Birgün sessiz sedasız çekip gitmenin plânlarını yapıyordu gecenin karanlığında. Dışarıdaki yağmur damlalarının hırçınlığından bıktığı için midir bilinmez, kulağındaki şarkıya odaklandı bütün ruhu. “Birgün…” dedi fısıldayarak, “Birgün her şey bitecek ve ben bu şehirden kaçacağım tek başıma.”
Geride bırakacaklarını düşünmek bile istemiyordu. Belki de o cesareti bulamadığından; geride kalacak olanların hasretinin verebileceği o büyük çöküntüyü kaldıramayacağından korktuğu için yapamıyordu bir türlü, kaçamıyordu adını bile bilmediği o uzaklara…
Hâlbuki daha kaç yıl olmuştu bu kısa oyuna başlayalı? Ama toplasa; belki de bir ömürlük yaşları gözleri kanayarak akıtmıştı.
Belki âşıktı; gözyaşları sonrası ruhta baş gösteren, baştan ayağa insana rahatlamışlıkla karışık huzur bahşeden, rüzgâr sonrası hüznün o kahredici ama bir o kadar da cezp edici tadının keskinliğine…
Belki de akordu bozulmuş bir kemana dönmüş yüreğinden çıkan; kedi çığlıklarını andıran ağıtları çalan acemi ellere vurgundu, yine o kahredici ama bir o kadar da cezp edici tadın keskinliğinde.
Ya da kan çanağına dönmüş gözlerin saklandığı o uzun gecelerde, “uzak”lardan gelen sesleri dinlemeye; çağırdıklarını anlamazdan gelmenin o mahvedici huzursuzluğunu yaşamaya alışmıştı yüreği.
“Uzak”lar…Cesareti yoktu o uzakların huzurlu iklimine adım atmaya. Ya da belki cesareti yoktu son vermeye yüreğindeki çiziklerin kanamasına…
Uzaklara kaçıp gitmek için henüz çok erken olduğunu anladığı ve gözlerinin içindeki o eski hayat ışığının geri geldiğini fark ettiği anda dışarıdaki yağmur tanelerine odaklandı yine. Belki de son kez kanadı gözleri yanaklarına…
Bir an gözlerindeki bütün “uzak”lar yakın oldu, yakınlar uzak… Rüzgârın soluna ve gecenin o ürpertici çığlıklarına aldırmadan titrek adımlarla pencereye ilerledi. Damlalara baktı hayran gözlerle. “Uzaklarda da yağmur yağar mı?” diye sordu kendi kendine…
Pencereden aşağı gövdesini eğdi biraz; saçları, yüzü, elleri sırılsıklamdı. Gitmeli miydi buralardan, kaçmalı mıydı?
Bir an düşündü.Peki ya oralara da alışamazsa, daha öte nerelere kaçacaktı? Hem oraya gidip de rahat olduğuna dair haber yollayan var mıydı? Rahatlayıp, huzur bulanlar varsa bile, kendisi onların arasına girebilecek kadar hazırlıklı mıydı? Yıllardır bomboş geçen bir hayatı sırtlayarak gelen bir yabancıya “uzak”lar ne kadar yakın olacaktı?
Sorular ürpertti bütün vücudunu. Aniden büyük bir gürültüyle pencereyi çarptı. Islak saçlarının örttüğü yüzü hafif tuzluydu şimdi.
“Daha erken…” dedi fısıltıyla hıçkırırken, “çok erken…” ve titrek adımlarının götürdüğü istikamette bulunan odasına girdiğinde artık kararını vermişti hayata, belki biraz da ölüme dâir..
Yatağına uzandığında; dışarıdan gelen yağmur damlalarının neşe içinde söylediği melodiye kaptırdı kendisini, sonra da kulağındaki şarkıya…
Şimdi; sessiz sedasız geri dönebilmenin mutluluğu yaşıyordu hayata. “Uzak”ları yerinde bıraktı birkaç yıllığına…
Yağmur taneleri, onu kutlarcasına daha bir şevkle vurmaya başladı cama. O da belli belirsiz bir tebessüm hediye etti gecenin karanlığında. Belki uçtu o tebessüm, belki de kayboldu. Ama yüzündeki iki tuzlu nehirin kurtulamayacağı “uzağı” oldu…