Haset

Hindistan’daki Türk İmparatorluğu padişahlarından biri olan Sultan Mahmûd-i Gaznevî; ulemâ, meşâyih ve şuarâya olan hürmet ve muhabbetiyle meşhurdur. O; üstün zekâ, kavrayış ve edep sahibi birine rastlayınca hemen himayesine alır, ...


Ağaç Şeklinde Aç1Beğeni
  • 1 gönderen beyza

  1. Alt 09-26-2008, 21:10 #1
    beyza Mesajlar: 2.053
    Hindistan’daki Türk İmparatorluğu padişahlarından biri olan
    Sultan Mahmûd-i Gaznevî;
    ulemâ,
    meşâyih ve şuarâya olan hürmet ve muhabbetiyle meşhurdur.
    O; üstün zekâ,
    kavrayış ve edep sahibi birine rastlayınca hemen himayesine alır,
    onun sohbetinden istifade ederdi.

    Gazneli Mahmud bir av seferi esnasında grubundan ayrılmış, bir geyiğin peşinde koşmuş ve iyice terlemişti.

    Yakınlarda gördüğü bir köye girerek su içmeye karar verdi.

    Köyün ilk evinin önünde tesadüf ettiği on yaşlarındaki bir çocuğa:

    “–Evlâdım! Bana bir bardak su ver.” dedi. Çocuk:

    “–Amca, babam su almaya gitti, çok kalmaz döner.
    Siz biraz burada istirahat ediniz.” dedi.

    Bunun üzerine hükümdar, atından indi.

    Çocuk onu rüzgâr olmayan bir yere oturttu, atı alıp biraz aşağı-yukarı gezdirdi. Biraz sonra çocuk, içeri girdi ve bir bardak su getirdi. Sultan:

    “–Hani bana burada su yok, demiş babanın suya gittiğini söylemiştin?” deyince çocuk:

    “–Efendim, yalan söylemedim, babam suya gitti.
    Şimdi nerede ise gelir.
    Siz, benden su istediğinizde, hemen verseydim;

    bu terli hâliniz ile içeceğiniz su, sizi hasta edebilirdi.

    Fakat hararetiniz ziyade olduğundan bunu düşünecek hâlde değildiniz.

    Şimdi teriniz dindi.
    Ben de size suyu getirdim.
    İşte babam da pınardan geliyor. Size istediğiniz kadar su vereyim.” dedi.

    Sultan,
    bu köylü çocuğunun irfanına hayran olmuştu.
    Adını sordu.
    Ayaz olduğunu öğrendi.

    Üstü-başı eski olan bu çocuk sanki içinde define gömülü bir vîrâne idi. Sultan, bu vîrânelikteki defineyi keşfetmişti.

    O aralık sultanın vezirleri ve av arkadaşları da köye geldiler,
    sultanı orada buldular.

    Ayaz’ın babası da elindeki su kabı ile oraya gelmişti.

    Sultan, kendi hüviyetini Ayaz’a ve babasına bildirdi.

    Daha sonra Ayaz’ın babasına hitaben:

    “–Bu çocuğu bana vereceksin.
    Okutacağım ve kendime sohbet arkadaşı yapacağım.”
    dediğinde,
    Ayaz’ın babası:

    “–Bu mülk senindir, biz senin kulunuz.
    Canım ve evlâdım, her şeyim yoluna feda olsun.” dedi.

    Çünkü, tebaasının huzurunu düşünen,
    onları zalimlerin şerlerinden koruyan,
    memleketi adalet ile idare eden, âlimlerin acı tenkitlerine tahammül eden bu padişaha karşı milleti sonsuz sevgi ve saygı gösterir,
    onun uğruna her şeylerini feda ederlerdi.

    Sultan, Ayaz’a hitaben:

    “–Haydi bakalım; benim atıma bin, gidiyoruz!” dedi.
    Sultan, Ayaz’ı atının terkisine bindirdi.
    Tam hareket edecekleri sırada:

    “–Affedin efendim, bence çok kıymetli olan bir eşyamı almama müsaade eder misiniz?” dedi.

    Sultan, Ayaz’a sarayda hiçbir şeye ihtiyacı olmayacağını söylediyse de Ayaz ısrarcıydı, sultan:

    “–Haydi, çabuk al da gel!” dedi.

    Kulübesine giren Ayaz,
    elinde bir bohça ile çıkıp tekrar ata bindi.
    Yol boyunca sohbet ederek saraya vardılar.

    Ayaz bir taraftan hususî hocalardan ilim tahsil ediyor, bir taraftan her gün sultanın sohbetinde bulunuyordu.

    Ayaz’ın zekâsı, firâseti ve terbiyesi sultanı her geçen gün hayran bırakıyordu.

    Ayaz sultanın takdirini her geçen gün yeniden kazanıyordu.

    Aklının keskinliği kadar nefsinin güvenilirliğinden de emin olan sultan Ayaz’a o derece itimat etmişti ki iç hazinesinin anahtarlarını bile ona vermişti.

    Bu sevgi ve itimadı çekemeyen hasetçiler Ayaz’ın aleyhinde konuşmaya başladılar. Onu sultanın gözünden düşürmek için;

    “Ayaz, iç hazineden hırsızlık yapıyor!” demeye başladılar.

    Bu söz, sultanın kulağına kadar geldi.

    Sultan bu dedikoduya fena hâlde üzüldü.
    Buna imkân vermiyordu fakat;
    «şuyûu vukûundan beter»
    bu meselenin üzerine gidip çözmeliydi.

    Hasetçileri huzuruna topladı:

    “Ayaz’ın hırsızlık yaptığını söylüyorsuz?

    Pekâlâ nasıl ispat edersiniz?” dedi. Onlar:

    “Aman sultanım! Sarayda herkesin odasının kapısı açık, Ayaz’ın kapısı daima kilitli.

    Ayaz;

    bu saraya geldiğinden beri,
    odasına hiç kimseyi almadı.
    Kapısını da açık bırakmadı.
    Böyle kapısı daima kapalı olanın bir kabahati olmalı ki,
    o kabahatini kimseye belli etmemek için bu şekilde yapıyor,
    kabahatini gizliyor.” dediler.

    “Siz, iç hazineyi ona teslim ettiniz.
    Hazinede bulunan bunca kıymetli eşya ve taşların sayısı malûm değildir.
    Buradan çaldığı mücevheratı odasına gizliyor olmalı ki, odası daima kapalı.

    Oraya kimseyi kabul etmiyor.”
    diye iftiralarını allayıp pulladılar.

    Kişi nasıl ise, karşısındakini de öyle zanneder.

    Gözüne yeşil gözlük takan dünyayı yeşil;
    siyah gözlük takan siyah görür.

    Gözünde ve gözlüğünde necaset bulunan ise,
    dünyayı pislik içinde görür.

    Gözünü ve gözlüğünü temizle ve dünyayı tertemiz gör!

    Vechini pâk eyle kim mir’âta bühtân olmasın.

    demişler. Ayna ayıpları göstericidir.

    Kendine bakanın yüzündeki karayı hemen yüzüne vurur.

    Yüzünde kara yok ise tertemiz gösterir.

    Öyle ise sen, yüzümdeki karayı gösteriyor diye aynayı kırmaya kalkma.

    Yüzündekini temizle. Ekserî insanların peygamberlere, ulemâya, evliyaya kızmaları ve onları öldürmeleri bu yüzdendir.

    Peygamberler, âlimler ve velîler berrak aynaya benzerler. Onlara bakan gafil yürekler kendi noksanını görerek;

    “Şu aynayı kırayım da benim noksanımı göstermesin!” derler ve kendi noksanlarını düzelteceklerine ayna mahiyetindeki peygamber,
    velî yahut âlim zâtı katleder ve Allâh’ın lânetine uğrarlar.

    Bazı aynaların cilâsı bozuk, bazısı tozlu olurlar.

    Tabiî cilâsı bozuk olan aynaya itibar olmadığı gibi,
    tozlu aynanın tozu silinmeden göstermesine de imkân yoktur.

    Cilâsı bozuk olan ayna, ahlâksız âlimlere, tozlu ayna ise, insanları irşad etmeyen ilim sahiplerini temsil eder.

    Sultan Mahmud ne yapacağını şaşırmıştı.

    Ses çıkarmasa sevdiği zat hakkında kötü şeyler söyleniyordu.

    Buna tahammül edemezdi. Ayaz’ın odasını aratsa,
    Ayaz, sultana gücenecekti.

    Fakat çaresiz ikinci şıkkı kabul etti,
    bu hasetçilerin iftiralarını ortadan kaldırmak için Ayaz’ın odasını aratmaya karar verdi.

    Ayrıca Ayaz’ın gönlünü alacaktı.
    Hem Ayaz kendisini sevdiği için bu cevrine tahammül gösterirdi.

    Ayaz’ın sarayda olmadığı bir gün,
    hasetçileri yanına çağırıp:

    “Haydi, Ayaz’ın odasını arayınız.

    Hazineye ait ne bulursanız sizin olsun!” dedi.

    Ayaz’ın oda kapısı kırıldı.

    Hasetçiler, birbirini çiğneyerek içeri girdiler.

    Yerde eski bir hasır, bir post, duvarda ise bir değnek,
    bir kepenek ve bir çift çarık asılı idi.

    «Yere gömmüştür.» diyerek, döşemenin altını üstüne getirdiler,
    fakat hazineye ait bir tek şey bulamadılar.
    Hepsi mahcup ve rezil olup yüzleri kızararak dışarı çıktılar.

    Ayaz, saraya döndüğü vakit, odasının kapısının kırıldığı ve içerisinin alt-üst olduğunu hayretle gördü.

    Sultanın emri ile olduğunu söylediklerinde memnuniyetini izhar eyledi. Sultan,
    Ayaz’ı huzuruna aldı, kendisine durumu izah etti:

    “–Ayaz! Senin kapını kırmakla,
    sana haset edenlerin başını kırdım.
    Kapını açmasa idim, onların dili tutulmayacaktı.”

    Ayaz ise:

    “–Aman sultanım! Allâh’ın, kulunu; sultanın, bendesini; şeyhin,
    müridini;
    hocanın da talebesini imtihan etmesi lâyıktır.

    Kulun, Allâh’ı; bendenin, sultanı;

    talebenin, hocayı; müridin,
    mürşidini imtihan eylemeye kalkışması küstahlıktır.

    Odamın değil, kalbimin kapısını kırın,
    içini arayın,
    sizden başkasına muhabbet bulamayacaksınız.

    Nerede kaldı, oraya cevher, dünyayı sığdırayım?!.”

    dediğinde sultan:

    “–Ayaz, sana bir şey soracağım.
    Duvara çoban değneği, çarık ve kepenek asmışsın.
    Bunların mânâsı nedir?” dedi.

    “–Sultanım bunlar sizce malûmdur.
    Saraya intisap etmezden evvel kepenekli,
    çarıklı bir çoban idim.

    Siz bana salâhiyet/yetki verdikçe nefsim kabarıyordu.

    Ben her akşam nefsime:

    «Sakın kibirlenme! Sen bir çoban oğlu çobansın!
    Sultandan yüz buldun diye çobanlığını unutma!
    Bak işte çarığın, kepeneğin, değneğin...»

    diye nefsimi bununla ıslâha çalışırdım.” dedi.

    Onu köyünden getirirken yanında getirdiği bohçanın sırrı da çözülmüş oldu.
    Sultan Mahmud,

    Ayaz’a güveninde haklı çıkmanın huzuruyla dopdoluydu.

    Ayaz’ı çekemeyen vezirlerine son bir ders daha vermeye kararlıydı.

    Sofradan gayet kıymetli bir bardağı alıp vezirlerden birine verdi ve:

    Haset

    “Bunu kır!” dedi. Vezir:

    “Aman sultanım. Bu Çin bardağıdır.

    Çok kıymetlidir, nasıl kırarım?” dedi. Sultan Mahmud ona:

    “Peki, güzel!” diyerek bardağı diğer vezire uzattı.

    O da aynı sözleri söyledi ve bardağı kırmadı.

    Diğer vezirler de benzer itirazlarla bardağı kırmamışlardı.

    Sultan Mahmud son olarak bardağı musâhibi Ayaz’a uzattı ve:

    “Kır bunu!” dedi.

    Ayaz, hiç tereddüt etmeden bardağı yere çaldı ve kırdı. Sultan, Ayaz’a:

    “Bardak kıymetli değil mi idi?” dedi. Ayaz, cevaben:

    “Evet, çok kıymetli idi.
    Fakat sizin emriniz benim için bu bardaktan daha kıymetlidir.
    «Bardağı kır!» emrine uymasam,
    onu kırmamakla sizi kırmış olurum.

    Sizi kırmaktansa, böyle kıymetli yüz bin bardağı kırmak bana daha sevgilidir!” dedi.

    Ey kardeş!

    Sen de Allah -celle celâlühû- sana:
    «Şunu yap!» diye emretti mi,
    hemen o emri yerine getirmelisin.

    O şey nefsinin hoşuna gitmese de!..
    Bu emri yerine getirmezsen;
    Allâh’ı gücendirir, darıltırsın.
    Allâh’ı seven O’nun emrine itaatli olur,
    nehyinden kaçar.

    Kullar mutî olunca,
    Allah onların başına âdil kimseler getirir.

    Âdil hükümdarlara nâil olanın,
    dünyası ve âhireti cennet olur.
    Kalplere merhamet, şefkat verilir.
    Zenginlerde şükür artar.
    Vatanda bereket çoğalır.
    Herkesin yüzü güler.
    Kardeşlik havası eser.

    Bir şey oldum deyip kapılma kibre,
    Altun iken, sonra olursun gübre,
    Ucbe hiç sapmasın, gönlünde ibre,
    Şeytanı kendine güldürme kardeş. (Gülzâr-ı İrfan)

    Yazar İrfan ÖZTÜRK

    alptraum bunu beğendi.
  2. Alt 09-27-2008, 03:18 #2
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Cok güzel bir hikaye ile birlestirilmis cok güzel bir ders aldim kendi nefsime Rabbim yazandanda buraya getirendende razi olsun

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.