Zikir, lügatte; hatırlamak, zihinde tutmak, unutmamak ve anmak demektir.

Tasavvuf büyükleri zikri, yollarının aslı kabul etmişler ve usuller geliştirerek zikirler icrâ etmişlerdir.

Zikir, Kur’ân-ı Kerim’de 250’den fazla yerde geçmektedir. Mutasavvıflara göre gerçek zikir;

«Allâh’ı şiddetle (aşkla) sevmek, ondan nasıl korkulması gerekiyorsa öyle korkmak, gafletten kurtulup,
hakikate ermek ve Allah’tan başkasını unutmaktır.»

Çünkü Allah;

“Unuttuğun zaman Rabbini zikret (hatırla).” (Kehf, 24) buyuruyor.

Zikirden maksat Allâh’ı hiç unutmamak olduğuna göre, zikrin mahiyetini iyice kavramamız gerekir.

O hâlde nedir zikir?

Zikir, gönlü Allâh’a çevirmektir. Allâh’a davettir. Allâh’a yakınlaşma metodudur.

Ulvî âlemle iletişim kurma arayışıdır. Zikir, ibadetlerin temelidir, Allâh’ın ilk emridir.

Zikrin dışındaki bütün ibadetler de zikrullâhın icrâsı içindir, zikrullah sebebiyledir.

Allah adını öğretmek ve söyletmek içindir.

Kalpler, Allâh’a doğru coşku ile yöneltilirse, bütün kusurlar ilâhî aşkın ateşinde yok olup gider.

Söze gelmez, dile sığmaz nitelikteki huzur ve mutluluk hâlleri yaşanır.

Atmosfer (mânevî hava) güçlü titreşimlerle ve ilâhî enerji ile dolar.


Zikir, düşüncenin Allâh’a doğru sürekli akışıdır. Allah katına giden mukaddes yoldur.

Karanlıktan ışığa, ıstıraptan mutluluğa, cehâletten irfâna, nefretten muhabbete yükselten bir araçtır...

Hikmet; bilgelik ateşi ancak Allah zikriyle tutuşmaktadır.

Zikrullah sayesinde kalpte, beyinde ve sinir sisteminde büyük değişimler olmakta,
yeni enerji akımları, yeni kanallar,
yeni hücreler oluşmakta, beden kimyası değişmektedir.

Beyin, vasıtasız bir şekilde vehbî/keşfî bilgiye açılmakta,

birçok melekenin inkişaf etmesine ortam hazırlamaktadır.

Bir üst plânın gücü ve şuuru ile hareket başladığından birtakım olağanüstü hâller tecellî etmektedir.

Üst seviyede mânevî sırlar ve incelikler açılmaktadır.

Duyular üstü, idrak alanlarına geçildiği için madde ötesi ince oluşumlar fark edilmektedir.

Normal duyu organlarının imkânları aşılarak zâhirden bâtına geçiş başlamaktadır.

Zikir; canı sevgiliye verip, sevgilinin canı olmaktır.

Damladan ummana geçiştir.

Allâh’ın aşkına ve rızâsına talip olmaktır.

İnsan zikirle Allâh’ın dostluğuna kavuşur.

Kalbini Allah ilmine açar, ikilik gider, birlik başlar...

Ruh; maddenin fânî yapısından, madde ötesine, ebediyete akar.

Ferdî irade, Allah iradesinde eritilerek, rızâ-yı ilâhîye râm edilerek yepyeni ilâhî bir benlik kazanılır.

(Fenâ-fillâh, bekā-billâh) Kuru bilgiden,

yaşayan bilgiye; potansiyel bilgiden dinamik bilgiye geçilir.

Üç boyutlu âlemin sınırları kalkar,

çok boyutlu âleme şehbal açılır.

Zaman ve mekân üstü açılımlar başlar.

Fizik ötesi zenginlikler fizikî alana yansıtılır.

Zikir, Allah ile mülâkî olmaktır.

Cenâb-ı Hakk’ın talim ve terbiyesine girmektir...

Zikir insan ile ilâhî feyizler,

enerji akışları arasındaki âhengi sağlar,

âdeta insanı akort eder.

İç enerjinin yükselişi ile nefis damıtılırken,

insan ileri derecede rafine edilmiş olur.

Günahlara ve kötülüklere karşı engel oluşturur.

Kişiyi koruma altına alır.

Kalbi gereksiz düşüncelerden, mâlâyânîden temizler.

Zikir insandaki sevgi yeteneğini artırır, muhabbet iklimi ve zemini oluşturarak kalpteki sevgi dozajını yükseltir.

Yersiz korkuları giderir, kendine itimat telkin eder.

Hâdiselere ve şartlara ülfet ve ünsiyet bağlarını koparır.

İnsana dünya markajından kurtuluşu öğretir.

Ruhtaki heyelânları önler, rahmet kapılarını açar,
zulmet kapısını kapatır.

Gökler ile yer arasında koordinasyon sağlar.

Ebediyet bestesinin terennümleri başlar.

Oluşan insan-âlem bütünleşmesi kişinin derecesini,

bugünün tabiriyle «mânevî kariyerini» yükseltir.

Zikir, gönülleri aşk okyanusunda yıkar.

İlâhî muhabbeti uyandırarak; iyiye, doğruya, güzele yöneltir.

Rızkı ve bereketi artırır.

Mâneviyat hayatının standartlarını yükseltir.

Bütün gönül ve beyin dinamiklerini ateşler,
rûhun ebediyet açlığını doyurur.

Mânâ sofralarında itmi’nânı sağlar,
tatminin huzurunu yaşatır.

Hayata fizik ötesi boyutu ekler.

Duaların kabul edilme nisbeti ve hızı artar.

İlâhî feyiz ve mârifet ile yani enerji ve bilginin yardımıyla, problemler kendiliğinden hallolur.

Büyük güce yöneliş, büyük irtifâlar sağlar.

İlâhî aşkın, her şeyin esası olduğu görülerek insanî kemâlin zirvesine ulaşılır.

Benlik havuzunun duvarlarını parçalayıp aşk okyanusuna dâhil olunarak Allâh’a kavuşulur.

Zikrin faydalarının fizyolojik temelleri de tespit edilmiştir.

Zikir esnasında meydana gelen, salınma gibi hareketlerin ritimlerinin amacı, beyni ve bedeni faal hâle getirmektir.

Bu salınım hareketleri özellikle beyindeki «epifiz ve hipofiz»

bezlerini tahrik ederek daha güçlü çalışmasına sebep olmakta

ve beyinde yeni devreler, yeni nöron gruplaşmaları

kurulmaktadır. Kurulan bu yeni devreler birbirleri arasında da

uyumlu hâle geçerek güçlü bir işbirliği sağlamaktadır.

Bu olağanüstü yeni imkânlar demektir.

Hipofiz bezi, kalp gözünün açılmasında yani duyu ötesi görme sisteminin çalışmasında etkili olan bezdir.

Epifiz bezi ise ruh gözü ile ilgilidir.

Duyular ötesi sezgi sistemini çalıştırır.

Dolayısıyla bu bezlerin harekete geçişi,
duyular ötesi âleme girişi başlatır.

Bedendeki bezlerin patronu durumundaki hipofiz bezinin güçlü çalışması,
otomatik olarak diğer bezleri de etkiler

Bedendeki bütün salgı bezleri ve bu bezlere bağlı enerji

merkezleri, şimdiye kadar sessiz kalmış, bilinmeyen

fonksiyonlarını icrâ etmeye başlar.

Beden güçlenir ve yenilenir.

Zikirdeki hareketler iç kulak içindeki sıvının hareketini de

sağlar. Bu sıvının içindeki sinir uçları uyarılarak değişik oluşum

ve açılımlara yol açar.

Dervişlerin salınım ve dönüşlerini inceleyen bazı batılı bilim

adamları olumlu sonuçlarını tespit ederek, özellikle ruh ve

sinir hastalarını bu salınım ve dönme hareketleri ile tedaviye

başlamışlardır.

Zikirde verilen ritimlerle âlemin ritmi yakalanır.

Ritim, âlemin nabız atışlarıdır.

Kalbin kendisi de bu ilâhî ritimle çalışır, her an zikirdedir.

Nefesimizde, bir başka ritim sürekli zikirdedir.

Zikrin değişik ritimlerle bedendeki hareketi; ebedî sevgiliye,

Allâh’a sesleniştir. Kâinâtın tesbîhatı ve zikriyle

bütünleşmektir.

Zikir yaparken Allah lâfzı, Allâh’ın isimleri veya Allâh’ı tenzih,

tahmid, tehlil gibi ifade kalıpları kullanılır.

Amaç, Allâh’a çağrıdır. Kutsî âleme çağrıdır.

Allah adı söyledikçe büyük bir enerji açığa çıkar.

Allah adının zikredilmesi bir enerji reaktörü gibi enerji üretir ve dağıtır.

Zikre başlandığı anda âdeta bir enerji santralı işlemeye başlar.

Madde ötesi boyutlardan, madde boyutuna doğru ilâhî enerji

akımı oluşur. Bu akım ile bir radyoaktif ışıma ortaya çıkar ve

bilinen radyasyon olayı gibi herkesi etkiler.

Ruhları ve bedenleri arıtan ve damıtan bir etkidir bu.

İyiye, doğruya ve güzele yöneltir.

MÜSBET İLİM GÖZÜYLE ZİKİR

Allah adı bir anahtar, bir şifredir.

Bugün gelişen teknoloji sayesinde ses titreşimleriyle açılan

kapılar yapıldı.

Aynı bunun gibi Allah adı da kalplerin kapısını ilâhî âleme açar. İnsan rûhunu ve bedenini akort eder.

Hücreleri ve atomları, yüksek kozmik titreşimlerle uyum içine sokan insan ile mâverâ arası âhenk tesis edilir,

kilitlenmiş olan beden enerji merkezleri

Allah ismiyle açılır.


Havada normal nefes yoluyla alamadığımız çok ince

değerlerde bir enerji türü bulunur.

Zikirde gerek nefes alırken gerek nefes verirken uygulanan

vurgu sistemi ile damağa ve burun köküne vurulan nefes,

ayrışarak içindeki «özel enerji» önce beyine,

sonra sağ ve soldaki enerji kanallarından bedene yayılır.

Beyni ve bedeni şarj ederek bu tür enerji eksikliği sebebiyle

çalışmayan enerji merkezlerini çalıştırmaya başlar.

Temizleyici, iyileştirici ve kalitelendirici vazife görür.

Zikirle beynin bugünkü tıp tarafından henüz çözülemeyen

bölümleri gerçek fonksiyonlarını îfâ etmeye başlar.

Elektrik enerjisi olmadan bir elektronik âlet nasıl çalışmazsa,

gerekli «özel enerji» olmadan beynin bu bilinmeyen bölümleri

çalışmaz. Olağanüstü bazı olaylar, ancak bu esrarengiz

bölümlerin çalışmasıyla ortaya çıkar.

İnce enerji çekimi ile bedende biriken olumsuz enerjiler de boşaltılır, beden rahatlar.

Müsbet ilimlerde derinleşen âlimlerin tespit ettiği bu

faidelerin gerçekleşebilmesi için zikir; içtenlik,

saflık ve kendini bırakışla yapılmalıdır.

İnsanın kendini olduğu gibi zikre vermesi,

zikrin ve vecdin ilk şartıdır.

Gerçek vecd, mânâ âlemiyle gerçek bütünleşme,

irfan potasında gerçek erime;

bu, kendini bırakışla başlar.

Vecd, Aydınlığa giden yoldur.

Vecd hâlinde zihin ve beden bilinmeyen değişimlere uğrar.

Zaman, mekân ve düşünce sınırlarının ötesine geçilir;

bilgi ve güç, temizlenen zihne dolar.


Zikirde vecd hâli oluşmazsa kişinin nefsi söneceği yerde kabarmaya başlar.

Yaptığı ibadetle gururlanır, artan benlik ve gurur,

Allâh’a giden yolları tıkar.

Dolayısıyla esas gayeden sapılmış olur.

Bizler, Cenâb-ı Hak; Ey Îmân edenler,

Allâh’ı çokça zikredin! (Ahzâb, 41)

buyurduğu için Rabbimiz’i zikrederiz.

Yoksa birtakım enerjiler veya güçler elde etmek için değil.

Fakat Cenâb-ı Hakk’ın lutfu ile hakkı verilmiş bir zikir ibadeti

bu sayılan istifadeleri de sağlar.

Bunlar, tasavvuf âlimlerinin dinî lisan ile dile getirdiği

hakikatlerin, müsbet ilim terimleriyle ifadesinden ibarettir.

Cenâb-ı Hak, cümlemize sevdiği amelleri sevdirsin ve bizlere

uygulama kolaylığı ihsan ederek muvaffakiyetler nasip

eylesin.


Madem dost edindin vuslat derdini,

Fuzûlî şeylerle yorma kendini.

Zikr ile yıkmalı gaflet bendini,

Böylece vuslata ermeli dostum.

(Gülzâr-ı İrfan)

Not: Bu yazı; Dersaadet Dergâhları kitabının sunuş bölümünde yer alan Galip KÖSE’nin yazısından özetlenerek alınmıştır.

Yazar İrfan ÖZTÜRK