TÜRKİYE



Yüzölçümü : 779.452 km²



Nüfus : 57.163.085



Başkent : Ankara



Önemli Şehirler : Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Konya.



Yeri : Kuzeyinde Karadeniz, Güneyinde Akdeniz, Batısında Ege Denizi vardır.



Dil : Türkçe,Kürtçe



Din : İslam



Para birimi : Türk Lirası, Yeni Türk Lirası



Önemli coğrafi yerler : Ağrı dağı, Nemrut dağı, Kızılırmak ırmağı, Yeşilırmak ırmağı, Van Gölü, Tuz Gölü. İstanbul ve Çanakkale boğazları.



SULTANAHMET CAMİİ (1609 - 1616 Türkiye)



İstanbul'un eski bölgesi, Galata Köprüsü'nün güneyinde ve Boğaz'ın batısında. Sirkeci İstasyonunun çok yakınında.



Sultanahmet Camii, I. Ahmet'in camii. İngilizce ismini (Blue Mosque - Mavi Cami), içeriyi dekore etmede kullanılan 20 bin mermere borçlu.

Cami üzerinde çalışmalara 16. yüzyılda 19 yaşındaki padişahın direktifleri doğrultusunda başlandı. Rivayete göre, padişah gençliğindeki kötü davranışlarını affettirmek ve Allah'ın gözüne girmek için burayı yaptırdı. Aynı zamanda, Habsburg İmparatorluğu'nun yöneticisini eşiti olarak tanıdığına dair bir anlaşma yapmıştı. Bu yüzden de inancını ve İslam'a olan bağlılığını göstermesi gerekiyordu. Caminin mimarı Mehmet Ağa'ydı. Bu sanat eserini tamamlaması 7 yılını aldı. Cami tasarımına dair tüm standart özellikler burada bulunsa da, Sultanahmet Camii, 6 minaresiyle diğerlerinden farklı bir görünüm sergiliyor. Dört köşenin her birinde birer minare yer alırken, daha alçak diğer iki minare avlunun dış tarafında yükseliyor. Yine başka bir rivayete göre, genç padişah, İslam dininin merkezi Mekke'deki otoriteleri küçük düşürdüğü iç oradaki caminin yedinci minaresinin yapım ücretini ödemek zorunda kaldı. Caminin avlusuna, granit sütunlardan oluşan bir kemer altına açılan üç geçitten geçerek giriliyor. 30 ufak kubbeli çatısı olan kemeraltının yanında, avlunun ortasında altıgen bir çeşme yer alıyor. Bu tarz çeşmeler birbirini andırdığı gibi aynı zamanda pratik. Camiye girmeden önce müminler burada abdest alır. Cami avlusunun doğusunda medrese (cami kompleksi iç eğitim merkezleri) bulunuyor. Camiinin çatısında kubbeler hoş bir şekilde uzanıyor. Ortadaki büyük kubbeyi 4 yarı kubbe çevreliyor. Bunların yanında 4 kubbe daha yer alıyor. İçeriden bakıldığında bu kubbelere hayran olmamak elde değil. 4 devasa fil ayağı sütunu yapıyı ayakta tutuyor. Bu kadar geniş bir mekan ve 260 pencereden içeriye süzülen ışık olmasaydı, duvarları süsleyen binlerce mermer insanı boğabilirdi.

Mihrap (Mekke tarafındaki oyuk) ile minber (kürsü) beyaz mermerden. Yerler koyu kırmızı halılarla kaplı.

Ancak en büyük etkinin sorumlusu, mavi mermerler. Mavinin her rengine rastlansa da, yakından bakıldığında daha çok sayıda renk olduğu fark ediliyor. Bu zarif seramik çalışması, 16. yüzyılda tabak çanaklarını ihraç ederek büyük başarılar kazanan İznik fabrikalarının ürünü.

Bu yeni caminin türünün en iyisi olması konusunda ısrar eden Sultan Ahmet'in, imalathanelerin başka bir yere mermer satmasını yasakladığı söyleniyor. Bu derece büyük miktarda üretim yapmakta zorlanan İznik üreticileri bir daha toparlanamadı. İşverenleri Sultan Ahmet'in de sonu acıklı oldu. Ahmet, 27 yaşında, yeni camisi açıldıktan kısa bir süre sonra tifüsten öldü.



NEMRUT DAĞI (MÖ 62 TÜRKİYE)



Şanlıurfa yakınlarındaki dağa yüksekliğinden ötürü, ziyaret etmek için en uygun zaman Haziran, Temmuz ve Ağustos.



Nemrut Dağı, Güneydoğu Anadolu'da deniz seviyesinden 2.134 metre yükseklikte. MÖ 69-34 arasında yörenin kralı olan I. Antiochus, nam-ı diğer Kommangene, zirveye kendisinin ve tanrıların şanına adadığı olağanüstü bir anıt dikti (kitabelere göre). Pers ve Yunan soyundan gelen kralın geliri, Suriye ve Pers arasındaki ticarete dayalıydı.

Mitolojide, dağların zirveleri ölümsüzlerin evi olarak anılır. Antiochus, Nemrut Dağı'nı tanrı heykellerinin evi haline getirdi -kendisini de bunlar arasına dahil etti. Dorukta, taşların oluşturduğu bir höyüğün iki yanında iki aslan, iki kartal ve Herkül, Zeus-Oromasdes, (Pers tanrısı Ahura Mazda ile özdeşleştirilir), Tyche (Yunan zenginlik tanrıçası), Apollo-Mithras ve Antiochus'un 9 metrelik heykelleri bulunuyor. Bu figürler, geçen yüzyıllar içinde kafalarını kaybetti, bölgede parçalar halinde sürreal bir görüntü

Sergiliyorlar. Heykellerin kime ait olduğu kitabeler yoluyla belirlendi. Aynısı, zamanında uzun frizler oluşturan dikey taş dilimleri için de geçerli. Bunlar, Antiochus'un atası olan Makedonyalılarla Persleri anlatıyor. Her birinin önünde esas yakılan minberler, yer alıyor. Aynı heykeller ve atalar 49 metre yükseldiğinde ve 152 metre çapındaki höyüğün iki yanında yer alıyor. Ancak doğu tarafındaki, taş tabakalardan oluşan heykeller, çok daha iyi muhafaza edilmiş. Devasa kafa figürleri, Yunanlıların yüz ifadesini ve Perslilerin saç stilini yansıtıyor. Antiochus'un ölümsüzlerden biri olduğuna inandığına dair şüphe yok. Batı tarafındaki rölyeflerde, Apollo, Zeus ve Herkül'le el sıkıştığı görülüyor. Burada da, MÖ 7 Temmuz 62'de gerçekleşen astronomik birleşmeyi anlatan, yıldızlar, Jüpiter, Mars ve Satürn gezegenlerinin aranjmanının işlendiği bir taş dilimi çok ilgi çekiyor. Bu tarihin neden önemli olduğu kesinlik kazanmış olmasa da, Nemrut Dağı'ndaki yapılanmanın başlangıç tarihi olabileceği sanılıyor. Höyüğün doğu tarafındaki minber bugüne dek sağlam kalmış. İki bölge arasında duvarlı bir geçiş olduğuna ve bu geçidin girişine aşağıdaki bir dağ patikasından gidildiğine dair yeterli kanıt var. Bölgede, dîni törenler gerçekleştiriliyordu. Yüzyıllar süren gizlilikten sonra, Nemrut Dağı 1881'de Alman mühendis Karl Sester tarafından keşfedildi. Sonraki kazı çalışmalarında Antiochus'un mezarı bulunamadı, ancak bu bölgede yakıldığı sanılıyor. Hiç insan kalıntısının bulunmayışının önemi yok -Kralın gururu, ardında bıraktığı heykellerle yaşıyor



PERİ BACALARI (MS 412 Sonrası TÜRKİYE)



Nevşehir yakınlarındadır.



Kapadokya, Orta Anadolu'daki bir bölgenin eski adı. İsmi gibi, bölgede yer alan yapılar da eskiden kalma. Binlerce yıl önce burada gerçekleşen volkanik aktivite, burada kül, çamur ve lav katmanları oluşturdu. Sonraki hava koşulları, yumuşak dokuyu aşındırıp peri bacaları diye tanımlanan tuhaf formların oluşmasına yol açtı. Şaşırtıcı olsa da, bu çorak ve renksiz bölge bir dönem oldukça kalabalık bir yerleşim yeriydi.

Zamanında Hitit ve Pers yönetimi altında olan Kapadokya, MS 17'de Roma imparatorluğunun topraklarına dahil oldu. Eski Hıristiyanlığın sofuluk ve yalnızlık arayışının Tanrı'yla daha iyi bir iletişim kurma anlamına geldiği bilinen bir şey. Kapadokya'daki Göreme Vadisi, bu tarz bir hayat sürmek isteyenlere hitap etti. Barınma yerleri ile oda ve koridorlardan oluşan kompleksler yapmak için, tuhaf bacaların içi oyulabilirdi. Keşişler bu hücreleri inşa etti ve işbirlikçi topluluklar oluştu, ancak hepsinden öte, Hıristiyanlar, bazıları sadece mütevazı hücreler olan kiliseler yaparken, diğerleri ise daha titiz çalışarak kubbeli yapılar inşa etti. Göreme'de bunlardan 365 tane, Kapadokya'nın bütünündeyse daha da fazlası olduğu söyleniyor.

Bazı tahminlere göre, bölgede bir zamanlar 7. yüzyılın Arap zulmünden kaçmanın yollarını arayan binlerce kişi buradaki mağaralarda yaşayıp şehirler kurmuştu. Tehlike atlatıldığında, Bizans geleneğine uygun daha düzgün ve süslü kiliseler inşa edildi. Bazı duvar resimlerinde hiç insan figürü kullanılmamış. Bu, 8. ve 9. yüzyılda Doğu Kilisesi'nin Tanrı ve İsa'yı ı gibi resmetme tartışmasının alevlendiği ikonoklastik döneme denk geliyor, Kapadokya'daki bazı kiliseler, anlaşmazlıklara rağmen bu konuda kesin kararını vermiş olsa da, sorun ancak 842'de çözüldü. Önceden, kayanın çıplak duvarlarına geometrik şekiller çizilirken, sonradan teknik geliştikçe, duvarlar boyanmadan önce sıvayla kaplanıyordu. Göreme'deki Karanlık Kilise'de en iyi kalite freskler yer alıyor. Güneş ışığı vurmadığı için renkleri solmamış. Bir yeraltı manastırının parçası gibi duran bu 11. yüzyıl kilisesi, yanındaki yemekhaneye eklenmiş. Yemekhanenin yakınındaki diğer kiliseler, burada toplumsal bir yaşam olduğuna dair ipuçları veriyor. Ortasında bir kilise, üst katlarında odalar, mutfak ve alanda yemekhane bulunan 6 katlı binanın kalıntılarını görmek mümkün. Yılanlı Kilise'deki freskler, St. George tarafından öldürülen bir ejderhayı (ya da yılan) resmediyor. Elmalı Kilise'nin duvarları ve kubbesi İsa'nın hayatından sahnelerin tasvir edildiği 11. yüzyıl resimleriyle kaplı. Bunlar bir sürü kiliseden sadece ikisi. Bizans İmparatorluğu yıkılana kadar buradaki Hıristiyan topluluğu güçlü bir şekilde varlığını korudu. 20. yüzyılın başında bazı kiliseler hâlâ kullanıma açıktı.



TOPKAPI SARAYI (1468 Sonrası Türkiye)



Topkapı, Galata Köprüsü'nün güneyinde, Boğazın batısında yer alıyor. Sirkeci tren istasyonu yakında. Bölgenin ismi Sultanahmet.



Bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun kalbi Topkapı Sarayı'nda atıyordu. Harfi harfine "top kapı sarayı" (19. yüzyıldaki adı; ilk başta "yeni saray"dı), daha sonra Konstantinopolis, sonra da İstanbul adını alan Bizans'ın Yunan kenti. Haliç'e, Boğaz'a ve Marmara Denizi'ne tepeden bakıyor. Saray gibi, manzaranın da bir eşi yok. "Saray" sözcüğü burasını tanımlamaya yetmiyor. Topkapı, yüzyıllar içinde farklılaşan engin bir kent. 1574,1665 ve 1856 yıllarında ki yangınlar buraya ciddi hasarlar verdi. İhtiyaç olduğunda sultanlar ek binalar yaptırdı. Bugün Topkapı, nitelik ve nicelik açısından o kadar zengin ki, buraya gereken değeri vermek için sarayı tekrar tekrar ziyaret etmek gerekiyor. 1452'de Hıristiyan Konstantinopolis'i fethedip adını İstanbul'a çeviren ve Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti yapan II. Mehmet, buraya devlet daireleri inşa etti. Topkapı ilk başta kraliyet konutu değil, (her ne kadar II. Mehmet'in dinlenme ve eğlenme amacıyla kullandığı Çinili Köşk'ü burada olsa da hala sarayın yakınında olan zarif mermerle döşenmiş köşk) idari işlerin merkeziydi. İlk başta, saray Divan kurulunu oluşturan memurlara ev sahipliği yaptı. Burada ayrıca, hazine, Saray Okulu (sosyal servis için elit eğitim merkezi), idari atölyeler, depolar ve fırınlar bulunuyordu. 1540'larda Sultan Süleyman'ın azat edilmiş karısı Roxelana, burayı sultan ile kadınlarına ev olacak şekilde düzenledi. Bir grup siyahi haremağasının gözetimindeki Harem'de, padişahın karıları, metresleri ve kadın akrabaları yaşıyordu. Bu saray kadınları kimseyle görüştürülmeden, kapalı bir hayat sürse de, bazıları fazlasıyla güç sahibiydi.

Rehberli turlarla 300 odaya göz atılsa da, bu saray içindeki sarayın görkemine dair hiçbir şüphe bırakmıyor. Gizli kapı ve geçitler, odanın duvarları içine yerleştirilen çeşmeler (kulak misafiri olanlardan kaçınmak için), ipekler ve sırmalı ipekler, süslü mermerler, farklı dönemlerden mobilya ve tablolar bir araya gelip gizem ve entrikayla süslü lüks bir atmosfer yaratsa da, bu şatafatın içinde hep bir korku unsuru vardı. Sultan'ın hamamı, soyunma ve masaj odalarıyla davetkar gözükse de, havuzu çevreleyen parmaklıklar suikastları engellemeye yarıyordu.

Topkapı, İslam mimarisindeki çeşmeler ve akan sular, bahçeler ve süslü köşkler dünyevi cenneti hatırlatıyor. Lale merakıyla tanınan padişah III. Ahmet, buraya bir lale bahçesi yaptırdı ve çiçeklerden sorumlu bir yardımcı atadı. Buradaki değerli mücevherler ve metaller, gerçeküstü bir dünyaya ait oldukları izlenimini veriyor. Nadir bulunan pırlantalar, elmaslar ve yakutlar bile Topkapı'da sıradan kalıyor.