Biyoteknoloji, Bio-teknoloji Nedir? Biyoteknoloji, Bio-teknoloji Hakkında

biyoteknoloji uygulamalarına verilebilecek örneklerdir. Biyoteknoloji; hücre ve doku biyolojisi kültürü, moleküler biyoloji, mikrobiyoloji, genetik, fizyoloji ve biyokimya gibi doğa bilimleri yanında mühendislik ve bilgisayar mühendisliğinden yararlanarak, rekombinant DNA teknolojisiyle bitki, ...


  1. Alt 09-28-2009, 09:51 #1
    mCEmRaH Mesajlar: 50
    biyoteknoloji uygulamalarına verilebilecek örneklerdir.
    Biyoteknoloji; hücre ve doku biyolojisi kültürü, moleküler biyoloji, mikrobiyoloji, genetik, fizyoloji ve biyokimya gibi doğa bilimleri yanında mühendislik ve bilgisayar mühendisliğinden yararlanarak, rekombinant DNA teknolojisiyle bitki, hayvan ve mikro organizmaları geliştirmek, doğal olarak var olmayan veya ihtiyacımız kadar üretilemeyen yeni ve az bulunan maddeleri (ürünleri) elde etmek için kullanılan teknolojilerin tümüdür.
    Biyoteknoloji, temel bilim buluşlarını kısa sürede yararlı ticari ürünlere dönüştürebilmesiyle bir anlamda kendi talebini de yaratabilir. Bu yönüyle de öteki teknolojilerden ayrılır. Örneğin sıcak su kaynaklarında yaşayan bakterilerin birinden elde edilen yüksek sıcaklığa dayanıklı bir enzim, günümüzde uygulama ve temel bilim çalışmalarının ayrılmaz bir parçası olan PCR'nin önemli bir girdisidir. Biyoteknoloji uygulamaları; mikrobiyoloji, biyokimya, moleküler biyoloji, hücre biyolojisi, immünoloji, protein mühendisliği, enzimoloji ve biyoproses teknolojileri gibi farklı alanları bünyesinde toplar. Bu nedenle de Biyoteknoloji birçok bilimsel disiplinle karşılıklı ilişki içinde gelişir.

    Bioteknoloji : Yaşam kalitesine katkı


    Virüsler, ilaçları alt etmekte "başarılı" olmaya başladı. Virüslerden "hızlı" davranıp, hatta doğada bile olmayan yeni moleküller üretmek gerekiyor.



    Kazaya uğrayan bir hastaya yapılacak ilk müdahalelerden biri ona serum vermektir. Serum, hastanelerde en olağan ve en hızlı müdahale biçimi olarak ancak 1931'den beri kullanılıyor. Kullanım, önce Amerika'da başlamış, sonra dünyaya yayılmış. Baxter adlı bir Amerikan bioteknoloji firmasında bundan 60 - 70 yıl önce yapılan araştırma ve geliştirme, serumun hem ticari hem tedavi amaçlı karlı bir ürün olduğunu göstermişti. Aynı firma, kanın güvenli ve sağlıklı biçimde toplanıp saklanması için ilk steril üniteyi de 1939'da üretmişti. Baxter, kan plazmasıyla serumunun ayrılmasını sağlayan bioteknolojik yöntemi geliştirdiğinde İkinci Dünya Savaşı sürüyordu. Amerika savaşa henüz girmişti. Yaralanacak askerler için milyonlarca ünite kan ve kan ürünü, yani plazma ve serum gerekiyordu. İnsanı öldürmeye yarayan savaş, ne tuhaftır ki gerek bioteknolojide gerekse nöroloji ve cerrahide yeni yöntemlerin hızla araştırılıp gündelik yaşama uygulanmasına da "yaradı". Pek çok cerrah, hayal bile edemeyeceği kadar çok yaralanma vakasına müdahale ederken ikinci bir tıp eğitimi almış gibi oldu. O dönemin bioteknoloji firmaları da var güçleriyle tedaviye yönelik ürünler üzerinde yoğunlaştı. Bu çaba, bugün daha da hızlı bir biçimde sürüyor.

    Bioteknoloji nedir?


    Bioteknoloji denilince akla gelmesi gereken pratik özet şu: İleri teknoloji ürünü steril laboratuvarlarda astronot kılığında çalışan süper uzmanlar, süper bilgisayarlar, bir bilim kurgu ortamı... Ne yapar bu insanlar? İnsan ömrünü uzatmak ve yaşam kalitesini arttırmak için yöntem geliştirir veya ilaç üretir. Bunu yapmak için de ileri teknolojinin sağladığı her olanağı kullanır. İlacı bazen şifalı bitkilerden üretir, bazen tamamen yapay moleküller "yaratıp" bunları ilaçta kullanır. Veya öyle bir aygıt geliştirir ki, bunu kullanan hastanın yaşam kalitesi artar. Örneğin, yine Baxter'in kronik böbrek hastaları için dünyada ilk kez ürettiği portatif diyaliz makinası gibi...
    Bugün bioteknolojideki araştırma ve geliştirme hızı, 50 yıl öncesine bakışla çok çok daha baş döndürücü. Çünkü 50 yıl önce kocaman odaları dolduran bilgisayarlar artık masaüstünde bir kaç kitaplık bir yer kaplar oldu. İşlemler, eskiye bakışla müthiş hızlı. Bilginin birikimi de aynı şekilde çok hızlı. Bilimsel dergiler, bilgiyi uzmanlara aktarmakta gecikmeye başladı. Makalenin yazılması, dergi tarafından kabul edilip edilmeyeceğini anlamak için beklenen süre, derginin basımı ve dağıtılması gibi doğal gecikmeler, bilimin hızının çok gerisinde artık.
    Bu müthiş hızın nedeni şu: Sürekli olarak yeni tedavi yöntemlerine ve ilaçlara ihtiyaç artıyor... Bunun da en önemli iki nedeni var: (1) Özellikle virüsler, her yeni ilacı alt etmekte daha "başarılı" olmaya başladı. Virüslerden "hızlı" davranıp, hatta doğada bile olmayan yeni moleküller "üretmek" gerekiyor. (2) Bilimsel buluşların sayısı arttıkça, bunların hem ticari açıdan hem tedavi açısından sağlayacağı yarar da artar oldu. Örneğin geçenlerde, "kalp kasını besleyen damarları kalbin bizzat üretmesini sağlayacak genetik anahtar" bulundu. Bioteknolojide sürekli ve ısrarlı kılı kırk yaran araştırmalar sayesinde...
    Ne var ki bioteknoloji araştırması yapmak, örneğin yeni genetik tedavi yöntemleri bulmak, yeni ilaçlar geliştirmek, dünyanın sanayi ötesi ülkelerinde bile ancak bazılarında mümkün. En başta ABD ve Japonya olmak üzere Almanya, Fransa, İngiltere, İsveç bioteknolojide söz sahibi belli başlı ülkeler.
    Neden bioteknoloji bir avuç ülkede yürüyor? Çünkü çok pahalı... Ancak varlıklı ülkelerde bu işlere para yatırılır. "Paha", görece bir kavram olduğu için burada rakam vermek gereksiz. Ancak, bioteknoloji veya ilaç firmalarının, serbest piyasa ortamında rekabet edebilmesi için yıllık toplam gelirlerinin neredeyse yüzde 20'ye yakınını araştırma - geliştirmeye ayırması gerekiyor. Üstelik, yüzlerce milyon dolarla ifade edilen dev paraların mutlaka yeni bir bioteknoloji ürününe veya ilaca dönüşmesi garanti değil.

    Nasıl çaılşıyorlar?


    Her konuda olduğu gibi, bu konuda da bazı Amerikan ve Japon firmaları, diğerlerine bakışla daha başarılı. Yine baştaki örneğe dönersek, Baxter'da üzerinde çalışılan konular, yaşam kalitesini arttırma ve yaşamı uzatma yönünde... Türkiye'de Eczacıbaşı'yla 1994'te yarı yarıya hisseli bir ortaklığa da giden Baxter, başta serum ve kan ürünleri olmak üzere "hastane ürünleri" üretmekle kalmayıp, bu konuda sürekli araştırma - geliştirme yürüten dev bir firma. Dünyada Kızılhaç'tan sonra en çok kan toplayan firma aynı zamanda. Bu kanları işliyorlar ve kanı, içindeki birimlerine ayırıp, kime hangi birimden ne kadar gerekliyse onu veriyorlar. Böylece, kanın ziyan olup gitmesi önleniyor. Kanı pıhtılaşamayanlar (hemofili hastaları) için kandaki Faktör 8 denilen birimi bundan 30 yıl önce ilk kez ticari biçimde üreten firma da yine Baxter'di. Firma bunu, 1992'den beri kandan değli, tamamen bioteknolojik yöntemlerle "yapay" olarak üretiyor.
    Bioteknolojik araştırma - geliştirmede bu firmanın programı, aslında "bilimde ilerleme" dediğimiz şey. Örneğin, "yapay kan" üzerinde çalışıyorlar. Bu öyle bir yapay kan olacak ki, kişinin kan grubunun önemi kalmayacak. Normal kana bakışla, hastaya verilmesi, depolanıp saklanması daha kolay ve güvenli olacak... Bir diğer araştırma - geliştirme programı, gen tedavisi alanında... Hemofili ve kanserde genetik öğeleri araştırıp bunlara uygun tedavi yöntemleri geliştirmek için milyonlar harcıyorlar... Kronik böbrek hastalarını diyaliz için hastane yatağına mıhlanmaktan kurtaran portatif diyaliz aygıtı da yine bu firmanın "icadı". Baxter, bütün bu işler için 1996'da 340 milyon Dolar harcadı.

    Üç boyutlu resim, tıbbın emrinde


    Bioteknolojide araştırma - geliştirme, yan bilim dallarının da işbirliğini gerektirir. Üç boyutlu fotoğraf yöntemi olmadan, bioteknolojide bazı adımları atmak mümkün değil. Eskiden, moleküllerin yapısını anlamak için renkli toplarla model yapılırdı. Her bir renkli top bir atom grubunu temsil eder, bunlar da birbirine telle tuttururuldu. Artık bu yöntem, tıp tarihine mal oldu. Şimdi, üç boyutlu fotoğraf tekniği var. Bunu kullanmak için özel bir gözlük takıyorsunuz. Büyük bir bilgisayar ekranında alaca bulaca görülen bir molekül, bu özel gözlükle ekrandan size doğru fırlayıp burnunuzun dibine geliyor. Bilgisayarla bu görüntüyü ekranda sağa sola çevirip altını üstüne getirmeniz mümkün. Böylece, molekülün içini dışını görmeniz de... Eskiden, doğada mevcut olup da insanoğlunun bilmediği moleküller "bulunurken", şimdi işler değişti: Artık, virüsü alt etmek için molekül "icat ediliyor". İlaç sanayiinin bu kadar hızlı ilerlemesinin temel nedeni, bilgisayarın, ilaç tasarımında "olmazsa olmaz" rolü. "Eskiden" sadece biokimyasal yöntemlerle başlatılıp klinik deneylerle sürdürülen araştırmalar, şimdi bilgisayarla "sanal düzeyde" yapılabiliyor.

    BİYOLOJİK SİLAHLAR


    Üzerinde sıklıkla durulan biyolojik silahlar, herhangi bir saldırıda kullanıldıklarında benzeri nadir görülen insan yapımı bir salgına neden olmaktadırlar; ancak durum bilimsel olarak ele alındığında bu olayın tıbbın sınırları içerisinde olduğu ve bu olaya klinik tıbbın ve koruyucu hekimliğin prensiplerinin uygulanabileceği görülmektedir. Tanının en kısa sürede konulması ve erken dönemde gerekli tıbbi müdahalelerin yapılması hastalık ve ölüm oranlarını azaltarak, biyolojik saldırının zararlarını en aza indirecektir. Biyolojik silahlarla gerçekleştirilen bir saldırıdan sonra konu hakkında bilgi sahibi hekimlerin ayırıcı tanıyı yapmaları ile birlikte halk sağlığı çalışanları gerekli stratejileri belirleyecek ve kullanılan biyolojik silahın etkilerinin sınırlı kalmasını sağlanabilecektir.

    Biyolojik Silah Nedir ?

    Biyolojik silahlar türlerine göre şu şekilde tanımlanabilirler:
    Mikroorganizmalar : Hedef canlıya yerleşerek gelişen ve bu canlının ölümü veya etkisiz hale gelmesiyle sonuçlanan bir hastalık tablosu ortaya çıkaran çok küçük canlılardır. Bu mikroplar doğal halde olabildikleri gibi genetik olarak değiştirilmiş halde de olabilirler (1).
    Biyolojik olarak üretilen biyo-aktif maddeler : hedef canlıyı öldüren veya etkisiz hale getiren genellikle (her zaman değil) bir mikrop tarafından üretilmiş maddelerdir. Bu grupta çoğunlukla toksinler bulunmakla birlikte diğer biyolojik maddeler de bulunabilir (hormonlar, nöro-peptitler, sitokinler gibi) (1).
    Yapay olarak üretilmiş biyolojik madde taklitleri : Günümüzdeki teknik ve bilimsel gelişmeler sayesinde canlılara zararlı olan biyolojik maddelerin etkilerini taklit edecek yapay maddelerin üretilmesi ve üretilen bu maddelere, istenilen özellikteki canlılarda etkili olabilecek nitelikler kazandırılması mümkündür (örneğin belirgin genetik özellikleri bilinen bir insan ırkına etkili olmaları sağlanabilir) (1).
    Son iki tanımda yer alan biyolojik silahların, kimyasal silahlardan farkı üretim şekillerindedir. Bu iki tanımda yer alan silahlar "biyolojik kimyasal silah" olarak da adlandırılabilir. Kimyasal silah, bir kimya bölümünde üretilir ve üretim aşamasında hiç bir zaman canlı bir organizma kullanılmaz. Bunun yanında biyolojik silahların üretiminde kimyasal yöntemlerden de yararlanılabilir; örneğin çok hızlı bozunan bir biyolojik silah hammaddesinde gerçekleştirilecek kimyasal işlemler sayesinde bu madde daha uzun ömürlü hale getirilebilir(1, 2).
    Tarihte Biyolojik Silahlar ve Biyolojik Savaşlar

    Biyolojik savaş: "insan veya hayvanlarda ölüme veya bitkilerde hasra neden olmak amacıyla, biyolojik maddelerin kullanılması" şeklinde tanımlanır (3). Bilindiği kadarıyla ilk biyolojik silah 1346 yılında Karadeniz'in Kaffa limanında (Kırım), pire taşıyan sıçanlar düşmanlara veba hastalığını bulaştırmak amacıyla kullanılmıştır. Tatarlar kuşattıkları Ceneviz kalesinin duvarlarının üzerinden hastalık taşıyan ölü sıçanları şehrin içine atmışlar ve sonunda şehri ele geçirmişlerdir (1, 2).
    Diğer bir biyolojik silah kullanma girişimi 1754 - 1767 yılları arasında gerçekleşti. Fransızlarla Amerikan Yerlileri arasındaki savaş sırasında İngilizler tarafından yerlilere verilen battaniyeler çiçek hastalığı etkeni taşıyordu. Sonuçta bir çok yerli çiçek hatalığından öldü, ancak çiçek hastalığının yerlilere battaniyelerle mi yoksa hastalıklı Avrupalılarca mı bulaştırıldığı tam olarak açıklığa kavuşmadı (3, 2).
    Japonlar 1932 yılında insanlar üzerinde dehşet verici biyolojik silah deneyleri gerçekleştirdiler. "Birim 731" adı verilen Çin bölgelerinde gerçekleştirilen bu deneyler sırasında en az 11 Çin şehrine şarbon, kolera, şigella, salmonella ve veba hastalığı etkeni bulaştırıldı ve en az 10 bin kişi bu denemeler sırasında öldü (3, 4, 2).
    Amerika Birleşik Devletleri (ABD), 1943 yılında Detrick Kamp'ında (Maryland) saldırıya yönelik biyolojik savaş çalışmaları başlattı (4). 10 yıl sonra savunmaya yönelik çalışmalar başladı. 1969 yılına kadar ABD; şarbon, botulism (bir çeşit ağır gıda zehirlenmesi), tularemi, bruselloz, Venezuella at ensefaliti ve Q-humması etkeni olan mikroorganizmaları silah / bomba haline getirdi (3). Yine aynı yıl içerisinde ABD başkanı Nixon tarafından saldırıya yönelik biyolojik silah programına son verildiği açıklandı (5). 1972 yılında Cenevre'de Biyolojik Silahlar Antlaşması imzalandı; buna göre biyolojik silahlar hiç bir zaman geliştirilmeyecek, üretilmeyecek, stoklanmayacak, bir şekilde temin geçirilmeyecek veya kullanılmayacaktı (5).
    Ancak bu antlaşmaya rağmen biyolojik silahların kullanımı devam etti. Güneydoğu Asya'daki çatışmalar sırasında 1974 - 1981 yılları arasında binlerce insanın, "sarı yağmur" olarak bilinen "Trichothecenemikotoksinleri"nin saldırılarda kullanımı sonucu öldüğü sanılmaktadır (1). 1978 yılında Bulgar muhalif Georgi Markov, keneotu tohumunda bulunan ve zehirli bir madde olan "risin" içeren "şemsiye silahı" mermisi ile baldırından vurularak öldürüldü (3). Bundan bir yıl sonra 1979 yılında eski Sovyetler Birliği 'nin Sverdlovsk şehrindeki bir biyolojik silah araştırma merkezinden kaza ile havaya yayılan şarbon basili sporlarını soluyan kişilerden en az 66'sı öldü (3).
    Irak 1991 yılına kadar şarbon, botulinium toksini ve aflotoksini bomba haline getirdi . Körfez Savaşı sırasında bunların kullanılmadığı ve 1996 yılında Birleşmiş Milletler tarafından ilgili tesislerin imha edildiği belirtilmektedir .
    Son olarak 20 Mart 1995 tarihinde, Tokyo'da bir Japon metrosuna Aum Shinrikyo tarikatı mensuplarınca atılan kimyasal sarin (sinir) gazı bombasının içerisinde şarbon, botulism ve Q humması içeren biyolojik silah parçacıkları tespit edilmiştir, bu saldırıda 12 kişi ölmüş, 5500 kişi yaralanmıştır (3).

    Biyoteknoloji ve Gerçekler

    İnsanoğlunun yeryüzündeki macerası bize, bilimsel alanda meydana gelen yeni açılımların, insanlığın pozitif anlamda ilerlemesine sağlayacağı katkı nispetinde riski de bünyesinde barındırdığını göstermiştir. Yâni nötr olarak tanımlanacak bilime, ona yön veren zihniyetin dünya algılaması içerik kazandırmaktadır. Kaldı ki bu artık, bilim adamlarının değer yargılarına ve etik kaygılarına da birebir bağlı değildir. İnsanlığın kaderini etkilemek kudretine haiz her bilimsel gelişmenin ciddî mâlî kaynaklara ihtiyaç duyduğu göz önünde bulundurulursa, bilimsel çalışmalara yön veren saik, devletlerin ya da şirketlerin güç mücadelesinde rakiplerine karşı kazanacakları mevziler olarak kendini göstermektedir.

    Tanrıyla Pazarlık Yapmak 21. yüzyıla damgasını vuracak bilimsel gelişmelerden birisi de genetik konusudur. ABD Başkanı Bill Clinton Beyaz Saray da düzenlediği basın toplantısında, tarihin en önemli buluşlarından biri olarak tanımladığı insanın gen haritasının çözüldüğü haberini açıklıyordu. Uydu aracılığı ile bu önemli açıklamaya İngiltere Başbakanı Tony Blair de katılmıştı. Bilim adamlarının uzun yıllar süren çalışmaları neticesinde insanın genetik haritasını çıkartmış olması şüphesiz önemli bir gelişmeydi. Zira, şekerden kansere, Parkinson dan Alzheimer e varıncaya kadar bir dizi hastalığın tedavisi genetik alanında yapılacak çalışmalarla mümkün olabilecekti. Gelecek nesillerin, bugün birçok insanın ölümüne sebep olan hastalıkların pençesinden ve doğuştan gelecek arazlardan arınmış olacağı iddiası, yapılan çalışmalara bağlanan umudu biraz daha perçinlemişti. İnsanoğlunu dünyaya biraz daha sıkı bağlayan yarının çok daha güzel olacağı na ilişkin beslediği umut iken, dünyanın iki önemli devletinin başkanı tarafından açıklanan bu gelişmeye kimsenin bîgâne kalması mümkün değildi. Fakat genom ve biyoteknoloji konusunda yapılan çalışmalar konuya ilişkin gelişmeler ve muhtemel neticeleri ortaya çıktıkça herkes tarafından biraz daha şüpheyle karşılanır hâle geldi.

    Aslında Clinton un basın toplantısında kullandığı; Tanrı'nın yaşamı yarattığı dili bugün öğreniyoruz ifâdesi, yaşanacak gelişmelerin ve muhtemel tartışmaların da ilk işaretlerin vermesi açısından önemliydi. İnsanoğlu yeryüzü egemenliği peşinde koşarken hedefi sâdece türdeşlerini zapturapt altına almak olmamıştır. İnsanoğlunun temel hedefini, iradesi dışında gelişen olayları -başta tabiat olmak üzere- kontrol etmek şeklinde özetleyebiliriz. Bu hedef, yerkürede kendi dışında bir hâkimin varlığını reddetmek ya da Tanrısallık iddiası olarak da formüle edilebilir. İnsanoğlu tabiatla olan savaşını geliştirdiği teknoloji marifetiyle kazanmış; azgın akan nehirleri dizginleme, geçit vermez dağları geçme, aşılmaz denizleri aşma kudretine sahip olmuştu. Fakat yine de bu insanoğluna kadiri mutlak bir yeryüzü iktidarı sunmamıştı.

    Dahası tabiatın tahrip edilmesiyle, savaşı uzun vadede insanlığın kaybettiği, ortaya çıkan felâketlerle bir kez daha anlaşılmıştı. İnsanoğlu, güneş ışığını alıp fotosentez yapan bir bitkinin ya da bitkiyi yiyip onu insan için besleyici ürünler hâline dönüştüren bir hayvanın kapasitesine, bütün teknolojik gelişmesine rağmen, ulaşamamıştı. Yâni insanoğlu, yeryüzünden kadiri mutlak bir iktidar bunca teknolojik gelişmeye rağmen ihdas edememiş, sâdece türdeşleri üzerinde niteliği değişmekle birlikte güce dayalı bir iktidar tesis etmekle iktifa etmek zorunda kalmıştı. Genetik alanında yapılan çalışmalar insana yaratıcı kudretin dilini çözme dolayısıyla onunla pazarlık yapma imkânı tanımıştı.

    Artık en azından Tanrıyla eşit şartlara sahipti ve insanoğlu yeryüzünün mutlak anlamda egemeni olan yaratıcı güç ile pazarlık yapabilecekti En azından onun iktidarına yaratmak sûretiyle ortak olmasına imkân tanıyan lisanı artık bilmekteydi; genetik Cesur Yeni Dünya ya Hoş Geldiniz Genetik alanındaki yaşanan gelişmeler, Aldous Huxley in ütopik romanında geleceği bihakkın ve abartısız tarif ettiği endişesini yaratmaktadır. Huxley in dünyasında anne ve baba yoktur, hatta artık ırklar da söz konusu değildir. Onun Cesur Yeni Dünyası nda; yüksek hedefler için mücadele eden, kendini geliştirmek, dünyayı anlamak, ontolojik mânâdaki sorulara cevaplar bulmak için didinen; bir yönüyle zayıflıkla, hastalıkla malûl ama öbür taraftan duyguları, öfkeleri, hasletleri, erdemleri olan ve tanımını da bu karmaşık hâline borçlu olan insan yoktu. Huxley in romanında Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi nde kastlara ayrılmış biçimde üretilen Alfalar, Betalar, Epsilonlar ve Gamalar vardı. Onlar kuluçka makinesinde denetçiler tarafından ihtiyaca göre üretilmiş, başka bir değişle programlanmış insan sûretinde robotlar; köle olduklarını dahi fark etmeyen bunu sorgulayacak yeteneklerden ve bilgiden mahrum, mutlu kölelerdi . Biyoteknoloji alanında yapılan çalışmalar pekâlâ Huxley in iç karartan ütopik dünyasının gelecekte bir gün kurulabileceğini işaret etmektedir. Dahası devletlerin egemenlik sahasını daraltmak; dolayısıyla insanların seçimler, parlamento, sivil toplum kuruluşları vs gibi enstrümanlar marifetiyle ortak olmaya çalıştığı iktidarı kendi uhdesine almak isteyen çok uluslu şirketlerin ulaştıkları maddî güç, söz konusu endişeyi biraz daha artırmaktadır. Çünkü biyoteknoloji alanındaki dev yatırımların ekseriyeti bu şirketler tarafından gerçekleştirilmekte ve otomatik olarak kâr/zarar hesabı önem kazanmaktadır.

    Genç çift hekime gider ve biz çocuğumuzun liderlik kabiliyetleri gelişmiş, doğuştan dünyayı yönetebilecek bir erkek olmasını istiyoruz der. Çiften alınan yumurta ve sperm laboratuar ortamında birleştirilir. Daha dördüncü hücre bölünme aşamasına gelmeden (yâni döllenmiş yumurta nitelik ayrışmasına henüz uğramadığı sekiz hücrelik aşamadayken) pre-implantasyonembriyo erkek ise ve liderlikle ilgili genlerin etkinlik derecesi yüksekse, hücre bölünmesinin devam etmesine izin verir. Döllenmiş yumurta ana rahmine yerleştirilir. Bu işlemin üzerinden 40 hafta geçtikten sonra genç çiftin nur topu gibi bir oğlu dünyaya gelir. Oğulları büyür, yetişkin bir erkek olur ve bir ömür boyu peşinden koştuğu idealini gerçekleştirir. Artık o, dünyanın süper gücü olan bir ülkenin başkanıdır. 1 Bu ütopik senaryo, artık bugünün dünyasında gerçek hâle gelebilir. Tabiî yeterince maddî gücünüz varsa...

    Şüphesiz bugünkü insanlığın taşıdığı etik kaygıların böyle bir uygulamanın genelleşmesine imkân tanımayacağını ya da bu genelleşirse binlerce ortak vâsıflara sahip bireyin olacağını ve tabiî olarak aralarında bir güç mücadelesinin, tıpkı bugün olduğu gibi, yaşanacağını ve en iyi olanını gerek siyasette gerek sanatta gerek sporda kazanacağını söyleyebilirsiniz. Fakat burada bireyin tercihinin anne ve babası tarafından yönlendirildiği gerçeği önemli bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bugün bile kişisel tercihlerin maniple edildiği ve bireyin varlığını tehdit eder bir hâle doğru hızla ilerlediği tartışılırken, doğuştan bir yönlendirmenin olması; hiçbir zaman kendi olmayan bireylerin dünyasını işaret etmektedir. Bu ise otomatik olarak kast sisteminin doğmasına ve gücü elinde bulunduranların egemen olduğu bir dünyaya yol açacaktır. Örneğin gelecekteki Amerikan yönetici eliti olan WASP ın içinden seçilen özel ailelerin çocukları olacak şekilde plânlanması ya da küresel bir şirketin 30 sene sonraki yöneticilerini belirlemek için şimdiden faaliyette geçtiğini düşünmek, genom projesinin tehditkâr yüzünü oluşturmaktadır. Bu, diğer milletlerin genetik havuzuna yapılacak müdâhalelerle yetenekli bireylerin doğmasına müsaade etmemek şeklinde gerçekleşebilir. Şüphesiz sıradan insanlar biyoteknolojinin, uzun yıllar sonra da olsa, hastalıklara tedavi bulan yüzüyle tanışma imkânı bulacaklardır, ama bunun yatırım maliyetleri karşılandıktan ve asgarî kâr elde edildikten sonra tabana yayılacağından kimsenin şüphesi olmasın.

    Unutmamak gerekir ki, dünyaya hâkim olan elit hiç de âdil değil. Irak ta yakın zamanda yaşananlar bunun en açık göstergesi. Küresel hâkimiyet peşinde olan güçlerin birbirleriyle olan mücadelesinde on binlerce mâsum insan hayatlarını, milyonlarca insanın itiraz eden haykırışları arasında kaybetmektedir. Ayrıca gerek küresel sistemde söz sahibi olan şirketlerin, gerekse de devletlerin aynı teknolojiyi askerî anlamda kullanmayacağını da kimse garanti edemez. Hitler in

    Hayali Gerçek Oluyor: Öjenik Uygarlık Çağı Bugün Batı dünyasının unutmak istediği; Hitler in çarpık zihninin bir ürünü olarak sunduğu ve lanetlediği üstün ırk teorisi; aslında Batı nın düşünce atlasında izi sürülmeye en müsait konudur. Başka bir değişle öjenik (ırk bilim) Batı nın insanlığa sunduğu zehirli içkilerden sâdece birisidir. Bugün dahi, bu nazariyenin Batı nın uygulamalarındaki tesirini müşahede edebiliriz. Amerika da yasal ırk ayrımcılığı ancak 1965 yılında ortadan kaldırılabilmiş, ama hâlen zencilere ve 11 Eylül den sonra da Müslümanlara karşı ayrımcılık yapılmaya devam etmektedir. Yine Avrupa nın birçok ülkesinde Müslümanlara karşı son dönemde gelişen tavır öjenik yaklaşımın tarihe gömülmediğinin en büyük göstergeleri olsa gerek. Avrupa da dalga dalga yayılan Hitler in üstün ırk teorisi bile çok uzak olmayan bir geçmişi mimlemektedir. Adolf Hitler e göre, Uygarlık, üstün ırkların ürünüdür. Uygarlığın sonucu olarak önümüzde duran güzel sanatlar, ilimler ve teknik ürünlerin tamamı sâdece üstün ırkların yaratıcı çalışmalarının sonucudur. Bu gerçek onlara insanlığın tek temsilcisi oldukları notunu vermemize olanak hazırlar.

    Bu yüzden insan adı ile andığımız tipi temsil etme hakkı onlarındır. 2 Uygarlığa bakış açısı böyle olunca üstün ırkların korunması gereği de doğal olarak ortaya çıkar. Yüksek ırklar korunmalıdır. Üstün bir ırk kendi kanını daha aşağı bir toplumun kanıyla karıştırdığında ortaya çıkan melezlik milletin felâketiyle sonuçlanır. 3 Genetik bilimindeki gelişmeler bugün Hitler in düşlerinin gerçek olmasına imkân tanımaktadır. İyi doğmuş eugenes kelimesinden gelen öjenik kavramı, genetik alanında yaşanan gelişmelerle birlikte çok daha farklı bir içerik kazanmaktadır. Hitler in devamcısı niteliğindeki zihinler artık iyi doğmuş olanları ayırmakla iktifa etmeyecekler; iyi doğma yı gerçekleştirebilecekler...

    Öjenik Uygarlığı özetle, yeryüzünde kendiliğinden sürmekte olan organik yaşamı doğal seyrinden kopararak, önceden belirlenen ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden oluşturma çabası olarak anlayabiliriz. Bir başka deyişle, bireysel ya da toplumsal davranışları istenilen doğrultuda biçimlendirmek üzere geçmişte başvurduğumuz sosyal, siyasal, ekonomik ve eğitsel düzenlemeler bir işe yaramadı; böylesine pahalı ve dolambaçlı yöntemler yerine şimdi de genetik gibi daha dolaysız bir yöntemi deneyelim! Canlılar arasındaki tür sınırı, istediğimiz melezleri yaratmamızı mı engelliyor, o zaman tür kaygısından vazgeçip bu sınırları kaldıralım!

    Doğanın rastlantısallığı şemamızı kabul etmiyor mu, öyleyse laboratuar yöntemleriyle kendimiz bir doğa yaratalım! Gelecek bilinmez potansiyeller mi içeriyor, o zaman geleceği milim milim, saniye saniye isteklerimiz doğrultusunda plânlayalım! Gerçekten de Öjenik Uygarlık tasarımında rastlantısallığa, kendiliğindenliğe ve bilinmeyene hiçbir şekilde yer yoktur. Doğal olana antipatiyle yaklaşan Öjenik Uygarlık, biyoteknolojinin insana ve diğer tüm canlı organizmalara yoğun olarak uygulanmasını savunmaktadır. 4 Öjenik Uygarlığı Fukuyama ise şöyle tarif ediyor: Modern genetik teknolojinin elde edeceği en büyük ödül tasarım harikası bebekler olacak! diğer bir değişle genetikçiler zekâ, boy, saç rengi, göz rengi, saldırganlık ve öz saygı gibi bir özelliği taşıyan bir geni saptadıktan sonra doğacak çocuğun daha iyi bir sürümünü yaratmak amacıyla bu bilgileri kullanacaklar.

    Söz konusu genin insandan gelmesi bile gerekmez! 5 Öjenik Uygarlık projesine sâdece üstün ırk yaratma anlamında da değerlendirmemek gerekmektedir: Savaşçı kabiliyetleri doğmadan önce artırılmış, günlerce zor tabiat şartlarına rağmen hayatta kalan, öldürmeye programlı insan ile hayvan arasında mutand ırkların yaratılması da pekâlâ mümkündür. İlaçlar marifetiyle acıya ve öldürmeye programlanmaya çalışılan, ama gerekli verim alınamayan Mançurya kobayları yetiştirmek öjenik uygarlıkta mümkün olacaktır.

    Dahası bunların birer ailesi olmayacağı için ölümleri iktidarları zora sokacak sosyal rahatsızlıklara sebep vermeyecektir. Bir başka nokta ise elinde yeterli miktarda parası olan herkes kendisine mutlak itaat eden ordular kurabilecek, çok daha üstün özelliklere sahip versiyonlarını üretmek için çalışan onlarca şirket, küresel baronlara hizmet etmek için var gücüyle uğraşacaktır. Sonuç Yerine Biyoteknoloji alanındaki gelişmeler insanlığın hayrına olduğu kadar, insanlığı yok edecek bir potansiyel de barındırmaktadır. Şüphesiz insanlığın bugün gelmiş olduğu seviye göz önüne alındığında iyimser olunabilir, dahası biyoteknolojideki gelişmelere paralel olarak yaşanan etik tartışmaları bu yönde umudun artmasına da elvermektedir. Ama, tehlikenin büyüklüğü karşısında uluslararası kamuoyunda sağduyulu yaklaşımların cılız kaldığı söylenebilir.

    Küresel hâkimiyet peşinde koşan güçlerin ülkeleri ve milletleri etnik ve dinî parçalara bölmek üzere projeler devreye koyduğu, ulus devletlerin dayandığı temelleri sarsmaya yönelik çalışmalarda bulunduğu günümüzde; biyoteknoloji alanındaki gelişmeler, küresel baronların önüne çok daha iyi fırsatlar sunmaktadır. Bu tehlikeli gidişin binlerce yıldır bir arada yaşayan ve ortak kültürel mirasa sahip milletlerin ırkçı bir yaklaşımla parçalamaya yönelik bir versiyonunu şimdiden başlamış olması, geleceğe ilişkin umudu giderek azaltmaktadır. Yapılmayan bir genetik araştırmanın olmayan neticesinden yola çıkarak dahi Türkiye de Türk olmadığı nın iddia edilmesi muarızların ne kadar pervasız olabileceğini göstermesi açısından önemlidir. AB ve ABD marifetiyle gerçekleşen ayrıştırma sürecine bir de bilimsel olduğu iddia edilen yöntemlerle hız kandırılmaya çalışılması, dikkatle takip edilmesi gereken bir konudur.

    Bu alanda yapılan ve manipülasyon olduğu aşikâr çalışmaların hedefini Oktay Sinanoğlu şöyle açıklıyor; Gâye, böyle ülkelerde ulusal kimliği ve kültürü sarsıp bölünmeye, birbirine düşmeye zemin hazırlamak, sonra da o ülkeyi ele geçirmek, yerli ahalisini yok etmek. Batılının hep yaptığı iş. Hedef ülkenin kuvvetli, bağımsız bağışıklık (muafiyet) dizgesi (sistemi) millî kuruluşları olmalı ki, böyle işlere yeltenenleri denetlesin, kimin nereden, ne amaçla gönderildiğine baksın, melânetleri faaliyet daha başlamadan usturuplu tarzda engellesin. Yetkililere sorsan, Allah bilir, Ne var işte canım, bilimsel araştırma yapıyorlar derler. Kimse böyle lâfları yutmasın. Bu işin bilimselliği falan hikâye. Biyoteknoloji alanında yapılan çalışmalar insanları bir çok rahatsızlıktan kurtaracak bir potansiyele sahipken; ülkelerin klasik savunma mekanizmalarını bertaraf edecek yeni imkânlar da sunmaktadır. Ayrıca ülkelerin genetik haritalarının çıkartılması, o ülkeleri asimetrik savaşın bir kurbanı kılma ya da emperyalist devletlerin tesirine açık hâle getirmek için geliştirilecek biyolojik silâhlara zemin hazırlayacaktır.

    Kısaca biyoteknoloji ve genom konusunda yapılan çalışmalar, insanlığın geleceğinin Cesur Yeni Dünya da tasvir edilen şekilde şekillendirecek tehlikeli bir potansiyel taşımaktadır. Bunun önüne geçmek için yapılması gereken ise, genetik çalışmaların etik çerçevesinin belirlenmesi, çok uluslu şirketlerin bu alandaki çalışmalarının sınırlandırılması ve çalışmaların bütün devletlerce ortaklaşa finanse edecek bir bilim adamları kurulu tarafından yürütülmesidir. Ancak, bu şekilde elde edilecek olumlu neticelerden bütün insanlık faydalanma imkânına kavuşabilir. teşhisi yapacak olan uzman hekim, embriyonun gen yapısını inceler. Embriyonunu erkek olup olmadığını teşhis eder ve liderlik yeteneği ni belirleyen genetik malzemenin ne kadar etkin olduğuna bakar.

  2. Alt 12-09-2010, 22:43 #2
    Ziyaretci
    Misafir Mesajlar: n/a
    dersime uygun bişey bulamadım of mmm ağlıcam

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.