Farklı Bir Risale-i Nur Okuması /Bir Üniversite Aşkı: Medresetü'z-Zehra Namında Şark Üniversitesi

Üstad Said Nursi’nin 55 yıllık hayali nedir? Bediüzzaman’ a kulak verelim: “Hem 55 seneden beri, Medresetü'z-Zehra namında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van'da, biri Diyarbakır'da, biri de Bitlis'te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van'da tesis etmek için, Hürriyet’ten evvel İstanbul'a geldim. Hürriyet çıktı, o mesele de geri kaldı.” [1] Neden hâla bir doğu üniversitesi kurul(a)madı? Öncelikle risaleleri okuyan ve rehber kabul edenlerin cevaplaması uygun düşen bir soru. Van , Bitlis , Diyarbakır üç tane açamasak bile hiç olmazsa Van şehrine bir tane kurulamaz mıydı? Biz yüzlerce okul kurduk diye akıllarından geçirenler acele etmesinler.

Hayal edilen üniversite nasıl bir eğitimi hedefliyordu. Risalelerin satır aralarında bu konuyu da buluyoruz. Üstad Said Nursî ölçüyü de belirtmiş; Mısır’da ki Ezher’ e denk olacak hatta onu aşacak. “Câmiü'l-Ezher Afrika'da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya Afrika'dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir darülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya'da lâzımdır. [2] Camiü'l-Ezher gibi, "Medresetü'z-Zehrâ" namında bir İslâm üniversitesinin Van'da açılması teklifiyle karşılaştım. Hattâ temelini attım. [3]” Van Gölü kenarındaki Artemit' te (Edremit) o darülfünunun temeli atılır. [4] Birileri biz bir çok okul yaptık, dev gibi binalar diktik gözünüz görmez mi derse; ben de derim ki; ‘Evet Batı üniversitelerine benzer batı ve doğu kentlerine okullar yaptık; ancak bu okulların yetiştirme kabiliyetlerine baktığımızda hâla yetişmesi hedeflenen kamil insan modelini tam anlayamadığımız ortaya çıkıyor.’ Medeniyetimizin talep ettiği çağın şartlarına göre yetişmiş insan modelini meydana çıkaracak okul nerede, biz hangi noktadayız? Bu illerde devlet üniversiteleri de var; fakat 100 yıl öncesinin lise talebesini bile yetiştirmekten aciz durumdalar, saçla başla uğraşan bilim öğrenmeyi tercüme faaliyeti ve alıntıdan ibaret gören birilerinin kontrolü altında. Ve hâla ilme ve irfana hizmet etmek yerine memleketin asli değerlerine saldırmayı kendilerine iş kabul ediyorlar. Düşünce baskı altında yeşermez ya da “Fillerin çiğnediği güller kurur.” diyebiliriz.

Üstad’ın eğitim üslubunu ve amacını öğrenmek için de risalelere bakalım:

“Felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın;

Avrupa medeniyeti, Anadolu'daki ehl-i mektep ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye, vilâyât-ı şarkiyyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Türkistan'ın ortasında, Medresetü'z-Zehra mânâsında,

Câmiü'l-Ezher üslûbunda bir darülfünun, hem mektep, hem medrese olarak bir üniversite için, tam elli beş senedir Risale-i Nur'un hakaikine çalıştığım gibi ona da çalışmışım.[2]

O dehşetli, tahribatçı kuvvete karşı hem vatanı, hem gençliği kurtaracak hakaik-ı Kur'âniye ve imaniye olduğunu kat'iyen onlar da bildi. [5]” Hakikati kalbi ve aklı berrak herkes görüyor da türlü korkular, yanlış anlaşılmalar temiz zihinleri bulandırıyor.

Şimdi şöyle Türkçe, Arapça, Farsça (Bu üç dili öğrenen Osmanlıca’yı da öğrenmiş olur ve kendi 600 yıllık tarihini de kaynağından öğrenir.) ve her gruba seçtirilen bir başka yabancı dil (İngilizce / Çince/ Rusça/ Almanca/ Fransızca) olmak üzere 4 dil bilen;

Fenni ilimlere de sosyal ilimlere de ilahiyata da hakim, çağını anlayan sadece hazır teknolojiyi kullanan değil yeni teknolojiler geliştiren alanında uzman olup diğer alanları da ihmal etmeyen İNSANI yetiştirecek Üniversite kurulamaz mı?

Kazançlı olmaz mı böyle bir üniversite, bitirenler iş bulamaz mı? Balkanlar’a, Anadolu’ya, Asya’ya, Afrika’ya birer şube açılamaz mı? Hakiki manada bizim olacak, adam gibi adam yetiştirecek üniversite kurmak hedefimiz olmalı.

Yoksa kendi ellerimizle maddeye tapan batı uşakları yetiştirmek israftır, hatta haramdır. Hakiki manada bizim derken Ruhu ve bedeniyle medeniyetimizi temsil edecek İnsanı ifade etmeye çalışıyorum.

Bediüzzaman yetiştirmek istediği insanı bir çok yerde tarif etmiştir: “Madem âhiret için, hayır için, ibadet ve sevap için, iman ve âhiret için Risale-i Nur ile bağlanmışsınız;

elbette bu ağır şerait altında her bir saati yirmi saat ibadet hükmünde ve o yirmi saat ise Kur'ân ve iman hizmetindeki mücahede-i mâneviye haysiyetiyle yüz saat kadar kıymettar ve yüz saat ise böyle her biri yüz adam kadar ehemmiyetli olan hakikî mücahid kardeşler.[6]

Üstadın dediği üniversite Van’da ve Diyarbakır’da kurulsaydı şimdi doğuya çomak sokup karıştıranların elleri boş kalacaktı. İleri görüşlü Üstad’ a kulak verelim; ‘Ben Van'da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki:

"Türkler İslâmiyet’e çok hizmet etmişler.

Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?" dedim.
Dedi: "Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar."

Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul'da mektebe girmiş.

Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülâmel ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş.

Bana dedi: "Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türke tercih ediyorum." Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım.

Tam kanaati geldi ki, Türkler bu Millet İslâmiye’ nin kahraman bir ordusudur.

Ey sual soran meb'uslar! Şarkta beş milyona yakın Kürt var. Yüz milyona yakın İranlı ve Hintliler var.

Yetmiş milyon Arap var. Kırk milyon Kafkas var.

Acaba birbirine komşu, kardeş ve birbirine muhtaç olan bu kardeşlere, bu talebenin Van'daki medreseden aldığı ders-i dinî mi daha lâzım?

Ve yahut o milletleri karıştıracak ve ırktaşlarından başka düşünmeyen ve uhuvvet-i İslâmiyeyi tanımayan, sırf ulûm-u felsefeyi okumak ve İslâmî ilimleri nazara almamak olan o merhum talebenin ikinci hali mi daha iyidir?


Sizden soruyorum.İşte bu cevabımdan sonra, an'ane aleyhinde ve her cihetle garplılaşmak fikrini taşıyanlar, kalktılar, imza ettiler. [2]

İşte bugün ki nifak tohumlarının nerelerden geldiğini ve nasıl beslendiğini iyi görmek gerekiyor.

Özelliklede bir şekilde İslam’dan ürkütülmüş kesimlerin daha iyi anlamaları gerekiyor ki hâla aynı gemiyle yola devam etmek istiyorlarsa, kelime manası esenlik olan İslam’dan hiç korkulur mu.

Ey! İnsanlar arada İslam-i terbiye olmadıkça bizlerin benlik duygusuyla birbirini kırması çok kolay.

Sunacağınız bütün reçeteler hakiki reçete karşısında boş kalacaktır. Bugün birlik ve dirlik sağlanmak isteniyorsa İslam’ın emrindeki Türk ile onu babasına tercih eden Kürt’ü ortaya çıkarmanın bu şekilde insanları yönlendirmenin yolları aranmalı.

Said Nursi değiliz birkaç sohbette adam kurtaramayız belki; fakat biraz uğraşla, samimiyetle bulanıklıklar giderilebilir.

Elimizde altın sayfalar var ve o sayfalar izinde kalem alınmış müthiş külliyatların sahibiyiz. Bu kaynakların değerini bilirsek zamanın

İbn-i Sinaları, Farabileri, İmam Rabbanileri, İbn-i Rüştleri, Mevlanaları, Birunileri, Hafızları, Hayyamları, Gazalileri, Yunusları, Bayramileri, Ahileri... yetişecektir.

Eskiden kendi putlarını yiyenler şimdi kendilerinin ortaya attıkları değerleri bir bir tüketiyorlar ve insanlığa daha çok silah, daha çok tüketim, daha çok kirlilik harici sunacakları projeleri yok.

O zaman gelin hep birlikte alemin selameti için projeler üretelim. “Aile” kurumumuza sahip çıkalım, kendimizi ve neslimizi çağın şartlarına uygun nereden geldiğimizi unutmadan eğitelim.

1- Emirdağ Lâhikası (2) - Mektup No: 107
2- Emirdağ Lâhikası (2) - Mektup No: 139
3- On Dördüncü Şua
4- Tarihçe-i Hayat - İlk Hayatı - s.2134
5- Emirdağ Lâhikası (2) - Mektup No: 55
6- On Üçüncü Şua