Dağ gibi bulaşığın yanında, yığın hâlinde ütülenmeyi bekleyen çamaşırlar da cabasıydı. Dışardan gelen siren seslerine karışan, ağlayan çocuk sesleri, sanki içinden gelen feryada eşlik ediyordu.

Ne olduğunu merak mı ediyorsunuz?

Gelin, bu âilenin dramında, kadınların en muzdarip hâllerini seyreyleyelim. Beyler kendini Mehmet Efendi’nin yerine koysun. Esirgedikleri bir gram tebessümün faturasını görsün. Takdir ve beğenilme fıtratıyla yoğrulmuş kahraman annelerin dünyalarını, azar dolu sözlerle nasıl yaraladıklarını seyretsinler.

* * *

Kapı çaldı. Selma Hanım birdenbire irkiliverdi.

“–Kim o?” demeden kapıyı açtı.

Mehmet Bey, kapıda dağ gibi durmuş, Selma Hanım da onun heybetinden âdeta titriyordu. Ev hanımlığı, fedakârlık ve merhametle örülü mukaddes bir meslek, evin hanımı da ailesi içinde mutluluk kaynağıdır.

Fakat şu günlerde, Mehmet Bey bunu görmez olmuştu. Oysa, önceden eve gelmeyi hasretle bekler, hanımını görmek için can atar, âilesi içinde hanımını mutluluk kaynağı olarak bilirdi. İşini değiştirdikten sonra, çevresi de değişmiş, her şey kötüye gitmeye başlamıştı. Evde huzursuzluk yaşanıyor ve bunların faturası da hep Selma Hanım’a çıkıyordu. Selma Hanım ise, her yerde, her işte dirâyetini koruyabilen bir hanımefendi idi. Fakat bazen onun da tüm duyguları kördüğüm oluveriyordu. İşte o anlardan biri…

“–Hâlâ işin bitmedi mi? Sofra neden hazır değil? Ben sabahtan akşama kadar çalışıyorum, sense evde rahat rahat oturuyorsun!”

“–Her zaman böyle olmuyor biliyorsun. Veli toplantısı için okula çağırdılar. Eve geç döndüm. O yüzden yetişmedi. Hem…”

“–Eee… Çıkar bakalım, şu ağzındaki baklayı.”

“–Çocukların psikolojik problemleri olduğunu söyledi öğretmenleri…”

Selma Hanım, bunu söyler söylemez gök gürültüsüne benzer bir ses yükseldi. Sanki fay hatları patladı da oradan alevler püskürüyordu.

“–Söyleyene bak sen! Anneleri hasta ki, çocukları da hasta! Akşama kadar ne işin var! İlgilensene…”


* * *

Bir ev hanımının yaptığı günlük işleri düşünün. Çamaşır, bulaşık, ev temizliği, çocuk bakımı ve buna benzer birçok iş… Tüm bunlar, bir erkeğin asla altından kalkamayacağı işlerdir. Bunun yanında hanımların yaptığı işlerin, âile bütçesine katkısı da çoktur. Beyler dışarıda ekmek parası peşinde koşarken, ev hanımları da bu işlerle tüm gün boğuşur dururlar. Erkekler yaptıkları işin karşılığını elbette ki alıyorlar. Ya ev hanımları?

Her işi haz duyarak yapıyorlar. Peki, emeklerinin karşılığında ne alıyorlar? İşte işin sırrı burada... Sevgiyle yaptıkları bu işlerden hiçbir maddî karşılık bulmuyorlar. Hem zaten böyle bir beklentileri de yok. Yalnızca… Beylerinden ve çocuklarından takdir görebiliyorlarsa, onunla yetiniyorlar.

İşte bu, püf noktası! Tüm yorgunluklar, o takdirin sevinciyle kaybolur. Yerini “İşte bu her şeye değer!..” memnuniyeti alır.

Ya, Selma Hanım ne yapsın? Beyinden bir çift takdir sözü duysa, mutlu olacaktı. Annelik, hanımlık duyguları hiçe sayılmış bir hâlde, bir kenarda oturup kalakalmıştı.

Âlemlerin Rabbi’ne sığınıp, diz çöktü. Bir de şu dünyanın gelip geçici olduğunu ve her şeyin bir imtihan olduğunu bilmeseydi, hâli nice olurdu!..


* * *

Kırık dökük bir hâlde ayağa kalktı. Çocukların yanına gitti.

“–Âhh!” dedi içinden...

Ayşe yanaklarından süzülen gözyaşlarıyla uyuyakalmıştı. Ahmet Efe de uyumaya hazırlanıyordu. İçeri giren annesini fark etmedi. Selma Hanım duâlarla kapıyı kapattı.
Çocukların yanından ayrıldıktan sonra, çiçeklere baktı.

Onlar da mahzundu. Öyle bir tek başınalık yaşıyordu ki, yalnızlığını onlarla paylaşacak kadar sevgiye muhtaçtı. Çiçekleri görmekle beraber kocaman bir sevgi doğdu yüreğinde… Mucize gibi sanki… Çiçek birden canlanıverdi. Yapraklarını ona doğru uzattı.

Selma:

“–Ne güzel bir çiçeksin sen!..” dedi.

Sevgi dili bu işte! “Bir tatlı söz, bir güler yüz, dünyalara değer!..” der gibi salınıverdi çiçek.

Sonra az ötedeki çiçeğe baktı. Dünkü manzara, gözlerinin önünde canlandı. Mehmet Bey, bir hışımla evin içinde yürürken, çiçek ayağına dolandı. Her zaman böyle ayağına dolanırdı zaten... Öyle sözler savurdu ki çiçeğe, sonunda “Seni koparıp atacağım.” demişti.

Selma Hanım, sanki kendi içinden bir şeylerin kopup parça parça ayrıldığını hissetmişti. Çiçek çırpınırcasına bir hareketle sallanmaya başladı. Beyi, bir hışımla tekme vurarak çiçek saksısını savurup fırlattı.

Kendi dramı, sanki o anda gözlerinin önünde yaşanıyordu. Zavallı çiçek yaprakları bedeninden ayrılmış, soğuk yere çarpılmış bir vaziyette, öylece duruyordu.

Selma Hanım da o çiçekle beraber, rûhu yaşadığı dramın anaforunda savrulmuş bir hâlde, donakaldı. Toplamayı unuttuğu kenardaki yaprağı alarak, avuçlarının içinde okşadı.

Sonra içinde hiç kaybolmayan, annesinin tebessümüyle kendine geldi. O hep şunu söylerdi.

“–Kızım!.. Allah, kulları için hiç kötü bir şey dilemez. Hep hayrı diler.”

Gözleri yeni bir umutla açıldı. Hemencecik evlâtlarının yanına gitti. Beyinden görmediği takdir ve iltifat sözleriyle onları kucakladı. Dram bitmedi belki ama, Selma Hanım ve onun gibi niceleri, kahraman anneler kervanına dâhil oldular.


Ayşegül Zobi