyetteki hakiki gayesinin tersine olarak, istirahat-ı umumiyeyi ve dünya hayatının saadetini bozduÄŸunu belirtmektedir. Ayrıca, Batı medeniyetinin iktisat-kanaat yerine israf ve sefaheti, çalışma ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meylini ön plana çıkması dolayısıyla, insanlığı fakir ve tembel eylediÄŸini söylemektedir.

    Mevcut “Garp medeniyet-i zalime”sinin suiistimal, israfat ve hevesatı tehyiç ettiÄŸini ve gayr-i zaruri ihtiyaçları zaruri hacetler hükmüne getirdiÄŸini, bir insanın gerçekte muhtaç olduÄŸunu dört haceti yirmiye çıkardığını, ancak helal kazancın bunu karşılayamamasından dolayı insanlığın gayr-i meÅŸru yollara yöneldiÄŸini ve “fakir” hale getirildiÄŸini tespit etmektedir. (EmirdaÄŸ Lahikası, s. 335)

    Batı medeniyetinin insanın ruhunu bile maddileştirmeye yönelmiş, maddiyunluğu esas almış, insanlığa saadet yerine bir zehir vermiş, riyakarlığı düstur haline getirmiş, aileyi bozmuş, tembelliği artırmış, ihtiyaçları fazlalaştırmış, kârı ise çok az ellerde toplamış ve bir asi ve suçlu yüzünden başkalarını da suçlayarak öldürmüş olmasından dolayı Bediüzzaman, hatalarla dolu kabul etmektedir.

    Batı Medeniyetindeki Mehasinin Kaynağı
    Avrupa medeniyetinin mehasinlerinin de olduÄŸunu ifade eden Bediüzzaman, ancak bu mehasinlerin “umum”un, yani insanlığın ortak malı olduÄŸunu, bundan dolayı mehasinlerin ne Hıristiyanlığın malı, ne Avrupa icadı, ne de son asrın sanatı olarak kabul edilemeyeceÄŸini belirtir. Ä°nsanlığın ortak malı olan ve Avrupa medeniyetinde tezahür eden mehasinlerin dört kaynağının bulunduÄŸunu ifade eder:
    a. Telâhuk-ı Efkar, (fikirlerin birbirine eklenmesi)
    b. Semâvi ÅŸerayi’, (semavi dinler)
    c. Hâcât-ı fıtriye, (fıtri ihtiyaçlar)
    d. Hususiyle ÅŸer-i Ahmedi (Ä°slamiyet).
    Bu dört kaynaktan “neÅŸ’et eden mal”a hiç kimsenin tek başına “temellük” edemeyeceÄŸini de belirtir. (Sözler, s. 655)
    Bediüzzaman, daha önce terakki etmiÅŸ olan Ä°slamî medeniyetin en önemli merkezlerinden biri olan Endülüs’ün, Avrupa’nın “en büyük üstadı” olduÄŸunu da dile getirmiÅŸtir. (Sözler, s. 313)

    Avrupa’yı ikiye ayıran Bediüzzaman, Ä°sevililik hakiki dininden aldığı feyizle insanlığın içtimai hayatına faydalı sanatlar, adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları terkip eden Avrupa medeniyetinin mehasin kısmını oluÅŸturan birinci Avrupa’yı takdir etmektedir. Ancak bu mehasin kısmının, Avrupa medeniyetini “sefih medeniyet” olmaktan kurtarmadığını da belirtmektedir. (Lem’alar, s. 123) Bediüzzaman, birinci Avrupa’nın kaynağı olarak da telahuk-ı efkar ile semâvi kaynağı kabul etmektedir.

    Bediüzzaman, medeniyetleri kafir ve mümin olarak ayırırken, kafirlerin medeniyetinde görülen mehasin ve yüksek terakkiyat-ı sanayiin, “tamamen medeniyet-i Ä°slamiyeden, Kur’an’ın irÅŸadatından, edyan-ı semaviyeden inikas ve iktibas edildiÄŸi”ni belirtmektedir. (Mesnevi-i Nuriye, s. 77) Bediüzzaman, “medeniyet-i hazıranın harikalarını, beÅŸere birer nimet-i Rabbaniye” olarak kabul etmektedir. (EmirdaÄŸ Lahikası, s. 335)
    Bediüzzaman bu medeniyetin de bazı iyiliklerinin bulunabileceğini, ancak, bunların kaynağının sadece Batı medeniyeti olamayacağını belirtmektedir.
    Batı Medeniyeti Hıristiyan Medeniyeti midir?

    Avrupa medeniyetini bir kökten ortaya çıkan Roma ve Yunan dehalarının oluşturduğunu belirten Bediüzzaman, bu medeniyetin ruhunun Roma dehası olduğunu, Hıristiyanlığın iki dehayı birleştirmek için çalışmasına rağmen başarısız kaldığını (Sözler, s. 654) söylerken Hıristiyanlığın Batı medeniyetinin esas unsuru olmadığını ifade etmektedir.

    Bediüzzaman, Batı medeniyetindeki hasenelerden bahsederken de bunların “ne Nasraniyet malı, ne de Avrupa icadı olduÄŸunu” belirtmektedir. (Sözler, s. 655)
    Hıristiyanlığın Avrupa’da üç yüz sene dahili savaÅŸlara sebep olduÄŸuna iÅŸaret eden Bediüzzaman, Avrupa’nın dinine “mutaassıp” olduÄŸu dönemlerde medeni olmadığını, “taassubu terk” ettiÄŸinde “medenileÅŸtiÄŸini” ifade etmektedir. (Sözler, s. 312) Bu süreçte Bediüzzaman, Avrupa’nın “Katolik mezhebini beÄŸenmeyerek baÅŸta ihtilalciler, inkılapçılar ve filozoflar olarak, Katolik mezhebine göre ehl-i bid’a ve Mutezile telakki edilen Protestanlık mezhebine iltizam” ile Fransız Ä°htilali’nden de istifade ile Katolik mezhebini “kısmen tahrip” edecek olan Protestanlığı ilan ettiklerini kaydetmektedir. (Mektubat, s. 420)

    Hıristiyanlıkta “yalnız esasat-ı diniyenin Hz. Ä°sa’dan alınmasına karşı, hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı ÅŸeriyeye dair ekser ahkamlar”ın Havariler ve ruhani reisler tarafından teÅŸkil edildiÄŸini belirten Bediüzzaman, bu açığın, büyük kısmı geçmiÅŸ mukaddes kitaplardan alındığını ifade etmiÅŸtir. Bediüzzaman, Hz. Ä°sa’nın dünyaca “hakim ve sultan” olmadığından dolayı, içtimaî ve umumî kanunlara merci olmadığını, esasat-ı diniyesi hariçten bir libas giydirilmiÅŸ gibi ÅŸeriat-ı Hıristiyaniye namına örfi kanunlar, medeni kanunlar alınmış, baÅŸka bir suret verilmiÅŸtir.” demektedir. (Mektubat, s. 420) Hatta, havas ve hükümet adamlarının elinde Hıristiyanlık, özellikle Katolik mezhebi bir vasıta-yı tahakküm ve istibdat olduÄŸu kanaatindedir Bediüzzaman. (Mektubat, s. 421)
    Bediüzzaman’a göre; Avrupa, sefahat ve dalaletle bozulmuÅŸ ve Ä°sevî dininden de uzaklaÅŸmıştır (Lem’alar, s. 124), Batı medeniyetini dini deÄŸil, “dünyevi”dir (Münazarat, s. 71), Hıristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek” mümkün deÄŸildir.(Sünühat, s. 82)

    Kısacası, Batı medeniyeti Hıristiyan bir medeniyet değildir. Hıristiyanlık Batı medeniyetine tesir edememiş, tersine Avrupalılar Hıristiyanlığa tesir etmişlerdir.

  2. Alt 05-13-2008, 20:24 #2
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    BaÅŸka Bir Medeniyetten Faydalanma
    II. MeÅŸrutiyet Döneminde, “Terakkiyat-ı medeniyeye yardım edecek noktaları (fünun ve sanayi için) maalmemnuniye alacağız.” diyen ve yabancı bir medeniyetin mehasin dışındaki kısımlarının ÅŸeriatın kılıncı ile kesilmesi gerektiÄŸini belirten Bediüzzaman, bu hususta 1910’lu yıllarda Japonları örnek göstererek, “her kavmin maye-i bekası olan âdât-ı milliyelerin muhafaza” edilmesi gerektiÄŸini ve “bizim adat-ı milliyemiz, Ä°slamiyet’te neÅŸvünema bulduÄŸunu” belirterek Ä°slamiyet’e iki kat sarılınması gerektiÄŸini söylemektedir. (Divan-ı Harb-i Örfi, s. 81)

    Yine Bediüzzaman, “çürük medeniyet mesâvilerini (fenalıklarını) medeniyetimize girmekte yasak eden hükümleri Kur’an’ın kanun-ı esasileri”nden çıkılmaması gerektiÄŸini mebuslara söylerken (Divan-ı Harb-i Örfi, s. 70-72) Avrupa medeniyeti ile kendi medeniyetini ayırmakta, kendinin kastettiÄŸi medeniyetin Kur’an esaslarına müstenit olacağını açıkça 1909’da da belirtmektedir. Ayrıca Bediüzzaman, II MeÅŸrutiyette baÅŸlayan süreci bir nevi yeni medeniyete baÅŸlangıç gibi algılamakta, bunu “medeniyetimizin gençliÄŸi ve ÅŸebabeti, zülal-i aynü’l-ÅŸeriatla muhafaza olsun” ÅŸeklinde ifade etmektedir. (Divan-ı Harb-i Örfi, s. 81)

    Eski dönemlerde, gayrimüslimlerle olan muhabbetten “nifak kokusu” gelirken, 1910’larda ortaya çıkan “inkılab-ı acib-i medenî ve dünyevî” olduÄŸunu, bütün medeniyetin zihinleri ve akılları “meÅŸgul eden nokta-i medeniyetin”in terakki ve dünya olduÄŸunu söyleyen Bediüzzaman, zaten gayrimüslimlerin de kendi “dinlerine o kadar mukayyed” olmadıklarını, dolayısıyla gayrimüslimlerin dinî olmayan “medeniyet ve terakkilerini istihsan (korunarak) iktibas” edilebileceÄŸinden bahsetmektedir. (Münazarat, s. 71)

    Aynı dönemde, ecnebiler “fünun ve sanayi silahıyla bizi istibdad-ı manevileri altında eziyorlar. Biz de fen ve sanat silahıyla... cihad edeceÄŸiz” derken, “ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i Ä°slam’a büyük bir cinayettir” diyerek (Hutbe-i Åžamiye, s. 92) Batı medeniyetine karşı tavrını ortaya koymakta olup, kendini koruyarak iktibas edilebilecek dediÄŸi ÅŸeylerin Batı medeniyeti deÄŸil, Batı medeniyetindeki fen ve sanat alanında bulunan ve daha sonra Bediüzzaman tarafından “umumun”, yani insanlığın ortak malı olarak tarif edilen ÅŸeyler olduÄŸu anlaşılmaktadır.

    Ä°slam’ın Kabul EdeceÄŸi Medeniyet Nasıl Olmalı?
    Kur’an’ın bütün insanlığa rahmet olarak indirildiÄŸine iÅŸaret eden Bediüzzaman, Ä°slam’ın baÅŸarılı kabul edebileceÄŸi bir medeniyetin ancak ya insanların tamamına (küll) saadet veya en azından çoÄŸunluÄŸa (ekseriyete) kurtuluÅŸ temin etmesinin ÅŸart olduÄŸunu belirtir. (Sözler, s. 653)

    Ä°lahi kaynaklı olan Ä°slam, beÅŸeriyet ürünü ve “Roma dehası” temelli felsefeye tabi olamaz, mezcolmaz, aşılanmaz veya tahakkümünü kabul edemez. Gelecekte Kur’an’a secde edecek olan aldatıcı Avrupa medeniyetine (sehhar), Ä°slam’ın ve Müslümanların tabi olması Bediüzzaman’a göre mümkün deÄŸildir. (Sözler, s. 654)
    Bediüzzaman, Ä°slamiyetin “havastan ziyade avamın tahassüngahı” olması, zenginlerin fakirlere vermek mecburiyetinde oldukları zekat ile faizin yasaklanması gibi hükümleri nedeniyle “havassı avamın üzerinde müstebit deÄŸil, bir cihetle hâdim (hizmetçi)” yaptığını ifade etmektedir. (Mektubat, s. 422)
    Bütün Müslümanların “bilihtiyar” gireceÄŸi “medeniyet-i Kur’an” esaslarını, “müspet” beÅŸ esas üzerine dönen bir saadet çarkı olarak deÄŸerlendirmiÅŸtir: “Nokta-i istinadı, kuvvete bedel haktır. Hakkın dâim ÅŸe’nidir adâlet ve tevâzün. Bundan çıkar selâmet, zâil olur ÅŸekÃ*vet.

    Hedefinde menfaat yerine fazîlettir. Fazîletin ÅŸe’nidir muhabbet ve tecâzüb. Bundan çıkar saadet, zâil olur adâvet.
    Hayattaki düsturu, cidâl kıtâl yerine düstur-u teâvündür. O düsturun ÅŸe’nidir ittihad ve tesânüd; hayatlanır cemaat.
    Sûret-i hizmetinde, hevâ heves yerine hüdâ-i hidâyettir. O hüdânın ÅŸe’nidir insana lâyık tarzda terakkî ve refâhet,
    Ruha lâzım sûrette tenevvür ve tekâmül. Kitlelerin içinde cihetü’l-vahdeti de tard eder unsuriyet, hem de menfî milliyet.

    Hem onların yerine râbıta-i dindir, nisbet-i vatanîdir, alâka-i sınıfîdir uhuvvet-i imânî. Åžu râbıtanın ÅŸe’nidir, samimi bir uhuvvet.” (Sözler, s. 653)
    Ä°slamiyet, hayat-ı ÅŸahsiye ve uhreviye cihetinden Hıristiyanlığa uymamakta olup, “salâbet-i diniye”sini kahramanca savunan milletin, “bir ihtiyac-ı fıtrisi hükmüne geçmiÅŸtir.” Bu açıdan salahat ve iman hakikatlerinin yerlerini hiçbir terakkiyat ve hiçbir medeniyetin tutamayacağını,” Bediüzzaman ifade etmektedir.(Åžualar, s. 313) Bediüzzaman, Ä°slam’ın kabul edebileceÄŸi medeniyetin Ä°slam dinine karşı olmaması gerektiÄŸini belirtmektedir.
    Bediüzzaman’a göre bir asinin yüzünden onun ailesini, köyünü, toplumunu suçlu sayarak yok etmeyi bir zulüm düsturu olarak beÅŸere veren bir medeniyeti—ki, Avrupa medeniyeti bunu uyguluyor—Ä°slam’ın kabul etmesi mümkün deÄŸildir. Ä°slamiyet’te hiç kimsenin bir baÅŸkasının günahından mesul olmadığını belirterek, “masumların mesul” sayılarak zulüm yapıldığını açıklamaktadır.(Sünühat, s. 42)

    Ä°slam’ın kabul edeceÄŸi medeniyetin hakka dayanması, yardımlaÅŸma düsturunu esas alması, fazileti hedeflemesi, unsuriyeti reddetmesi, kardeÅŸlik baÄŸlarıyla insanları birbirine baÄŸlamasını ÅŸart kabul edilmekte, bir medeniyetin en azından ekseriyeti mutlu etmesi gerektiÄŸini ve zulüm yapmaması gerektiÄŸini belirtmektedir.

    Yeni Medeniyet
    Bediüzzaman, 1909 tarihinde kendi “medeniyetimiz” ve Avrupa medeniyeti kavramlarını kullanırken,(Divan-ı Harbi Örfi, s. 70-72) 1919 yılında, Avrupa medeniyetinin Ä°slam aleminin fıtrat ve tabiatına muhalif olduÄŸunu ve ona “yapışılmaması” gerektiÄŸini, seyyiatı hasenatına üstün gelen Batı medeniyetinin “maslahat-ı beÅŸer fetvasıyla menhus ve intibah-ı beÅŸerle mahkûm-ı inkıraz” ve “manen vahÅŸi bir medeniyet” olduÄŸunu ortaya koymuÅŸ,(Sünühat, s. 46) artık sadece Osmanlı ve Ä°slam dünyasını düşünmek yerine daha geniÅŸ bir ÅŸekilde bütün insanlık ile ilgilenmeye baÅŸladığını göstermiÅŸtir.

    Bediüzzaman, artık, Batı medeniyetinin insanlığın fetvasıyla uÄŸursuz kabul edildiÄŸini ve insanlığın uyanmasıyla yıkılmaya mahkum olduÄŸunu kabul etmektedir. Özellikle beÅŸerin fetvası ve intibahına vurgu yaparak mevcut medeniyetin yıkılmasından sonra insanlığın yeni bir medeniyete ihtiyacı olduÄŸu tespitini yapmaktadır. Ayrıca, aynı paragrafta “Devletler, milletler muharebesi tabakat-ı beÅŸer muharebesine terk-i mevki ediyor, zira beÅŸer esir olmak istemediÄŸi gibi, ecir olmak da istemez”(Sünühat, s. 45) ifadesiyle de insanlığın yeni bir dönüşüme ihtiyacı olduÄŸunu ortaya koymaktadır.

    Kendisi için de bir dönüm noktası saydığı bu dönemden itibaren Bediüzzaman, “biz”imle beraber “beÅŸer”e de çare arayan, yeni bir medeniyet için tefekkür eden bir mütefekkire dönüşmektedir.

    “Ä°slamiyet’in düşmanı olan tedenniyi, ona dost göstermeyi feleÄŸin ters dönmesi”ne delil olarak gösteren(Sünühat, s. 81) Bediüzzaman’a göre, yeni medeniyet yani “ÅŸeriat-ı Ahmediye’nin tazammun ettiÄŸi ve emrettiÄŸi medeniyet,” “medeniyet-i hazıranın (Avrupa medeniyetinin) inkiÅŸa’ından inkiÅŸaf edecektir.” Bu Ä°slami medeniyet, Batı medeniyetinin “menfi” esasları yerine, müspet esaslar vaz’ edecektir.(Sünühat, s. 48)

    Bediüzzaman, Batı’nın “Åžark husumeti Ä°slam’ın inkiÅŸafını boÄŸuyordu, zail oldu ve olmalı. Garp husumeti Ä°slam’ın ittihadına, uhuvvetine, inkiÅŸafına en müessir sebeptir, baki kalmalı” demektedir.(Sünühat, s. 49). Bu arada, Batılıların Åžark düşmanlığı dolayısıyla, Ä°slam’ın insanlığa sunduÄŸu saadeti anlayamadığını, bu düşmanlığın ortadan kalkmasıyla Batının Ä°slam’ın hakikatlerini anlayabileceÄŸine iÅŸaret etmektedir. Müslümanların Batıya düşmanlığının baki kalmasının ise çökmüş, beÅŸere saadet getirmeyen bir medeniyete Müslümanların ilhaklarının önüne geçerek, beÅŸerin Ä°slamî esaslı bir medeniyet kurmasının kapısını açacak bir süreci canlı tutmaya çalışmaktadır.
    “Âlem-i küfür bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleri ile alem-i Ä°slam’a hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiÄŸi” halde, dahildeki bütün dalalete gitmiÅŸ grupların çabalarına raÄŸmen, alem-i Ä°slam’a dinen galip gelemediÄŸini belirten Bediüzzaman, “zaaf-ı dine sebep olan Avrupa medeniyet-i sefihanesinin yırtılmaya yüz tuttuÄŸu ve medeniyet-i Kur’an’ın zuhura yakın geldiÄŸi”ne iÅŸaret etmektedir.(Mesnevi-i Nuriye, s. 86) Böylece Bediüzzaman, Batı medeniyeti yerine Kur’anî esaslara göre kurulacak bir medeniyetin geçeceÄŸini söylemektedir.

    “Küre-i arzı bir köy ÅŸekline sokan medeniyet-i sefihaneyle gaflet perdesi”nin çok kalınlaÅŸtığını ve “beÅŸeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler” açıldığını belirten Bediüzzaman, bunun tadilinin büyük bir himmete muhtaç olduÄŸu, yanlış açılan bu menfezlerin kapatılmasının “ancak Allah’ın lütfuna mazhar olanlara müyesser” olacağı düşüncesindedir.(Mesnevi-i Nuriye, s. 105) Bediüzzaman, insanın ve insanlığın ruhunu maddileÅŸtirmemesi, fıtri yapıya uygun olacak bir medeniyete geçilmesi gerektiÄŸini belirtmekte ve bunun da ancak ilahi güce istinad edenler tarafından gerçekleÅŸtirilebileceÄŸini söylemektedir.

    Özellikle II.Dünya Savaşı dolayısıyla, “maÄŸlupların meyusiyeti ve galiplerin dehÅŸetli telaÅŸ ve hakimiyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarını tamir edememelerinden meydana gelen vicdan azapları” ve “medeniyet faztaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olmasının görülmesi, fıtrat-ı beÅŸeriyedeki yüksek istidadatın, mahiyet-i insaniyesinin umumi bir suretle dehÅŸetli yaralanması ve edep-perest hissiyat-ı bakiye ve fıtri aÅŸk-ı insaniyenin heyecan içinde uyanması,” gaflet ve dalaletin en sert ve sağır olan tabiatın, yani maneviyatı tamamen reddeden maddeciliÄŸin “Kur’an’ın elmas kılıcı ile parçalanmasıyla, dalalet ve gafletin en geniÅŸ perdesi olan siyasetin” çirkin ve gaddar olan hakiki yüzünün ortaya çıkması neticesine dikkati çeken Bediüzzaman, insanlığın “maÅŸuk-ı mecazisi” olan dünya hayatının “çirkin ve geçici olmasını” göreceÄŸini, fıtraten hakiki sevdiÄŸi ve aradığı “hayat-ı bakiyeyi kuvvetle arayacağını” belirtmektedir. Ä°nsanlığın bu ihtiyacına cevap verecek tek seçeneÄŸin “Kur’an-ı mucizü’l-beyan” olduÄŸunu tespit etmektedir. Yalnız, Bediüzzaman buna bir ÅŸart koymaktadır ki, o da beÅŸerin aklını bütün bütün kaybetmemesi ve maddi-manevi bir kıyametin kopmamasıdır.(EmirdaÄŸ Lahikası, s. 127)

    Müslümanlar için hayatın özü olan ÅŸefkat, uhuvvet ve yardımlaÅŸmanın inkiÅŸaf ve ihtizazının mevcut medeniyeti tahrip edeceÄŸini söyleyen Bediüzzaman, “deniyet-i hazıra” dediÄŸi Avrupa medeniyetinin “sureti”nin deÄŸiÅŸmesi “sistemi”nin bozulmasını da gerçekleÅŸtireceÄŸini bunun sonunda “Ä°slamî medeniyet”in zuhur edeceÄŸini belirtmekte ve “bil ihtiyar” Müslümanların da “elbet [en> evvel göreceklerini” ifade etmektedir.(Sözler, s. 652) Müslümanların evvel girdiÄŸinden bahsedildiÄŸine göre bu medeniyete Müslüman olmayanların da gireceÄŸinin düşünüldüğünü söyleyebiliriz.

    Bediüzzaman saadet getirecek medeniyetin, iman ve tevhid nazarıyla bütün kainata uhuvvetle bakması gerektiÄŸini, bu nitelikteki medeniyetin “bütün mahlukatı, bilhassa insanları ve bilhassa Müslümanları birbirine kardeÅŸlikle baÄŸlayacağını söylemektedir.(Mesnevi-i Nuriye, 77) Bediüzzaman yeni medeniyette bütün mahlukatın, bütün insanların ve bütün Müslümanların birlikte düşünüleceÄŸini, düşman deÄŸil herkesin dost olacağını söylemektedir.

    Bediüzzaman, “ÅŸimdiki Garp medeniyet-i zâlime-i hazırası”nın sebep olduÄŸu, “dehÅŸetli musibet-i beÅŸeriyeye karşı Kur’an-ı Hakimin” çare olduÄŸunu söylemektedir. Bunun için Kur’an’ın dört yüz milyon talebesinin [ÅŸimdi bir milyardan fazla> uyanması ÅŸarttır. “Kur’an’ın semavî kudsî kanun-ı esasileriyle” 1300 [ÅŸimdi 1400’den ziyade> sene evvel olduÄŸu gibi, dört yüz milyon talebesi, “kendi kudsî esasi kanunlarıyla” yaraları tedavi etmesi gerekmektedir. EÄŸer “yakında kıyamet kopmazsa,” Kur’an talebelerinin insanlığın “hem saadet-i hayat-ı dünyevisini, hem de hayat-ı uhrevisini kazandıracağını” göstermeleri elzemdir. Kur’an’dan “çıkan medeniyetin mehasini seyyiatına tam galebe edecek”tir.

    “Dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet verme”yi bırakarak, medeniyeti ona yani Kur’an’a, o “semâvi kanunlara bir hizmetkar, bir yardımcı” olmak konumuna getirecektir. Bediüzzaman bu Kur’an esaslı yeni medeniyetin kuruculuÄŸunu iki delilden anladığını söylemektedir.

    Birisi, Kur’an-ı Mucizü’l-Beyân’ın “iÅŸarat ve rumuz”ları, diÄŸeri ise, “uyanmış beÅŸer”in rahmet-i ilahiyeden bu çareyi “bekliyor, yalvarıyor, arıyor” olmasıdır (EmirdaÄŸ Lahikası, s. 335)

    Bediüzzaman, Müslümanların en önemli görevlerinden birinin, insanlığı kurtaracak Kur’an-i esaslara müstenit yeni bir medeniyetin kurulması olduÄŸunu açıkça belirtmekte, insanlığın dünyevi ve uhrevi saadetinin ancak o zaman saÄŸlanacağını belirtmektedir.

    Avrupa medeniyetinin fazilet ve hüda yerine, heva, heves, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiÄŸi için zamanla kurtlanmış bir aÄŸaç hükmüne geçtiÄŸini, bu durumun kısa süre içinde “Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar ve delil hükmündedir”(Hutbe-i Åžamiye, s. 42) diyen Bediüzzaman, Avrupa medeniyetinin yerine Asya medeniyetinin geçeceÄŸini belirtmektedir.

    Tabi i ki, burada Asya medeniyetinin kaynağının, esaslarının ne olduÄŸu gündeme gelmektedir. “Uzaktan gayet parlak” görülen Ä°slam’ın ve Asya’nın “hâkim-i evvel ve âhiri olan Ä°slamiyet’in galebesi”(Muhakemat, s. 37) ifadesiyle de, Asya medeniyetinin esaslarının Ä°slamî olacağını ortaya koymaktadır. Asya medeniyetinde Ä°slamiyet’in esas olacağı ve onun üstünlüğünde gerçekleÅŸeceÄŸi hususunda, mukavemet edilmez bazı kuvvetlerin ittifak ve ittihad ettiÄŸini belirtmektedir. Bu kuvvetler ÅŸu ÅŸekilde sıralanmaktadır:

    1. Maarif ve medeniyetle mücehhez olan Ä°slamiyet’in hakiki kuvveti.
    2. Tekemmül-ı mebadi ve vesaitle mücehhez olan ihtiyac-ı şedid.
    3. Asya’yı gayet sefalette, baÅŸka yerleri nihayet refahatte görmekten neÅŸ’et eden tenebbüh-ı tam ve teyakkuz-ı kamille mücehhez olan gıpta ve rekabet ve kin-i muzmer.
    4. Ehl-i tevhidin düsturu olan tevhid-i kelime ve zeminin hasiyeti olan itidal ve tadil-i mizaç ve zamanın ziyası olan tenevvür-ı ezhan ve medeniyetin kanunu olan telahuk-ı efkâr ve bedeviyetin lazımı olan selâmet-i fıtrat ve zaruretin semeresi olan hafiflik ve cüret-i teşebbüsle mücehhez olan istidad-ı fıtri.
    5. Bu zamanda maddeten terakkiye mütevakkıf ila-yı kelimetullah, Ä°slamiyetin emriyle ve zamanın ilcaatiyle ve fakr-ı ÅŸedidin icbariyle ve her türlü arzuyu öldüren ye’sin ölmesiyle hayat bulan ümitle mücehhez olan arzu-yı medeniyet ve meyl-i teceddüttür. Ve bu kuvvetlere yardım etmek için ecanib içine ihtilal veren ve medeniyetleri ihtiyarlandıran mesâvi-i medeniyetin mehasinine galebesidir, sa’yın sefahete adem-i kifayetidir.”

    Bediüzzaman, “Asya’nın bahtını, Ä°slam’ın talihini açacak olan—ÅŸeriat-ı garrânın terbiyesinde kalmak ÅŸartıyla—yalnız meÅŸrutiyet (yani hakkın ve halkın iradesi manasında) ve hürriyettir.”(Muhakemat, s. 37-39)

    Bediüzzaman, yeni medeniyetin Ä°slamiyet’te ve Asya’da bulunan beÅŸ kuvvet tarafından oluÅŸturulacağını, Batı medeniyetinin kendi içindeki zaaflarının, yeni medeniyetin kuruluÅŸunda sadece esas kuvvetlere “yardım” edecek mahiyette olacağını belirterek, yeni medeniyetin Müslümanların ve Asyalıların çalışmaları ile kurulabileceÄŸine açıklık getirmektedir. Böylece Bediüzzaman, yeni medeniyetin Avrupa’nın çöküşünden veya küllerini seyretmek için beklemekten deÄŸil, yeni medeniyet kurucularının kuvvet ve iradelerinden oluÅŸacağını izah etmektedir. Tabiidir ki, yeni medeniyet kurulmaz ise mevcudun hakimiyeti devam edecektir.

    Zaten Bediüzzaman, “medeniyetleri ihtiyarlandıran mesavi-i medeniyetin, mehasinine galebesidir”(Muhakemat, s. 38) derken, “ölmesi” kelimesini tercih etmemektedir. Böylece bir medeniyetin hatalarından dolayı sadece ihtiyarlayabileceÄŸini, ortadan kalkması veya üstünlüğünün sona ermesi için ancak yeni bir medeniyete ihtiyaç olacağına iÅŸaret etmektedir.

    (www.risaleinurenstitusu.org) dan alınmıştır.

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.